Adını temizle Abdullah
16 Nisan 2008
Ahmet Hakan
'Turhan Çömez'in iddiası karşısında ne yapacaksınız?' Ahmet Hakan yazıyor.
Turhan Çömez adlı eski milletvekili, lafı hiç eğip bükmeden seninle ilgili acayip somut bir iddia ortaya atmış...
Şöyle diyor:
"Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan, Bandırma’da bir ilçe tarım müdürüne, Bandırma’da açacakları fabrikanın bulunduğu alanın mera vasfında olduğunu söyleyip komisyonun toplanıp mera vasfının kaldırılmasını istedi. Aynı bürokrata birkaç gün sonra Abdullah Unakıtan, babasının selamını ileterek rüşvet teklif etti. Rüşveti kabul etmeyince de bürokrat ertesi gün görevden alındı."
Çömez’in iddiası bu...
* * *
Sevgili Abdullah...
Bence bu çok ama çok vahim bir iddiadır...
Bence çekirdek aileniz derhal küçük çapta bir toplantı düzenlemelidir.
Sevgili babacığın, babacığına "Sayın Bakan" diye hitap eden sevgili anneciğin, kamu kurumlarıyla ihale görüşmeleri yapan kız kardeşlerin falan derhal bir araya gelmeli ve şu Turhan Çömez denilen adamdan hesap sormalıdır.
Benim gibi bir yazarın "sudan" ve "beş para etmez" bir ironisi karşısında celallenip mahkemeye koşan, "Bu adam bizim onurumuzla oynadı... Onurumuzu ancak 5 milyon kurtarır" diye dava açan sevgili anneciğinin, Turhan Çömez’in yenilmez yutulmaz iddiaları karşısında bir tür Aliye Rona kesilip, "Hadi Abdullah’ım! Koş mahkemeye... Süründür şu Turan Çömez denilen adamı" demesi şart olmuştur...
Bakalım, "Çekirdek Unakıtan ailesi" olarak, çiğnenen onurunuzu kurtarmak için harekete geçecek misiniz?
Turhan Çömez’den hesap soracak mısınız?
Yoksa bu vahim iddia karşısında bir "tıs" sesi bile çıkarmayacak mısınız?
Sevgili Abdullah... Bilesin ki işimi gücümü bırakıp bu olayı takip edeceğim.
Seçime kadar Babacan kardeş
Solda ne zaman hafiften bir boşluk doğsa...
O boşluk "Hikmet Abi" formülüyle aşılırdı...
"Ekim’e kadar Hikmet Abi" cümlesini kim bilir kaç kez duymuşluğumuz vardır...
Peki söyleyin bakalım...
AKP kapatılırsa ve başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin ağır topları yasaklı hale gelirse...
Yeni hükümeti AKP içinden kim kuracak?
Bir "abi" mi? Yoksa bir "kardeş" mi?
Aldığım duyumlara göre...
AKP kapatılırsa, yeni hükümeti kurma görevi bir "kardeş"e verilecekmiş!
O "kardeş" de Ali Babacan olacakmış...
"Seçime kadar Ali Babacan" formülünün işletilmesinin gerekçeleri ise şunlarmış:
BİR: Babacan’ın iddiasız ve düşük profilli oluşu...
İKİ: İyi bir emanetçi vasfına sahip olması...
ÜÇ: Memleketi sağ salim seçime götürebilecek potansiyelin kendisinde var olması...
DÖRT: "İhanet" adı verilen zehirli duyguya sahip olmadığına dair yerleşik kanaat...
TRT nereye?
Yok, "şeriatçı" falan olmaları söz konusu değil...
Öyle olsa...
İbrahim Tatlıses gibi bir adama haftada 150 bin kayme bayılacak kadar cömert olabilirler miydi?
Bence asıl mesele "şeriatçılık" değil...
Hesapsızlık... Öngörüsüzlük...
Şöyle ki:
Bu İbrahim Tatlıses denilen zat, kendi adına yaptığı şov programlarının reyting yapamaması nedeniyle büyük kanallardan sürülmedi mi? Sürüldü...
Küçük kanallarda kendine barınak aramadı mı? Aradı...
Oralarda dahi tutunabildi mi? Tutunamadı...
Bunun üzerine İbo’muz, "jüri üyesi" falan olup var oluşunu sürdürme mücadelesi verdi mi? Verdi...
