Bu Blogda Ara

5 Nisan 2025 Cumartesi

Hegel ve Özgürlük

İnsan, düşünme yetisini kullanmadan gerçek anlamda özgür olabilir mi? Friedrich Hegel'e atfedilen "İnsan eğer düşünmüyorsa özgür değildir; çünkü o zaman bir başkasına göre davranır." sözü, bireyin zihinsel özgürlüğünün, fiziksel özgürlükten çok daha derin bir anlama sahip olduğunu göstermektedir. Peki, bu fikir felsefi olarak nasıl temellendirilebilir ve insanın evrendeki konumuyla nasıl ilişkili hale getirilebilir? Bu yazıda, Hegel'in düşüncelerini merkeze alarak özgürlük, bilinç ve insanın evrendeki yeri üzerine bir analiz yapacağım.

1. Özgürlük ve Akıl İlişkisi
Hegel'in felsefesinde, özgürlük sadece fiziksel sınırlardan bağımsız olma durumu değil, aynı zamanda bireyin kendi düşüncelerini bilinçli bir şekilde şekillendirme yetisiyle ilgilidir. Düşünmeyen bir insan, kendi değerlerini, ideallerini ve hedeflerini belirleyemez; bunun yerine başkalarının fikirlerine ve yönlendirmelerine tabi olur. Bu nedenle, zihinsel özgürlük olmadan gerçek bir özgürlükten bahsetmek mümkün değildir.

2. Bilinç ve Özgürlük Diyalektiği
Hegel'in diyalektik anlayışı, bilincin kendini tanıma sürecinde çeşitli aşamalardan geçtiğini savunur. "Efendi-köle diyalektiği" olarak bilinen bu süreç, bireyin kendi bilincinin farkına varması ve düşünme yetisini kullanarak özgürleşmesi üzerine kuruludur. Eğer birey düşünme yetisini geliştirmezse, başkalarının bilinçli olarak inşa ettiği fikirlerin etkisi altına girer ve nesneleşir.

3. İnsanin Evrendeki Yeri
Kozmolojik bir perspektiften bakıldığında, insan yalnızca fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda akıl yürütecek ve kendi varoluşunu anlamlandıracak bir varlıktır. Evrendeki düzen ve anlam, insan aklının yaratıcılığı sayesinde ortaya çıkar. Düşünmeyen insan, evrenin bilinçsiz bir parçası olmaktan öteye gidemez ve kendi varoluşunu yönetme yetisini kaybeder.

4. Modern Perspektiften Ele Alış
Günümüzde medya, toplumsal normlar ve ideolojik yapılar, bireyin düşünme özgürlüğünü etkileyen başlıca unsurlar arasındadır. Eğer birey bu etkileri sorgulamadan kabul ederse, aslında kendi fikirlerini değil, ona dayatılan fikirleri benimsemiş olur. Hegel'in belirttiği gibi, bu da bireyin gerçek özgürlüğünü yitirdiği bir durum yaratır.

Hegel'in felsefesi, insanın gerçek bir özne olabilmesi için düşünme yetisini kullanmasının kaçınılmaz olduğunu vurgular. Düşünmeyen insan, kendi kaderini belirleyemez ve başkalarının yönlendirmesi altında nesneleşir. Ancak düşünme yetisini geliştiren insan, kendi yolunu çizen ve evrende bilinçli bir varlık olarak yer alan gerçek bir öznelik kazanır. Böylece, insan sadece var olmakla kalmaz, aynı zamanda kendi varoluşunu bilinçli bir şekilde anlamlandırır.

Bahadır Hataylı/04.04.2025/Namazgah/İST

4 Nisan 2025 Cuma

Toplumsal Boykot

Bir toplumdaki üretim ve istihdam alanlarını boykot etmek akıl işi değildir. Ancak görüyorum ki, toplum bir düdükle ya hizaya geçiyor, ya hazır ola duruyor ya da yerinde sayıyor; bazen de fren tutmayıp önüne çıkana tosluyor. Hakikaten gariplikler ülkesi haline geldik.

