Bu Blogda Ara

25 Aralık 2024 Çarşamba

Filistin Zulmü ve Dünyanın Sessizliği: Adalet ve Gerçekler


Dünyanın dört bir yanında zalim ile mazlumun savaşı devam ederken, Filistin bu meselenin kanayan yarası olmaya devam ediyor. Filistin'in yaşadıkları, sadece bir coğrafyanın veya bir halkın çektiği acılar olarak kalmıyor; aynı zamanda dünyanın vicdanının da bir göstergesi haline geliyor. Ancak bu vicdanı gösterge maalesef çoğu zaman sessiz, suskun ve ilgisiz kalıyor.

Filistin halkı, yıllarca süren bir işgale ve teröre maruz kalıyor. Evlerinden edilen, çocuklarının hayalleri yok edilen, hatta hayatta kalma mücadelesi veren bu insanların sesi maalesef ki dünyada gereken yankıyı bulmuyor. İnsanın sorası geliyor: Neden Filistin'in sesi bu kadar cılız, fakat cevapsız? Neden bu adaletsizlik görülmezden geliniyor? Bu sorulara cevap bulmak için dünyanın şuan önünde bulunan sorunlara, önyargılara ve çıkar ilişkilerine derinlemesine bakmak gerekiyor.

Filistin’in Dramatik Tarihi ve Zulmün Kökleri

Filistin’in tarihini anlamadan bugünün çelişkilerini anlamak mümkün değildir. 1948'de İsrail'in kuruluşuyla birlikte Filistin topraklarında büyük bir trajedi yaşandı. Yüz binlerce Filistinli topraklarından sürüldü, köyleri yerle bir edildi ve o gün bugün devam eden acı bir işgal süreci başladı. Bugün Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs'te yaşananlar sadece tarihsel bir bağlama sahip değil; aynı zamanda ırkçı politikaların, baskının ve ekonomik yıldırma stratejilerinin bir sonucu.

Bu zulüm, masum çocuklardan yaşlılara kadar herkesi etkiliyor. Sadece 2023 yılında Gazze'de yaşanan hava saldırıları sonucu yüzlerce çocuk hayatını kaybetti. Yerle bir edilen hastaneler, yıkılan okullar ve günlük iş için temel işletme özgürlükler, bu insanların yaşam mücadelesini daha da zorlu hale getiriyor. Uluslararası medyada ara sıra kısa bir yer bulabilen bu olaylar genellikle yalın bir "şiddet sarmalı" veya "iki taraflı çatışma" olarak sunuluyor. Ancak bu şiddetin taraflar arasındaki eşitsizliklerini, işgalci ve işgal edilen arasındaki derin farkı görmezden gelmek büyük bir haksızlık.

Dünyanın Çifte Standardı

Filistin'in sesi çıkar, ancak dünyadan sadece kınama mesajları gelir. Bu sırada dünya sahnesindeki diğer zalimlerin durumuna bakıldığında, ironik bir şekilde, pek çok aktörün ne kadar "hassas" davrandığını görüyoruz. Ortadoğu’daki başka bir lider "zalim" ilan edildikten sonra kısa sürede o ülkelerde "demokrasiyi ve özgürlüğü getirmek" adına askeri operasyonlar başlatılır. Irak, Libya ve Suriye buna örnek verilebilir. Demokrasi adına görülen bu harekatların sonuçları acı verici olmuştur. Ancak aynı hassasiyet Filistin için neden gösterilmez?

Görülür ki mesele sadece zalimi durdurmak ya da mazlumu kurtarmak değil; çıkarları korumaktır. Zira Filistin, stratejik ya da ekonomik bir kazancı vadetmezken, Ortadoğu'nun başka toprakları için bu söylenemez. Çoğu kez "dünyaçı vicdan" sadece menfaatlerin peşine düşer.

