Bu Blogda Ara

26 Eylül 2025 Cuma

Dışarıdan İthal Meşruiyet

ABD Büyükelçisinin Sözleri, İktidarın Krizi ve Türkiye’nin Geleceği

Türkiye son yıllarda giderek daha derin bir meşruiyet tartışmasının içine sürüklenmiştir. Bu tartışmanın en çarpıcı yönlerinden biri, artık iktidarın kendi milletinden değil, dış güçlerden –özellikle de ABD’den– meşruiyet arayışına  yönelmesidir. Ankara’daki ABD büyükelçisinin sözleri, F-16 ve F-35 dosyası etrafında gelişen pazarlıklar ve Washington’da kurulan diplomatik kulisler, iktidarın içerideki toplumsal desteğini kaybettikçe dışarıya tutunma refleksini açıkça göstermektedir.

Bu makalede, ABD büyükelçisinin Erdoğan’a dair “meşruiyet sorununu çözmesi” gerektiğine yönelik yorumları ve F-16 satışlarının Türkiye’deki siyasi denklemlerde nasıl bir koz hâline geldiği üzerinden, iktidarın iç meşruiyetini kaybedip dış meşruiyete sarılmasının tarihsel, siyasal ve ahlaki boyutlarını sorgulayacağız...

1. Meşruiyetin Kaynağı, Millet mi, Washington mu?

Siyasi bilimde meşruiyet, iktidarın toplum nezdinde kabul görmesi ve yönetme hakkının tanınmasıdır. Demokrasi, bu hakkın kaynağını millette görür. Ancak Türkiye’de iktidarın giderek dışarıya yaslandığını görüyoruz.

ABD büyükelçisinin şu sözleri dikkat çekici:

  • Erdoğan’ın “meşruiyet sorununu çözmesi” gerektiği,

  • Türkiye’nin alacağı F-16’ların aslında sadece bir askeri mesele değil, “iktidarın uluslararası sahada nefes almasının” yolu olduğu,

  • Erdoğan’ın uluslararası arenada varlığını sürdürebilmesi için Washington’un onayına muhtaç olduğu.

Bu cümleler diplomatik nezaketin çok ötesindedir. Açık bir itiraf niteliğindedir: iktidar, kendi halkına değil, ABD’nin stratejik çıkarlarına yaslandığı ölçüde ayakta kalabilmektedir.

2. F-16 Dosyası, Uçak mı, Meşruiyet mi?

Türkiye’nin F-16 alımı meselesi yalnızca savunma kapasitesiyle ilgili değildir. F-35 programından çıkarıldıktan sonra Ankara’nın Washington’la yürüttüğü pazarlık, aslında bir “siyasi kredi” meselesine dönüştü.

  • S-400 krizi sonrası yaptırımlarla köşeye sıkışan iktidar, F-16’lar üzerinden yeniden “NATO içinde kabul” arayışına girdi.

  • ABD tarafı ise bu dosyayı bir koz olarak kullandı; insan hakları ihlalleri, Rusya ile ilişkiler, bölgesel politikalar hep bu dosyanın gölgesinde tartışıldı.

  • Bugün geldiğimiz noktada F-16’lar, iktidarın Washington’dan aldığı “yaşam arası mola” hâline gelmiştir.

Yani mesele artık askeri değil, siyasi ve meşruiyetle ilgilidir. Bu uçaklar, sadece gökyüzünü değil, iktidarın ömrünü uzatmanın aracına dönüştürülmüştür.

3. İçerideki Çürüme, Hesap Vermeme Cüreti

İktidarın dışa bağımlı meşruiyet arayışı, içeride çok ciddi bir hesap vermeme kültürü doğurmuştur. Çünkü dış destekle ayakta duran bir yönetim, kendi halkına ihtiyaç duymaz.

  • Medya susturulmuş, eleştirel sesler kriminalize edilmiştir.

  • Yargı bağımsızlığını kaybetmiş, iktidarın aparatına dönüşmüştür.

  • Sivil toplum baskı altına alınmış, özgür alan daralmıştır.