Sizin yaşam hakkınızı elinizden alanların üretim tesislerini besmeleyle açıyorsunuz, ardından insanlara boykot çağrısı yapıyorsunuz. Denetimi sağlayamıyorsunuz, kimin eli kimin cebinde belli değil. Saatlik, günlük zamların yapıldığı bir ortamda, işlemlerin boykot edilmesini istiyorsunuz. Ancak kimse çıkıp da sormuyor: "Bir yönetim kendi sorumluluğunu yerine getiremediği için ben acı çekiyorum, fakat aynı yönetim bana diyor ki 'senin bu acının sebebi bunlar, onları boykot et!'" Yahu, siz bizim aklımızla daha ne kadar dalga geçeceksiniz?

Biz yönetimi neden istiyoruz? Millet, kendi imkanlarını harcamayı bilmiyor da, sizi başımıza getirip istediğiniz gibi har vurup harman savurun, yanlış yapanlara göstermelik cezalar keserek millete hiçbir faydası olmayan anlamsız açıklamalar yapın diye mi? Dilde pelesenk olmuş bir ifade: "Serbest piyasa." Yahu kardeşim, serbest piyasa demek, kaliteyi artırmak ve uygun imkanlarla insanlara mal ve hizmet sunmak demektir. Ancak sizin serbest piyasa anlayışınız, kazıklayanların sayısını artırmak ve onlara geniş manevra alanları açmaktan ibaret.

Muhalefet diye bir yapı çıkıyor, "Şunları şunları boykot edin" diyor. Pek güzel! Alıştınız artık, iktidarınız da muhalefetiniz de birbirini besliyor. Hem sizi besleyelim hem sırtımızda taşıyalım, sonra da tüm beceriksizliklerinizin suç ortağı olalım, öyle mi? Ne âlâ memleket! Muhalefet, işlevsiz bir kasnak gibi dönüp duruyor, fakat bir arpa boyu yol gidemiyor. İşin daha vahim tarafı, milletin değerleriyle barışmadığından dolayı, aslında iktidarın ömrünü uzatıyor ve ona hayat suyu olmaya devam ediyor. Kendi kimliğiyle barışamayan, halkın beklentilerine cevap veremeyen bir muhalefet, sadece var olan düzeni sürdürmekten başka ne yapabilir ki?

Şunu iyi dinleyin: Biz bu ülkede "politikacıyım" diyen herkesten bıktık ve artık iğreniyoruz. Bu sözümü yabana atmayın! Gelecek süreçte söylediklerimin ne anlama geldiğini yaşayarak göreceksiniz. Gelin, hep birlikte bir araştırma yapalım: En güvensiz insanların kimler olduğunu soralım. Göreceğiz ki, bunlar, söylemleri ve meslekleriyle milleti ikna etmeye çalışıp aslında kandırmaktan başka bir iş yapmayan, cukkalarını dolduran, milletin acısını hiç duymayanlardır.

Erdemli, adil ve insanlığa örnek olacak; doğruyu yaşayarak gösteren, kötülüklerden kaçınarak kötülüğe giden yolları kapatan insanlar hariç, toplumun büyük çoğunluğu artık düdüklerle yaşar hale geldi. Akıl çöküntüsü ve bilinç kırılmasının olduğu bir ortamda huzur kalmaz. Bunu artık anlamalıyız. Yazıktır, günahtır!

Bu ülke, bazıların şahsi kaprisleri ve çıkarları için bozuk para gibi harcanacak bir toprak parçası değildir. Sizin için "vatan" menfaatlerinize hizmet eden bir araç olabilir, ancak bizim için tarihimiz, ülkümüz, kanla harmanlanmış ve ecdadımızın gözünü kırpmadan uğruna can verdiği yerdir. Kimsenin menfaatleri uğruna toplumsal birlik ve beraberlik duygularımızı imha edip mahalleler oluşturmasına, bu mahalleler arasına duvarlar örüp her mahallenin kendi pisliğini diğerinin üzerine atmasına izin vermeyeceğiz.

