Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2025 Cuma

Azrail'den Beter Bir Yönetim Ceza Zulüm ve Zilletin Portresi

Bir sabah, şehrin ıssız sokaklarında, postacının sırtında taşıdığı ağır yük gibi bir gerçeğin ağırlığı da yavaş yavaş omzuma çöktü. Elinde onlarca zarf vardı. Her biri devletin mührüyle mühürlenmiş, kalın kaşelerle damgalanmış gri zarflar. Merak ettim, sordum: "Hemşo, nedir bu kadar resmi zarf?"

İç çekti. Yüzünde hem yorgunluk, hem bezginlik: "Hocam, trafik cezası... İcra bildirgesi... Başka bir şey yok vallahi. Her gün bunlarla dolu çantam."

Önce şaşırdım. Sonra öfkelendim. Sonra, içimden ince bir alay geçti... Ya dedim kendi kendime, belki de devletimiz bizi düşünüyordur. Hani olur ya, kötü gün akçeleri tükendi. Milleti harcamaktan korumak için ceza üstüne ceza kesiyordur belki. Şimdi ceza yaz, sonra ‘bak ben seni israftan korudum’ diye ödül bekle…

İşte böyle bir ironinin kıyısında, bugünün Türkiye’sinde, 23 yılın sonunda, insanı yaşatmaktan çok bıktıran bir yönetimin hicvini yazmak farz oldu. Bu yazı, bir karikatür değil, bir ağıttır. Hicivle yazılmış ama içinde gözyaşı kurumuş bir çığlık barındırır. Adına “yaşam” denilen şeyin, nasıl adım adım “yaşanmaz” bir hale getirildiğinin resmidir bu.

Ceza Devleti Vatandaşı Soymanın Modern Yolu

Eskiden devletin görevi, vatandaşını korumaktı. Onu eğitimle, sağlıkla, adaletle güçlendirmekti. Şimdi devlet, vatandaşı nasıl soyacağını hesaplayan bir şirket gibi çalışıyor. Ana caddelere gizlenmiş radarlar, şehirlerin köşe başlarına konmuş MOBESE kameraları, uyarısız hız sınırı düşürmeler... Her biri tuzak. Ve bu tuzaklara düşen insanlar, her sabah postacının çantasında gelen gri zarflarda kendilerini buluyor.

Düşünün: Bir emekli, maaşının yarısıyla kirayı ödeyip kalanıyla marketin indirimli reyonundan makarna alırken, posta kutusunda 850 TL hız cezası buluyor. Ne için? Çünkü 71’le gittiği sokakta hız sınırı 50’ye düşürülmüş ama tabela görünmüyor. Devletin çözüm önerisi: İtiraz et. Nereye? Aynı devletin memuruna. Hani bağımsız yargı vardı? Ha evet, o da şimdi “vatandaşlık görevi” olarak cezaya dönüşmüş.

İcranın İcadı Devletle Vatandaş Arasında Köprü Değil, Kazık

Eskiden icra, borçluyu uyarırdı. Şimdi icra, vatandaşı tehdit eder. Elektrik faturasını ödeyemeyen bir babaya, doğalgaz borcunu denkleştiremeyen bir anaya gönderilen icra kağıdı, sadece bir uyarı değil, bir aşağılamadır. Sistem şöyle çalışıyor:

  1. Önce yaşam pahalılaştırılır.

  2. Sonra maaşlar baskılanır.

  3. Ardından fiyatlar serbest bırakılır.

  4. Borç kaçınılmaz olur.

  5. Devlet, borcunu tahsil etmek için icra yoluyla vatandaşını hem korkutur, hem soyup soğana çevirir.

Bu bir döngüdür. Ve bu döngü, halkı köleleştirmenin en sinsi yöntemidir.

Milleti Savurganlıktan Koruma Ayaklarıyla Soygun Politikası

Evet, belki de yönetenler bizi çok seviyor. Belki diyorlar ki: "Bu millet kendi kendine zarar verir, biz onu cezayla terbiye edelim." Yani devletin zabıtası olmuş vergi dairesi memuru. Polisi olmuş haciz memuru. Öğretmeni olmuş “ödenmeyen aidat” yüzünden öğrenci tehdit eden tahsildar.

Bir yönetim, halkı disipline etmek için onu fakirleştirir, sonra fakirlikten çıkamıyor diye suçlar. Tıpkı bir öğretmenin öğrenciyi dövüp sonra "neden ağlıyorsun?" diye azarlaması gibi.

