Bu Blogda Ara

25 Ocak 2025 Cumartesi

Sorgulamanın Gücü ve Toplumsal Dönüşüm

Deveye sormuşlar: “Yağmur ve dolu yağan bir havada mı yoksa karlı havada mı yürümeyi seversin?” Deve cevap vermiş: “Güneşli havaya ne olmuş?”

Şimdi, bu basit görünen cevabı bir köşe başının ya da felsefe dersi olarak değerlendirmek yerine, toplumların zihinsel yapısına uyguladığımızda ne kadar ironik olduğunu görüyoruz. Bazı toplumlar o kadar şaşırtıcı bir dar düşünceye hapsolmuş ki, deve kadar bile pragmatik olamıyorlar.

Şimdi size şu soruyu sormak istiyorum: Sizce bir topluma deseniz ki, “Sizi yönetenler iyi yönetmiyor,” onlar size hangi cevabı verir?

Büyük ihtimalle, “Eee, o gitsin de filanca mı gelsin?” derler. İşte sorun tam burada başlıyor. Oysa ki mesele sadece birini indirmek ya da yerine birini getirmek değil. Mesele, neden hep yağmur, dolu ya da karın seçenekler olarak masada olduğunu sorgulamamak. Peki, “Güneşin herkese eşit ve adil yansıdığı bir günü” neden hayal edemiyoruz? Neden o seçeneğin de masada olması gerektiğini akıl etmiyoruz?

Toplumların bu kadar dar bir vizyona mahkûm olmasının nedeni ne?

Eleştirinin Kaynağına Yolculuk

Öncelikle, bireylerin ve toplumların bir çoğunun “değişim” denilince neden sadece eskiyi yenisiyle değiştirme olarak algıladığına bakalım. Bu, alışılışmış bir düşünce yapısından kaynaklanıyor: “Benim bildiğim dünya bu; ya bu sistem devam eder ya da diğerine geçeriz.” Bunun ötesine geçememe hali, hem korkudan hem de şartlanmış beyinlerden kaynaklanıyor.

Oysa ki sorun sadece insanları kimin yönettiği değil. Sorun, yönetim sisteminin kendisi, adaletin nasıl işlediği, kaynakların nasıl dağıtıldığı ve en önemlisi “yönetilme” fikrine neden bu kadar muhtaç hissedildiği.

Toplumlara göre neden hep iki seçenek var?

“A giderse B gelir.”

“Yağmurdan kaçarsan doluya tutulursun.”

“Ya o parti ya bu parti.”

İşte tam burada sorular başlar: Güneşli bir hava neden bu denklemde yer almıyor?

Güneşli Havaya Ne Oldu?

Güneş, adaletin, eşitliğin ve herkese aynı mesafede duran bir sistemin sembolü olsun. Düşünün ki, bir düzende ne insanlar ne kaynaklar ne de haklar belli bir zümreye ya da grubun menfaatlerine hizmet ediyor. Böyle bir sistemde insanlar sadece yaşanabilir. Peki bu neden imkansız gibi görülüyor?

Çünkü toplumsal algı, mevcut düzene öyle bir bağlanıyor ki, değişim fikri bile sistem içinde dönen yeni bir aktörle sınırlanıyor. Oysa devrimci bir fikir, aktörleri değil sistemi değiştirir. Yani mesele yağmur ya da karın ötesine geçip güneşi hayal edebilmekte.

Neden Güneşi Düşünmüyorsunuz?

Bir toplum şayet, “Güneşli bir havanın” olamayacağına kendini inandırmışsa, aslında kendi bağımsız karar verme yetisini kaybetmiştir. Kendi düşüncesini oluşturamaz hale gelir. Yönetenler de zaten bu noktada devreye girer: “Onlar sorgulamaz; biz ne sunarsak o.”

Halkın bir bölümü de şöyle düşünür: “Bizi zaten kimse dinlemez ki.” Bu yüzden otoriteye boyun eğmek, düzene karışmamak, sadece yaşayıp gitmek gibi pasif bir kabullenme hali geliştirir. Bu kadar pasif bir yaklaşımla, güneşin şansı nasıl olabilir?

