Bu Blogda Ara

15 Şubat 2025 Cumartesi

Geleceği Çalınanlar-Umutsuzluğun Gölgesinde Gençlik


Bu gün ülkemizin gençleri arasında giderek yaygınlaşan umutsuzluk, mutsuzluk ve gelecek kaygısını anlamak için güçlü bir analiz yapmak gerekiyor. Geleceğin çalındığını düşünen bir gençlik, köklerinden koparak başka diyarlarda umut aramaya yöneliyor. Bu yazıda, gençlerin bu ruh haline sürüklenmesinde etkili olan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi etkenleri geniş kapsamlı bir şekilde ele alarak, durumu daha iyi anlamaya çalışacağız.

Gelecek Kaygısının Kökenleri

Gelecek kaygısı, ekonomik belirsizliklerle doğrudan bağlantılıdır. İşsizlik oranlarının yüksekliği, mezun olduktan sonra iş bulamama korkusu, bulunan işlerin ise düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları sunması, gençleri umutsuzluğa sürüklüyor. Üniversite mezunlarının bile asgari ücretle çalışmak zorunda kalması, eğitim sistemine olan güveni sarsıyor ve “Okuyorum ama ne için?” sorusunu sorduruyor. Bu durum, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik olarak da gençleri etkiliyor.

Eğitim ve İş Hayatı Arasındaki Kopukluk

Eğitim sistemi ile iş hayatı arasındaki uyumsuzluk, gençlerin gelecek kaygısını artıran en önemli faktörlerden biridir. Gençler, aldıkları eğitimin iş dünyasında yeterli görülmemesi nedeniyle işsizlik ve düşük ücretlerle karşılaşıyorlar. Teorik bilgiyle donatılan gençler, iş dünyasının talep ettiği pratik becerilerden yoksun oldukları için işverenler tarafından tercih edilmiyor. Bu uyumsuzluk, gençleri vasıfsız işlerde çalışmaya mecbur bırakıyor ve kariyer hedeflerini gerçekleştirme umudunu zayıflatıyor. Özellikle nitelikli iş gücünün değerlendirilmemesi, beyin göçünü tetikleyen önemli etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Beyin Göçünün Sebepleri ve Sonuçları

Beyin göçü, geleceğini kendi ülkesinde göremeyen gençlerin daha iyi iş fırsatları, daha yüksek yaşam standartları ve özgürlük arayışıyla başka ülkelere göç etmesiyle ortaya çıkıyor. Özellikle mühendislik, yazılım, tıp gibi yüksek nitelikli meslek gruplarında eğitim alan gençler, yurtdışında daha fazla değer gördüklerini ve kariyerlerini daha iyi şekillendirebileceklerini düşünüyorlar.

Beyin göçü, ülkenin geleceği için büyük bir kayıp anlamına geliyor. Genç, dinamik ve eğitimli nüfusun ülkeyi terk etmesi, uzun vadede ekonomik durgunluğa, inovasyon eksikliğine ve toplumsal çöküşe yol açıyor. Ayrıca, geri kalan gençler üzerinde de olumsuz bir psikolojik etki yaratıyor. “Burada kalıp mücadele etmenin anlamı var mı?” düşüncesi yaygınlaşıyor.

Sosyal ve Kültürel Etkenler

Gençlerin umutsuzluğunun sadece ekonomik nedenlerle sınırlı olmadığını görmek önemli. Sosyal adaletin sağlanamaması, liyakatsizliğin ödüllendirilmesi ve torpil mekanizmasının hâkim olması gençlerde adalet duygusunu zedeliyor. Emek vererek başarılı olamayacaklarını düşünen gençler, sistemin değişmeyeceğine inanarak umutsuzluğa kapılıyorlar.

Kültürel baskılar ve toplumsal beklentiler de gençlerin üzerinde büyük bir yük oluşturuyor. Özellikle geleneksel toplum yapısında gençler, ailelerinin ve çevrelerinin beklentilerini karşılamak zorunda hissediyorlar. Bu durum, gençlerin kendi hayallerini gerçekleştirmelerini zorlaştırıyor ve onları yabancı ülkelerde daha özgür hissedebilecekleri düşüncesine yönlendiriyor.