Filistin ve Medya Manipülasyonu

Medyanın bu işlerde oynadığı rol yadsınamaz. Filistin meseleleri genelde karışık ve karmaşık bir şekilde sunulur, ta ki olaydan kopuk bir kamuoyu ortaya çıksın. Medyanın ayrımcılık güttüğü ise inkâr edilemez. Gazze'de öldürülen çocuklar sadece birer sayı, ancak başka bir yerde yaşanan sivil kayıplar detayıyla anlatılır. Medya çok kere mazlum olan Filistin halkı yerine, şiddet eylemlerini meşrulaştıracak başlıkları tercih eder. Bu da dünyada adalet algısını iyice bozar.

Zalim Kimdir? Mazlum Kimdir?

Zulmün tarifi çok açıktır: Hak gasbı ve adaletsizliktir. Filistin'de şu an olup bitenler, bir coğrafyanın tam anlamıyla haklarının gaspıdır. Buna karşı savaşan Filistin halkı "terörist" olarak damgalanıyor. Halbuki kendi topraklarında var olma mücadelesi veren bir halk terörist değil, tam anlamıyla mazlumdur. İsrail’in ise ileri teknolojik silahlarla yaptığı işler, çoğu insan hakları beyannamesine aykırıdır. Ancak "güçü elinde bulunduran", medya ve diplomasi yoluyla mazlumun sesini kısmayı başarır.

Filistin Örneğinden Alınacak Dersler

Adaletsizliğe karşı susmak, mazluma çektiklerini kabullenmek demektir. Filistin meselesi, sadece bir coğrafya sorunu olarak değil; dünyanın nereye gittiğinin bir göstergesi olarak görülmelidir. Eğer zalime karşı durulacaksa, bu duruşun etik ve tutarlı olması gerekir. Bugün Gazze’ye susanlar, başka bir mazlumun hakkı için "kahramanca" konuşabilir mi?

Son olarak şu açıkça belirtilmelidir ki:

  • Filistin halkının çıkışı ve direnişi, insanlık tarihine mal olmuş şerifli bir çaba olarak algılanmalı.

  • Dünya devletlerinin, işgalciye sağladığı siyasal ve askeri destek son bulmalı.

  • Sadece ekonomik çıkarlar göz önüne alınarak mazlumlara "yarım destek" verilmesinden vazgeçilmeli.

Bahadır Hataylı/24.12.2024/Sancaktepe/İST

Türkiye’nin Sosyoekonomik Gerçekleri ve Sorular


  1. Türkiye, bir zamanlar medeniyetlerin kesiştiği, umudun ve refahın sembolü olarak bilinen topraklarında, şu an köklü bir ekonomik ve sosyal buhranı yaşamaktadır. Ancak bu krizler sadece rakamlarla ya da yüzeysel analizlerle açıklanamaz. Gündelik yaşamdan çıkan çığlıklar, pazarlarda, market raflarında, sokaklarda ve hatta evlerin içinde yankılanmaktadır. İsraf ve Yoksulluk: Derin KontrastlarBir tarafta sarayların ihtişamı, kamu binalarında savurganca kullanılan devasa bütçeler ve protokol masrafları… Diğer tarafta çöplüklerden yiyecek toplayan insanlar. Bu kontrast, adeta bir ülkede iki farklı dünyanın yaşadığını gözler önüne seriyor.

  2. Örnek 1: Bir yanda çok katlı, milyon dolarlık rezidanslarda yaşayan bir elit kesim varken, diğer yanda çocuğuna bez ve mama alamayan bir anne, sosyal medyada yardım çağrısı yapıyor.

    Örnek 2: 2023 yılında, bir bölgede belediye, milyonluk bir projeyi sadece itibar göstergesi olarak lanse ederken, aynı mahallede elektrik faturasını ödeyemeyen bir ailenin mum ışığında yaşadığı haber oluyor.

    Zamlar ve Market Rafları

    Her hafta gelen yeni zamlar, market raflarında adeta halkın umudunu siliyor. Bir kilo peynirin fiyatı her hafta gelen zamlarla yükseliyor. Rafların önünde duran insanların sessizce hesap yapıp sepetlerinden ürün çıkarması, toplumun dramatik öyküsünü fısıldıyor.