Bir Çözüm Hayali- Güneşin Eşit Açtığı Toplumlar

Toplumları yağmur ve karın dışına düşünmeye teşviki, öncelikle bireylerin hayal kurma yeteneğini geri kazandırmakla başlar. Hayal kuramayan birey, köle birey olur. Birileri onun yerine karar verir. Onun yerine yağmurla dolu arasında seçim yapar. Halbuki bireyin sorgulaması lazım: “Ben neden böyle bir düzene muhtaç olayım? Neden ben kendim güneşli havayı yaratmayayım?”

İşte bu soruları sormaya başlayan birey, karşısında şu tepkileri bulur:

  1. “Hayalperestsin!”

  2. “Bu sistem böyle gelmiş böyle gider.”

  3. “Başkaları da denedi; olmadı.”

Ama bu tepkiler, zaten eski zihniyetin kalıntılarından başka bir şey değildir. Güneşi düşünmeye cesaret eden birey, bunlara kulak asmadan yüreğini açar ve kendi düşüncesini oluşturur. Ancak böyle bir bireysel dönüşüm, toplumsal dönüşümün ilk adımı olabilir.

Son Sözü Deveye Bırakalım

Devenin çok basit bir soruyla şimdiki toplumsal gerçekleri özetlemesi, bize sorgulamanın gücünü hatırlatıyor. Düşünmek, sorgulamak ve yeni yollar hayal etmek aslında deve kadar basit olabilir. Ancak bunu yapacak cesareti olmayan toplumların, yağmur ve kar arasında kaybolmaya mahkum olduğunu bir kez daha görüyoruz. Siz siz olun, güneşe şans verin.

Erol Kekeç/23.01.2025/Sancaktepe/İST

24 Ocak 2025 Cuma

Sistemin Yansıması-Çıkar Manipülasyon ve İnsan

Toplumlar, tarih boyunca mesleklerin, rollerin ve inanç sistemlerinin etkisiyle şekillenmiş, bu sistemlerde bireylerin aktif ya da pasif rolleri olduğu karmaşık bir yapı oluşturmuştur. Doktor, insanın hastalıklarından geçinir. Avukat, insanın suçlarından geçinir. Ruhban sınıfı, insanın aptallığından geçinir.” ifadesi, toplumların işleyişi ve dinamikleri hakkında keskin bir eleştiriyi yansıtır. Bu eleştiriyi, günümüz toplumlarının ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamlarında ele alarak sorgulayalım...

Doktor-İnsanın Hastalıklarından Geçinen Bir Meslek Grubu

Tıp mesleği, temelinde insan sağlığını koruma ve hastalıkları iyileştirme amacına hizmet eden kutsal bir meslek olarak tanımlanabilir. Ancak modern toplumların tüketim odaklı yapısı ve sağlık sektörünün endüstriyel bir hale gelmesiyle birlikte, bu amacın çarpıtıldığı görülmektedir. Artık birçok doktor, hasta sayılarını artırma, tedavi yerine ilaçlarla hastalığı bastırma veya cerrahi yöntemlerle hızlı para kazanma gibi hedeflerle hareket eden bireyler olarak algılanabiliyor.

Sağlık sektörü, insan sağlığından ticari fayda sağlamanın öne çıktığı bir sektör haline geldi. Örneğin; estetik cerrahların birçok durumda insanın öz saygısını hedef alarak kârlı operasyonlara odaklanması, kalp krizi riski taşıyan bir hastaya sigorta limitleri nedeniyle uygun tedavinin uygulanmaması gibi durumlar bunu açık bir şekilde gösteriyor.

Bir yandan da insanlık tarihindeki hasta-doktor ilişkisinde, bireylerin kendi ihmalleri sonucu sağlıklarını kaybettiği ve bu kayıp üzerinden doktorlara muhtaç oldukları bir döngü ortaya çıkıyor. Tüm bu tabloya baktığımızda doktorların insan hastalıklarından sadece teknik anlamda değil, sosyal ve ekonomik anlamda da faydalandığını görebiliriz.