Siyasi İstikrarsızlık ve Gelecek Belirsizliği

Siyasi belirsizlik ve sürekli değişen politikalar, gençlerin geleceğe dair umutlarını zayıflatıyor. Hükümetlerin gençlere yönelik net ve sürdürülebilir politikalar geliştirememesi, eğitim ve iş olanaklarının sürekli değişkenlik göstermesi, gençlerin kendilerini güvende hissetmemelerine yol açıyor. Demokrasiye olan inancın azalması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve farklı düşüncelere tahammülsüzlük, gençleri kendi ülkesinde yabancı hissetmeye itiyor.

Umutsuzluğun Psikolojik Etkileri

Bu umutsuzluk ve mutsuzluk hali, gençlerin psikolojisi üzerinde derin izler bırakıyor. Anksiyete, depresyon, yalnızlık ve intihar düşünceleri giderek yaygınlaşıyor. Gençler, kendi ülkelerinde bir gelecek görememenin verdiği ağır duygusal yükü taşımakta zorlanıyorlar. Sosyal medya ise bu umutsuzluğu daha da körüklüyor; yurtdışında yaşayan yaşıtlarının daha iyi şartlarda yaşadığını gören gençler, kendilerini yetersiz ve başarısız hissediyorlar.

Çıkış Arayışı-Göç ve Gurbet Hayatı

Tüm bu etkenler, gençleri ülkeyi terk ederek yurtdışında kendilerine bir çıkış yolu aramaya yönlendiriyor. Ancak, gurbet hayatı da sanıldığı kadar kolay değil. Dil bariyerleri, kültürel uyumsuzluklar, yabancılaşma ve yalnızlık gibi sorunlarla karşı karşıya kalan gençler, kendi ülkelerinde bulamadıkları huzuru gurbet ellerde de bulamayabiliyorlar. Ancak yine de, gelecek kaygısından ve belirsizlikten uzak olma umudu, bu zorlukları göze almalarına neden oluyor.

Çözüm Önerileri ve Umut Işığı

Bu umutsuzluk tablosundan çıkışın mümkün olduğu inancını korumak gerekiyor. İlk olarak, gençlere umut aşılayacak politikaların hayata geçirilmesi şart. Eğitim sistemi, iş dünyasının ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırılmalı ve gençlerin niteliklerine uygun iş imkanları sunulmalı. Liyakat esaslı bir sistem oluşturularak gençlerin emeklerinin karşılığını alabileceklerine dair inançları güçlendirilmeli.

Ayrıca, sosyal adaletin sağlanması ve torpil mekanizmasının sona erdirilmesi, gençlerde adalet duygusunu yeniden inşa edecektir. Gençlerin kendi hayallerini gerçekleştirebilecekleri özgür ve demokratik bir ortam yaratmak, onların ülkelerine olan bağlılıklarını artıracaktır.

Psikolojik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ve gençlere yönelik sosyal projelerin artırılması da umutsuzluk ve mutsuzluğun azaltılmasında etkili olabilir. Gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri, sosyal çevreler edinebilecekleri ve kendilerini geliştirebilecekleri ortamlar sağlanmalıdır.

“En büyük hırsız, insanların geleceğini çalandır. En kötü insansa bunlara seyirci kalandır.” Bu ifademiz, gençlerin geleceğini çalan ekonomik, sosyal ve siyasi etkenleri gözler önüne seriyor. Bu olumsuz tabloya seyirci kalmak yerine, gençlerin umutlarını yeniden canlandırmak ve onları ülkesine bağlı, mutlu ve üretken bireyler olarak topluma kazandırmak için harekete geçmek gerekiyor.

Gelecek, gençlerin ellerinde şekillenecek ve onları doğru yönlendirecek, destekleyecek bir toplum inşa etmek, ülkenin kaderini değiştirecek güce sahiptir.

