Bu Blogda Ara

26 Ocak 2025 Pazar

Toplumsal Çöküşün Anatomisi-Ahlak Liyakat ve Sorumsuzluk Üzerine

Bir toplumun temelini oluşturan değerler erozyona uğradığında, bireylerin ve kurumların yıkımı kaçınılmaz hale gelir. Otel yangını, bina çöküşü ya da başka bir felaket... Ortaya çıkan enkaz yalnızca fiziksel değildir; aynı zamanda ahlakın, liyakatin ve sorumluluk bilincinin yitiminin de açık bir göstergesidir. Sorun bir partinin, bir ideolojinin ya da bir kişinin ötesindedir. Bu, topyekûn bir çürümenin resmidir.

Parti Değil, Toplum Sorunu

Bir bina çöküyor, insanlar ölüyor ve hemen ardından suçlama oyunları başlıyor: “CHP’li belediye mi sorumlu? Yoksa Ak Parti mi?” Ancak gerçek şu ki, hangi parti olursa olsun, toplumda ahlak, vicdan ve liyakat eksikse, sonuç değişmeyecektir. Bu sorun bir partinin meselesi değil; bu, bir toplumun kendisiyle yüzleşmesi gereken bir meseledir.

Çöküşün temelinde ahlaki yozlaşma yatar. Ahlak, yalnızca kişisel bir erdem değil; toplumun tüm katmanlarını etkileyen bir değerdir. Bir inşaatın temeline hileli malzeme koyan müteahhitten, buna göz yuman belediye yetkilisine; ruhsatsız binaya sessiz kalan denetçiden, bu düzene ses çıkarmayan vatandaşa kadar herkes bu çöküşün bir parçasıdır.

Sistematik Sorunlar ve Liyakat Erozyonu

Liyakat, bir toplumun gelişimi için vazgeçilmezdir. Ancak Türkiye gibi ülkelerde liyakat, siyasi bağlara, akrabalıklara ve kişisel menfaatlere kurban edilmiştir. Bir pozisyona, işi ehline teslim etmek yerine, yandaşlık, torpil ve rüşvetle atamalar yapılmaktadır. Bunun sonucunda:

1. Ehliyetsizlik: Yetkin olmayan kişiler önemli görevlere getirilir. Bu da karar alma süreçlerinde yanlışlara yol açar.

2. Sistemsizlik: Liyakat yerine sadakat ödüllendirildiğinde, sistemin çarkları işlemez hale gelir. Denetim mekanizmaları çürür, sonuçta felaketler kaçınılmaz olur.

3. Güvensizlik: Halk, sisteme ve yöneticilere olan güvenini yitirir. Her felaketten sonra "Kim sorumlu?" sorusu cevapsız kalır.

Vicdan ve Disiplin Eksikliği

Bir toplumda vicdan yoksa, adaletin tecellisi de mümkün olmaz. Yangında hayatını kaybedenlerin yakınları, enkaz altında kalanların aileleri için adalet arayışı yalnızca kâğıt üstünde kalır. Disiplin ise bu vicdanın somut bir yansımasıdır. Ancak disiplinden yoksun bir toplum, görevini savsaklayan bireylerle doludur.

Disiplinsizlik yalnızca bireysel değil, kurumsal düzeyde de kendini gösterir. Belediyeler, hükümet organları, denetleyici kurumlar... Hepsi görevlerini gerektiği gibi yapmadığında ortaya çıkan kaos, toplumu felaketlere sürükler.

Toplumun Temel Sorunları-Hırs, Menfaat ve Haset

Ahlaki çöküşün temelinde insanın kendi zaafları yatar. Hırs, tamah, kıskançlık ve menfaat duyguları, bireylerin toplumun iyiliğini değil, kendi çıkarlarını önceliklendirmesine yol açar. Şu tabloya bakalım:

Hırs: Daha fazla kazanma, daha hızlı yükselme arzusuyla insanlar birbirini ezmekten çekinmez.

Tamah: Daha fazlasını istemek, hiçbir zaman yetinmemek... Bu açgözlülük toplumsal yozlaşmayı körükler.

Haset ve Çekememezlik: Bir başkasının başarısını, emeğini ve hakkını hazmedememek, toplumsal dayanışmayı imkânsız kılar.

Bu özellikler, toplumun dokusunu parçalayan en büyük tehlikelerdir. Çünkü bunlar, bireylerin ortak bir hedef için çalışmasını değil; birbirini baltalamasını teşvik eder.