Korkuyla Yönetim: Modern Zamanların Cellatlığı

Bugün insanlar, sokakta polis görse duraksıyor. Neden? Çünkü ceza yazılabilir. Hata yapmamış olsa bile... Plakasında vida mı eksik? Ceza. Araban kirliyse? Ceza. Yaya geçidinde durmadıysan? Ceza. Karşıya geçerken koşmadıysan? Ceza. Ve bunların hepsi birer ekonomik silah artık.

Devlet, insanına önce korku salar. Sonra cezayla hizaya sokar. Ve en acısı: Halk artık cezaya değil, yaşamadığı bir hayatın yorgunluğuna ağlar.

Bir Postacının Çantasındaki Ülke

İşte o gün, postacının sırtında taşıdığı ceza zarflarıyla bir şey fark ettim: Aslında bu ülkenin fotoğrafı, o çantanın içindeydi. Dert, adaletsizlik, umutsuzluk, yoksulluk ve korku... Hepsi o zarfların içinde.

Bugün insanlar geleceği değil, icra takvimini planlıyor. Bayram tatilini değil, cezanın son ödeme tarihini konuşuyor. Düğün değil, haciz konuşuluyor. Devlet, vatandaşa bir sevgi mektubu değil, tehdit belgesi gönderiyor. Ve biz buna “kamu düzeni” diyoruz.

Yönetim Sanatı mı, Zulüm Mühendisliği mi?

Zulmün bu kadar kurumsal hale geldiği bir ülke düşünebilir misiniz? Bu artık sadece yoksulluk değil. Bu, bir toplum mühendisliği. Yönetenler, ceza politikalarını toplumu sindirmek, yıldırmak, parçalamak için kullanıyor. İtiraz eden? Terörist. Soru soran? Vatan haini. Hakkını arayan? Provokatör.

Böylece herkes susar. Suskunluk büyür. Ve sonra kimse anlamaz: "Bu insanlar neden depresyonda? Neden mutsuz? Neden her gün Azrail’i çağırır gibi dua ediyor?"

Yaşamak mı, Dayanmak mı?

Artık insanlar yaşamıyor. Sadece idare ediyor. Yaşam, bir sevda değil, bir borç ödeme planı oldu. Aşk, kredi kartı limitiyle sınırlı. Hayal, mobilya taksiti bitince kurulur. Ve en önemlisi: Özgürlük, artık sadece reklam panolarında.

Hicivde Bile Gülünemeyecek Bir Gerçek

Eskiden hiciv, gülümseterek eleştirirdi. Bugün ise hiciv bile gülemiyor. Çünkü gerçek, karikatürden daha absürt. Çünkü halkın yaşadığı şey, sadece ekonomik kriz değil, bir varoluş çöküşü. Ve buna rağmen yönetenler diyor ki: "Biz sizi çok seviyoruz."

Oysa bu sevgi, Azrail’in tebessümü gibi. Bakar, bekler, bir gün gelirim der. Ama halk artık o kadar yoruldu ki, Azrail’i kurtuluş sanır hale geldi.

Bu Yazı Bir İtirazdır

Bu yazı, sıradan bir serzeniş değil. Bu yazı, ceza kağıtlarından kurulu bir ülkenin ağıtıdır. Bu yazı, postacının çantasında taşınan bir halkın haykırışıdır. Bu yazı, bir daha hicvedilemeyecek kadar acı bir gerçeğin belgesidir.

Ve bu yazı, susan milyonlar adına yazılmış bir 'yeter artık' çığlığıdır. Çünkü bu milletin sabrı varsa, hesabı da vardır. Çünkü her zulüm biter. Ama her çığlık yankı bulur.

Kim bilir, belki bu satırları okuyan bir vicdan, bir yerden kıvılcım alır.

Ve belki... Bir gün postacının çantasında ceza zarfı değil, müjde mektubu taşınır.

Erol Kekeç/29.05.2025/Sancaktepe/İST

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Yüzümüzün karası Yüreğimizin İflası

 


GAZZE’DE  yanan sadece çocuklar değil biziz usta...

Sokaklarda yürüyorsun… Etraf sakin… Bir kafede insanlar kahvelerini yudumluyor, çocuklar oyun oynuyor, telefon ekranlarında bir sonraki tatilin planı yapılıyor. Ama bir başka yerde – Gazze’de – çocuklar gökyüzüne bakamadan toprağa giriyor. Bir yerden bomba düşüyor, başka bir yerden çığlık yükseliyor. Yetmiş yıllık acı, bugün yeniden sahneleniyor. Ve sen hâlâ yürüyorsun usta. Sahi, biz ne yaptık da bu kadar karardık?