Avukat-Suçtan Beslenen Meslek

Adalet sisteminin temel taşlarından olan avukatlar, hukuk ihlalleri ve suçlardan doğrudan etkilenir ve bunlardan beslenir. Toplum içinde suçsuz bir düzen ütopik bir ideal olarak kabul edilebilir ancak gerçekte, insanlığın doğası, çıkarları ve karmaşık ilişkileri bu ihtimali ortadan kaldırır. Bu durumda avukatlar, toplum içindeki bireylerin zaafları, bencillikleri veya hataları nedeniyle gelir elde eden bir meslek grubu haline gelir.

Hukuk sisteminin bir hizmet sektörü haline gelmesi ve maliyetlerin düşürülmesi yerine artırılması, adalete erişim konusunda belirli bir sınıfın dışında kalan bireyler yaratıyor. Oysa adalet herkese şeffaf bir şekilde sunulmalı. Fakat mevcut düzende avukatlık mesleği, özelikle daha kârlı davalara ve çıkar ilişkilerinin öne çıktığı alanlara yönelik bir sistemle çalışıyor.

Bir örneğini, devasa şirketlerin veya varlıklı kişilerin avukat ordularıyla kendi menfaatlerini korumasında görebiliriz. Aynı zamanda, suçun ticarileştiği hukuk sisteminde, dürüst olmayan bireylerin sistemi suistimal ederek gerçek mağdurlara haksızlık ettiği de bir gerçektir. İşte bu nükte, hukuk düzeninde işlerin temelinden yanlış şekilde tasarlandığını ortaya koyar.

Ruhban Sınıfı-Aptallıktan Beslenen Sistem

Bu konuda belki de en keskin eleştiri, din adamları ve ruhban sınıfına yöneliktir. Tarih boyunca pek çok din adamı, halkı dini bilgisi veya vicdanı üzerinden etkileyerek kitleleri manipüle etmeyi bir yol olarak görmüştür. Gerçek maneviyatı arıtan bireyler yerine, kendi çıkarlarına hizmet eden bir düzen yaratılmıştır.

Bu sınıf genellikle korku politikaları ve cehaletin yaygınlığı üzerine kuruludur. Dini öne sürerek kendi pozisyonlarını korumaya çalışırlar; bu süreçte bireylerin sorgulama becerisini zedeler ve kitlenin sözde ‘dogmatik’ kurallarla yaşamasını talep ederler. Tarihte, özellikle Ortaçağ Katolik Kilisesi'nde, bilimsel düşüncenin karşısında durulması ve engizisyon mahkemeleri örnekleriyle bunun nasıl işlediğini açıkça görüyoruz.

Modern toplumlarda da maneviyatı geride bırakıp din adına bireylerden maddi kazanç elde eden ve sorgulayan bireyler yerine ‘itaatkar’ bireyler yetiştiren bir anlayış söz konusudur. Bu anlayışın temel dayanağı; bireylerin sorgulamaktan korkması, kitle psikolojisine kapılması ve kendini bir üst otoriteye teslim etmesidir. Oysaki gerçek dindarlık, bireyin kendi aklı ve vicdanıyla bulacağı yoldur; ne bir ruhban sınıfının karşısında diz çökmek ne de kendini körü körüne teslim etmektir.

İnsan Neyi Tercih Edecek?

Bu sözü bize birey ve toplum olarak bir tercih yapmamız gerektiğini hatırlatıyor. İnsanların hastalıklarından, suçlarından ya da aptallıklarından geçinen sistemlerin bir parçası olmamak, farkındalıkla hareket eden bireyler yetiştirmekle mümkün olabilir.

Gerçek bir ilerleme ve kurtuluş, çıkar gruplarının tuzağından kurtularak bilginin, sorgulamanın ve ahlaki değerlerin öncelikli olduğu bir toplum yapısı kurmakla mümkün. Ancak bu noktada sorulması gereken en büyük soru şu: Kendi aklını ve vicdanını rehber edinen bir birey olabilecek miyiz? Yoksa manipülasyonlara ve kitle psikolojisine boyun mu eğeceğiz?

