Bu Blogda Ara

16 Ocak 2025 Perşembe

Mazlumlara Duyarsız Kalmak ve Gerçek İman Testi


“Onların bu konuda bir bilgisi yoktur; atalarının da yoktu. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar sadece yalan söylüyorlar.” (Kehf Suresi/5. Ayet)

Bu ayet, insanoğlunun söylediği sözlerin gerçeklikten ve samimiyetten uzak olabileceğine dikkat çekiyor. Kendini imanın merkezinde konumlandıran ve sözde “Müslümanız” diyenlerin, eylemleriyle imanlarının derinliğini sorgulamaları gerekmektedir. Bu çağda, mazlumlara yardım etmek bir yana, mazlumların çektikleri acılara karşı duyarsız kalmak bile büyük bir sorumluluk ve vebaldir. Empati, vicdan ve dayanışma duygularını yitiren toplumların çöküşü, manevi bir felaketin habercisidir.

İmanı Eylemlerle Sınamak

İnsanlar çoğu zaman mazlumların çektikleri acılar karşısında, “Bizim elimizden bir şey gelmez, emperyal güçlerin karşısında biz ne yapabiliriz ki?” diyerek sorumluluktan kaçıyor. Ancak bu şekildeki sözler, ayette belirtildiği gibi, büyük bir şekilde söylenen ama içi boş, eylemden yoksun sözlerden ibarettir. İman sadece dille söylenen bir olgu değil, aksine eylemle desteklenmesi gereken bir haldir.

Kur'an'ın bizlere öğrettiği gibi, bir insanın gerçek imanı, mazlumlara yardım etme konusundaki çabalarıyla test edilir. Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Bugün sadece komşusu değil, dünyanın çeşitli yerlerinde açlıktan, savaşlardan ve zulümlerden etkilenen milyonlarca insan vardır. Onlara yardım etmek bir tercihten öte, imanın gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mazlumlara Karşı Sorumluluklarımız

Mazlumlar için dua etmek elbette önemlidir, ancak sadece dua ile yetinmek, çaresizlik bahanesiyle harekete geçmemek büyük bir yanılgıdır. Kur'an, inananlara şu çağrıda bulunur:

“Hafif ve ağır olarak (imkânınıza göre) savaşa çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihat edin. Bu sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” (Tevbe Suresi/41. Ayet)

Bugünün savaşı, silahlı bir mücadele yerine; mazlumların hakları için ses çıkarmak, zalimlerin oyunlarını bozmaya çalışmak, ekonomik destek ve dayanışma yollarıyla onların yanında olmaktır.

Emperyalizme Karşı Bilinçli Durmak

Emperyal güçlerin mazlum toplumlar üzerindeki etkisini kırmak için şunları yapabiliriz:

  1. Bilgilendirme ve Farkındalık Yaratma: Zalimlerin oyunlarını ifşa ederek toplumlarda farkındalık oluşturabiliriz. Medya, sosyal medya ve diğer iletişim kanallarını kullanarak mazlumların sesi olabiliriz.

  2. Ekonomik Destek: Mazlumların yaşam koşullarını iyileştirmek için ekonomik yardım kampanyaları düzenleyebilir, bağış yapabiliriz. Aynı zamanda zalim güçlerin ekonomik planlarına hizmet eden tüketim alışkanlıklarından kaçınmalıyız.

  3. Eğitim ve Bilinçlendirme: Toplumda adalet, dayanışma ve yardımlaşma bilincini yaymak için eğitim faaliyetleri düzenlenebilir. Gençlere vicdanın, adaletin ve yardımlaşmanın önemini aşılamak, geleceği şekillendirecektir.

  4. Zalimleri Boykot Etme: Zalim devletlerin ürettiği ürün ve hizmetleri boykot ederek ekonomik gücünü zayıflatabiliriz. Bu bireysel bir çaba gibi görünse de, toplu halde yapıldığında çok etkili olabilir.

  5. Siyasi Bilinç: Yerel ve uluslararası siyasette, mazlumların yanında duran, adalet ve barışı savunan liderleri desteklemek, zalimlerin oyunlarına karşı etkili bir mücadele yürütür.