Orada da mesela bir Bülent Ersoy kadar katma değer yaratabildi mi? Yaratamadı...
Peki bu durumda "Al sana haftalık 150 bin kayme... Dansözüne de 30 bin kayme" falan denilip, "kuyudan adam çıkarma" gayreti nedendir?
Daha "Sen TRT’sin... Fark yaratmalısın... Misyonuna sahip çıkmalısın... Agresif reyting yarışı sana yakışmaz" meselesine gelmedik bile...
Yani "İbo Şov" denilen programın TRT’ye yakışıp yakışmayacağı tartışmasını bir tarafa bıraktık...
Diyelim ki TRT’ciler, "Yakışır" dediler ve yakıştırdılar da...
O zaman...
150 bin kayme bayılmak da ne oluyor?
İbo’nun önüne...
Düşen reytinglerini koyacak, hafiften sönmeye başlamış yıldızından söz edecek, bir "tutunamayan" haline geldiğini anlatacak...
Biri çıkmaz mı koca TRT’de...
Mesela bütün bunlar en azından zorlu mu zorlu bir pazarlığın malzemesi yapılmaz mıydı?
Ya da şöyle soralım:
TRT’ciler, sonunun hüsranla bitmesi mukadder bir macera için, halkın parasını değil de, kendi babalarının paralarını bu kadar pervasız harcarlar mıydı?
Bu Blogda Ara
17 Nisan 2008 Perşembe
16 Nisan 2008 Çarşamba
ŞİİR VE BİR ŞAİR İSMET ÖZEL
Mehmet Butakın / Milliyet Sanat / Eylül 2003 '60 sonrası toplumcu şiirimizin önde gelen isimlerinden biri olarak beliren İsmet Özel, 1970'lerde, toplumcu dünya görüşünden uzaklaştı ve kendi ifadesiyle "Müslüman" oldu. İsmet Özel'in gerek duygu dünyasında gerekse politik tavrında beliren bu değişim uzun yıllar varlığını korudu. Ancak 4 Ağustos 2003 tarihli Milli Görüş Gazetesinde "Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı" başlıklı yazısıyla İslamî kesim ile de politik bağlarını koparan Özel, ağustos ayına tam anlamıyla damgasını vurdu. Hem sol hem sağ kesimde üzerinde çokça konuşulan bu kararıyla İsmet Özel, politik yaşamında bir kez daha isyancı bir tavır sergiledi. Bu konuyla ilgili olarak ilk ve son kez Milliyet Gazetesi'nden Ahmet Tulgar'a konuşan Özel, İslamî kesimin önceliğinin 'çıkar' olduğunu söylediği röportajda "Ben hangi sebeplerle sosyalist olduysam, aynı sebeplerle Müslüman oldum," dedi; ayrıca AKP'yi içten pazarlıklı olmakla suçladı. Sol kesimin bu gelişmeye ilişkin yorumu "Aslında İsmet Özel hiç değişmedi," şeklinde yansıdı. Sağ kesimden yazarlarsa -genel olarak- Özel'in tavır değişikliğinin ciddiye alınması gerektiğini, yaptığı eleştirilerin /değerlendirmelerin samimi ve önemli olduğunu belirtti.
"YANLIŞ hayat doğru yaşanmaz," der Adorno. Modernizmin birbirine benzeyen evleri arasında yaşadığımız yeri bulamamak ne kadar acı. Ya da bulduğumuz her yeri yaşanacak aşkın bir mekân sanmak. 1970'li yıllarda Marksist militan şiirin önemli bir ismiydi İsmet Özel, bir bilinç kırılması sayılabilecek "Amentü" şiirine dek. Bu şiirin amentü değeri yalnızca İslamcı kesimde değil, sol kesimde de büyük bir etki ve hayranlık uyandırdı uzun bir süre: Az değil, 1975 - 2003. Yalnızlık pahasına da olsa büyük, ideallerle geçen bir yirmi sekiz yıl. Bu zaman dilimi içerisinde dahi sadece İslamcıların değil, yaklaşık bütün genç şairlerin heyecanla okuduğu bir karşı şiir'in şairi oldu.