Çözüm Nerede?

Sorunun köküne inmek için samimi bir yüzleşme şarttır. Sorun, yalnızca bireylerde değil; aynı zamanda sistemde, değerlerde ve kültürde yatmaktadır. Çözüm önerileri şu şekilde sıralanabilir:

1. Ahlaki Eğitim: Ahlak, toplumun temel taşıdır. Çocukluktan itibaren bireylere doğruluk, dürüstlük ve sorumluluk bilinci aşılanmalıdır. Bu eğitim yalnızca dinî bir çerçevede değil; evrensel etik değerler temelinde verilmelidir.

2. Liyakatin Öncelenmesi: Kamu kurumlarında, özel sektörde ve toplumun her alanında liyakat esas alınmalıdır. Bu, uzun vadede güveni ve kaliteyi artıracaktır.

3. Denetim Mekanizmalarının Güçlendirilmesi: Denetimsizlik, felaketlerin başlıca sebeplerinden biridir. Denetim mekanizmaları bağımsız, tarafsız ve şeffaf bir şekilde çalışmalıdır.

4. Toplumsal Vicdanın Canlandırılması: Vicdan, bireysel bir erdem olmaktan öteye geçmeli, toplumsal bir norm haline gelmelidir. Bu da ancak kültürel değişimle mümkündür.

5. Adaletin Tesisi: Hangi siyasi görüşten, inançtan ya da etnik kökenden olursa olsun, herkesin adalet karşısında eşit olduğunu hissetmesi gerekir. Adaletin olmadığı bir toplumda çürüme kaçınılmazdır.

Sorumluluktan Kaçmanın Bedeli

Bir toplumda herkes suçu bir başkasına atarak sorumluluktan kaçarsa, çöküş kaçınılmaz olur. Felaketlerin ardından yapılan suçlamalar ve siyasi tartışmalar, esas meselenin üzerini örter. Bu noktada sormamız gereken soru şudur: "Ben bu toplumun neresindeyim ve bu çöküşte benim payım nedir?"

Sorun partilerde değil, insanın özündedir. Eğer ahlak, liyakat ve vicdan toplumun temel değerleri haline getirilmezse, daha çok enkazın başında ağıtlar yakılır. Hakikat, ancak bireylerin ve toplumun samimi bir yüzleşme yapmasıyla ortaya çıkar. Ve bu yüzleşme, ne kadar ertelenirse bedeli o kadar ağır olacaktır.

Erol Kekeç/25.01.2025/Sancaktepe/İST


25 Ocak 2025 Cumartesi

Hakikatin Işığında Tevhidi Yaşam

Tevhidi bir yaşam, insanlığı hakka ve adalete ulaştırırken, onun karşısında sorgulamayı reddeden, körü körüne otoriteye boyun eğen, aklını ve vicdanını kullanmayan topluluklar karanlık bir zillet içinde yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Bu durum, toplumsal dokuyu çürüten bir veba gibi her yeri sardığında, insanları hakikatten uzaklaştırır ve insanlığın körelmesine neden olur. Kur’an’ın bu zillet yaşamları tanımlayan ve kınayan ayetleri, bu tür insanların ve toplumların özelliklerini gözler önüne sererken, aynı zamanda uyarıcı bir rehberlik sunmaktadır.

Tevbe Suresi, 31. ayet, insanların sorgulamadan dini otoriteleri ilahlaştırmasının ne denli büyük bir sapkınlık olduğunu dile getirir. “Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa onlar, sadece bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı.” İnsanların, Allah’tan başka mercilere koşulsuz itaat ederek akıl ve vicdanlarını ipotek etmeleri, tevhidin ruhunu zedeler ve zulmün yerleşmesine sebep olur. Böyle topluluklar, ilahî emirden yüz çevirip liderlerini yüceltir ve kendi karanlıklarını üretirler.

Ahzab Suresi, 67-68. ayetlerde, körü körüne liderlerine tabi olan insanların pişmanlıklarını şu şekilde dile getirdikleri aktarılır: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik; onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki katını ver ve onları büyük bir lanetle lanetle.” Bu insanlar, akıl ve vicdanlarını terk ederek kendi hezimetlerini hazırlamışlardır. Adeta bir sürü gibi yönetilen bu insanlar, sonunda yalnızca kendi köleleşmelerini hızlandırmıştır.

