Bu Blogda Ara

23 Kasım 2024 Cumartesi

Din Yalnız Allah’a Aittir-Kur'an ve Paralel Din Anlayışı Arasındaki Çizgiler

 


Bismillahirrahmanirrahim,

Allah’ın bize gönderdiği din, katıksız, tertemiz ve eksiksizdir. İslam, Allah tarafından tamamlanmış ve Resulullah aracılığıyla bize ulaştırılmış bir dindir. Ne bir eksik vardır, ne de bir fazlalık gerekmiştir. Ancak bugün bakıyoruz ki, Allah’ın kitabına paralel bir din anlayışı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu anlayış, Allah’ın kelamına eklemeler ve çıkarımlar yaparak, dini bir yığın karmaşa haline getirmektedir. Burada Allah’ın kitabı olan Kur’an ile ona paralel oluşturulmaya çalışılan din anlayışını net çizgilerle ayırarak, gerçek İslam’ın ne olduğunu ve bu sapmaların tehlikesini anlatacağız.

Allah Teâlâ, “Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?” Ankebût/51 diyerek bize çok açık bir mesaj vermektedir: Bu Kitap yeterlidir. Yeterlilik, Kur’an’ın hiçbir ek bilgiye ihtiyaç duymayacak şekilde tamamlandığını ifade eder. Nitekim Allah, başka bir ayette şöyle buyurur:

"Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim." Maide, 3

Bu ayet açıkça göstermektedir ki, İslam dini tamamlanmış ve kemale ermiştir. Peki, kemale ermiş bir dine eklemeler yapmak ne anlama gelir? Bu, Allah dini eksik bırakmış olduğu iddiasıdır ve bu, Rabbimize yapılacak en büyük saygısızlıklardan biridir.

Resulullah (sav), Allah’ın seçilmiş bir elçisiydi. O, insanlara Allah’tan gelen vahyi iletmekle görevliydi. Onun görevi, insanlara Allah’ın kelamını eksiksiz bir şekilde ulaştırmak ve kendi hayatıyla bu vahyin nasıl uygulanacağını göstermektir. Allah, Resulullah hakkında şöyle buyurur:

"O, kendi arzusuna göre konuşmaz. Onun konuştuğu, kendisine vahyedilen bir vahiyden başkası değildir." Necm/3-4

Bu ayet açıkça gösteriyor ki, Resulullah’ın bize aktardığı her şey vahiy kaynaklıdır. Ancak bugün, bazı çevreler Resulullah’ın sözleri adı altında ona iftiralar atarak, Kur’an’a aykırı bir din anlayışı oluşturuyorlar. Halbuki Allah, Resulüne bile şöyle bir uyarıda bulunmuştur:

"Eğer o (Resul), Bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, onu kuvvetle yakalardık. Sonra onun şah damarını keserdik." Hâkka/44-46

Resulullah’a bile bu kadar kesin bir uyarı yapılmışken, onun adına iftira atarak vahye aykırı sözler uydurmanın ne kadar büyük bir günah olduğunu düşünelim.

Bugün görüyoruz ki, insanlar Allah’ın kitabında olmayan hükümleri dine eklemeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de şu savunmayı öne sürüyorlar: “Kur’an’da yer almasa bile, Resulullah hadis olarak bunu söylemiştir.” Ancak, bu iddianın kendisi ciddi bir problem barındırmaktadır. Çünkü Allah, Kur’an dışında bir kaynağın İslam dini için temel teşkil etmesini reddetmiştir.

"Hüküm yalnızca Allah’a aittir." Yusuf/40

Bu ayet, din adına hüküm koyma yetkisinin yalnızca Allah’a ait olduğunu açıkça ifade eder. Resulullah’ın sözleri, Kur’an’a uygun olduğu sürece değerlidir. Ancak, Resulullah adına uydurulmuş sözlerin dine eklenmesi, hem Resulullah’a iftira atmak hem de Allah’ın dinini tahrif etmektir. Bu durumu Allah şöyle ifade eder:

"Artık sözden sonra hangi söze inanacaklar?" Mürselat/50

Kur’an dışındaki kaynakları dinin temel kaynağı haline getirenler, Allah’ın kitabını yeterli görmemekte ve böylece insanları vahiyden uzaklaştırmaktadırlar. Bu da insanların, Allah’ın kelamını anlamak yerine, uydurma rivayetlerle oyalanmasına sebep olmaktadır.