Ancak karşı şiir olmasına karşın sistemle köklü bir etkileşimi olmayan, sadece mırıldanan bir içsel muhalefetin şiiri. İsmet Özel'in dolaylı bir dil ve söyleme yaslanan şiiri, kurumsal sistemden ziyade insanın varoluşunu ve evrensel trajedisini sorgulamaya yöneldi bu yirmi sekiz yıllık zaman diliminde de. Marksist düşünce biçiminden büyük bir gürültüyle ayrıldığında, herkesin merak ve iddia ettiği o kötü şiirleri hiçbir zaman yazmadı İsmet Özel. Asıl sorun bu değildi.
İslamcılık ve ulusal medeniyet
Türkiye'de legal siyasal İslamcılığın kendini Kemalizm üzerinden, en azından Kemalist imkânlar ve modernizm üzerinden var ettiğini biliyoruz. Cumhuriyet ideolojisi, 1950'lere kadarki toplumsal yaşamda İslam'ı öngörülen milli medeniyetin sınırlarına dahil ederek onun siyasal boyutlarını yontmak suretiyle modernist argümanlarla yaşanabilir kılmaya çalışmıştı. Ancak her şey planlandığı gibi gitmeyebilir; gitmedi de. 1950'de Demokrat Parti'nin, yani çevre'nin merkeze karşı kazandığı zaferle işler tersine döndü. Çevresel iktidar, Cumhuriyet ideolojisini dönüştürerek Kemalizm'i bir yumuşama sürecine soktu.
Aslında Türk siyasal İslamcılığı varoluşunu sözünü ettiğimiz çevresel sağ iktidara borçludur. 1960'lı ve 70'li yılların toplumsal hareketliliği içinde İslamcılar'ın kendilerini sağcı olarak tanımlamaları konjönktürel olsa da bunda Kemalist Cumhuriyetçiler karşısında Demokratlar'ın kazandığı çevresel zaferin büyük etkisi olduğu söylenebilir. Ancak 1970'li yılların ortalarına doğru İslamcılığın büyük yapısal değişimler geçirmesi ve Ortadoğu'da kolonyal yönetimler karşısında bir alternatif olarak ortaya çıkması, Türkiye'de de İslamcılığın siyasal yönlerinin gelişmesine ve iktidar talebinde bulunmasına neden oldu.
Sünni şairlikİşte İsmet Özel böyle bir zamanda "Amentü" dedi. Bu Amentü'nün büyük ideallerle ve devrimci bir ruhla söylenildiğinde hiç kuşku yok. Ece Ayhan İslamcı şairlere "Sünni şair" demenin daha doğru olduğunu söyler: "Onlara Sünni şairler dersek böyle bir kullanım daha yerinde olur. Onların yalnızlıklarından yakınmadıkları doğrudur. Sünniliği ben çoğunluk anlamına alırım, buna karşın ve yine de yalnız ve ıssız oluşları benim hep dikkatimi çekmişti... Onlar sıkı şair olabilirler. iş burada değil". İlhan Berk ise İslamcı şairlerden söz ederken her şeye rağmen İsmet Özel için ayrı bir ayraç açmanın mümkün olduğuna işaret eder. (Bkz. Ece Ayhan, "Kolsuz Bir Hattat")
İsmet Özel, bu yirmi beş yılı aşkın zaman diliminde şiirini ideolojik bir aygıt olarak kullanmadı. Ancak İslamcılık üzerinden geliştirmeye çalıştığı milli medeniyetçilik, onun bütünsel kimliğinde ideolojik bir kırılma yaratarak şiirinin ön plana çıkmasını engelledi: "Müslümanlığımızı nevrotik bir muhalefet olarak değil, her adımı kendimiz için kazanç olan bir mücahede süreci olarak kavrayabiliriz". ("Zor Zamanda Konuşmak")
Bu cümleler, İsmet Özel'in İslamcı kimliğinin ve İslam algısının bir işareti olmakla birlikte Türk modernizminin öngördüğü medeniyet tahayyülünün de izlerini taşıyor. İsmet Özel, aslında modern uygarlığın insan zihninde tekabül ettiği algılardan duyduğu utancı da yazdı. Ancak "Amentü" dedikten sonra İslamcıların toplumsal yaşamda varolma mücadelesinin reel koşullarını aramaktan da alıkoyamadı kendini. Özel'in gelinen noktada geliştirdiği söyleme bakılacak olursa, onun muhalif duruşunu içsel pratiklerle koruduğunu gösterse de şair kimliğiyle olmasa bile ideolog kimliğiyle modern ve etik bir Milli Medeniyet'e kapı araladığı görülebilir. Ancak bu medeniyetin sığınmaya elverişli bir çatı olup olmadığı çok da önemli olmayabiliyor kendi yalnızlığıyla yetinmeyenler için. Yağmur yağıyorsa kaçılacak yer çatının altıdır diyordu, Özel. Çatının altında fazla beklemek ise zatürreeye neden olabilir. Ancak yağmur da yağsa, medeniyetin çatıları da çökse kimsenin "Bütün günahlar affedildi, eve dön!" demeye hakkı yok.