Çıkar ve Dünya Malına Tapanlar

Bugün kendini “Müslüman” olarak tanıtan bazı insanların dünya malı peşindeki yarışı, imanlarıyla çelişkili bir durumu ortaya koyuyor. Mallarını, makamlarını ve servetlerini düşünmekten mazlumlara yardımı ikinci plana atan bu bireyler, söyledikleri sözlerle imanı gerçek anlamda yaşamayan kimselerdir. Halbuki İslam, dünya malına tamahı değil, yardımlaşmayı öncelikli kılar.

İyiliğe Giden Yol

Mazlumlara yardım etmek, zalimlere karşı şaşmayan bir duruş sergilemekle başlar. Şöyle bir düşünün: Eğer dünyada herkes zalime sessiz kalsaydı, hangi iyilik yeşerirdi? Sessiz kaldığımız her an, zalimin cesaret bulmasına vesile olur.

Büyük sözler yerine, küçük ama samimi adımlar atarak mazlumların sesi olabiliriz. Unutmayalım ki, bir insanın imanı, mazlumlara olan duyarlılığı kadar gerçektir. İyilik için atılan her adım, imanımızı pekiştiren bir sınavdır. Rabbimiz bizleri bu sınavdan başarıyla çıkan, mazlumların yanında duranlardan eylesin. Âmin.

Erol Kekeç/15.01.2025/Sancaktepe/İST

İnsan Denilen Meçhulün Varlık Sahnesindeki Yeri


İnsan... Kainatın ortasında durur gibi görünse de, gerçekte evrenin en karmaşık ve çözülmesi zor bilmecelerinden biridir. Onu anlamaya çalışan sayısız disiplin, felsefe, bilim ve sanat çabalarından bir iz bırakmış olsa da, insana dair cevaplar her zaman eksik ve yetersiz kalmıştır. Peki neden? Çünkü insanı anlamak, karmaşık bir evreni bir avuç suyla tarif etmeye çalışmak gibidir.

Bir bütün olarak ele almadığımızda, insanın sadece parçalarıyla yetiniriz ve bu parçalar bütünün gerçek anlamını asla vermez. Oysa insan, beden, zihin ve ruh üçlemesinden çok daha fazlasıdır. O, düşünce ile his, madde ile mana, çelişki ile ahenk arasında sürekli bir gelgit halinde var olan bir muammadır.

İnsan ve Bilinmeyenin İşareti

İnsana dair temel bir soru soralım: “İnsan nedir?” Bir canlı türü mü, bir ruh mu, yoksa sosyal bir varlık mı? Hepsi ve hiçbiri…

Biyoloji bize onun fiziksel yapısını, psikoloji onun düşünce ve davranışlarını, sosyoloji ise toplumsal ilişkilerini anlatır. Ancak bu disiplinlerin her biri, insana sadece kendi perspektifinden yaklaşır ve kaçınılmaz olarak yetersiz kalır.

Bir örnek verelim: Biyoloji, insanı bir DNA dizilimi olarak tanımlar ve fizyolojik mekanizmalarını ortaya koyar. Ancak, bu tanım sevginin neden kalp atışını hızlandırdığını ya da sanat eserlerinin ruhumuza neden dokunduğunu açıklamaz. Benzer şekilde psikoloji, bireyin duygusal derinliklerine iner, ancak bireyin ruhani deneyimlerini ya da toplumsal sorumluluklarını tam anlamıyla kapsayamaz.

İnsanın Kendiyle Savaşı

İnsan, çoğu zaman kendiyle savaş halindedir. Bu savaş, onun hem en büyük zaafı hem de gelişim potansiyelidir. Mesela bir insan, bir yandan ahlaki erdemlere bağlılığını söylerken diğer yandan çıkarları için bu erdemleri kolayca çiğneyebilir. Bu çelişki, insanı hem karmakarışık hem de derin kılar.

Bir bireyin, sevgi ve nefret gibi karşıt duyguları aynı anda yaşayabilmesi, onun çok bilinmeyenli bir denklem olmasının kanıtıdır. Freud’un “Çift Yönlülük” teorisi bu durumu çok iyi ifade eder; her birey içinde hem yaratıcı hem de yıkıcı bir gücü taşır. Hangisinin üstün geleceği, bireyin seçimlerine bağlıdır.