Erol Kekeç/14.2.2025/Namazgah/İST

14 Şubat 2025 Cuma

Efendilerinin Bevlini Şifa Niyetiyle İçenler


Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içip huzura kavuşacağını sanırlar... Ne büyük bir yanılgıdır bu! Kendi ayakları üzerinde duramayıp başkalarının gölgesinde serinleyenler, kendi aklını kullanmak yerine başkalarının aklına bel bağlayanlar, kendi iradesini bir başkasına teslim edenler... Böyleleri, zayıflıklarını güç zanneder, köleliklerini özgürlük sanırlar. Onlar, içtikleri bu zehrin kendilerini kurtaracağını sanır, fakat aslında sadece yok oluşa kanat açarlar.

Bu söz, toplumların en büyük hastalığını işaret eder: Körü körüne biat etmek. Akıllarını kiraya veren, sorgulamayı unutmuş, düşünme tembelliğine kapılmış kitlelerin dramını anlatır. Öyle ki, bu kitleler efendilerine o kadar bağlıdır ki onların sözünden çıkmayı günah, itaat etmeyi ibadet sayar. Oysa hakikat, onların düşündüğünden çok daha acıdır. Çünkü bu teslimiyet, onları kurtuluşa değil, yavaş yavaş yok oluşa götürür.

Efendilerin Gölgesinde Yaşamak

Efendilerinin gölgesinde yaşamayı alışkanlık haline getirenler, asla kendi gölgelerini göremezler. Onlar, varlıklarını efendilerinin varlığına bağlar, onların kudretiyle ayakta kalır, onların sözleriyle düşünürler. Kendi fikirlerini üretmekten aciz oldukları için başkalarının fikirlerini benimser, kendi iradeleriyle hareket edemedikleri için başkalarının iradelerine teslim olurlar.

Bu durumun en tehlikeli yanı, bu zavallıların bunu bir erdem sanmasıdır. Kendi düşünceleri yoktur, çünkü düşünmek zahmetlidir. Sorgulamazlar, çünkü sorgulamak cesaret ister. Kolay olanı seçerler: İtaat etmek, biat etmek, sadakat göstermek... Bu kolaylığı huzur zannederler, oysa bu sadece köleliğin rahatlığıdır.

Bu kimseler, efendilerinin gücünü kutsallaştırır, onların sözlerini mutlak hakikat olarak kabul ederler. Her dediğini doğru, her yaptığını mükemmel görürler. Ne kadar yanıldıklarını fark edemezler çünkü gözleri kör, kulakları sağırdır. Sadece efendilerinin söylediklerini duyar, onların gösterdiklerini görürler. Gerçekleri görmektense, yalanların sıcak kucağında uyumayı tercih ederler.

İçilen Zehir ve Huzurun Aldatıcı Gölgesi

Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içmek... Ne tuhaf bir benzetme! Ama o kadar da anlamlı ki... Çünkü bu kimseler, efendilerinden gelen her şeyi şifa niyetiyle içerler: Sözlerini, emirlerini, yalanlarını, vaatlerini... Hepsini sorgusuz sualsiz kabul ederler. Onların düşünceleriyle beslenir, onların arzularıyla yönlenirler.

Bu besleniş, aslında bir zehirleniştir. Çünkü bu düşünceler onlara ait değildir, bu arzular onların değildir. Başkalarının aklıyla düşünenler, başkalarının iradesiyle hareket edenler nasıl huzur bulabilir ki? Başkalarının hayalleriyle avunanlar, kendi kâbuslarını yaşamaya mahkûmdur.

Bu kimseler, efendilerinin huzur vaatlerine inanır, onların gösterdiği sahte cennetlere kanar. Halbuki bu cennetler, sadece birer illüzyondur. Zehirlenmiş bir zihinle huzur bulunmaz. Çünkü bu zihinler, özgürlüğünü kaybetmiş, iradesini teslim etmiş, benliğini yitirmiştir.

Yok Oluşa Kanat Açmak

Efendilerine teslim olanlar, kendi varlıklarını inkâr edenlerdir. Onlar, yok oluşa kanat açar çünkü kendi benliklerinden vazgeçmişlerdir. Başkalarının düşünceleriyle var olmayı seçenler, kendi düşüncelerini öldürmüşlerdir. Kendi düşüncesi olmayanın da kendi varlığı olamaz. Onlar, yaşayan ölülerdir.

