Bu Blogda Ara

25 Ocak 2025 Cumartesi

Hakikatin Işığında Tevhidi Yaşam

Tevhidi bir yaşam, insanlığı hakka ve adalete ulaştırırken, onun karşısında sorgulamayı reddeden, körü körüne otoriteye boyun eğen, aklını ve vicdanını kullanmayan topluluklar karanlık bir zillet içinde yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Bu durum, toplumsal dokuyu çürüten bir veba gibi her yeri sardığında, insanları hakikatten uzaklaştırır ve insanlığın körelmesine neden olur. Kur’an’ın bu zillet yaşamları tanımlayan ve kınayan ayetleri, bu tür insanların ve toplumların özelliklerini gözler önüne sererken, aynı zamanda uyarıcı bir rehberlik sunmaktadır.

Tevbe Suresi, 31. ayet, insanların sorgulamadan dini otoriteleri ilahlaştırmasının ne denli büyük bir sapkınlık olduğunu dile getirir. “Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa onlar, sadece bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı.” İnsanların, Allah’tan başka mercilere koşulsuz itaat ederek akıl ve vicdanlarını ipotek etmeleri, tevhidin ruhunu zedeler ve zulmün yerleşmesine sebep olur. Böyle topluluklar, ilahî emirden yüz çevirip liderlerini yüceltir ve kendi karanlıklarını üretirler.

Ahzab Suresi, 67-68. ayetlerde, körü körüne liderlerine tabi olan insanların pişmanlıklarını şu şekilde dile getirdikleri aktarılır: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik; onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki katını ver ve onları büyük bir lanetle lanetle.” Bu insanlar, akıl ve vicdanlarını terk ederek kendi hezimetlerini hazırlamışlardır. Adeta bir sürü gibi yönetilen bu insanlar, sonunda yalnızca kendi köleleşmelerini hızlandırmıştır.

Şuara Suresi, 97-98. ayetlerde, batıl yolların yolcuları şöyle bir itirafta bulunur: “Vallahi, biz apaçık bir sapkınlık içindeydik. Çünkü sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” İlahi hakikatten saparak kendilerine sahte rabler edinenler, dünyada inşa ettikleri bu batıl düzenin ahirette yıkılışını acıyla izlerler. Bu, toplumsal körlüğün en net ifadesidir.

Yasin Suresi, 60-62. ayetlerde, insanlığa verilen açık uyarılar dile getirilir: “Ey Âdemoğulları! Ben size, ‘Şeytana tapmayın; çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır’ demedim mi? Bana kulluk edin. İşte bu, doğru yoldur. Andolsun ki o (şeytan), sizden birçok nesli başarıyla yoldan çıkarmıştı. Hâlâ aklınızı kullanamayacak mısınız?” Bu uyarı, insanın akıl ve iradesini kullanarak şeytani yollardan uzaklaşmasını öğütler. Ancak bir toplum, şehvet ve ihtirasların kölesi olmuşsa, bu çağrı karşılıksız kalır.

Hacc Suresi, 46. ayette düşünmeme gafletine dikkat çekilir: “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendileriyle düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; ama göğüslerdeki kalpler kör olur.” Bu ayet, manevi körlüğün ve zihinsel ataletten doğan felaketin ifadesidir. Bu tür insanlar, gördüklerini anlamaz, duyduklarını kavrayamaz ve hakikati idrak edemez hale gelirler.

Furkan Suresi, 43. ayette kişinin nefsini ilahlaştırması şöyle kınanır: “Heva ve hevesini (arzusunu) ilah edinen kimseyi gördün mü?” Toplumun bireyleri, kendi ihtiras ve tutkularını putlaştırdığında, hakikatin yerini boş bir kibir alır ve toplum tefrikaya sürüklenir. Bu kibir, yozlaşmanın temel taşlarından biridir.

Bakara Suresi, 18. ayette manevi körlük, sağırlık ve dilsizlik metaforlarıyla şu şekilde anlatılır: “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu nedenle hakka dönmezler.” Bu kişiler, hakikatin ışığını görmekten ve onu ifade etmekten yoksundur; adeta kendi oluşturdukları bataklıkta çırpınırlar.