Şiirin ve şairin toplumsal işlevinden söz etmenin hiçbir anlamı yok. Sokrates "Şair devlete hiçbir faydası dokunmamış kişidir." der. Gelinen noktada İsmet Özel'in İslamcı iktidara yönelttiği eleştirilerin haklılığını sanırım herkes teslim edecektir. Ancak onun bunca zamandır ulusal İslamcılar'a iktidarın yüceliğini anlatmadığını kim iddia edebilir? Bunun şairin işleviyle ne ölçüde örtüştüğünü tartışmaya gerek var mı? Kaldı ki şiirin ulusal ve ideolojik bir aygıt olarak kullanıldığı yıllar geride kaldı. Bugün şiirin belki de yalnızca bir işlevinden söz edilebilir: İnsanın kendi büyük yalnızlığını anlamlandırma işlevinden. Böylelikle insanın kendi toplumsal günahlarını azaltmasına katkıda bulunmak ve iştahsız muhalif bir ahlâk geliştirmek...İktidara yürümenin yollarını göstermek hiçbir şiirin ve şairin işi değildir. Çünkü en iyi iktidarlar bile doğalarında zulümden parçalar taşırlar. İsmet Özel, bunca yıl çoğunluk içinde bir yalnızlığı yaşadı. Hep anlaşılamamaktan yakındı. Oysa anlaşılması gereken hiçbir şey yoktu, insanın ve özellikle şairin yalnızlığı dışında.
"YANLIŞ hayat doğru yaşanmaz," der Adorno. Modernizmin birbirine benzeyen evleri arasında yaşadığımız yeri bulamamak ne kadar acı. Ya da bulduğumuz her yeri yaşanacak aşkın bir mekân sanmak. 1970'li yıllarda Marksist militan şiirin önemli bir ismiydi İsmet Özel, bir bilinç kırılması sayılabilecek "Amentü" şiirine dek. Bu şiirin amentü değeri yalnızca İslamcı kesimde değil, sol kesimde de büyük bir etki ve hayranlık uyandırdı uzun bir süre: Az değil, 1975 - 2003. Yalnızlık pahasına da olsa büyük, ideallerle geçen bir yirmi sekiz yıl. Bu zaman dilimi içerisinde dahi sadece İslamcıların değil, yaklaşık bütün genç şairlerin heyecanla okuduğu bir karşı şiir'in şairi oldu.
Ancak karşı şiir olmasına karşın sistemle köklü bir etkileşimi olmayan, sadece mırıldanan bir içsel muhalefetin şiiri. İsmet Özel'in dolaylı bir dil ve söyleme yaslanan şiiri, kurumsal sistemden ziyade insanın varoluşunu ve evrensel trajedisini sorgulamaya yöneldi bu yirmi sekiz yıllık zaman diliminde de. Marksist düşünce biçiminden büyük bir gürültüyle ayrıldığında, herkesin merak ve iddia ettiği o kötü şiirleri hiçbir zaman yazmadı İsmet Özel. Asıl sorun bu değildi.
İslamcılık ve ulusal medeniyet
Türkiye'de legal siyasal İslamcılığın kendini Kemalizm üzerinden, en azından Kemalist imkânlar ve modernizm üzerinden var ettiğini biliyoruz. Cumhuriyet ideolojisi, 1950'lere kadarki toplumsal yaşamda İslam'ı öngörülen milli medeniyetin sınırlarına dahil ederek onun siyasal boyutlarını yontmak suretiyle modernist argümanlarla yaşanabilir kılmaya çalışmıştı. Ancak her şey planlandığı gibi gitmeyebilir; gitmedi de. 1950'de Demokrat Parti'nin, yani çevre'nin merkeze karşı kazandığı zaferle işler tersine döndü. Çevresel iktidar, Cumhuriyet ideolojisini dönüştürerek Kemalizm'i bir yumuşama sürecine soktu.
