Bu Blogda Ara

14 Ağustos 2025 Perşembe

Bağımlılık mı Bağlılık mı?

 


Hakikati seçen mi olacaksın, yoksa zincirlerini sevmeye devam mı edeceksin?

Hayatta bazı kelimeler vardır ki, kulağa birbirine yakın gelir ama manada birbirine zıt iki dünyayı anlatır. Bağımlılık ve bağlılık da bunlardandır.
Aralarındaki fark, yalnızca kelimede değil; insanın iradesi, duruşu ve hayatı üzerindeki etkisindedir.
Bir milletin yükselip yükselmeyeceğini, adaletin yaşayıp yaşamayacağını, insanın özgür olup olmayacağını bu iki kavram belirler.

Bağımlılık, Özgürlüğün Sessiz Katili

Bağımlılık, zihni uyuşturan, iradeyi felç eden görünmez bir kelepçedir.
İlk bakışta sana güven, aidiyet, güç hissi verir. Ama bu sadece bir tuzaktır. Çünkü bağımlılıkta sen seçmezsin; senin yerine bağımlı olduğun şey seçer.

Bu bir madde olabilir, bir alışkanlık, bir ideoloji, bir grup, bir kişi, hatta bir “lider sevgisi” bile olabilir.
Görünürde sadakat gibi dursa da, bağımlılıkta sorgulama yoktur. Yanlış bile olsa “doğru” demeye mecbursundur.

Tarihte nice toplumlar, bağımlılık yüzünden yıkıldı. Roma halkı, gladyatör arenalarında kan izleyerek uyuştu; ekmek ve eğlence verildiğinde yöneticilerinin zulmüne ses çıkarmadı.
Osmanlı’nın son döneminde, padişahı “gölgede Allah” gibi gören bir kitle, hatalara karşı sesini kısmıştı; o sessizlik imparatorluğun çöküşünü hızlandırdı.
Günümüzde ise, bir siyasi liderin yanlışını görüp eleştirmek yerine “O yapıyorsa doğrudur” diyenler, bağımlılığın modern örnekleridir.

Bağımlı insan vicdanını kiraya verir. İradesi ipoteklidir. Haksızlığı gördüğünde bile “Ama benim tarafım” diyerek sessiz kalır. Ve böylece, zalimlerin en büyük destekçisi olur.

Bağlılık, Bilinçli Bir Seçim

Bağlılık ise uyanık bir sadakattir.
Bağlı olduğun şeye neden bağlı olduğunu bilirsin. Sorgulamış, ölçmüş, anlamış, kabul etmişsindir. Yanlış gördüğünde de uyarmaktan çekinmezsin. Çünkü bağlılıkta körlük değil, bilinç vardır.

Hz. Ömer’in (r.a.) halifeliği döneminde, hutbede “Yanlış yaparsam ne yaparsınız?” diye sorması üzerine bir sahabenin “Kılıcımızla düzeltiriz” cevabına memnun olması… Bu bağlılıktır. Çünkü bağlı olan, liderini sever ama onun doğruluk üzere kalmasını ister.

Bağlı insan, yanlış karşısında susmaz; çünkü sevgisi, hakikatten bağımsız değildir.
Allah’ın istediği de budur: Kullukta bağlılık. Yani imanını kör taklitle değil, bilinçli tercihle yaşamak. Sadece geleneklerden devraldığı için değil, sorgulayıp doğruluğunu gördüğü için seçmek.

Bağımlılığın Toplumsal Bedeli

Bağımlı kitleler, zalimlerin sigortasıdır.
Hitler, Nazi Almanya'sını bağımlı hale getirdiğinde; insanlar, akıllarının değil liderlerinin gözlerinden dünyaya bakmaya başladı.
Bugün de benzerini görüyoruz: Bir futbol taraftarı, takımı yenildiğinde bile “Hakem suçlu” diyerek gerçeği reddedebiliyor. Bir parti seçmeni, yanlış icraatı bile savunabiliyor.
Bağımlılık, toplumu ikiye bölüp kör saflara ayırır. Herkes kendi liderini savunur ama kimse hakikati savunmaz.