Bu yok oluş, sadece bireysel değildir; toplumsaldır da. Çünkü bu kimseler, sadece kendi benliklerini kaybetmekle kalmaz, toplumun da aklını köreltir, iradesini felç eder. Toplumlar, bireylerin toplamıdır. Bireyler düşünmüyorsa, toplum da düşünemez. Bireyler sorgulamıyorsa, toplum da sorgulamaz. Bireyler özgür değilse, toplum da özgür olamaz.

Efendiler ve Köleler-İki Taraflı Dram

Bu hikâyenin bir de diğer yüzü vardır: Efendiler. Onlar, güçlerini bu körü körüne biat edenlerden alır. Onların varlığı, bu itaat edenlerin varlığına bağlıdır. Eğer kimse onlara tapmazsa, güçlerini kaybederler. İşte bu yüzden, efendiler kölelerine muhtaçtır.

Onlar, kölelerini kandırmak için türlü yalanlar söyler, sahte vaatler verir. Onlara sahte cennetler gösterir, sahte düşmanlar yaratır. Çünkü korku olmadan itaat olmaz. Böylece köleler, hayali düşmanlardan korkarak efendilerine sığınır, onların korumasına ihtiyaç duyarlar. Halbuki asıl tehlike, bu efendilerin ta kendisidir.

Özgürlüğe Giden Yol

Peki, bu döngüyü kırmak mümkün müdür? Elbette mümkündür, fakat zordur. Çünkü bu zehri içenler, onun zehir olduğunu kabul etmez. Onlar, bunu şifa niyetiyle içmiş ve iyileşeceklerini sanmışlardır. Bu yanılgıyı yıkmak için önce hakikati görmeleri gerekir.

Hakikati görmek ise cesaret ister. Kendini kandırmanın rahatlığını terk etmek gerekir. Yalanların sıcak kucağından kalkıp, gerçeklerin soğuk yüzüne bakmak gerekir. Korkmadan, kaçmadan, saklanmadan... Çünkü özgürlük, ancak hakikati görebilenlerin hakkıdır.

Kendi Aklınla Düşün, Kendi İradenle Yaşa

Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içip huzura kavuşacağını sananlar, yok oluşa kanat açarlar. Çünkü bu teslimiyet, kendi benliğini yok saymaktır. Bu itaat, kendi iradeni öldürmektir. Kendi aklını kullanmayan, başkalarının kölesi olur.

O halde, kendi aklınla düşün! Kendi iradenle yaşa! Başkalarının gölgesinde serinlemek yerine, kendi ışığınla aydınlan. Çünkü özgürlük, ancak kendi gölgesinden korkmayanların hakkıdır.

Unutma: “Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içenler, ancak yok oluşa kanat açarlar.”

Sen, yok oluşa değil; hakikate kanat aç!

Erol Kekeç/13.02.2025/Sancaktepe/İST


Mezhepler Siyaset ve Küresel Oyunlar


Bugün İslam coğrafyasını incelediğimizde, iç çatışmaların ve mezhepçi ayrılıkların Müslümanların gerçek düşmanlarını gözden kaçırmalarına sebep olduğunu açıkça görebiliriz. Şia-Sünni ayrımı üzerinden yaratılan fitne, emperyalizmin en büyük silahlarından biri haline gelmiştir. Bu ayrımın ne kadar derinleştirildiğini, Müslümanların birbirleriyle uğraşırken asıl düşmanlarına karşı nasıl hareketsiz kaldıklarını anlamak için bazı temel gerçeklere bakmak gerekiyor.

Bugün Siyonizm ve emperyalizm karşısında fiilen direnen kimler? Lübnan'da Hizbullah, Filistin’de Hamas, Yemen’de Husiler… Ancak ne ilginçtir ki, bu gruplar sadece emperyalistlerin değil, Sünni dünyasının da bir kısmının hedefinde. Oysa gerçekte Siyonist işgale karşı savaşan bu hareketlerden başka bir aktör var mı? Sünni ya da Şii fark etmeksizin, kim emperyalizme karşı bir duruş sergiliyorsa sistematik bir şekilde hedef haline getiriliyor.

Gerçek Düşman Kim?