İnsan ve Evrenin Çelişkisi

Evrenin uçsuzluğunda insan, bir zerre kadar bile yer kaplamaz. Ancak bu zerre, tüm evreni anlamaya ve yorumlamaya çalışır. Bu çelişki, insanın hem büyüklüğünü hem de acziyetini gözler önüne serer.

Çünkü insan, evrenin bir parçasıdır ama aynı zamanda ona yabancıdır. Çok az bir zamana ve sınırlı bir mekana sahip olmasına rağmen, sonsuz bir anlam arayışı peşindedir. Bu nedenle dinler, felsefeler ve bilimler geliştirilmiştir. Ancak bu çabalar, insanın sonsuzluğuna dair bir parça açığa çıkarsa da, bütünü asla kapsayamaz.

Sorular ve Soruların Ötesi

İnsanı anlamak, sorular sormayı gerektirir. Ancak bu soruların yanıtları, genellikle yeni sorular doğurur. Mesela şu sorulara cevap arayalım:

  1. İnsan neden hayal kurar?

  2. Neden üzülür, neden sevinir?

  3. Adalet ve sevgi neden insanlar için bu kadar önemlidir?

  4. Vicdan nedir ve neden her insanın içinde farklı şekilde işler?

Bu sorulara cevap ararken fark ederiz ki, yanıtlarımız ne kadar ikna edici olursa olsun, insana dair tam bir resim sunmaz.

Birlikte Anlamak

İnsanı anlamak için, onu sadece fiziksel bir varlık olarak ya da sadece manevi bir özle sınırlandıramayız. Onun karmaşık yapısı, ancak tüm bu özelliklerin bir bütünü olarak ele alındığında anlam kazanır. İnsan, hem bireysel hem toplumsal bir varlık; hem yüksek bir bilinç hem de derin bir bilinmeyendir.

Bu bilinmezliğin ortasında, anlamaya çalışıp soru sormaya devam etmeliyiz. Çünkü her soru, insana bir adım daha yaklaşır ve her yanıt, onun gizemini biraz daha derinleştirir. Ancak böylece, insan denilen meçhulün varlık sahnesindeki yerini gerçek anlamda kavrayabiliriz.

Erol Kekeç/14.01.2025/Sancaktepe/İST

14 Ocak 2025 Salı

Toplumun Geleceği ve Liderlik Üzerine


Adalet, Çıkar İlişkileri ve Gerçek Sorumluluk

Saygıdeğer okurlar ve kardeşlerim;

Bir lideri değerlendirme kıstaslarımız nedir? Otoritesini sağlam tutmak için yaptığı hamleler mi? Yoksa adalet ve eşitliği toplumda ne denli tesis ettiği mi? Toplumsal dinamiklerin karmaşıklığı içinde liderlerin tutumlarını sorgulamak elzemdir. Liderlik yalnızca halkın desteğini almak üzerine kurulu bir oyunu temsil edemez. Aksine, liderlik en çok karşılık beklenmediğinde test edilir; makam, güç veya itibar peşinde olmadan adaletin uygulanması, hak ve hukukun gözetilmesi yolunda gösterilen çabalar, gerçek liderlik erdeminin en temel taşıdır. Bu yazıda, bu kavramları ele alacak, güncel yaşamdan örneklerle zenginleştirilmiş bir şekilde tartışmaya açacağım.

**Popülizmin Gölgesindeki Liderlik-Kameralar Önünde Gerçekleşen "Hediyeler"

Miting otobüsünden halka para ve oyuncak dağıtan bir lider, çoğu kişide ilk bakışta pozitif bir imaj yaratabilir. Halkın "gönlünü almanın" bir yolu gibi görünebilir bu tür davranışlar. Ancak sorulması gereken esas soru şudur: Bir liderin görevi halkına anlık mutluluk sunmak mıdır, yoksa uzun vadeli çözümlerle toplumda adaleti, refahı ve huzuru tesis etmek midir? Mitinglerde dağıtılan paralar ve oyuncaklar, kameraların ışığında bir "güzellik" sunarken, bu durum gerçekte neyi örtbas etmeye çalışıyor olabilir?