Bu ülke kimsenin babasının malı değildir! Yöneticiler, biz seçtiğimiz için oradasınız! Kimsenin milletin malını savurmasına izin vermeyeceğiz, o dönem bitti. Allah'ın izniyle elimizdeki kalem, sizin tüm korunaklı duvarlarınızı delip geçecek güçtedir. Hakikati Allah’ın istediği gibi anlatmaya devam edeceğiz ve sonucunun ne olacağını hep beraber göreceğiz. Hakikatin önünde hiçbir güç duramayacaktır! Mutlak güç Allah'tır ve herkes ona göre yaşasın!

Erol Kekeç/02.04.2025/İskenderun-Adana Arası

23 Mart 2025 Pazar

Adaletin Gölgede Kaldığı Bir Düzen




Demokrasinin temel unsurlarından biri, hukuk devletinin varlığı ve bu hukukun herkese eşit şekilde uygulanmasıdır. Ancak son yıllarda, ülkemizde hukuk sisteminin işleyişine dair ciddi endişeler ortaya çıkmaktadır. Özellikle kamuoyunun ilgisini çeken ve siyasi yönleri de olan soruşturmalarda, hukuk devleti ilkelerinin çiğnendiği, soruşturmaların adaletin gerektirdiği şekilde değil, siyasi saiklerle yönlendirildiği eleştirileri sıkça gündeme gelmektedir.

Bir belediye başkanının, suçlamaların araştırılması ve delillerin toplanması sürecinin tamamlanmasını beklemeden, sabaha karşı evinden alınarak tutuklanması, birçok açıdan kaygı vericidir. Bu süreç, hukukun üstünlüğüne inanan herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir meseledir. Şayet bir kişi hakkında usulsüzlük veya yolsuzluk iddiaları varsa, bunların titizlikle ve adil bir şekilde araştırılması, delillerin eksiksiz toplanması ve bağımsız mahkemelerin objektif bir şekilde karar vermesi gerekir. Ancak, adli süreçler siyasallaştırıldığında, hukukun tarafsızlığı sorgulanır hale gelir ve toplumun adalete olan güveni sarsılır.

Siyasi Linç ve Hukukun İşlevsizleşmesi

Siyasi aktörlerin, yürütülen soruşturmalar hakkında henüz kesinleşmiş bir karar olmadan, suçlanan kişileri kamuoyu önünde mahkûm etmesi, demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemez. Yargılama sürecinin bağımsız olması gerekirken, siyasetçilerin, medya organlarının ve hatta bazı yargı mensuplarının sürece yön verici açıklamalar yapması, adaletin tarafsız ve güvenilir işleyişini zedelemektedir.

Geçmişte benzer vakalara baktığımızda, savcı Nuh Mete Yüksel’in gazete kupürlerinden delil toplayarak soruşturmalar yürüttüğüne dair iddialar hatırlardadır. Hukukun böyle işlediği bir sistemde, masumiyet karinesi göz ardı edilir, adalet yerini peşin hükümlere bırakır ve kişi önce infaz edilir, sonra yargılanır. Bugün yaşananlar, geçmişin bu yanlış uygulamalarının farklı bir versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği, her birey hakkında iddialar titizlikle incelenmeli, kişi suçlu bulunana kadar masum kabul edilmelidir. Ancak, günümüzde bu prensibin göz ardı edilerek bazı isimlerin siyasi linç kampanyalarına maruz bırakıldığı, diğerlerinin ise siyasi konumları gereği korunarak yargılanmadıkları görülmektedir.

Hukukun Siyasallaşması ve Güçler Ayrılığı İhlalleri

Demokrasinin temel taşlarından biri olan güçler ayrılığı ilkesi, yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması gerektiğini ifade eder. Ancak, yürütme organının yargıya müdahale ettiği, yargının bağımsız karar alma yetisinin kısıtlandığı bir sistemde güçler ayrılığından bahsetmek mümkün değildir. Türkiye’de son yıllarda yargının, yürütmenin etkisi altında olduğu eleştirileri yaygınlaşmıştır. Özellikle kritik soruşturmalarda, iktidar yetkililerinin yönlendirici açıklamalar yapması ve yargıyı etkilemeye çalışması, hukukun bağımsızlığını zedeleyen en önemli unsurlardan biridir.