Hud Suresi, 28. ayette, Nuh Peygamber’in şu sözü aktarılır: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere bulunuyorsam ve O, kendi katından bana bir rahmet verdiyse, size de onu göremediyseniz, biz sizi ona zorla mı ulaştıracağız?” İnsanların önyargıları, hakikate karşı duyarsızlıkları ve inkârları onları kurtuluştan uzaklaştırır.

Bu ayetlerin her biri, karanlığa gömülen toplumların ortak özelliklerini tanımlar: akıl ve iradenin rafa kaldırıldığı, körü körüne bir itaatin benimsendiği ve heva ile hevesin yaşamın belirleyicisi haline geldiği bir yaşam. Bu yaşam biçimi, sadece bireyin değil, toplumun da yozlaşmasına, insan onurunun zedelenmesine ve adaletin yerini zulmün almasına yol açar. Tevhidi yaşam, bu karanlığı ortadan kaldırmayı hedefler ve hakikati diriltmek için bir kurtuluş yolu sunar.

Erol Kekeç/24.01.2025/Namazgah/İST

Sorgulamanın Gücü ve Toplumsal Dönüşüm

Deveye sormuşlar: “Yağmur ve dolu yağan bir havada mı yoksa karlı havada mı yürümeyi seversin?” Deve cevap vermiş: “Güneşli havaya ne olmuş?”

Şimdi, bu basit görünen cevabı bir köşe başının ya da felsefe dersi olarak değerlendirmek yerine, toplumların zihinsel yapısına uyguladığımızda ne kadar ironik olduğunu görüyoruz. Bazı toplumlar o kadar şaşırtıcı bir dar düşünceye hapsolmuş ki, deve kadar bile pragmatik olamıyorlar.

Şimdi size şu soruyu sormak istiyorum: Sizce bir topluma deseniz ki, “Sizi yönetenler iyi yönetmiyor,” onlar size hangi cevabı verir?

Büyük ihtimalle, “Eee, o gitsin de filanca mı gelsin?” derler. İşte sorun tam burada başlıyor. Oysa ki mesele sadece birini indirmek ya da yerine birini getirmek değil. Mesele, neden hep yağmur, dolu ya da karın seçenekler olarak masada olduğunu sorgulamamak. Peki, “Güneşin herkese eşit ve adil yansıdığı bir günü” neden hayal edemiyoruz? Neden o seçeneğin de masada olması gerektiğini akıl etmiyoruz?

Toplumların bu kadar dar bir vizyona mahkûm olmasının nedeni ne?

Eleştirinin Kaynağına Yolculuk

Öncelikle, bireylerin ve toplumların bir çoğunun “değişim” denilince neden sadece eskiyi yenisiyle değiştirme olarak algıladığına bakalım. Bu, alışılışmış bir düşünce yapısından kaynaklanıyor: “Benim bildiğim dünya bu; ya bu sistem devam eder ya da diğerine geçeriz.” Bunun ötesine geçememe hali, hem korkudan hem de şartlanmış beyinlerden kaynaklanıyor.

Oysa ki sorun sadece insanları kimin yönettiği değil. Sorun, yönetim sisteminin kendisi, adaletin nasıl işlediği, kaynakların nasıl dağıtıldığı ve en önemlisi “yönetilme” fikrine neden bu kadar muhtaç hissedildiği.

Toplumlara göre neden hep iki seçenek var?

“A giderse B gelir.”

“Yağmurdan kaçarsan doluya tutulursun.”

“Ya o parti ya bu parti.”

İşte tam burada sorular başlar: Güneşli bir hava neden bu denklemde yer almıyor?

Güneşli Havaya Ne Oldu?

Güneş, adaletin, eşitliğin ve herkese aynı mesafede duran bir sistemin sembolü olsun. Düşünün ki, bir düzende ne insanlar ne kaynaklar ne de haklar belli bir zümreye ya da grubun menfaatlerine hizmet ediyor. Böyle bir sistemde insanlar sadece yaşanabilir. Peki bu neden imkansız gibi görülüyor?

Çünkü toplumsal algı, mevcut düzene öyle bir bağlanıyor ki, değişim fikri bile sistem içinde dönen yeni bir aktörle sınırlanıyor. Oysa devrimci bir fikir, aktörleri değil sistemi değiştirir. Yani mesele yağmur ya da karın ötesine geçip güneşi hayal edebilmekte.

Neden Güneşi Düşünmüyorsunuz?