Kamu kaynaklarının bu şekilde, sadece "gösteriş" amaçlı kullanımı, çoğu zaman sorgulanması gereken bir meseledir. Kendi çocuklarına gelecek kurma telaşı içinde olan bir annenin ya da bir babanın gözleri önünde yapılan bu tür "paylaşımlar", bireyde kısa süreli bir memnuniyet doğursa da, asıl sorulması gereken şudur: Çocuğunuzu büyütmek için gerekli şartları sunmak yerine ona anlık bir hediyeyle teselli veren bir yönetici size nasıl bir gelecek sunabilir?

Toplumda gerçek bir liderin görevi, insanları ihtiyaç duydukları kaynaklarla baş başa bırakmak değildir. Tam aksine, bu kaynakların adil bir şekilde paylaşımını sağlayarak eşit fırsatlar yaratmaktır. Kendi menfaatlerine dayalı bir popülizm anlayışı yerine adaletin egemen olduğu bir sistemin varlığı, uzun vadede hem bireyler hem de toplum için hayati önemdedir.

Adalet, Uygulamak mı, Yoksa Anlatmak mı?

Liderlerin topluma vadettiği adaletin en çok uygulamalarda saklı olduğu unutulmamalıdır. Adalet, yalnızca miting meydanlarında veya meclis konuşmalarında söylenmiş güzel cümleler değildir. O; uygulamalar, yasalar ve herkes için eşit fırsat sağlama güvencesidir.

Bir liderin adil olmasının en temel göstergesi, toplumun zayıf ve mağdur bireylerini koruması, onların da eşit şartlarda yaşam sürmelerine katkıda bulunmasıdır. Eşitliğin tesis edilmediği, kaynakların adil dağıtılmadığı bir yönetim biçiminde toplumsal barış ve huzurdan bahsetmek mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki adalet "timsah gözyaşları" döken bir liderin anlattıklarıyla değil; evrensel doğruların, hakkaniyetin uygulandığı pratiklerle ölçülür.

Çıkar İlişkilerinin Gölgesinde Liderlik

Bir lideri diğerlerinden ayıran, toplumdan aldığı yetkiyi nasıl kullandığıdır. Eğer bu yetki, kendi ve yakın çevresinin menfaatlerini artırmak, kaynakları israf etmek ve gösteriş yapmak amacıyla kullanılıyorsa, orada liderlikten söz etmek imkânsızdır. Örneğin, bazı yönetimlerin seçim dönemlerinde kamu kaynaklarını savurganca kullanarak popülist politikalar izlediğini görürüz. Bazı ülkelerde hükümetlerin, özellikle seçim öncesi süreçlerde, adaletsizlik pahasına yalnızca seçici kitlelerin memnuniyetini kazanma çabası içine girdiği vakalar görülmüştür. Halkın tepkisine yol açan lüks harcamalar veya ayrımcı uygulamalar, bu gibi durumlara örnek gösterilebilir. Lider, kendisini desteklesin ya da desteklemesin, tüm toplumun refahı için çalışmalıdır. Ötekileştirme politikalarını benimseyen, toplumda sınıfsal farklılıkları artıran ve bir "üst kast" oluşturarak gücünü yalnızca bu çevrelerde yoğunlaştıran bir lider, halkına ve toplumuna ihanet etmiş demektir.