Aslında Türk siyasal İslamcılığı varoluşunu sözünü ettiğimiz çevresel sağ iktidara borçludur. 1960'lı ve 70'li yılların toplumsal hareketliliği içinde İslamcılar'ın kendilerini sağcı olarak tanımlamaları konjönktürel olsa da bunda Kemalist Cumhuriyetçiler karşısında Demokratlar'ın kazandığı çevresel zaferin büyük etkisi olduğu söylenebilir. Ancak 1970'li yılların ortalarına doğru İslamcılığın büyük yapısal değişimler geçirmesi ve Ortadoğu'da kolonyal yönetimler karşısında bir alternatif olarak ortaya çıkması, Türkiye'de de İslamcılığın siyasal yönlerinin gelişmesine ve iktidar talebinde bulunmasına neden oldu.
Sünni şairlikİşte İsmet Özel böyle bir zamanda "Amentü" dedi. Bu Amentü'nün büyük ideallerle ve devrimci bir ruhla söylenildiğinde hiç kuşku yok. Ece Ayhan İslamcı şairlere "Sünni şair" demenin daha doğru olduğunu söyler: "Onlara Sünni şairler dersek böyle bir kullanım daha yerinde olur. Onların yalnızlıklarından yakınmadıkları doğrudur. Sünniliği ben çoğunluk anlamına alırım, buna karşın ve yine de yalnız ve ıssız oluşları benim hep dikkatimi çekmişti... Onlar sıkı şair olabilirler. iş burada değil". İlhan Berk ise İslamcı şairlerden söz ederken her şeye rağmen İsmet Özel için ayrı bir ayraç açmanın mümkün olduğuna işaret eder. (Bkz. Ece Ayhan, "Kolsuz Bir Hattat")
İsmet Özel, bu yirmi beş yılı aşkın zaman diliminde şiirini ideolojik bir aygıt olarak kullanmadı. Ancak İslamcılık üzerinden geliştirmeye çalıştığı milli medeniyetçilik, onun bütünsel kimliğinde ideolojik bir kırılma yaratarak şiirinin ön plana çıkmasını engelledi: "Müslümanlığımızı nevrotik bir muhalefet olarak değil, her adımı kendimiz için kazanç olan bir mücahede süreci olarak kavrayabiliriz". ("Zor Zamanda Konuşmak")
Bu cümleler, İsmet Özel'in İslamcı kimliğinin ve İslam algısının bir işareti olmakla birlikte Türk modernizminin öngördüğü medeniyet tahayyülünün de izlerini taşıyor. İsmet Özel, aslında modern uygarlığın insan zihninde tekabül ettiği algılardan duyduğu utancı da yazdı. Ancak "Amentü" dedikten sonra İslamcıların toplumsal yaşamda varolma mücadelesinin reel koşullarını aramaktan da alıkoyamadı kendini. Özel'in gelinen noktada geliştirdiği söyleme bakılacak olursa, onun muhalif duruşunu içsel pratiklerle koruduğunu gösterse de şair kimliğiyle olmasa bile ideolog kimliğiyle modern ve etik bir Milli Medeniyet'e kapı araladığı görülebilir. Ancak bu medeniyetin sığınmaya elverişli bir çatı olup olmadığı çok da önemli olmayabiliyor kendi yalnızlığıyla yetinmeyenler için. Yağmur yağıyorsa kaçılacak yer çatının altıdır diyordu, Özel. Çatının altında fazla beklemek ise zatürreeye neden olabilir. Ancak yağmur da yağsa, medeniyetin çatıları da çökse kimsenin "Bütün günahlar affedildi, eve dön!" demeye hakkı yok.