Bu ortamda iktidar, halka hesap vermek yerine ABD’den aldığı onayla kendini güvenceye almaktadır. Sonuçta Türkiye, içeride meşruiyet krizini büyütürken dışarıya bağımlılığını artırmıştır.

4. Milliyetçi Retorik ve Dışa Yaslanma

İktidarın en büyük çelişkisi, içeride “milli ve yerli” bir retorik üretirken dışarıda ABD’nin onayına muhtaç hâle gelmesidir.

  • Bir yanda “dış güçlere meydan okuma” nutukları atılır,

  • Diğer yanda o dış güçlerden gelen silah anlaşmaları ve diplomatik jestlerle meşruiyet devşirilir.

Bu çelişkili siyaset, toplumda derin bir güven erozyonu yaratmaktadır. Halk, bir yandan milliyetçi nutuklarla yönlendirilirken, diğer yanda dış pazarlıkların gölgesinde kendi iradesinin değersizleştiğini görmektedir.

5. Dışarıdan Gelen Meşruiyetin Bedeli

Dışarıdan meşruiyet ithal etmek kısa vadede iktidarı rahatlatabilir; ancak uzun vadede:

  • Toplum–devlet ilişkisini çürütür. Halk “bizim irademiz mi, yoksa Washington’un onayı mı belirleyici?” sorusunu sormaya başlar.
  • Kurumları zayıflatır. Yargı, medya ve sivil toplum bağımsızlığını kaybeder.
  • Dış bağımlılığı artırır. Her stratejik karar, milletin çıkarına göre değil, dış güçlerin pazarlığına göre alınır.
  • Demokratik kültürü yok eder. Sandığın anlamı kalmaz; çünkü halkın değil, dışarının verdiği meşruiyet belirleyici hâle gelir.

6. Ne Yapmalı?

Gerçek meşruiyet, dışarıdan ithal edilmez; ancak içeride yeniden inşa edilebilir. Bunun yolu da:

  • Bağımsız yargının yeniden tesisi,

  • Özgür medyanın korunması,

  • Sivil toplumun alanının genişletilmesi,

  • Şeffaflık ve hesap verme mekanizmalarının güçlendirilmesi,

  • Bağımsız dış politika çizgisinin benimsenmesinden geçer.

ABD büyükelçisinin sözleri, iktidarın içine düştüğü meşruiyet krizini gözler önüne sermiştir. F-16 meselesi, sadece bir savaş uçağı pazarlığı değil; aynı zamanda bir iktidarın varlığını dış desteğe bağlamasının  hikâyesidir.

Gerçek meşruiyet, dış güçlerin lütfunda değil, milletin iradesinde saklıdır. Bir iktidar, milletinden değil de Washington’dan meşruiyet arıyorsa, artık milletine değil koltuğuna hizmet ediyordur. Ve bu, bir ülkenin yaşayabileceği en büyük çöküştür.

Bahadır Hataylı/25.09.2025/Namazgah/İST

25 Eylül 2025 Perşembe

Din İstismarı ve Toplumsal Ahlaki Çöküş

Toplumların çöküşünde en belirleyici etken, ahlakın ve adaletin yitirilmesidir. Tarih boyunca hangi toplum din, iman, ahlak ve adalet ilkelerini çıkarlarına kurban etmişse, orada önce güven kaybolmuş, ardından çürüme başlamış, sonunda da devletler ve medeniyetler yerle bir olmuştur. Bugün bizim yaşadığımız coğrafyada da en acı tecrübe budur: Din, yani en kutsal olan, en saf olan, insanı erdemli kılmak için var olan öğreti, kirli çıkarların perdesi hâline getirilmiştir. Prof. Dr. Hasan Onat’ın ifadesiyle, “Kötülük, ahlaksızlık, adaletsizlik ve her türlü yanlışı din kullanılarak örtüyorsanız, dini önce ahlaksızların tasallutundan kurtarmak gerekir.”

Bu ifade aslında içinde bulunduğumuz tablonun özetidir. Din artık bir ahlak pusulası değil, birçok kişi için çıkar aracı, güç sopası ve en acısı, yapılan kötülüklerin üzerini örtmek için kullanılan kalın bir perde olmuştur.