    Örnek: Bir kadın, markette kıvranıyor: "Kızımın istediği çikolatayı alamadım," diyor. Bu söz, bir annenin yükünü ve toplumsal vicdanın kaybını özetliyor.

    Geçim Savaşı ve Toplumun Parçalanışı

    Bir yandan artan fuhşiyat, diğer yandan borç batağına saplanan insanlar… Bunlar sadece özel hikayeler değil, toplumsal çöküşün önüne geçilmediğini gösteriyor. Çocukların geleceği, alın teriyle kazanılan paraların bir avuç azınlığa akıtıldığı bir sistemde güvence altına alınamaz hale gelmiş durumda.

    Örnek: Bir aile, elektrik ve su faturasını ödeyemediği için sokakta yaşıyor. Çocuklar okul yerine kağıt topluyor, bir başka aile ise kredi kartı borçlarıyla bunalımın eğiğinde intiharı seçiyor.

    Umutlar ve Umutsuzluklar-Çözüm Var mı?

    Bu ortamda, umutların diri kalması mümkün mü? Gün geçtikçe artan umutsuzluk, görmezden gelinen bir toplumsal tehlike yaratıyor. Gençler, geleceklerini yurtdışında ararken, ülkede kalanlar için her gün biraz daha dayanılmaz hale geliyor.

    Örnek: Mühendislik bölümü mezunu bir genç, asgari ücretle çalışıyor ve "Neden okudum ki?" diye soruyor. Bu soru, çöken eğitim sisteminin ve ekonomik politikanın bir çığlığı.

    Yetkililere Yönelik Sorular ve Uyarılar

    1. Neden İsraf? Milyonlarca TL sarayların yapımına, lüks makam araçlarına ve protokol masraflarına ayrılırken, halk çöplüklerde yiyecek arıyor. İsrafın azaltılması için hangi adımlar atılacak?

    2. Zamlar Nasıl Durdurulacak? Her hafta gelen zamlarla halkın körüklenen öfkesi, ekonomik planlama eksikliğinin bir sonucu mu? Bu konuda hangi somut tedbirler alınacak?

    3. Yolsuzlukların Hesabı Verilecek mi? Kimi çıkar gruplarına akıtılan kamu kaynaklarının hesabı neden sorulmuyor?

    4. Mazlumun Yanında Durulacak mı? Ev kirasını ödeyemeyen, çocuklarını doyuramayan ailelere hangi kalıcı yardım projeleri sunulacak?

    5. Gençlerin Geleceği Nasıl Kurtarılacak? Gençlerin ülkeden kaçışını engellemek için hangi reformlar planlanıyor?

    Toplumsal Adalet ve Refah Taleplerimiz

    1. Tüm kamusal israflar derhal sonlandırılmalı, şeffaf bir kamu maliyesi inşa edilmelidir.

    2. Asgari ücretle geçinmenin mümkün olmadığı kabul edilerek, yaşam standartlarına uygun bir asgari üret belirlenmelidir.

    3. Eğitim sistemi, piyasanın ve toplumsal ihtiyaçların önceliklerine göre yeniden dizayn edilmelidir.

    4. Güvenilir bir sosyal yardım ağı oluşturularak, yoksulluk sonlandırılmalıdır.

    5. Türkiye’nin geleceğini tüketen rant ve çıkar politikaları derhal sona erdirilmelidir.

    Bu çağrı, halkın çaresizlik çığlıklarını duyan herkes için bir farkındalık yaratma amacı taşıyor. Şu anda atılacak her adım, Türkiye’nin geleceğinin bir başka nesil için umut dolu olmasını sağlayabilir.                         Bahadır Hataylı/24.12.2024/Sancaktepe/İST

Göğün Tanıklığında Yanan Renkler



Gecenin en karanlık anlarından biri. Ayaklarımızdan dökülen ümitler ve içimizde sönmek üzere olan çıralarla bir çıkmazdayız. Öyle bir çağa düştük ki, zaman ve zemin, büyüklerin ellerinde bir kılıf olmuş; içine sığdırılamayan ruhlar, kendi renklerinden mahrum edilmiş. “Zamanın ve zeminin rengine bürün” diyen bir sesi hatırlıyorum. Ama ben diyorum ki: Zamanın da zeminin de rengine bürünme; yoksa kendi rengini kaybedersin.