Bahadır Hataylı/24.01.2025/Namazgah/İST

23 Ocak 2025 Perşembe

MEŞRUİYETİN SONU TOPLUMSAL ÇÖKÜŞ VE YÖNETİMİN İFLASI

Bir ülkenin geleceği, adaletin, ahlakın ve güvenin hüküm sürdüğü bir kamusal yaşamın varlığına bağlıdır. Ancak ne yazık ki, günümüz toplumlarında bu değerlerin sistemli bir şekilde tahrip edildiğine tanıklık ediyoruz. Denetim mekanizmalarının çıkar gruplarına peşkeş çekildiği, yolsuzlukların devlet kademelerinde kök saldığı, hesap verebilirliğin yerini kayıtsızlık ve sorumsuzluğun aldığı bir yönetim anlayışı, toplumu geri dönüşü zor bir çöküşe sürüklemektedir.

Eğer bir ülkede, denetim eksikliği nedeniyle bir otelde meydana gelen yangında 76 kişi yaşamını yitiriyor ve sorumlular herhangi bir hukuki yaptırımla karşılaşmıyorsa; aynı ay içerisinde sahte içki nedeniyle 100’e yakın insan ölüyor, buna rağmen yetkililer hala görevlerinde kalabiliyorsa, bu durum yalnızca bir yönetim krizinin değil, aynı zamanda toplumsal ahlak ve güvenin çöküşünün açık göstergesidir.

Bu tür trajedilerin ardından istifa etmeyen, halkın karşısına çıkıp özür dilemek yerine koltuğunu koruma derdine düşen yöneticiler, bir ülkenin nasıl içten içe çürüdüğünü gözler önüne seriyor. Halkın huzur ve güven içinde yaşayabilmesi için devletin asli görevi, kamu düzenini sağlamak, bireylerin yaşam hakkını korumak ve topluma karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir. Ancak yaşanan bu tür olaylar, bu görevlerin ihmal edildiğini, hatta birçoğunun bilerek ve isteyerek göz ardı edildiğini göstermektedir.

KAMU GÜVENİRLİĞİNİN ÇÖKÜŞÜ-NEDENLER VE SONUÇLAR

1.Denetim Mekanizmalarının İşlevsizliği

Bir toplumun huzur ve refahını koruyan denetim mekanizmalarının, çıkar gruplarına hizmet eden bir araca dönüşmesi, kamu düzenini temelinden sarsar. Örneğin, otel faciasına neden olan denetim eksikliği, yalnızca bir ihmal değil, aynı zamanda sistemin çürümüşlüğünün açık bir yansımasıdır. Denetim raporlarının sahte verilerle doldurulması, imar ve işletme izinlerinin liyakat yerine rüşvet karşılığı verilmesi, bu tür faciaların zeminini hazırlar.

Bu noktada sorulması gereken kritik soru şudur: Bu denetimsizlik zincirinde yer alan herkes sorumluluk almaktan kaçarken, bir devletin halkına karşı olan sorumluluğu nasıl yerine getirilir? Eğer bir devletin tüm kurumları halkın yaşam hakkını değil, yalnızca belli başlı çıkar gruplarını koruyorsa, o devletin meşruiyetinden söz etmek mümkün müdür?

2. Hesap Verebilirliğin Yok Edilmesi

Bir ülkede, yöneticiler hiçbir şekilde hesap vermek zorunda olmadığını hissettiğinde, bu yalnızca bir yönetim krizi değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküştür. Halkın ödediği vergilerle maaşlarını alan kamu görevlilerinin, yaşanan her trajediden sonra “kader planı” diyerek suçu metafizik olgulara yıkması, halkla dalga geçmekten başka bir şey değildir.

Kamusal görevlerin amacı, toplumun güvenliği ve refahı için çalışmaktır. Ancak yaşanan her trajediden sonra yöneticilerin birbirlerini koruyarak sorumluluk almaktan kaçınması, halkın devlete olan güvenini tamamen yitirmesine neden olur. Bu güven kaybı, yalnızca toplumsal düzeni değil, aynı zamanda bir ülkenin geleceğini de tehlikeye atar.