Şuara Suresi, 97-98. ayetlerde, batıl yolların yolcuları şöyle bir itirafta bulunur: “Vallahi, biz apaçık bir sapkınlık içindeydik. Çünkü sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” İlahi hakikatten saparak kendilerine sahte rabler edinenler, dünyada inşa ettikleri bu batıl düzenin ahirette yıkılışını acıyla izlerler. Bu, toplumsal körlüğün en net ifadesidir.

Yasin Suresi, 60-62. ayetlerde, insanlığa verilen açık uyarılar dile getirilir: “Ey Âdemoğulları! Ben size, ‘Şeytana tapmayın; çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır’ demedim mi? Bana kulluk edin. İşte bu, doğru yoldur. Andolsun ki o (şeytan), sizden birçok nesli başarıyla yoldan çıkarmıştı. Hâlâ aklınızı kullanamayacak mısınız?” Bu uyarı, insanın akıl ve iradesini kullanarak şeytani yollardan uzaklaşmasını öğütler. Ancak bir toplum, şehvet ve ihtirasların kölesi olmuşsa, bu çağrı karşılıksız kalır.

Hacc Suresi, 46. ayette düşünmeme gafletine dikkat çekilir: “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendileriyle düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; ama göğüslerdeki kalpler kör olur.” Bu ayet, manevi körlüğün ve zihinsel ataletten doğan felaketin ifadesidir. Bu tür insanlar, gördüklerini anlamaz, duyduklarını kavrayamaz ve hakikati idrak edemez hale gelirler.

Furkan Suresi, 43. ayette kişinin nefsini ilahlaştırması şöyle kınanır: “Heva ve hevesini (arzusunu) ilah edinen kimseyi gördün mü?” Toplumun bireyleri, kendi ihtiras ve tutkularını putlaştırdığında, hakikatin yerini boş bir kibir alır ve toplum tefrikaya sürüklenir. Bu kibir, yozlaşmanın temel taşlarından biridir.

Bakara Suresi, 18. ayette manevi körlük, sağırlık ve dilsizlik metaforlarıyla şu şekilde anlatılır: “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu nedenle hakka dönmezler.” Bu kişiler, hakikatin ışığını görmekten ve onu ifade etmekten yoksundur; adeta kendi oluşturdukları bataklıkta çırpınırlar.

Hud Suresi, 28. ayette, Nuh Peygamber’in şu sözü aktarılır: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere bulunuyorsam ve O, kendi katından bana bir rahmet verdiyse, size de onu göremediyseniz, biz sizi ona zorla mı ulaştıracağız?” İnsanların önyargıları, hakikate karşı duyarsızlıkları ve inkârları onları kurtuluştan uzaklaştırır.

Bu ayetlerin her biri, karanlığa gömülen toplumların ortak özelliklerini tanımlar: akıl ve iradenin rafa kaldırıldığı, körü körüne bir itaatin benimsendiği ve heva ile hevesin yaşamın belirleyicisi haline geldiği bir yaşam. Bu yaşam biçimi, sadece bireyin değil, toplumun da yozlaşmasına, insan onurunun zedelenmesine ve adaletin yerini zulmün almasına yol açar. Tevhidi yaşam, bu karanlığı ortadan kaldırmayı hedefler ve hakikati diriltmek için bir kurtuluş yolu sunar.

Erol Kekeç/24.01.2025/Namazgah/İST

Sorgulamanın Gücü ve Toplumsal Dönüşüm

Deveye sormuşlar: “Yağmur ve dolu yağan bir havada mı yoksa karlı havada mı yürümeyi seversin?” Deve cevap vermiş: “Güneşli havaya ne olmuş?”

Şimdi, bu basit görünen cevabı bir köşe başının ya da felsefe dersi olarak değerlendirmek yerine, toplumların zihinsel yapısına uyguladığımızda ne kadar ironik olduğunu görüyoruz. Bazı toplumlar o kadar şaşırtıcı bir dar düşünceye hapsolmuş ki, deve kadar bile pragmatik olamıyorlar.

Şimdi size şu soruyu sormak istiyorum: Sizce bir topluma deseniz ki, “Sizi yönetenler iyi yönetmiyor,” onlar size hangi cevabı verir?

Büyük ihtimalle, “Eee, o gitsin de filanca mı gelsin?” derler. İşte sorun tam burada başlıyor. Oysa ki mesele sadece birini indirmek ya da yerine birini getirmek değil. Mesele, neden hep yağmur, dolu ya da karın seçenekler olarak masada olduğunu sorgulamamak. Peki, “Güneşin herkese eşit ve adil yansıdığı bir günü” neden hayal edemiyoruz? Neden o seçeneğin de masada olması gerektiğini akıl etmiyoruz?