Görünürde Dindarlık, Gerçekte Çıkar Düzeni

Bugün sokakta, kürsüde, ekranda, hatta devlette “dindar” kimliğiyle görünen pek çok kişinin hayatına bakıldığında, ahlaki değerlerle en ufak bir ilgisi olmadığı görülüyor. İnsanların dini duygularını sömürerek kendine menfaat sağlayan bu kesim, en büyük zararı dine değil, dindarlığa veriyor. Çünkü insanlar artık şunu sorguluyor:

  • “Din buysa, bu din bana ne kazandırır?”

  • “Dindarlık buysa, neden ahlak dışı davranışlar dindarlığın gölgesinde meşru sayılıyor?”

Sonuçta dindarlık, ahlaklı olmaktan, dürüstlükten, hak yememekten, adaletli olmaktan koparılıyor. Bunun yerine “görünüşte dindar olma” ve “din üzerinden çıkar devşirme” öne çıkıyor. İşte toplumsal çürümenin asıl sebebi budur.

Din İstismarının Klasik Yöntemleri

Dini çıkarına alet edenler, genelde şu yöntemleri kullanır:

  1. Dindar Görünerek Güven Sağlamak: İnsanlar “dindar” kimseye kolayca inanır, ona teslim olur. Bu yüzden sahte dindarlar sakal bırakır, tesbih çeker, dua eder, namazdan bahseder ama hayatında adalet ve ahlak kırıntısı bulunmaz.

  2. Kutsalı Kalkan Yapmak: Eleştirildiklerinde hemen “dine saldırıyorsunuz” diyerek kendilerini dokunulmaz kılarlar. Oysa eleştirilen din değil, o dini kendi kirli işlerine alet eden kişidir.

  3. Helal–Haram Dengesiyle Oynamak: Kendilerine fayda sağlayan haramları türlü bahanelerle “helal” kılar, halkın faydasına olan helalleri ise “haram” ilan ederek baskı aracı yaparlar.

  4. Din Üzerinden Servet Edinmek: Cemaat, tarikat, dernek, vakıf kılıfıyla halktan topladıkları paraları kendi zenginliklerine dönüştürürler. Lüks arabalar, saray yavrusu villalar, marka kıyafetler, en pahalı saatler… Ama halka sürekli “sabır, kanaat, tevekkül” telkin ederler.

Güncel Yasaklar ve İroniler

Bugün toplumumuzda çeşitli yasaklar dini gerekçelerle savunuluyor. Ama bu yasakların çoğu, dinin özünden değil, dinin istismarından kaynaklanıyor. Birkaç örnek:

1. İçki Yasağı ile Adalet Yasağı

İçki içmek haram diye sürekli vurgulanıyor. Ancak aynı hassasiyet, kul hakkı yemek, rüşvet almak, ihaleleri yandaşlara peşkeş çekmek, adalet dağıtması gereken mahkemeleri bir grubun sopası hâline getirmek için gösterilmiyor. Din adına içki yasağına sarılanlar, adalet yasağını görmezden geliyor. Oysa Kur’an’da defalarca “adalet” emredilirken içki yasağı yalnızca bir defa kesinleşiyor.

2. Başörtüsü ve Tesettür Üzerinden Dindarlık

Kadının başörtüsü üzerinden sürekli bir din tartışması yürütülüyor. Ama aynı dindarlık iddiasında olanlar kadınlara şiddet uyguluyor, çocuk istismarını örtüyor, zinayı normalleştiriyor. Kadının örtüsü tartışılıyor ama erkeğin ahlakı sorgulanmıyor.

3. Faiz Meselesi

Faiz kesin olarak haramdır. Ancak günümüzde bankacılık sistemini faiz üzerine inşa edenler, kendi lehlerine geldiğinde farklı isimler uydurarak “kâr payı”, “hizmet bedeli” diyerek faizden nemalanıyorlar. Fakirin faizle para almasını “haram” görenler,(tabi ki öyle) devleti borç batağına sürükleyen faizi meşrulaştırıyor.