Bağlılığın Gücü

Bağlılık, yanlışa karşı durabilme cesaretidir.
Bağlı bir toplum, yöneticisini sever ama yanlışını da söyler. Çünkü bilir ki, hakikat kişilere göre eğilip bükülmez.
Tarihte bağlı topluluklar, zulme karşı birleşerek devrimler yaptı, adaleti yeniden inşa etti. Peygamber (s.a.v.)’in ashabı, bağlıydı; O’nun doğruya çağrısına uydu ama gerektiğinde “Bu bize vahiy mi, yoksa şahsi görüşün mü?” diye sormaktan da çekinmedi.

Sen Hangisisin?

Bağımlılık, seni köleleştirir ve zincirlerini sevdirmeye çalışır.
Bağlılık, seni yüceltir ve özgürlüğünün sorumluluğunu verir.
Eğer yanlışta bile alkışlıyorsan, sen bağımlısın. Ama doğruyu savunmak için gerekirse kendi sevdiğine bile “yanlış yapıyorsun” diyebiliyorsan, işte o zaman bağlısın.

Allah, kendi yoluna bağlı kullar ister; yani imanını seçen, sorgulayan, hakikate sarılan kullar…
Bağımlı kullar istemez; çünkü onlar hakikati değil, sadece bağlı oldukları kişiyi ya da grubu savunur.
Unutma, Bağımlılık, narkozlanma halidir; bağlılık ise uyanık bir tercihtir.
Zincirlerini sevmek kolaydır, ama onları kırmak cesaret ister.

Erol Kekeç/13.08.2025/Sancaktepe/İST

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Cennet vatanı cehenneme çevirenler

“İş başına geçtiğinde yeryüzünde fesat çıkarır; ekini ve nesli helâk etmeye çalışır. Allah fesadı sevmez.” (Bakara 2/205)

Bu kısa ama sarsıcı ifade, Kur’an’ın iktidarla, yöneticilerle ve onların yarattıkları sonuçlarla ilgili uyarılarından biridir. O uyarı, salt bireysel günahı değil; güç ve imkân eline geçenlerin, sistemleri ve toplumları nasıl tahrip edebileceğini vurgular. Bu ayetin maksadını günümüz dünyasında, yönetenlerin uygulamalarına, çevresel tahribata, toplumsal çürüme ve nesillerin ifsadına dair pratik örneklere bakarak anlamaya çalışalım. İlk dayanaktan başlayalım: ayetin lafzı ve klasik tefsirleri bize ne söylüyor? 

1. Ayetin lafız ve maksat boyutu — kısa bir tefsir

Bu ayette geçen “yeryüzünde fesat çıkarmak” (yufsidu fiha) ifadesi iki ayağı olan bir yıkım tasvir eder: birincisi doğanın, tarımın, ekin ve hayvancılığın bozulması; ikincisi nesillerin — hem fizikî hem ahlâkî — zarar görmesi, yok edilmesi. Klasik müfessirler, burada geçen tür bozgunculuğun yalnızca savaş veya isyan olmadığı; bazen rüşvetle, zulümle, kökleşmiş zulüm politikalarıyla, kaynakların yağmalanmasıyla ve toplumların geleceğini çalan sistematik kararlarla da ortaya çıktığını söylerler. Ibn Kathir gibi tefsirciler bağlamında, ayetin örnek kişiliğinin (münafık veya iktidarın kötü kullanımı) nasıl hem toprakları hem insanları mahvettiğini açıklarlar. 

Bu yüzden “ekini ve nesli helâk etmek” metaforu hem somut çevresel tahribatı hem de manevi, kültürel ve demografik yıkımı kapsar. Bir liderin siyaseti, ekonomik tercihi veya kısa vadeli çıkar hesapları, tarlaları kurutan, suyu zehirleyen, gençliği umutsuzluğa iten, aileleri parçalayan sonuçlar doğurabilir. Bu ayet bize o sonucu hatırlatır: iktidarın kötüye kullanımı sadece bugünü bozmaz; gelecek kuşakların yaşam alanlarını ve umutlarını da çalar.