Şiirin ve şairin toplumsal işlevinden söz etmenin hiçbir anlamı yok. Sokrates "Şair devlete hiçbir faydası dokunmamış kişidir." der. Gelinen noktada İsmet Özel'in İslamcı iktidara yönelttiği eleştirilerin haklılığını sanırım herkes teslim edecektir. Ancak onun bunca zamandır ulusal İslamcılar'a iktidarın yüceliğini anlatmadığını kim iddia edebilir? Bunun şairin işleviyle ne ölçüde örtüştüğünü tartışmaya gerek var mı? Kaldı ki şiirin ulusal ve ideolojik bir aygıt olarak kullanıldığı yıllar geride kaldı. Bugün şiirin belki de yalnızca bir işlevinden söz edilebilir: İnsanın kendi büyük yalnızlığını anlamlandırma işlevinden. Böylelikle insanın kendi toplumsal günahlarını azaltmasına katkıda bulunmak ve iştahsız muhalif bir ahlâk geliştirmek...İktidara yürümenin yollarını göstermek hiçbir şiirin ve şairin işi değildir. Çünkü en iyi iktidarlar bile doğalarında zulümden parçalar taşırlar. İsmet Özel, bunca yıl çoğunluk içinde bir yalnızlığı yaşadı. Hep anlaşılamamaktan yakındı. Oysa anlaşılması gereken hiçbir şey yoktu, insanın ve özellikle şairin yalnızlığı dışında.
14 Nisan 2008 Pazartesi
PARADOKSAL UYUM
Taklit döneminde birçok insan görünüşte her şeyle uyum içindedir, oysa içte kendi kafalarını bile aydınlatamazlar. Onları bu işe iten, ilişki kurdukları insanların bayağılıkları ve alçaklılıklarıdır. Bayağı sıradan bir dünyada insanların tüm ilişkilerini sorgulamak gerekir. Taklitçilik insanların özgür düşünce mekanizmalarını yok eden bir hastalıktır. Her ne kadar Tarde taklidin çok olumlu fonksiyonlarını anlatsada, günlük yaşamlar dikkate alındğında, taklit bir virüs gibi insanların özgür düşünce hücrelerini kemirmektedir.
İnsanlar, iç dünyaları ile toplumsal ilişkilerinin çatışma halinde olduğunu gizlemek için yapay uyumlar oluşturmaktadır. Bu yapay uyumların yatay ve dikey boyutta genişlemesinin en önemli sebeblerinden biri de, birbirlerini taklit etmelerinden başka bir şey değildir. Taklit deyip geçmemek gerekir, taklit öyle bir virüstür ki, en kuvvetli uyuşturuculardan dahi şiddetli etkilere sahiptir, uyuşturma yönünden… İnsanları kimyasal ve biyolojik uyuşturucuların bağımlılığından kurtarmak için, çeşitli kuruluşlar oluşturulmaktadır. Bu kuruluşların fonksiyonel olabilmesi için, öncelikle insanları sosyal uyuşturucuların etki alanından çıkarmak gerekir. Bu sosyal uyuşturucuların başında da taklit gelmektedir. Atalarımız boşuna söyelememiştir,’körle yatan şaşı kalkar, kır atın yanında kalan ya huyundan ya suyundan alır’ diye. Bunlar birer tecrübe olarak bizlere aktarılmaktadır. Onların bu doğrularından yararlanarak yürürsek umarım bir nebze de olsa çözümsüzlükten kurtulmuş oluruz.
Özellikle gençlerin, birilerinin yapmış olduğu bir eylemi sorgulamadan bende bir yapayım hele nasıl bir şeydir dedikleri bir çağda, taklitçilik hızla ivme kazanmaktadır. Hızlanan ve yayılan bu eylemler çok kısa sürede etkisini kitlelere taşımaktadır. Kitlelere mal olan bir eylemi durdurmak oldukça zordur. O halde yapılması gereken kimyasal uyuşturucuların bağımlılığından önce, insanları sosyal ve psikolojik bağımlılıklardan kurtarmaktır. Bireyler psiko sosyal yönden nerde tatmin olurlarsa, o alandan kolay kolay kurtulamazlar. İnsanın psiko sosyal denge profiline iyi dikkat etmek gerekir. Bu dengede bir sarsılma olursa, biyolojik fizyolojikve kimyasal iyileştirme mekanizmalarının herhangi bir etkisi olmaz, hastalık nerdeyse oranın tedavi edilmesi gerekir. Midesi ağrıyan bir insanı ortopedide tedavi altına almak ne kadar komik ve anlaşılmaz ise bu durumda ondan farklı değildir. Psiko sosyal yaşamdan bağımsız düşünülen insan için, insan sosyal bir varlıktır tekerlemesi bir masalın giriş bölümünden farksızdır. O halde her sosyal sistem yönettiği insanlarına sadece biyolojik bir varlık gözüyle bakmaktan vazgeçmelidir. Tüm kurum ve kuruluşlarını da bu anlayışa göre yeniden düzenlemelidir. Aksi takdirde sorunlarını hiç anlayamayacağı ve çözüm yollarını bulmakta da çok zorlanacağı insanlar türeyecektir.