4. Yeme–İçme Yasakları ile İsraf Gerçeği

Domuz eti yemek haram diye sürekli anlatılır. Fakat aynı sofralarda tonlarca yemek çöpe atılır, israf edilir. Kur’an’da israf edenler “şeytanın kardeşleri” olarak tanımlanırken, bu ayet görmezden gelinir. Domuz eti yemeyen ama komşusu açken tenceresini kilitleyen insan gerçekten dindar olabilir mi?

Din Uyuşturucuya Dönüştüğünde

Dinin asıl amacı insanı ahlaklı kılmak, kötülüklerden uzaklaştırmak ve adaleti tesis etmektir. Ama din, sürekli tekrarlanan ritüeller, anlamı sorgulanmayan ibadetler ve sadece görünüşteki kurallara indirgenirse, toplum için bir uyuşturucuya dönüşür.

  • İnsanlar, “namaz kılıyorum, oruç tutuyorum” diyerek kendini kurtulmuş zanneder.

  • Ama aynı zamanda komşusunu dolandırır, işçisinin hakkını gasp eder, iftira atar, kul hakkı yer.

  • Din, vicdanı uyandırmak yerine vicdanı susturan bir hap hâline gelir.

Böyle bir durumda din, sahte dindarların elinde sadece bir “avuntu” olur. Halk, yaşadığı yoksulluğu, adaletsizliği, haksızlığı sorgulamak yerine “imtihan” diye kabullenmeye alıştırılır. Oysa adaletsizliği sorgulamak imanın bir gereğidir.

Ahlaki Çöküşün Sonuçları

  1. Güvenin Yitirilmesi: İnsanlar kimseye güvenemez hâle gelir. Hoca, şeyh, siyasetçi, tüccar, memur… Hepsi din kisvesi altında çıkar peşindeyse, toplumda güven kalmaz.

  2. Gençliğin Dinden Uzaklaşması: Gençler, dini hep bu istismarcılar üzerinden gördüğü için dine küser. Aslında küstükleri din değil, dinin kirli temsilcileridir.

  3. İkiyüzlülüğün Normalleşmesi: Herkes dindar görünür ama kimse dürüst değildir. Namaz kılan hırsız, oruç tutan zalim, hacı unvanlı sahtekâr sıradanlaşır.

  4. Toplumsal Çürüme: Ahlakın olmadığı yerde devlet çöker, kurumlar çöker, insan ilişkileri çöker. Ortada sadece çıkar savaşlarının döndüğü bir bataklık kalır.

Dini Ahlaksızların Tasallutundan Kurtarmak

Bugün yapılması gereken ilk şey, dini ahlaksızların elinden kurtarmaktır. Bu nasıl olur?

  • Din ile Ahlakı Yeniden Buluşturmak: Dindarlık sadece, namaz, oruç gibi ritüellerle değil; dürüstlük, adalet, merhamet, kul hakkı yememekle ölçülmeli.

  • Hesap Verebilirlik: Dini söylemlerle öne çıkan her kişi, aynı zamanda ahlaki ve toplumsal davranışlarıyla hesap vermek zorunda olmalı.

  • Eleştiriyi Meşru Kılmak: Dini istismar edenleri eleştirmek, dine saldırı değildir. Aksine, dinin temiz kalması için bir zorunluluktur.

  • Eğitim: Genç nesillere dinin özü, ahlak boyutu öğretilmeli. Sadece şekilci, kalıplaşmış bilgiler değil, vicdanı diri tutan, sorgulamayı öğreten bir dini eğitim verilmeli.

Dinin Kalkan Olamadığı Toplum

Dini, kendi çıkarlarının kalkanı hâline getirenler aslında en büyük zararı dine veriyorlar. Din, ne zulmün sopası, ne de yoksulun sabır hapı olmalı. Din, insanın içindeki vicdanı uyandırmalı, kötülüğe karşı direncini artırmalı. Eğer bugün kötülük, ahlaksızlık, adaletsizlik din adına örtülüyor ve meşrulaştırılıyorsa, o din değil, o dine musallat olmuş ahlaksızlardır.