2. Fesadın biçimleri-toprak, nesil, vicdan

Ayet iki örnekle somutlaşır: harth (ekin) ve nesl (nesl = soy/nesil). Modern dünyada bunlar şu biçimlerde tezahür eder:

  • Çevresel tahribat (ekin): Ormanların yakılması, sulak alanların kurutulması, su kaynaklarının kirletilmesi, endüstriyel kirliliğin tarımı öldürmesi. İklim kriziyle birlikte artan kuraklıklar, toprak erozyonu ve biyolojik çeşitlilik kaybı, “ekini” fiilen yok eder. Bu, sadece tabiatın değil, insanların geçim kaynaklarının ve gıda güvenliğinin de yok olması demektir. IPCC gibi uluslararası raporlar, insan faaliyetlerinin ekosistemler üzerinde geri döndürülemez etkiler yarattığını, toplumların direncini azalttığını ve kırılgan grupları daha savunmasız kıldığını açıkça ortaya koyar. Bu gerçeklik, ayetin “ekini helak etme” tasvirinin güncel izdüşümüdür.

  • Toplumsal/nesil tahribat (nesl): Eğitim sisteminin çökmesi, gençliğin sistematik olarak işsizlik ve umutsuzluğa itilmesi, adaletin bozulmasıyla hak ve özgürlüklerin elinden alınması, kültürel hafızanın yok sayılması — hepsi “nesli” tüketir. Savaş, göç, ekonomik çöküş de aileleri parçalar; çocuklar güvenli bir çevrede büyüyemez; gelecek beklentileri tükenir. Bu, neslin manevî ve maddî çöküşüdür.

  • Ekonomik ve kurumsal çürüme: Yolsuzluk, kayırmacılık, kamu kaynaklarının talanı, hizmetlerin ticarileştirilip erişilemez hale gelmesi; şehirlerin çürüyüşü ve kırsal alanların metalaşması da esasen “ekini ve nesli” dolaylı ve kalıcı olarak zedeler.

3. Somut örnekler-çevre, savaş ve yönetişim

Sözün soyutluğundan çıkıp, birkaç güçlü örnekle ayetin yükünü bugün nasıl taşıdığını görelim.

  • Ormansızlaşma ve Amazon: Son yıllarda Brezilya Amazon'unda ormansızlaşma hızında belirgin artışlar kaydedildi; 2019–2020 döneminde büyük yüzölçümleri yok oldu. Bu tahribat sadece biyolojik çeşitliliği değil, bölge halklarının geçim kaynaklarını, iklim dengesini ve küresel karbon döngüsünü de bozdu. Bu tür devlet politikaları ve denetimsizlik, “ekini helak etmenin en belirgin örneklerinden biridir. 

  • Savaş ve toplu yıkım (Suriye örneği): On yılı aşkın süredir süren çatışma, Suriye’nin birçok bölgesinde altyapıyı, tarımı, sağlığı ve ailelerin sosyal dokusunu yok etti. 2024 insani ihtiyaç değerlendirmeleri, on milyonlarca insanın yardıma muhtaç olduğunu gösteriyor; milyonlarca insan ya yerinden edildi ya yaşam alanları tahrip edildi. Burada yöneticilerin, tarafların veya güç odaklarının kararları, bir ülkeyi yaşanılamaz hale getirdi; aynı ayet, bu durumu tarif eder gibi. 

  • Yönetişim zaafı ve ekonomik çöküş — çevresel ve sosyal bileşim: Devlet eliyle sürdürülen yağma, kısa vadeli sermaye çıkarları adına kamusal alanların ve doğal kaynakların satılması, altyapının kaderine terk edilmesi; bütün bunlar uzun vadeli insani maliyetlere yol açar. İnsanların suyu tükendiğinde, tarlalar verimini kaybettiğinde ve çocuklar eğitimden mahrum kaldığında, “nesil” fiilen yok edilir. Bu tür örnekleri dünyanın çeşitli yerlerinde — farklı biçimler altında — görmek mümkündür.

4. Neden “efsad” sadece fiziki değil manevî de ağırdır

Efsad söz konusu olduğunda iki haritalama gerekir: fizikî (toprak, su, hava) ve manevî (adil düzen, vicdan, eğitim, güven). Bir şehirde çürümüş bir yönetim varsa, insanlar arası güvensizlik, örgütsüzlük, nefret kültürü ve umutsuzluk kök salar. Bu da çoğu zaman şiddeti, ayrışmayı, ekonomik sömürüyü tetikler; sonuç: bir nesil hem ruhen hem maddeten zarar görür. Ayetin “nesli helak etmek” sözü, tam da bu bütünsel zarar modelini anlatır: sadece tarlayı yıkmak değil, insanı insan olmaktan uzaklaştırmak.