Toplumların bu kadar dar bir vizyona mahkûm olmasının nedeni ne?

Eleştirinin Kaynağına Yolculuk

Öncelikle, bireylerin ve toplumların bir çoğunun “değişim” denilince neden sadece eskiyi yenisiyle değiştirme olarak algıladığına bakalım. Bu, alışılışmış bir düşünce yapısından kaynaklanıyor: “Benim bildiğim dünya bu; ya bu sistem devam eder ya da diğerine geçeriz.” Bunun ötesine geçememe hali, hem korkudan hem de şartlanmış beyinlerden kaynaklanıyor.

Oysa ki sorun sadece insanları kimin yönettiği değil. Sorun, yönetim sisteminin kendisi, adaletin nasıl işlediği, kaynakların nasıl dağıtıldığı ve en önemlisi “yönetilme” fikrine neden bu kadar muhtaç hissedildiği.

Toplumlara göre neden hep iki seçenek var?

“A giderse B gelir.”

“Yağmurdan kaçarsan doluya tutulursun.”

“Ya o parti ya bu parti.”

İşte tam burada sorular başlar: Güneşli bir hava neden bu denklemde yer almıyor?

Güneşli Havaya Ne Oldu?

Güneş, adaletin, eşitliğin ve herkese aynı mesafede duran bir sistemin sembolü olsun. Düşünün ki, bir düzende ne insanlar ne kaynaklar ne de haklar belli bir zümreye ya da grubun menfaatlerine hizmet ediyor. Böyle bir sistemde insanlar sadece yaşanabilir. Peki bu neden imkansız gibi görülüyor?

Çünkü toplumsal algı, mevcut düzene öyle bir bağlanıyor ki, değişim fikri bile sistem içinde dönen yeni bir aktörle sınırlanıyor. Oysa devrimci bir fikir, aktörleri değil sistemi değiştirir. Yani mesele yağmur ya da karın ötesine geçip güneşi hayal edebilmekte.

Neden Güneşi Düşünmüyorsunuz?

Bir toplum şayet, “Güneşli bir havanın” olamayacağına kendini inandırmışsa, aslında kendi bağımsız karar verme yetisini kaybetmiştir. Kendi düşüncesini oluşturamaz hale gelir. Yönetenler de zaten bu noktada devreye girer: “Onlar sorgulamaz; biz ne sunarsak o.”

Halkın bir bölümü de şöyle düşünür: “Bizi zaten kimse dinlemez ki.” Bu yüzden otoriteye boyun eğmek, düzene karışmamak, sadece yaşayıp gitmek gibi pasif bir kabullenme hali geliştirir. Bu kadar pasif bir yaklaşımla, güneşin şansı nasıl olabilir?

Bir Çözüm Hayali- Güneşin Eşit Açtığı Toplumlar

Toplumları yağmur ve karın dışına düşünmeye teşviki, öncelikle bireylerin hayal kurma yeteneğini geri kazandırmakla başlar. Hayal kuramayan birey, köle birey olur. Birileri onun yerine karar verir. Onun yerine yağmurla dolu arasında seçim yapar. Halbuki bireyin sorgulaması lazım: “Ben neden böyle bir düzene muhtaç olayım? Neden ben kendim güneşli havayı yaratmayayım?”

İşte bu soruları sormaya başlayan birey, karşısında şu tepkileri bulur:

  1. “Hayalperestsin!”

  2. “Bu sistem böyle gelmiş böyle gider.”

  3. “Başkaları da denedi; olmadı.”

Ama bu tepkiler, zaten eski zihniyetin kalıntılarından başka bir şey değildir. Güneşi düşünmeye cesaret eden birey, bunlara kulak asmadan yüreğini açar ve kendi düşüncesini oluşturur. Ancak böyle bir bireysel dönüşüm, toplumsal dönüşümün ilk adımı olabilir.

Son Sözü Deveye Bırakalım

Devenin çok basit bir soruyla şimdiki toplumsal gerçekleri özetlemesi, bize sorgulamanın gücünü hatırlatıyor. Düşünmek, sorgulamak ve yeni yollar hayal etmek aslında deve kadar basit olabilir. Ancak bunu yapacak cesareti olmayan toplumların, yağmur ve kar arasında kaybolmaya mahkum olduğunu bir kez daha görüyoruz. Siz siz olun, güneşe şans verin.

Erol Kekeç/23.01.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!