Gerçek dindarlık; dürüst olmak, hakkı savunmak, kul hakkından titizlikle sakınmak, adaleti gözetmek ve en önemlisi de dini asla çıkar için kullanmamaktır.

Toplum olarak yeniden ayağa kalkmanın yolu, dini ahlaksızların elinden kurtarıp vicdanımızın, aklımızın ve adaletin rehberliğinde yaşamaktır.

Erol Kekeç/24.09.2025/Sancaktepe/İST

17 Eylül 2025 Çarşamba

Mazlumların Dirilişi Zalimlere Son Uyarı

 


Enfâl Suresi 19-22’nin Işığında Gazze ve İslam Dünyası

Kur’an, tarihin her dönemine hükmeden bir ilahi hitaptır. Ayetler sadece geçmişte yaşanmış savaşların, mücadelelerin sahne dekoru değildir; her çağda yeniden ete kemiğe bürünen uyarılardır. Bugün Enfâl Suresi’nin 19-22. ayetlerini göz önünde bulundurmak, Gazze’nin üstüne yağan bombaları, çocukların çığlıklarını, emperyalistlerin kibirli teknolojik üstünlük böbürlenişini ve İslam dünyasının devlet görünümlü suskun kuklalarını anlamak için kaçınılmazdır.

“Eğer fetih istiyorsanız işte size fetih gelmiştir. Eğer vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Yine başlarsanız, biz de başlarız. Topluluğunuz çok da olsa size asla fayda vermeyecektir. Allah müminlerle beraberdir. Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin ve işitip de yüz çevirenler gibi olmayın. İşitip de aklını kullanmayanların durumu hayvanların durumuna benzer, hatta onlardan daha da aşağıdır. İşte onlar, gerçekten gafillerdir.” (Enfâl/19-22)

Bu dört ayet, bugün emperyalizmin karşısında acziyeti meşrulaştıran, Gazze’deki çocukların ölümü karşısında diplomatik tiyatro sahneleyen, siyonist zalimin zulmünü izleyen İslam alemindeki yönetimlere ilahi bir tokattır. Çünkü Allah’ın kelamı nettir: Sayınızın çokluğu, silahınızın parlaklığı, teknolojinizin ileriliği değil; imanınız, aklınızı kullanmanız ve zalime karşı tavrınız belirleyicidir.

Emperyalistlerin Teknoloji Putu ve İslam Aleminin Suskunluğu

Batı dünyası, üstün teknolojiye yaslanarak kendisini yenilmez, dokunulmaz ve sorgulanmaz bir konuma taşımaya çalışmaktadır. Onların uçakları, tankları, füzeleri, insansız hava araçları vardır; ama vicdanları yoktur. Teknoloji bir put hâline getirilmiş, adaletin, merhametin ve insanlığın yerine ikame edilmiştir. Bugün Gazze’nin üstünde patlayan bombalar, sadece demirin ve barutun gücünü değil; aklını ve kalbini kaybetmiş bir medeniyetin çöküşünü de göstermektedir.

Fakat asıl ibret, bu zalimlerin zulmünü görmeyen, görse de sineye çeken, görüp de sadece diplomatik protokolde birkaç kelime eden İslam ülkelerinin yönetimleridir. Onlar Enfâl 22’nin tanımladığı kimselere dönüşmüşlerdir: İşitirler, görürler, bilirler; ama akıllarını kullanmazlar. Onlar için Allah’ın hükmü açıktır: Hayvanlardan da aşağıdırlar. Çünkü hayvanlar en azından fıtratlarına sadıktır; ama bu yönetimler, fıtratlarını, imanlarını ve sorumluluklarını satmışlardır.

Gazze’nin Çığlığı ve İlahi Ültimatom

Gazze, sadece bir coğrafya değildir; bütün bir ümmetin imanının sınandığı mihenk taşıdır. Çocukların parçalanmış bedenleri, kadınların çığlıkları, yıkılmış camilerin minareleri, aslında İslam aleminin kalbine vurulmuş tokatlardır. Allah, bu manzaralarla ümmeti uyandırmakta; “Eğer vazgeçerseniz bu sizin için hayırlıdır” (Enfâl/19) diyerek teslimiyet, korku ve zillet yolunu seçenlere bir son ihtar yapmaktadır.