5. Kimdir bu “fesat çıkaranlar”? karakter tipleri

Ayetin tarihsel bağlamında örneklendirilen kişiler, pratikte şu niteliklere sahip olabilir:

  • Kendini aklayıp halkı kandıran ama fiilen yağma yapanlar;

  • Kısa vadeli ekonomik çıkarı, uzun vadeli toplumsal faydaya tercih eden siyasetçiler;

  • Zulüm, baskı ve kutuplaştırma politikalarıyla toplumu parçalayarak kendi iktidarını sürdürenler;

  • Doğal kaynakları ulusal veya uluslararası çıkar gruplarına peşkeş çeken, hesap verebilirliği öldüren yöneticiler;

  • Eğitim ve bilimden uzaklaşmayı teşvik eden, gençleri tüketim ve şiddet kültürüne iten aktörler.

Bu karakter tipleri her yerde farklı isimler alır; ama hepsinin ortak yanı, bugün ve gelecek arasında bir köprü yakmalarıdır.

6. Mü’minler, toplum sorumluluk — yol haritası

Ayet sadece suçlayıcı bir cümleyle bırakmaz; aynı zamanda bir uyanıştır. Bizler, ferdî ve toplumsal sorumluluğumuzu şöyle kurmalıyız:

  1. Fıtrî emanet bilinciyle hareket etmek: Yeryüzü insanlar için bir emanet ve kanaatle kullanılması gereken bir kaynak. Bereketi yok eden politikalar karşısında sorumluluk; tüketimi azaltmak, yerel tarımı desteklemek, ekosistemi korumakla başlar.

  2. Hakkaniyetli ve hesap soran yurttaşlık: İktidarın meşruiyeti, halka hizmetle ölçülür. Şeffaflık ve hesap sorulabilirlik talebi, sivil itiraz, hukuki mücadele ve örgütlenme halkın en meşru savunma araçlarıdır. Rüşvet, kayırmacılık ve talan mekanizmaları karşısında toplum iradeyi göstermelidir.

  3. Eğitim ve kültürel hafıza: Nesli korumanın en kalıcı yöntemi eğitimdir. Gençlere ilmî, ahlaki ve tarihsel perspektif kazandırmak; tüketim kültürüne karşı eleştirel düşünceyi aşılamak bir neslin umudunu kurtarır.

  4. Mazlumların savunusu ve şefkat: Zulüm kural olunca toplum çöker. Zalimlere karşı ses çıkarmak, mazluma el uzatmak, yardımlaşma ağları kurmak hem dünyevi hem uhrevi bir görevdir. Bu, ayetin “nesli koruma” çağrısına yanıt verir.

  5. Ekolojik adalet politikaları: Yerel ve küresel düzeyde sürdürülebilir politikalar talep etmek, iklim adaleti için mücadele etmek; şirketlerin çevre tahribatına karşı yasal mekanizmaları işletmek somut eylemlerdir. IPCC raporları bize insanın doğaya olan etkisini ve bunun insan toplumlarına dönüşünü net şekilde gösterir; dolayısıyla ilmi veriye dayalı politika zorunludur. 

7. Yönetenlere doğrudan bir nasihatname

Ey iktidar sahibi olan! Bil ki bir milleti yönetmek, geçici bir emaneti mühürlemek değil; gelecek kuşaklara bir dünya teslim etmektir. Eğer oturduğun makamdan:

  • Tarlaları, ormanları, suları yağmalıyorsan,

  • Hakkı, adaleti, hukuku parselleştirip satıyorsan,

  • Gençlerin umudunu tüketip onları çaresizliğe mahkûm ediyorsan,

  • Sesleri, eleştiriyi boğup toplumun nefes alanlarını kapatıyorsan,

bil ki yaptığın sadece bugünü çalmaktır; yarınları da çalıyorsun. Tarih seni sadece bugün yaptıklarınla değil, ardında bıraktığın dünya ile hatırlayacaktır. Kur’an, gücü kötüye kullananları ağır sözlerle uyarır; çünkü iktidar, sorumluluk demektir. Bunun aksi size ne dünyada ne ahirette hayır getirmez. 