Halktan Uzaklaşan Liderler ve Gerçek İletişim Eksikliği

Toplumun bir liderden beklediği bir diğer önemli özellik de mütevazı olmasıdır. Halk arasında dolaşabilmek, onların derdine ortak olabilmek, lider ile halk arasındaki en büyük güven köprüsüdür. Ancak bu noktada liderlerin yaşam tarzı ile halkın yaşam tarzı arasındaki uçurum dikkat çekicidir. Örneğin, bir ülkede liderin lüks saraylarda yaşayıp milyonluk araç konvoylarıyla dolaşması, ekonomik sıkıntılarla boğuşan halk üzerinde büyük bir tepki yaratmıştır. Benzer şekilde, koruma ordularıyla halktan tamamen izole bir yaşam sürdüren liderlerin, sıradan insanların ihtiyaç ve problemlerini gerçekten anlamasının mümkün olmadığı sıkça dile getirilmiştir. Milyonluk koruma orduları, özel tahsisli araçlar ve lüks içerisinde geçen günler, halk ile liderler arasındaki mesafeyi artırmaktan başka bir işe yaramaz. Halkın çektiği ekonomik zorluklara ortak olmayan, onların dertlerini yalnızca raporlar üzerinden dinleyen bir liderin, uzun vadede güven kaybına uğrayacağı açıktır.

Güncel Yaşamdan Çarpıcı Örnekler

Bugün yaşadığımız dünyada liderlik, yalnızca hükümetler ya da yöneticiler özelinde değil, kurumlar, topluluklar ve şirketler gibi her alanda karşımıza çıkar. Son yıllarda dünya genelinde bazı popüler liderlerin, sosyal medya aracılığıyla büyük kitlelere hitap ederek popülerlik kazandıkları görülmüştür. Örneğin, bazı liderler etkileyici sosyal medya kampanyalarıyla kişisel markalarını ön plana çıkarırken, toplumsal sorunları ele almak yerine kendi bireysel imajlarına odaklanmayı tercih etmişlerdir. Bu durum, toplumun uzun vadeli çıkarlarından çok, geçici bir görünüm yaratma çabası olarak değerlendirilebilir.

Bu bağlamda, gerçek liderler halkın sorunlarına çözüm bulan, zengin ile fakir arasındaki farkı dengeleyen, bölgesel ve sınıfsal farklılıkları gideren kişiler olmalıdır. Bu noktada, "sözle değil, eylemle" anlayışının liderlik felsefesinin kalbinde yer alması gerekir.

Gerçek Liderin Yolu

Tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurarak, bir liderin çıkar ilişkilerinden uzak, toplumun adalet beklentisine cevap verebilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Liderlik; dürüstlüğüyle, toplumun çıkarlarına olan bağlılığıyla ve adalet anlayışını uygulamadaki hassasiyetiyle anlam kazanır. Örneğin, bir ülkede liderin kendi yakın çevresine büyük ekonomik ayrıcalıklar sağladığı, kamu kaynaklarını seçim kampanyalarında kullanarak rakiplerine karşı avantaj elde etmeye çalıştığı durumlarda, toplumda ciddi bir güven erozyonu yaşanmıştır. Bu unsurlar göz ardı edildiğinde, adı ve kimliği ne olursa olsun, inancı ve ideolojisi neye dayanırsa dayansın, bir liderin itibarını sürdürmesi mümkün değildir.

Eğer bir lider kendisini sevdirmek için gösterişten medet umuyorsa, toplumu yanlış yönlendiriyor demektir. Asıl sevgi, liderin adil olması, dürüstlüğü ve halkına olan samimiyetinden doğar. Gerçek lider, toplumun vicdanında yer eden ve nesiller boyunca saygıyla anılan kişidir. Örneğin, bazı liderlerin toplum nezdinde itibar kazanmak adına büyük kamu harcamalarıyla kendilerini ön plana çıkarma çabaları eleştirilmektedir. Geçmişte lüks yaşam tarzları ve kişisel imajlarını parlatma uğruna, halkın kaynaklarını israf eden liderler, hem uluslararası kamuoyunda hem de kendi halkları arasında büyük bir güven kaybına uğramışlardır. Bu yüzden, halkın emaneti olan yetkileri israf etmeden kullanmak ve bu süreçte kendisini her zaman hesap verebilir durumda tutmak bir liderin temel sorumluluğu olmalıdır.

Bir liderin, geçmişte ya da günümüzde, toplum nezdindeki itibarını artırmanın yegâne yolu, kendisine bahşedilen gücün halktan geldiğini ve bu gücün halk için kullanılmak zorunda olduğunu unutmamasıdır. Çünkü hesap günü yalnızca ahiret için değil; tarih ve toplum için de kaçınılmazdır.

Erol Kekeç/12.01.2025 20:42/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!