Artık bu karanlık gece değil sadece; bu karanlık, sabahların içine sızmış bir gecedir. Ne güneş aydınlatıyor içimizi, ne de yıldızlar şefkatle göz kırpıyor. Çünkü içimiz yanmış, çünkü içimiz çürümüş.

Gazze yanıyor ama biz değilmişiz gibi yaşıyoruz. Hatta bazılarımız "Gazze'de de çocuklar ölüyorsa bu savaşın gereğidir" diyor. Bir füzeyle Ukrayna’daki hastane vurulunca tüm Avrupa ayağa kalkıyor: “Bu bir savaş suçudur!” diyorlar. Ama aynı Avrupa, Gazze’de binlerce çocuğun ölümüne gözlerini kapıyor: “İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyorlar.

Bu ne yaman çelişki usta! Bu ne vicdansız bir sahne! Bu nasıl bir ikiyüzlülük tiyatrosu!

Ama bu sadece Batı’nın değil, bizim de çöküşümüz. Artık merhamet gözümüzü terk etti, kalbimizde insaniyet susuzluktan çatladı.

"Usta, biz ne yaptık?" diye sorma. Çünkü cevabı zaten içimizde saklı:

Biz her gün haberlerde ölen çocukları gördük, ama yemeğimizi ağzımızdan düşürmedik. Biz sokakta gülerek yürüdük, ama bir annenin gözyaşına dokunmadık. Biz sosyal medyada ağlayan çocuğun fotoğrafını paylaştık ama o çocuğun sesini duymadık.

Sadece görür gibi yaptık, duyar gibi yaptık, hisseder gibi yaptık…

Ve işte, asıl budur insanlığın sonu, hissedemez hale gelmek!

GÜNEY Afrika'da ışık, Avrupa'da Karanlık 

Dedik ya, her yer karardı sanıyorsun ama Güney Afrika’da siyah yüzlü çocukların alnından bir nur parlıyor. Çünkü onlar rengiyle değil, vicdanıyla aydınlatıyor insanlığı. Onlar Gazze’deki acıya "bizden değildir" demiyor. Onlar yürüyüş yapıyor, haykırıyor, gözyaşı döküyor.

Ama beyaz efendiler sessiz. Medeni geçinenler suskun. Vicdan, derilerinin altında küflenmiş gibi… Onlar beyaz değil; onlar belki de karanlığın ta kendisi.

Kur'an ne diyordu 

"Vay onların haline ki onlar ölçüde hile yaptılar...."

Ölçü ve tartı deyince aklına kantar gelmesin usta. Bu, sadece pazarda yapılan hile değil. Bu, en çok adalette yapılan hile. Bu, Gazze için bir gözyaşı dökmeyip Ukrayna için konferanslar düzenlemek. Bu, Yemen’de açlıktan ölen çocukları görmezden gelip Paris’teki bir bombayı insanlık dramı diye sunmak.

Batı’nın terazisi bozuk usta. Ama biz de o teraziyi alkışlıyoruz. Onların CNN’ine, BBC’sine inanıyoruz. Bizim terazimiz de eğildi artık.

GAZZE değil, asıl yanan biziz 

“Gazze yanıyor usta” diyoruz ama asıl yanan biziz.

Çünkü:

  • Biz suça ortak olduk sessizliğimizle.

  • Biz zalime hizmet ettik konforumuzla.

  • Biz sustukça bir başka çocuğun mezarını kazdık.

Duyarsızlık bir yangındır usta. Ve bu yangın artık sadece Gazze’yi değil, kalbimizi, ahlakımızı, onurumuzu da küle çevirdi.

Bugün su değil ateşle yıkanıyoruz. Ne Nil’in suları, ne Fırat’ın dalgaları bu karanlığı temizleyemez. Çünkü bu ne zeytin karası, ne de kömür… Bu yürek karasıdır.

Bu karanlığı ne deterjan çözer, ne propaganda. Bu karanlığı ancak bir tevbe arındırır. Ama tevbe etmek için önce utanmak gerekir.

Kime dua ediyoruz, kime yakarıyoruz ?

Soruyoruz: "Neden Allah yardım etmiyor?"

Oysa Allah Kur’an’da çok açık söylüyor:

"Size hakikati görecek kadar zaman vermedik mi? Uyarıcı da geldi. Artık yakarışınız fayda vermez." (Fâtır /37)

Yakarış fayda etmez çünkü:

  • Biz Gazze’yi unutup tatile çıktık.

  • Biz mülteci çocuklarla alay ettik.