8. Toplumun direnci-somut stratejiler

Bir toplumun kendini yeniden kurması, birkaç pratik adımla başlar:

  • Hukuki reforma odaklanmak: Bağımsız yargı, etkili denetim organları, şeffaf ihaleler, varlık soruşturmaları, kamu kaynaklarının takibi.

  • Yerel ekonomiyi güçlendirmek: Kooperatifler, yerel tohum bankaları, su havzalarının yerel yönetimi; böylece “ekin” toplumun elinde kalır.

  • Gençliği yeniden umutlandırmak: Mesleki eğitim, yerel üretim projeleri, demokratik katılım kanalları açmak.

  • Sivil toplum ağlarını genişletmek: Kriz anlarında hızlı destek sunan ağlar; gönüllü sağlık, eğitim, barınma projeleri.

  • Uluslararası hukuk ve dayanışma: Savaş, ekolojik talan ve kitlesel hak ihlalleri karşısında uluslararası mekanizmaları işletmek, uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek.

Bu adımlar, hem  etkili olabilir hem de uzun vadede “nesli” koruyan yapılar inşa eder.

9. Umut ve tevbe kapısı

Ayet sert bir uyarıdır ama aynı zamanda dönüş kapısını işaret eder. Bir toplumun kurtuluşu, yönetenlerin ve yönetilenlerin samimi tevbesi, yanlış politikaların düzeltilmesi ve adaletin yeniden tesis edilmesiyle mümkündür. İnanç, sadece eleştiri mekanizması değildir; aynı zamanda insanı doğruya çağıran, yürekleri onaran, topluma umut aşılayan bir güçtür. Küçük bir dönüşüm dalgası, kırılgan bir toplumun kaderini değiştirebilir.

10.Miras bırakmak mı, mirası gasp etmek mi?

Sonunda sorulması gereken basit ama hayati soru budur: Bugünü yönetirken gelecek nesillere ne bırakıyorsunuz? Bir lider, milletin çocuklarına temiz su, iş, adalet, doğa ve onurlu bir yaşam mı bırakır; yoksa kısa vadeli çıkarlar uğruna topraklarını, kültürünü ve umutlarını mı tüketir? Kur’an’ın uyarısı açık: iktidarı fesat için kullananlar tarih önünde suçludur; onların yaptığı sadece bir kuşağı değil, bütün bir medeniyetin geleceğini riske atar. Bakara 205’in sesi bugün yankılanıyor: “Allah fesadı sevmez.” Biz de sevmezdik; sevmemeliyiz.

Bahadır Hataylı/11.08.2025/Sancaktepe/İST

12 Ağustos 2025 Salı

Vahye Dayalı Toplumsal Yaşam

 

 Kur'an'ın Işığında Bir Model

İnsanlık tarihi boyunca toplumların huzuru, adaleti ve refahı; inanç, ahlak ve hukuk temelleri üzerine inşa edilmiştir. Kur'an, yalnızca bireysel ibadetleri düzenleyen bir kitap değil, aynı zamanda toplumsal düzenin ana ilkelerini ortaya koyan ilahî bir rehberdir. Vahye dayalı bir toplumsal yaşam, bireylerin ve kurumların adalet, merhamet, yardımlaşma ve ahlâk ilkeleri etrafında birleşmesini öngörür. Bu düzen, hem bireyin hem de toplumun manevi yükselişini hedefler.

Adalet ve Sosyal Hukukun Tesisi

Kur'an'ın en temel toplumsal ilkelerinden biri adalettir.
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…” (Nisa /58)
Vahye dayalı bir toplumda yönetim ve görevler, ehil kişilere verilir; kanunlar herkes için eşit uygulanır. Adalet, sadece mahkemelerde değil, ticarette, aile ilişkilerinde ve kamu kaynaklarının kullanımında da hayat bulur.

İyiliği Yayma ve Kötülükten Sakındırma

Toplumun aktif olarak hayra çağırması, kötülüğe karşı durması, Kur'an'ın güçlü emirlerinden biridir:
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun…” (Al-i İmran /104).
Bu, pasif bir iyilik anlayışı değil, toplumsal bilinçle ve kararlılıkla yürütülen bir ahlâk mücadelesidir.