Bir hukuk devletinde yolsuzluk ve usulsüzlüklerin önlenmesi elbette ki önemlidir ve bu konuda güvenlik birimlerine büyük görevler düşmektedir. Ancak, güvenlik birimleri yalnızca suç delillerini toplamak ve savcılığa iletmekle yükümlüdür. Sonrasında ise savcılık, tarafsız bir şekilde toplanan deliller üzerinden hukuki süreci yürütmelidir. Ancak Türkiye’de, güvenlik birimlerinin ve yargının siyasi baskı altında kaldığına dair endişeler giderek artmaktadır.

Adaletin Çifte Standardı ve Toplumsal Güven Kaybı

Adalet, herkes için eşit şekilde işlediği zaman anlam kazanır. Ancak, ülkemizde yargının çifte standartlarla hareket ettiğine dair kanaat yaygındır. Bir grup insan için hukuk çok sert uygulanırken, diğerleri için süreçler son derece esnek işletilmektedir. Örneğin, muhalif siyasi figürler hakkında en ufak bir iddia bile soruşturmalara yol açarken, iktidara yakın kişilere yönelik iddialar görmezden gelinebilmektedir. Bu durum, hukuk sistemine duyulan güveni azaltmakta ve toplumsal kutuplaşmayı artırmaktadır.

Hukukun siyasallaşması, yalnızca belirli bir gruba değil, tüm topluma zarar vermektedir. Adaletin yalnızca bir kesim için işlemesi, halkın adalet mekanizmasına olan inancını yok eder ve devletin meşruiyetini sarsar. Hukukun güvenilirliği zedelendiğinde, toplumun farklı kesimleri arasında gerilim artar ve sosyal barış tehlikeye girer. Adaletin bağımsız ve tarafsız olması, devletin sürdürülebilirliği açısından en önemli unsurlardan biridir.

Adalet, Hukukun Serbest Bırakılmasıyla Mümkün Olur

Bir toplumda adaletin sağlanması için yargının bağımsız olması ve hukukun tarafsız işlemesi zorunludur. Hukukçular, cüzdanlarıyla değil vicdanlarıyla hareket etmeli ve siyasetin etkisi altına girmemelidir. Yargı sürecinde aşağılamalar, hakaretler ve yönlendirmeler olmamalıdır. Bir kişi hakkında suçlama varsa, bu suçlama objektif delillerle desteklenmeli ve yargılama süreci bağımsız mahkemeler tarafından yürütülmelidir.

Hukuk sistemimizde yaşanan mevcut sorunlar, demokratik değerlerden uzaklaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer gerçek anlamda bir hukuk devleti istiyorsak, yargının bağımsızlığı sağlanmalı, hukuki süreçlere siyasi müdahaleler son bulmalı ve herkes için adalet eşit bir şekilde işletilmelidir. Güçler ayrılığı prensibi titizlikle uygulanmalı ve yürütme, yasama ve yargı organları birbirinden bağımsız olmalıdır. Ancak bu şekilde, adaletin gerçekten sağlandığı ve toplumun tüm kesimlerinin hukuka güven duyduğu bir sistem inşa edilebilir.

Sonuç olarak, günümüzde yaşanan olaylar hukukun bağımsızlığı konusunda ciddi endişelere yol açmaktadır. Eğer bu sorunlar çözülmezse, toplumda adalete duyulan güven daha da azalacak ve demokratik değerler zayıflayacaktır. Adalet, yalnızca belirli bir grup için değil, herkes için eşit şekilde uygulanmalıdır. Hukukun üstünlüğü prensibi korunmadığı sürece, demokrasi söylemden ibaret kalacaktır.

Bahadır Hataylı/22.03.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!