Ama onlar vazgeçmezler; çünkü çıkarları, koltukları, kasaları vardır. Onlar halklarının gözyaşlarını petrol varilleriyle takas etmişlerdir. Onlar emperyalizmin sofrasında kırıntı toplayan, kendi halklarını açlığa, Gazze’yi ölüme mahkûm eden ikiyüzlülerdir. İşte bu yüzden Allah’ın vaadi yeniden gündemdedir: “Yine başlarsanız, biz de başlarız.” Zulüm sürerse, ilahi tokat kaçınılmazdır.

Diyalektik Çatışma, Zalim ve Mazlumun Kavgası

Tarih, zalim ile mazlumun çatışmasının tarihidir. Firavun ve Musa, Nemrut ve İbrahim, Ebu Cehil ve Muhammed (sav). Bugün de aynı sahne Gazze’de kurulmuştur. Bir yanda tanklar, füzeler, uçak gemileri; diğer yanda taş atan çocuklar, yıkık evlerin arasında dua eden anneler, açlığını sabırla karşılayan mazlumlar.

Diyalektik açıdan bakıldığında, emperyalizmin ileri teknolojisi, aslında kendi çöküşünün mayasıdır. Çünkü teknolojiye yaslananlar, kalplerini kaybetmişlerdir. Oysa mazlumlar, teknolojiye değil, Allah’a yaslanmaktadır. Tarih boyunca imanla ayağa kalkan topluluklar, putlara tapan imparatorlukları yıkmıştır. Roma çökmüştür, Bizans çökmüştür, Abbasi ihtişamı çökmüştür; bugün de kibir ve zulüm üzerine kurulan modern imparatorlukların çöküşü kaçınılmazdır.

Akılsızlığın ve İhanetin Bedeli

Enfâl/22, bugün İslam dünyasındaki yönetimlerin ruh halini tanımlamaktadır. Onlar işitiyorlar: Gazze’nin çığlıklarını duyuyorlar. Onlar görüyorlar: Çocukların cansız bedenlerini ekranda izliyorlar. Onlar biliyorlar: Zalim kimdir, mazlum kimdir, apaçık ortadadır. Ama akıllarını kullanmıyorlar. Çünkü onların akılları koltuklarının, bankalarının, saraylarının esiridir.

Böylece Allah’ın hükmü tecelli etmektedir: “Onlar hayvanlardan da aşağıdır.” Çünkü bir hayvan, yavrusunu korumak için canını ortaya koyar. Ama bu devletler, ümmetin çocuklarını korumak şöyle dursun, zalimlerle işbirliği yapmaktadır. Bir sürünün miryahı bile sürüsünü kurda teslim etmezken, bu yöneticiler ümmeti emperyalizmin ve siyonizmin dişlerine bırakmıştır.

Ey Ümmet! Ya Diriliş Ya Helak

Bugün Gazze, ümmete ilahi bir ültimatom sunmaktadır. Ya Allah’ın yanında saf tutup zalimin karşısında dimdik duracağız, ya da tarihin çöplüğünde silinip gideceğiz. Çünkü Allah, Enfâl/19’da apaçık buyuruyor: “Topluluğunuz çok da olsa size fayda vermeyecektir.” Sayılar, ordular, tanklar, petrol rezervleri; iman olmadan, akıl olmadan, cesaret olmadan hiçbir anlam taşımaz. Allah sadece müminlerle beraberdir.

O hâlde çözüm nettir: Mümin olmak. İtaat etmek. Allah’a, Resulüne ve vahyin çağrısına kulak vermek. Ümmetin yeniden dirilişi, teknolojiyi kopyalamakla değil; imanı, onuru ve cesareti diriltmekle mümkündür. Gazze’deki taş atan çocuk, bu dirilişin işaretidir. Onun attığı taş, emperyalizmin füzelerinden daha anlamlıdır; çünkü o taş imanla atılmıştır.