Ne gariptir ki, böyle bir çağda herkes çok renkli gözükmek istiyor ama kimse kendi rengine sadık değil. Renk cümbüşü diye adlandırdığımız, aslında gri bir dünyanın sahte şallısından başka bir şey değil. Bir sahne kurmuşlar; kimimiz oyuncu, kimimiz izleyici. Ama sahnenin ardında dönen oyunun ne kadar farkındayız? Hepimiz birilerinin çarkında tükeniyoruz. Peki, neden kendi rüzgârımızı yaratmıyoruz?

Bir bak kendine! Kendi rengini kaybedersen, hikâyeni de kaybedersin. Zamanın da zeminin de bir anlamı kalmaz. Sen olmadığın sürece, varoluşun eksik kalacak. Kendi rengini bulmak, kendi hikâyeni yazmaktır.

Değirmenin Altında Kaybolanlar

Dünyayı bir değirmen gibi düşün. Her birimizin omuzlarına yüklenmiş çarkı, kimlerin döndürdüğünü fark ediyor muyuz? O değirmen bizi öğütürken kimse ses çıkarmıyor. Görmeyen gözler, duymayan kulaklar, akıl yoksunu zihinler... İşte böyle kayboluyoruz. Başkalarının renginde yok olup gidiyoruz.

Başkaları “Seçenekler yok” diyerek seni kendi hikâyelerine mahkûm ediyor. Ama aslında seni kendinden uzaklaştıran bir oyun bu. Senin kendi renginle dünyayı güzelleştirme ihtimalinden korkuyorlar. Çünkü kendi rengini bulduğun anda onların maskesi düşer.

O cenderenin rengine boyanmak zorunda mısın? Değirmenin altına girmek zorunda mısın? Hayır! Sen kendi rengini bulduğun an dünyayı değiştirebilirsin. Kendi hikâyeni yazabilir, insanlığa yeni bir nefes olabilirsin.

Renkleri Yok Olan Bir Toplum

Toplumlar, kendi renklerini kaybettikçe griye boyanıyor. Rengini unutan insanlar, özgünlüklerini yitiriyor. Sahte renklerin ardında saklanıp duran bir kalabalık düşünün. Kendi gerçekliğinden korkan, varoluşunu sorgulamaktan kaçan bir kalabalık. Oysa renkler, insan sayısı kadar çeşitlidir. Her birimizin bir hikâyesi, bir tonu vardır. Ama bu tonları birleştirip kendi rengine boyamak isteyenler var. Onlar, renksiz dünya yaratmaya çalışan zalimler.

Çıplak kral masalını hatırlıyor musunuz? Bir kral, üzerinde elbise olmadığı halde herkesin ona hayranlıkla baktığını düşünmüştü. Çünkü kimse gerçeği söylemeye cesaret edemiyordu. Bugün de aynı durumdayız. Sahte renklerle bezeli dünyada, kimse kendi rengini aramaya cesaret edemiyor. Ama gerçek özgürlük, kendi rengimizi bulduğumuzda başlar.

Kendi Rengini Bulmak

Kendi rengini bulmak, kendini bulmaktır. Her insan, kendi rengini taşır. O renk, onun ruhunun ve varoluşunun özündedir. Ama bu rengi bulmak için çaba lazımdır. Başkalarının sana boyadığı renkleri silip atmalısın. Kendi özünü keşfetmelisin.

Ama cesaret olmadan bu mümkün değildir. Kendi rengini bulduğun an, çevrendeki sömürüyü de fark edersin. Seni susturmaya çalışan sistemin maskesini düşürürsün. Onların oyununu bozar, yeni bir hikâye yazmaya başlarsın.

Kendi rengini bulduğun anda, bu dünyayı daha güzel bir yer haline getirebilirsin. Zaman ve zemin seni değil, sen zamanı ve zemini değiştirirsin.

Bahadır Hataylı/11.09.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!