Bu noktada bazı kritik sorular sormak gerekiyor: Devlet bazında İsrail’e karşı doğrudan direnen kim var? Yemen ve İran dışında Siyonistlere doğrudan bir tehdit oluşturan ülke görüyor muyuz? Hayır. Ancak bu iki ülke sürekli olarak Batı ve bölgedeki müttefikleri tarafından tehdit ediliyor, yaptırımlara maruz kalıyor. Hatta Sünni dünyadan bazı sesler bile "İran tehlikesinden" bahsediyor. Oysa bu anlatı, emperyalizmin elindeki en büyük silahlardan biri.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey, emperyalizmin Müslümanlar arasındaki ayrımları nasıl kullandığıdır. Mezhebi farklılıklar kullanılarak bir grup hain, bir grup düşman ilan ediliyor. Ancak kimse bu sürecin arkasında kimin olduğunu sorgulamıyor. Bir taraftan İsrail’in bölgedeki varlığına ses çıkarılmazken, diğer taraftan İran’ın ve onun desteklediği hareketlerin her hamlesi eleştiriliyor.

Azerbaycan ve İran Üzerinden Oynanan Oyunlar

Örneğin Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmalar gündeme geldiğinde, "İran neden Azerbaycan’ı desteklemiyor?" sorusu ortaya atılıyor. Ancak kimse Azerbaycan’ın İsrail’e sağladığı petrol desteğinden bahsetmiyor. Daha da ötesi, Türkiye üzerinden aktarılan enerji hatlarıyla İsrail'in ekonomik varlığı korunuyor. İran ise Siyonist tehlikeye karşı direnç gösterdiğinde "Savaş çıkarmak istiyor" yaftasıyla suçlanıyor. Gerçekleri görmek bu kadar zor mu?

Azerbaycan topraklarında "Akıllı Köy" adı altında İsrail’in kurmaya çalıştığı askeri üsler gündeme gelmiyor. Ancak İran’ın, Siyonist tehdide karşı verdiği tepki her zaman "mezhepçi" bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Müslümanların çıkarlarını gerçekten gözeten kimse, düşmanın Siyonizm olduğunu fark etmelidir. Ancak bu gerçeği göz ardı edenler, emperyalist propagandaların esiri olmaktan kurtulamıyor.

Suriye ve Katar Üzerinden Dönen Oyunlar

Suriye’de yaşanan süreç de benzer bir planın ürünüydü. Esad’ın ordusundaki üst düzey komutanlara Katar üzerinden rüşvet verilerek ordudan ayrılmaları sağlandı. Muhalifler bir anda Suriye’nin yönetimini ele geçirdi. Ancak ilginçtir ki, İsrail Suriye’ye saldırdığında bu sözde "muhaliflerin" sesi hiç çıkmadı. İsrail, Suriye savunmasını tamamen yok etti, topraklarına çit çekerek sınırlarını genişletti ama Suriyeli muhalifler bunu görmezden geldi. Ancak Hizbullah’ın Lübnan’da varlık göstermesi bir tehdit olarak lanse edildi.

Şimdi soralım: Kim gerçekten emperyalizme hizmet ediyor? İsrail, yıllardır işgal ettiği topraklarda Müslümanları katlederken, Filistin’e destek veren gruplar "radikal" ya da "terörist" olarak gösteriliyor. Oysa asıl tehdit, Siyonizmin elini güçlendirenlerdir. Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi ülkeler, İsrail’in çıkarlarına zarar verecek her harekete karşı refleks gösterirken, neden Husilerin Kızıldeniz’de İsrail gemilerini vurmasını tehdit olarak görüyorlar?

Türkiye’nin Konumu-Pragmatizm mi, Manipülasyon mu?

Türkiye özelinde bakıldığında ise durum daha karmaşıktır. İsrail’i korumak için kurulan radar sistemleri, süregelen ticaret anlaşmaları ve Gazze’ye yardım götürmek için günlerce bekletilen gemiler, bölgedeki siyasetle ilgili ciddi soru işaretleri yaratıyor. Halk meydanlara inip "Filistin için" sloganlar atarken, İsrail gemilerine lojistik destek sağlanması, gösterilerle manipüle edilen bir kamuoyunun varlığını kanıtlıyor.