Sosyal Eşitlik ve Yardım Mekanizması

Kur'an, ekonomik kaynakların yalnızca zenginlerin elinde toplanmasına karşı çıkar:
“Allah’ın… mallar; Allah’a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir…” (Haşr /7)
“Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver…” (İsra/ 26).
Bu ayetler, toplumsal huzurun ancak sosyal adalet ve eşit paylaşım ile mümkün olduğunu gösterir. Yardımlar, kişinin onurunu koruyacak şekilde, gösterişten uzak ve mümkünse gizli yapılmalıdır (Bakara 2/271).

Doğruluk ve Ticaret Ahlâkı

Ekonomik ilişkilerde dürüstlük, vahye dayalı yaşamın vazgeçilmezidir:
“Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın…” (Şuara /181–183)
“Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin…” (Bakar/ 188)
Hile, yolsuzluk, rüşvet ve spekülasyon, toplumsal güveni zedeleyen unsurlar olarak kesin biçimde reddedilir.

Nefis Terbiyesi, Şükür ve Empati

Vahiy, bireylerin nefis terbiyesini toplumsal huzurun bir parçası olarak görür. Oruç ibadeti bu konuda önemli bir örnektir (Bakara 2/185). Şükür, insanın elindekinin kıymetini bilmesini sağlayarak toplumsal kıskançlıkları azaltır:
“Şükredin…” (Nisa /147)

Hoşgörü ve Merhamet

Kur'an, düşmanlıkları bile iyiliğe dönüştürecek bir ahlâkı önerir:
“Kötülüğü en güzel tavırla sav, düşmanın dost olabilir…” (Fussilet /34)
Bu, toplumun sert çatışmalar yerine barışçıl ve yapıcı bir ilişki kültürünü benimsemesini sağlar.

Düşünce, Sorgulama ve Bilgiye Değer

Kur'an, aklı kullanmayı ve sorgulamayı defalarca teşvik eder:
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeylerden sakın” (İsra/ 36)
“Hâlâ Kur'an'ın düşünmüyor musunuz?” sorusu, bireyleri bilinçli ve araştırmacı olmaya çağırır.

Birlik ve Kardeşlik

Toplumsal ayrışmaların önüne geçmek için Kur'an, birlik emrini verir:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” (Al-i İmran /103)
Bu birlik, farklı düşüncelere rağmen ortak değerlerde birleşmeyi ifade eder.

İnanç Özgürlüğü ve Zorlama Yasağı

Vahye dayalı toplum, dini özgürlüğe önem verir:
“Dinde zorlama yoktur…” (Bakara /256)
Bu anlayış, inancın ancak özgür iradeyle anlam kazanacağı gerçeğini vurgular.

Bireysel Sorumluluk ile Toplumsal Değişim

Toplumun değişimi bireyden başlar:
“Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d /11)
Bu ayet, her bireyin kendi nefsinde başlattığı ıslahın toplumsal dönüşüme katkısını ortaya koyar.

Vahyin Işığında İnsanlığa Örnek Bir Model

Vahye dayalı toplumsal yaşam, sadece dini bir ideal değil, aynı zamanda toplumsal barış, adalet ve huzurun gerçekçi bir formülüdür. Bu modelde:

  • Adalet her alanda hâkimdir.

  • Zayıflar korunur, ihtiyaç sahipleri onurlu bir şekilde desteklenir.

  • Ticaret ve kamu yönetiminde dürüstlük esastır.

  • İnsanlar arasında sevgi, saygı ve hoşgörü hakimdir.

  • Bilgi, düşünce ve sorgulama toplumsal ilerlemenin motorudur.

  • Birlik, inanç özgürlüğü ve bireysel sorumluluk toplumu ayakta tutar.

Kur'an'ın çizdiği bu çerçeve, insanlığın geçmişte olduğu gibi bugün de huzur ve istikrarı yakalaması için en sağlam yol haritasıdır. Vahye dayalı bir toplum, sadece dini kimliğiyle değil, evrensel değerleriyle de bütün insanlığa örnek olabilir.

Erol Kekeç/27.07.2025/Sancatepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!