  • Biz adaleti değil, ekran gösterilerini alkışladık.

  • Biz zalimle aynı sofraya oturduk.

Bugün çağırdığımız dostlar kim? Paranın dostluğu mu? Gücün, konforun dostluğu mu? Onlar şimdi neredeler? Allah bize diyor ki: “Çağırın bakalım o dostlarınızı, hadi kurtarsınlar sizi!”

Yaşayan ölüler ülkesi 

Artık yaşayan ölüler gibiyiz. Damarlarımızda kan değil, çıkar akıyor. Kalbimizde sevgi değil, gösteriş dolaşıyor. Vicdan, dolapta unutulmuş bir eşya gibi küflenmiş.

Biz öldük usta, farkında değiliz. Nefesimiz gidiyor ama ruhumuz bitmiş. Çünkü bir çocuk ağladığında duymuyorsak, gözyaşı akıtan bir anneye kayıtsız kalıyorsak, biz çoktan cehenneme doğru yol almışız.

Bir söz söyle ki vicdanları tarumar etsin be usta...

Yeter artık bu karanlık usta. Bize bir ültimatom ver:

  • Ya uyanacağız ya da hep birlikte yanacağız!

  • Ya susan diller uyanacak ya da tüm insanlık yok olacak!

  • Ya Gazze’nin çığlığına ses vereceğiz ya da kendi çığlığımızı duyamayacak kadar sağır olacağız!

Bize de ki:

“Ey insanlar! Allah’ın adaletine dönün! Adalet; Arap’ın, Türk’ün, Batı’nın değil, Allah’ın adaletidir. O’na sarılın, yoksa birlikte çürürsünüz.”

Gazze’de yanan sadece çocuklar değil. Gazze’de yanan sadece binalar değil. Gazze’de yanan, bizim insanlığımızdır.

Ve asıl cehennem, ölenlerin değil, hissedemeyenlerindir!

Gazze bizim son aynadır usta. Ya o aynada kendimizi görürüz… Ya da o ayna paramparça olur ve geriye bakacak yüzümüz kalmaz!

Şimdi soruyorum tekrar usta: “Ne yaptık biz?”

Ne yapacağız?”

Erol Kekeç/28.05.2025/Sancaktepe/İST

Batının İkiyüzlülüğü ve İnsanlık Onurunun Tükenişi

 


Dünyanın dört bir yanında canlar yanarken, çocuklar annesiz kalırken, insanlık onuru yırtık bir afiş gibi kaldırımlarda sürünürken, adalet adına konuşanların sesi yağmalanan çıkarların ötüşüyle bastırılıyor. İşte bu çığlık sessizliği içinde, Ukrayna'da bir hastaneye düşen füze dünya basınının ilk sayfalarında "savaş suçu" başlığıyla yer bulurken, Gazze'de her gün bombalanan evlerde, hastanelerde, okullarda katledilen yüzlerce sivil "meşru savunma hakkı" kisvesiyle görmezden geliniyor. Bu satırlar, bu ikiyüzlüğü, bu çürümeyi, bu şeytani sistematiği sorgulamak için yazılıyor.

Batının Vicdan Çifte Standartı

Batı, yüzyıllardır kendini "medeniyetin beşiği" olarak tanıttı. Hukukun, insan haklarının, demokrasinin, ifade özgürlüğünün savunucusu olduğunu iddia etti. Ancak bu "değerler" Batı'nın çıkarlarına dokunmadığı sürece geçerliydi. Ukrayna-Rusya savaşı başladığında, Batı'nın yönetimleri şu mesajı yaydı: "Sivil hedeflere saldırmak bir insanlık suçudur, bu kabul edilemez." Elbette ki haklıydılar. Savaş, hangi şartta olursa olsun sivilleri hedef almamalı. Ancak aynı Batı, İsrail aylarca Gazze'yi bombaladığında, binlerce sivil öldüğünde, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar öldürüldüğünde, su, elektrik, ilaç kesildiğinde tek bir sert açıklama yapmadı.

İşte burada Batı'nın yüzyıllardır sürdürdüğü o "ahlaki imparatorluk" maskesi dökülüyor. Demokrasi ve insan hakları çığlıkları sadece Batılı bir bireyin acısı için geçerli. Filistinli bir çocuğun cansız bedeni sahile vurduğunda, bu sadece istatistik oluyor. Ama Ukraynalı bir kadının gözyaşı, onlar için "Avrupa'nın kalbinde bir trajedi "ye dönüşüyor.