3. Toplumsal Ahlak ve Dayanışmanın Çöküşü

Denetimsizlik ve hesap verebilirlik eksikliği, yalnızca yöneticilerle sınırlı kalmaz; aynı zamanda toplumun geneline de yayılır. Eğer halk, sorumsuz yöneticilere oy vermeye devam ediyorsa, bu durum, halkın da aynı sorumluluk zincirinin bir parçası olduğunu gösterir. Bir yöneticinin liyakatsizliği kadar, o yöneticiyi göreve getiren halkın tercihleri de sorgulanmalıdır.

Bu noktada, toplumun şu soruyu kendine sorması gerekiyor: “Bir otel yangınında 76 kişi öldüğünde sessiz kalıyorsam, sahte içki nedeniyle 100 kişi öldüğünde bir şey yapmıyorsam, ben de bu sistemin bir parçası haline gelmiyor muyum?” Halkın sessizliği, yalnızca yöneticilerin pervasızlığını artırır ve daha büyük trajedilerin yaşanmasına zemin hazırlar.

BİR ÇAĞRI-HEM TOPLUMA HEM YÖNETİCİLERE

Toplumun her bireyi, bu karanlık tablo karşısında bir tercih yapmak zorundadır. Ya mevcut düzenin çarklarına dahil olarak bu çürümeye ortak olacağız ya da bu düzeni değiştirmek için bir mücadele başlatacağız. Bu noktada yapılması gerekenler şunlardır:

1. Sivil Toplumun Güçlendirilmesi

Toplumun sesi, yalnızca seçim sandığında değil, aynı zamanda sokakta, sosyal medyada ve her türlü meşru platformda yükselmelidir. Sivil toplum kuruluşları, bu tür trajedilere karşı daha güçlü bir duruş sergilemeli, halkın bilinçlenmesi için çaba göstermelidir.

2. Hukukun Üstünlüğünün Tesisi

Sorumluların cezasız kalması, yalnızca yeni suçları teşvik eder. Hukuk sistemi, hiçbir ayrım gözetmeksizin, en küçük memurdan en büyük yöneticiye kadar herkesin hesap vermesini sağlamalıdır.

3. Halkın Bilinçlendirilmesi

Bir toplum, yalnızca bilinçli bireyler sayesinde ayakta kalabilir. Halk, yalnızca kendi çıkarlarını değil, toplumun genel refahını gözeten bireyleri seçmelidir. Oy kullanırken liyakat, ahlak ve dürüstlük gibi kriterler göz önünde bulundurulmalıdır.

4. Yöneticilerin Sorumluluk Alması

Bir yönetici, bulunduğu makamın yalnızca bir imtiyaz değil, aynı zamanda büyük bir sorumluluk olduğunu unutmamalıdır. Bu sorumluluk bilinciyle hareket etmeyen bir yönetim, yalnızca meşruiyetini değil, aynı zamanda toplumun geleceğini de tehlikeye atar.

 MEŞRUİYETİN SONU, MÜCADELENİN BAŞLANGICI

Bir toplumun değerlerini, güvenini ve ahlakını koruyacak olan yine o toplumun kendisidir. Bugün yaşanan denetimsizlikler, hesap verebilirlik eksiklikleri ve toplumsal çöküş, yalnızca kötü bir yönetimin değil, aynı zamanda halkın bilinçsizlik ve ilgisizliğinin de bir sonucudur.

Eğer bu gidişata dur demezsek, yarının trajedileri bugünkünden çok daha büyük olacaktır. Toplum olarak, yöneticilerden hesap sormanın bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluk olduğunu unutmamalıyız. Aksi halde, yalnızca bugünün değil, yarının da vebalini üstlenmiş olacağız.

Bu bir meydan okuma değil, bir çağrıdır: Hem yöneticilere hem topluma... Çünkü bu ülkenin kaderi, yalnızca seçilmişlerin değil, aynı zamanda seçenlerin de elindedir. Ve unutulmamalıdır ki, karanlığa teslim olan bir toplum, yalnızca kendi ışığını değil, gelecek nesillerin umutlarını da söndürür.

Bahadır Hataylı/23.01.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!