Bir toplum şayet, “Güneşli bir havanın” olamayacağına kendini inandırmışsa, aslında kendi bağımsız karar verme yetisini kaybetmiştir. Kendi düşüncesini oluşturamaz hale gelir. Yönetenler de zaten bu noktada devreye girer: “Onlar sorgulamaz; biz ne sunarsak o.”

Halkın bir bölümü de şöyle düşünür: “Bizi zaten kimse dinlemez ki.” Bu yüzden otoriteye boyun eğmek, düzene karışmamak, sadece yaşayıp gitmek gibi pasif bir kabullenme hali geliştirir. Bu kadar pasif bir yaklaşımla, güneşin şansı nasıl olabilir?

Bir Çözüm Hayali- Güneşin Eşit Açtığı Toplumlar

Toplumları yağmur ve karın dışına düşünmeye teşviki, öncelikle bireylerin hayal kurma yeteneğini geri kazandırmakla başlar. Hayal kuramayan birey, köle birey olur. Birileri onun yerine karar verir. Onun yerine yağmurla dolu arasında seçim yapar. Halbuki bireyin sorgulaması lazım: “Ben neden böyle bir düzene muhtaç olayım? Neden ben kendim güneşli havayı yaratmayayım?”

İşte bu soruları sormaya başlayan birey, karşısında şu tepkileri bulur:

  1. “Hayalperestsin!”

  2. “Bu sistem böyle gelmiş böyle gider.”

  3. “Başkaları da denedi; olmadı.”

Ama bu tepkiler, zaten eski zihniyetin kalıntılarından başka bir şey değildir. Güneşi düşünmeye cesaret eden birey, bunlara kulak asmadan yüreğini açar ve kendi düşüncesini oluşturur. Ancak böyle bir bireysel dönüşüm, toplumsal dönüşümün ilk adımı olabilir.

Son Sözü Deveye Bırakalım

Devenin çok basit bir soruyla şimdiki toplumsal gerçekleri özetlemesi, bize sorgulamanın gücünü hatırlatıyor. Düşünmek, sorgulamak ve yeni yollar hayal etmek aslında deve kadar basit olabilir. Ancak bunu yapacak cesareti olmayan toplumların, yağmur ve kar arasında kaybolmaya mahkum olduğunu bir kez daha görüyoruz. Siz siz olun, güneşe şans verin.

Erol Kekeç/23.01.2025/Sancaktepe/İST

24 Ocak 2025 Cuma

Sistemin Yansıması-Çıkar Manipülasyon ve İnsan

Toplumlar, tarih boyunca mesleklerin, rollerin ve inanç sistemlerinin etkisiyle şekillenmiş, bu sistemlerde bireylerin aktif ya da pasif rolleri olduğu karmaşık bir yapı oluşturmuştur. Doktor, insanın hastalıklarından geçinir. Avukat, insanın suçlarından geçinir. Ruhban sınıfı, insanın aptallığından geçinir.” ifadesi, toplumların işleyişi ve dinamikleri hakkında keskin bir eleştiriyi yansıtır. Bu eleştiriyi, günümüz toplumlarının ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamlarında ele alarak sorgulayalım...

Doktor-İnsanın Hastalıklarından Geçinen Bir Meslek Grubu

Tıp mesleği, temelinde insan sağlığını koruma ve hastalıkları iyileştirme amacına hizmet eden kutsal bir meslek olarak tanımlanabilir. Ancak modern toplumların tüketim odaklı yapısı ve sağlık sektörünün endüstriyel bir hale gelmesiyle birlikte, bu amacın çarpıtıldığı görülmektedir. Artık birçok doktor, hasta sayılarını artırma, tedavi yerine ilaçlarla hastalığı bastırma veya cerrahi yöntemlerle hızlı para kazanma gibi hedeflerle hareket eden bireyler olarak algılanabiliyor.

Sağlık sektörü, insan sağlığından ticari fayda sağlamanın öne çıktığı bir sektör haline geldi. Örneğin; estetik cerrahların birçok durumda insanın öz saygısını hedef alarak kârlı operasyonlara odaklanması, kalp krizi riski taşıyan bir hastaya sigorta limitleri nedeniyle uygun tedavinin uygulanmaması gibi durumlar bunu açık bir şekilde gösteriyor.