 Çarpık Düzenin Mahkûmiyeti

"Yazıklar olsun ölçü ve tartıda eksik yapanlara! Onlar insanlardan bir şey aldıkları zaman tam ölçerler. Onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik tutarlar." (Mutaffifin Suresi 1-3)

Bu ayet, sadece ticaret ahlakını değil, aynı zamanda adaletin, vicdanın, hakkaniyetin temelini ifade eder. Batı, Ukrayna'da eksiksiz bir adalet terazisiyle tartı yaparken, Gazze söz konusu olduğunda terazinin kefelerini bilerek eğriltmektedir. Bu, tam anlamıyla Mutaffifin'in uyardığı zihniyettir: kendine geldi mi adaletin en katısını isteyen, ama başkası söz konusu oldu mu görmezden gelen.

Savaş Suçlarına Göz Yuman Sözde Hukuk

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Ukrayna savaşında hemen harekete geçti. Putin hakkında tutuklama kararı çıkarttı. Ancak aynı UCM, İsrail'in Gazze'de binlerce sivili katletmesine aylarca sessiz kaldı. Hatta Batı'dan bazı yönetimler UCM Başsavcısı'nın İsrail yönetimine yönelik olası bir tutuklama kararından rahatsızlık duyduğunu beyan etti.

Yani kanun, yine Batılının elinde şekillenen bir sopaya dönüşmüş durumda. Kimin cezalandırılacağına şeytanın kendi mahkemeleri karar veriyor. Bu ise hukuk adı altında üretilmiş bir modern firavunluğun resmidir.

Gazze'nin Dramı ve Sessiz Vicdanlar

Gazze, yıllardır abluka altında. Yiyecek yok, ilaç yok, enerji yok. Ve bir de bunun üzerine yağmakta olan bombalar. 7 Ekim'den itibaren İsrail'in başlattığı şiddetli saldırılarda çocuk, kadın, yaşlı demeden binlerce masum insan hayatını kaybetti. Hastaneler hedef alındı. Okullar vuruldu. Cenazeler toprağa verilemedi.

Ama ne ABD, ne AB, ne de Birleşmiş Milletler bu suçları durdurmak için ciddi bir adım attı. Tersine, İsrail'in "kendini savunma hakkını vurgulayan beyanlar peş peşe sıralandı. Bu beyanlar, bombalar kadar can yaktı aslında. Zira adaletsizlik, sadece bir suçu işlemekle değil, o suça göz yummakla da var olur.

Bu Sessizliğin Faturası Tüm Dünya için Sarsıcı Gerçek

  1. Meşrulaştırılan Zulüm: Adaletsizlik görmezden gelindikçe, zalimler daha cesur olur. Bugün Gazze, yarın başka bir coğrafya. Bugün füze, yarın nükleer.

  2. Göç, Radikalleşme ve Yeni Kaoslar: Görmezden gelinen acılar yeni göç dalgalarını ve toplumsal patlamaları besler. Bu ise Batı için de kaçınılmaz bir krizdir.

  3. Kurumsal İtibar Çöküşü: BM, UCM, NATO gibi kurumların taraflı tutumları, tüm insanlık için umut olması gereken yapıların anlamsızlaşmasına neden oluyor.

Vicdanın Ayetlerle Buluşması

Kur'an, " bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" buyurur. (Maide/8) Bu, evrensel bir ilke sunar. Kinle, çıkarla, taraf gözlüğüyle adalet olmaz. Ancak Batı bu ilkeyi çiğniyor. Hem de gözü kapayarak, şeytanın kızıl güzelliğine hayran kalarak.

Ne Yapmalıyız?

Bu zulmü sözle, yazıyla, dua ile, direnişle, boykotla, bilinçle ve birlikle durdurmalıyız. Sessiz kalmak, rıza göstermektir. Rıza göstermekse aynı suça ortak olmaktır.

Bu nedenle yazmalıyız, anlatmalıyız, haykırmalıyız. İnsanlık onuru çiğnenirken, tarafsızlık zalimin yanında saf tutmaktır. Unutmayalım, adalet bir gün bize de gerekebilir. Ama o zaman iş işten geçmiş olabilir.

Gazze'de ölen sadece bedenler değil, aynı zamanda insanlığın vicdanı, adalet inancı ve evrensel hukuk umududur. Ukrayna için gösterilen duyarlılık, Gazze için de gösterilmiyorsa, bizler insanlığın çift yüzlü aynasına bakıp kendi karanlığımızı görmeye mahkûmuz demektir.

"Yazıklar olsun eksik tartanlara!" (Mutaffifin )

Bahadır Hataylı/26.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!