Sistemlere bir bakılırsa, hemen hemen hepsi kendisini sosyal bir sistem olarak adlandırmaktadır. Ama insana yaklaşımları ise üretim ve boşaltım sistemlerine sahip biyolojik bir varlık gibidir. Çağdaş sosyal sistemler de insanı manişizmin bir parçası olarak algılamaktadır. Manişizm sürecinde makinenin her hangi bir parçası bozulursa, mekanik olarak yeniden düzeltilebilir. Oysa insan ne mekanik bir araç ne de sadece biyolojik bir varlıktır. İnsan psikolojik ve sosyal yönü ağırlıklı biyolojik bir varlıktır. Yani Aristonun deyimiyle’Düşünen canlı ya da politik canlıdır.’İnsanı düşünme, algılama, kavrama, özgür kararlar verebilme ve kendi geleceğini yeniden kurabilecek potansiyel enerjiyi içinde taşıyan en üstün canlı olarak görmediğimiz sürece, insanın sorun olmaktan çıkarıldığı bir dünyayı asla kuramayız.
Büyüyen her çocuk kendini bir takımın taraftarı olarak bulmakta ya da bir akıntının içinde akarken görmektedir. Bu tür eylemlerin özgür iradeyle gerçekleştiğini iddia edebilir miyiz? Siyasi sistemler kendileri açısından böyle bir gerçekliği belki arzulamaktadır, ama şunu bilmesi gerekir ki, birbirine yabancı, kalabalıklar içinde yalnızları oynayan, sorunları hergün daha da bir çoğalan varlıklar üretmektedir. Akıntıya kurban giden insanları, bu kitleler içinde uyumlu sansanızda, bunlar kendi içinde paradoksal bir yaşamın kurbanı olmuşlardır. Neden insanlar böylesi bir yalnızlığa terk edilir. Sosyal nizam pramidinin tepesinde sürekli kalmayı arzulayanlar yanılmasınlar, kendi iç dünyaları karışık insanların, dış dünyada gösterdikleri uyumlu grafik tabloları sadece yapay göstergelerdir. Bu yapay hayatlar üzerine çöreklenmiş zirve yarışçıları, yukardan aşağıya yuvarlandıkları zaman, neden böyle oldu demesinler diye kısa ve öz olarak bazı hatırlatmalarda bulunalım dedik. Çünkü biz biliyoruz zirveden düşen insanların düşüşlerinin çok trajik olacağını…
Yıl:16.03.2004
Saat:10.00---11.50
Kadıköy(F.B.Merkezi)
(E.KEKEÇ)İST.
İnsanlar, iç dünyaları ile toplumsal ilişkilerinin çatışma halinde olduğunu gizlemek için yapay uyumlar oluşturmaktadır. Bu yapay uyumların yatay ve dikey boyutta genişlemesinin en önemli sebeblerinden biri de, birbirlerini taklit etmelerinden başka bir şey değildir. Taklit deyip geçmemek gerekir, taklit öyle bir virüstür ki, en kuvvetli uyuşturuculardan dahi şiddetli etkilere sahiptir, uyuşturma yönünden… İnsanları kimyasal ve biyolojik uyuşturucuların bağımlılığından kurtarmak için, çeşitli kuruluşlar oluşturulmaktadır. Bu kuruluşların fonksiyonel olabilmesi için, öncelikle insanları sosyal uyuşturucuların etki alanından çıkarmak gerekir. Bu sosyal uyuşturucuların başında da taklit gelmektedir. Atalarımız boşuna söyelememiştir,’körle yatan şaşı kalkar, kır atın yanında kalan ya huyundan ya suyundan alır’ diye. Bunlar birer tecrübe olarak bizlere aktarılmaktadır. Onların bu doğrularından yararlanarak yürürsek umarım bir nebze de olsa çözümsüzlükten kurtulmuş oluruz.