Üstelik "Lozan Antlaşması’nın sona ermesiyle Türkiye’nin tüm madenlerini çıkaracağı" gibi asılsız propagandalarla, toplumun dikkatinin gerçeklerden uzaklaştırılması sağlanıyor. Emperyalizme karşı gerçekten dik duracak bir duruş sergilenmezse, söylemlerin hiçbir anlamı olmayacaktır.

Hakikat Nedir?

Bugün İslam dünyasında mezhepler üzerinden bölünme yaşanırken, esas düşman Siyonizm ve emperyalizmdir. Mezhep farklılıkları, Müslümanların birbirlerini düşman olarak görmesine yol açıyor ve emperyalizm tam da bunu istiyor. Oysa hak ile batıl arasındaki ayrımı yapmak için Kur'an yeterlidir. Kim Siyonizm’e karşı duruyorsa, kim emperyalizmin boyunduruğuna girmemek için mücadele ediyorsa, işte hak odur.

Mezhebi ve etnik unsurlar üzerinden bir ayrım yaparak Müslümanları parçalamak, sadece emperyalizmin çıkarlarına hizmet eder. Gerçek anlamda özgürlük ve bağımsızlık için bu oyunları görmek ve ifşa etmek gerekmektedir. Hakikatin peşinden gitmeyenler, sonunda kendilerini Siyonizm'in esaretinde bulacaktır.

İşte bu yüzden, bugün mezhep ya da etnik kimliklerimizden ziyade, emperyalizme karşı kimin gerçekten mücadele ettiğini ve kimin bu sömürü düzeninin bir parçası olduğunu sorgulamalıyız. Aksi takdirde, düşman olarak gösterilenler gerçekte hakikatin savunucusu olabilirken, dost sandıklarımız bizleri esarete sürükleyenler çıkabilir. Akıl ve irademizle düşünmeli, Kur'an’ın ışığında hakikati görmeliyiz. 

Özellikle Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi ülkelerin emperyalizmin finansörleri olarak nasıl hareket ettiklerini görmekteyiz. Bu ülkeler, sadece kendi çıkarlarını korumak adına değil, aynı zamanda Batı'nın ve Siyonizm'in bölgedeki hakimiyetini pekiştirmek için muhalif grupları parayla kontrol altına almakta ve yönetimleri şekillendirmektedir.

Bugün bölgede yaşanan savaşlar, çoğu zaman ekonomik güçlerin ve çıkar gruplarının manipülasyonlarıyla yönlendirilmektedir. Suudi Arabistan, BAE ve Katar, İslam dünyasının kaderiyle oynayan birer finansal piyon gibi hareket etmekte, emperyalist güçlerle iş birliği yaparak halkları sindirmekte ve onların uyanmasını engellemektedir. Petrol zenginliği, halklarına refah sağlamak yerine emperyalizmin ve sömürgeci güçlerin çıkarlarına hizmet eden projelere aktarılmaktadır. Yemen’de Emrullah'a karşı sürdürülen savaş, bunun en net örneğidir. Suudi ve BAE’nin, İsrail’in güvenliğini sağlamak adına Yemen’i kan gölüne çevirdiği açıktır.

Ayrıca bu ülkeler, yalnızca doğrudan askeri müdahalelerle değil, dolaylı yöntemlerle de bölgeyi dizayn etmektedir. Katar’ın Suriye’de muhalifleri satın alarak yönetimleri değiştirme çabası, Libya’da paralı milis gruplarını besleyerek ülkeyi istikrarsızlaştırması, Suud’un Mısır’daki askeri darbeyi finanse etmesi gibi örnekler emperyalizmin nasıl doğrudan ve dolaylı yöntemlerle bölgeyi şekillendirdiğini göstermektedir.

Bütün bu oyunların karşısında durabilecek olan tek güç, emperyalizme boyun eğmeyen, sadece Allah’ın emirlerini esas alan bir bilinç ve mücadele ruhudur. Etnik ve mezhepsel ayrımların ötesinde, hakikati rehber edinen bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Yoksa, emperyalizmin oyunlarına hizmet eden kuklalar olarak kalmaya devam ederiz.

Bahadır Hataylı/14.02.2025/Sancaktepe İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!