İlahi İhtar ve Tarihi Sorumluluk

Gazze’de bugün akan kan, sadece Filistin’in değil, bütün İslam dünyasının imtihanıdır. Kur’an, bize hem gerçeği hem sonucu göstermektedir: Zalim ne kadar güçlü görünürse görünsün, iman edenler için zafer kaçınılmazdır. Ama iman etmeyen, aklını kullanmayan, koltuğuna, kasasına, petrol variline tapanlar için zillet de, helak da kaçınılmazdır.

Bugün ümmete düşen, artık diplomatik tiyatroları, sahte birlik pozlarını, boş açıklamaları bir kenara bırakmaktır. Bugün ümmete düşen, Gazze’nin çocuklarıyla birlikte saf tutmaktır. Bugün ümmete düşen, Allah’ın ayetlerini sadece tilavet etmek değil; hayatın merkezine koymaktır.

Çünkü Allah’ın vaadi nettir: “Allah müminlerle beraberdir.” (Enfâl/19)

Ey ümmet! Artık sözün değil, imanın ağırlık kazandığı günlerdeyiz. Enfâl Suresi’nin hakikatleri, Gazze’nin kanayan yarasında yeniden hayat buluyor. Allah, bize açıkça buyuruyor: Zalimlerin aldatıcı üstünlüğü bir yanılgıdır; hakikatin, sabrın ve takvanın karşısında hiçbir teknoloji, hiçbir propaganda ayakta duramayacaktır.

Bugün Gazze’nin çocukları bize yalnızca mazlumiyetin gözyaşını değil, aynı zamanda izzetin en yüksek mertebesini hatırlatıyor. Onlar, bütün İslam coğrafyasının suskunluğunu, zilletini ve işbirlikçiliğini haykıran birer şehadet nişanıdır. Bizler, ya bu şehadet sancağını taşırız ya da tarih bizi ihanetin karanlık sayfalarına gömer.

Unutmayın! Allah’ın vaadi haktır. Müminlerin zaferi teknolojiyle değil, imanla yazılacaktır. Tanklar, uçaklar, füzeler yeryüzünü kana bulasa da Allah’ın kelimesi üstün gelecek; zalimlerin destanı çökecek, mazlumların duası semayı yarıp yeryüzünü yeniden inşa edecektir.

Bu bir çağrıdır: İslam ümmetine, yöneticilerine, alimlerine, gençlerine, kadınlarına, bütün kalbiyle Allah’a yönelenlere… Uyanın! Artık sessizlik, suçtur. Artık suskunluk, zulme ortaklıktır. Artık tarafsızlık, ihanettir. Allah’ın ayetleri önümüzde dururken, bir başka yol aramak alçaklıktır.

Ey zalimlere göz yuman yöneticiler! Ey menfaat için ümmetin kanını pazarlık konusu yapan işbirlikçiler! Allah size mühlet veriyor ama bu mühlet ebedi değildir. Tarih, sizin adınızı ihanetle anacak. Milletler, sizin saltanatınızı lanetle hatırlayacak. Ve Rabb’in huzurunda, en sevdiğiniz mallarınız bile sizi kurtaramayacak.

Ey iman edenler! Artık diriliş vaktidir. İmanınızı yeniden kuşanın, birlik sancağını kaldırın, ilmi ve adaleti yol edinin, direnişi şeref sayın. Zira bu ümmetin yeniden ayağa kalkışı, Allah’ın vaadine iman etmiş az sayıda müminin yüreğinde başlar.

Bizim ültimatomumuz açıktır: Zalimler yok olacak, mazlumlar kazanacak. Allah’ın dini üstün gelecek. İman edenler asla kaybetmeyecek.

“Artık Allah’ın vaadine güvenin, zalimlere meyletmeyin, mazlumların duasına ortak olun. Çünkü zafer, teknolojinin değil, imanın mirasıdır.”

“Zafer, teknolojinin değil; imanın ve adaletin mirasıdır.”

Erol Kekeç/13.09.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!