Özellikle gençlerin, birilerinin yapmış olduğu bir eylemi sorgulamadan bende bir yapayım hele nasıl bir şeydir dedikleri bir çağda, taklitçilik hızla ivme kazanmaktadır. Hızlanan ve yayılan bu eylemler çok kısa sürede etkisini kitlelere taşımaktadır. Kitlelere mal olan bir eylemi durdurmak oldukça zordur. O halde yapılması gereken kimyasal uyuşturucuların bağımlılığından önce, insanları sosyal ve psikolojik bağımlılıklardan kurtarmaktır. Bireyler psiko sosyal yönden nerde tatmin olurlarsa, o alandan kolay kolay kurtulamazlar. İnsanın psiko sosyal denge profiline iyi dikkat etmek gerekir. Bu dengede bir sarsılma olursa, biyolojik fizyolojikve kimyasal iyileştirme mekanizmalarının herhangi bir etkisi olmaz, hastalık nerdeyse oranın tedavi edilmesi gerekir. Midesi ağrıyan bir insanı ortopedide tedavi altına almak ne kadar komik ve anlaşılmaz ise bu durumda ondan farklı değildir. Psiko sosyal yaşamdan bağımsız düşünülen insan için, insan sosyal bir varlıktır tekerlemesi bir masalın giriş bölümünden farksızdır. O halde her sosyal sistem yönettiği insanlarına sadece biyolojik bir varlık gözüyle bakmaktan vazgeçmelidir. Tüm kurum ve kuruluşlarını da bu anlayışa göre yeniden düzenlemelidir. Aksi takdirde sorunlarını hiç anlayamayacağı ve çözüm yollarını bulmakta da çok zorlanacağı insanlar türeyecektir.
Sistemlere bir bakılırsa, hemen hemen hepsi kendisini sosyal bir sistem olarak adlandırmaktadır. Ama insana yaklaşımları ise üretim ve boşaltım sistemlerine sahip biyolojik bir varlık gibidir. Çağdaş sosyal sistemler de insanı manişizmin bir parçası olarak algılamaktadır. Manişizm sürecinde makinenin her hangi bir parçası bozulursa, mekanik olarak yeniden düzeltilebilir. Oysa insan ne mekanik bir araç ne de sadece biyolojik bir varlıktır. İnsan psikolojik ve sosyal yönü ağırlıklı biyolojik bir varlıktır. Yani Aristonun deyimiyle’Düşünen canlı ya da politik canlıdır.’İnsanı düşünme, algılama, kavrama, özgür kararlar verebilme ve kendi geleceğini yeniden kurabilecek potansiyel enerjiyi içinde taşıyan en üstün canlı olarak görmediğimiz sürece, insanın sorun olmaktan çıkarıldığı bir dünyayı asla kuramayız.
Büyüyen her çocuk kendini bir takımın taraftarı olarak bulmakta ya da bir akıntının içinde akarken görmektedir. Bu tür eylemlerin özgür iradeyle gerçekleştiğini iddia edebilir miyiz? Siyasi sistemler kendileri açısından böyle bir gerçekliği belki arzulamaktadır, ama şunu bilmesi gerekir ki, birbirine yabancı, kalabalıklar içinde yalnızları oynayan, sorunları hergün daha da bir çoğalan varlıklar üretmektedir. Akıntıya kurban giden insanları, bu kitleler içinde uyumlu sansanızda, bunlar kendi içinde paradoksal bir yaşamın kurbanı olmuşlardır. Neden insanlar böylesi bir yalnızlığa terk edilir. Sosyal nizam pramidinin tepesinde sürekli kalmayı arzulayanlar yanılmasınlar, kendi iç dünyaları karışık insanların, dış dünyada gösterdikleri uyumlu grafik tabloları sadece yapay göstergelerdir. Bu yapay hayatlar üzerine çöreklenmiş zirve yarışçıları, yukardan aşağıya yuvarlandıkları zaman, neden böyle oldu demesinler diye kısa ve öz olarak bazı hatırlatmalarda bulunalım dedik. Çünkü biz biliyoruz zirveden düşen insanların düşüşlerinin çok trajik olacağını…
Yıl:16.03.2004
Saat:10.00---11.50
Kadıköy(F.B.Merkezi)
(E.KEKEÇ)İST.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!