Bir yandan da insanlık tarihindeki hasta-doktor ilişkisinde, bireylerin kendi ihmalleri sonucu sağlıklarını kaybettiği ve bu kayıp üzerinden doktorlara muhtaç oldukları bir döngü ortaya çıkıyor. Tüm bu tabloya baktığımızda doktorların insan hastalıklarından sadece teknik anlamda değil, sosyal ve ekonomik anlamda da faydalandığını görebiliriz.

Avukat-Suçtan Beslenen Meslek

Adalet sisteminin temel taşlarından olan avukatlar, hukuk ihlalleri ve suçlardan doğrudan etkilenir ve bunlardan beslenir. Toplum içinde suçsuz bir düzen ütopik bir ideal olarak kabul edilebilir ancak gerçekte, insanlığın doğası, çıkarları ve karmaşık ilişkileri bu ihtimali ortadan kaldırır. Bu durumda avukatlar, toplum içindeki bireylerin zaafları, bencillikleri veya hataları nedeniyle gelir elde eden bir meslek grubu haline gelir.

Hukuk sisteminin bir hizmet sektörü haline gelmesi ve maliyetlerin düşürülmesi yerine artırılması, adalete erişim konusunda belirli bir sınıfın dışında kalan bireyler yaratıyor. Oysa adalet herkese şeffaf bir şekilde sunulmalı. Fakat mevcut düzende avukatlık mesleği, özelikle daha kârlı davalara ve çıkar ilişkilerinin öne çıktığı alanlara yönelik bir sistemle çalışıyor.

Bir örneğini, devasa şirketlerin veya varlıklı kişilerin avukat ordularıyla kendi menfaatlerini korumasında görebiliriz. Aynı zamanda, suçun ticarileştiği hukuk sisteminde, dürüst olmayan bireylerin sistemi suistimal ederek gerçek mağdurlara haksızlık ettiği de bir gerçektir. İşte bu nükte, hukuk düzeninde işlerin temelinden yanlış şekilde tasarlandığını ortaya koyar.

Ruhban Sınıfı-Aptallıktan Beslenen Sistem

Bu konuda belki de en keskin eleştiri, din adamları ve ruhban sınıfına yöneliktir. Tarih boyunca pek çok din adamı, halkı dini bilgisi veya vicdanı üzerinden etkileyerek kitleleri manipüle etmeyi bir yol olarak görmüştür. Gerçek maneviyatı arıtan bireyler yerine, kendi çıkarlarına hizmet eden bir düzen yaratılmıştır.

Bu sınıf genellikle korku politikaları ve cehaletin yaygınlığı üzerine kuruludur. Dini öne sürerek kendi pozisyonlarını korumaya çalışırlar; bu süreçte bireylerin sorgulama becerisini zedeler ve kitlenin sözde ‘dogmatik’ kurallarla yaşamasını talep ederler. Tarihte, özellikle Ortaçağ Katolik Kilisesi'nde, bilimsel düşüncenin karşısında durulması ve engizisyon mahkemeleri örnekleriyle bunun nasıl işlediğini açıkça görüyoruz.

Modern toplumlarda da maneviyatı geride bırakıp din adına bireylerden maddi kazanç elde eden ve sorgulayan bireyler yerine ‘itaatkar’ bireyler yetiştiren bir anlayış söz konusudur. Bu anlayışın temel dayanağı; bireylerin sorgulamaktan korkması, kitle psikolojisine kapılması ve kendini bir üst otoriteye teslim etmesidir. Oysaki gerçek dindarlık, bireyin kendi aklı ve vicdanıyla bulacağı yoldur; ne bir ruhban sınıfının karşısında diz çökmek ne de kendini körü körüne teslim etmektir.

İnsan Neyi Tercih Edecek?

Bu sözü bize birey ve toplum olarak bir tercih yapmamız gerektiğini hatırlatıyor. İnsanların hastalıklarından, suçlarından ya da aptallıklarından geçinen sistemlerin bir parçası olmamak, farkındalıkla hareket eden bireyler yetiştirmekle mümkün olabilir.

Gerçek bir ilerleme ve kurtuluş, çıkar gruplarının tuzağından kurtularak bilginin, sorgulamanın ve ahlaki değerlerin öncelikli olduğu bir toplum yapısı kurmakla mümkün. Ancak bu noktada sorulması gereken en büyük soru şu: Kendi aklını ve vicdanını rehber edinen bir birey olabilecek miyiz? Yoksa manipülasyonlara ve kitle psikolojisine boyun mu eğeceğiz?

Bahadır Hataylı/24.01.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!