Bazı kimseler, insanlara “Hesapsız cennete gireceksiniz” gibi vaatlerde bulunuyor. Bu, insanların Kur’an’daki hesap günü gerçeğini göz ardı etmesine yol açan tehlikeli bir sapmadır. Oysa Allah, herkesin yaptıklarının karşılığını göreceğini açıkça belirtmiştir:

"Kim zerre kadar hayır işlerse karşılığını görür. Kim de zerre kadar şer işlerse karşılığını görür." Zilzal/7-8

Hesapsız cennet vaadi, insanları gaflete düşürmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü Kur’an, her insanın hesap vereceğini ve amellerinin karşılığını alacağını açıkça ifade eder. Allah’ın kelamında olmayan bir şeyi din adına söylemek, hem Allah’a hem de insanlara karşı büyük bir ihanettir.

Kur’an, insanları uyarmak ve doğru yola iletmek için indirilmiştir. Allah, bu konuda Resulullah’a şu emri vermiştir:

"Rabbinden sana vahyedileni onlara anlat ve yüz çevir." En’am/106

Bugün, Kur’an’ın mesajını insanlara ulaştırmak yerine, ona paralel dinler oluşturanlar, büyük bir vebal altındadır. Allah’ın dinini eksiksiz ve net bir şekilde insanlara ulaştırmak bizim görevimizdir. Ancak bunu yaparken, Allah’ın kitabına herhangi bir şey eklememeli veya ondan bir şey çıkarmamalıyız.

Ey insanlar! Allah’ın dini, katıksız ve halistir. Ona başka hiçbir şeyi eklemek veya ondan bir şey çıkarmak mümkün değildir. Allah, insanlara indirdiği kitabı şöyle tarif eder:

"Bu Kur’an, uydurulmuş bir söz değildir. Ancak, kendisinden önceki kitapları tasdik eden, her şeyin ayrıntılı bir açıklaması olan, iman eden bir topluluk için bir rahmet ve rehberdir." Yusuf/111

O halde, Allah’ın dinine katkıda bulunmaya çalışmak, Allah’ın dini eksik bıraktığını iddia etmek demektir. Bu, çok büyük bir sapmadır. İnsanları vahyin ışığına çağıran Kur’an, bize yeterlidir. Din adına konuşurken, yalnızca Allah’ın kitabına dayanmalıyız.

Din yalnızca Allah’a aittir ve sadece O’nun kelamı doğrudur. Resulullah’ın görevi, Allah’tan gelen mesajı bize ulaştırmaktır. O’nun adına uydurulan sözlere itibar etmeyin. Çünkü bu, hem dine zarar verir hem de sizi helak eder. Allah’ın kitabına sımsıkı sarılın ve başka kaynaklara din adına eklemelerde bulunmayın. Unutmayın: "Hesap günü her şey ortaya çıkacaktır ve hesabı yalnızca Allah görecektir."

Erol Kekeç/22.11.2024/Namazgah/İST

22 Kasım 2024 Cuma

Köleliğin Gönüllü Savunucuları- Uyanışa Çağrı

 

Sevgili dostlar,
Haydi, bir an durup düşünelim. İnsanlık tarihini baştan sona kadar incelediğimizde, bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalırız. Bu gerçeklerden biri de, köleliğin yalnızca fiziksel bir zincirden ibaret olmadığıdır. Zihinsel kölelik, insanoğlunun kendi elleriyle ördüğü ve içine hapsolduğu en tehlikeli hapishanedir. İşte tam da burada bir soruyla karşılaşırız: Köleler, neden kendi efendilerinin savunucuları olurlar?

Belki de bu soru, içinde bulunduğumuz çağın en can alıcı meselelerinden biridir. İnsanlar, özgürlüklerinin ellerinden alındığını fark etmeden, efendilerinin çıkarlarını savunmaya başlarlar. Öyle bir hale gelir ki, kendi esaretlerini bir erdem, hatta bir zorunluluk olarak görürler. Peki, bu durum nasıl mümkün olabilir? Gelin, bu soruyu tüm boyutlarıyla ele alalım.

Kölelik, ilk bakışta fiziksel bir boyunduruk gibi görünebilir. Bir insanın, başka bir insana bağımlı hale gelmesi, onun emirlerine boyun eğmesi ve özgürlüğünü yitirmesi… Ancak bu, yalnızca görünen kısmıdır. Asıl kölelik, insanın zihninde başlar.

Bir düşünün: Eğer bir köle, efendisinin otoritesini sorgulamayı bırakır ve onu bir zorunluluk olarak kabul ederse, artık zincirlerine ihtiyaç kalır mı? O köle, kendi iradesiyle efendisinin çıkarlarını savunur hale gelir. Çünkü ona göre bu düzenin dışında bir yaşam mümkün değildir. Zihinsel kölelik, işte böyle başlar.

Günümüzde fiziksel zincirlerin yerini başka şeyler aldı: medya, ideolojiler, ekonomi, kültürel normlar… İnsanlar artık doğrudan baskıyla değil, bu görünmez zincirlerle kontrol ediliyor. Oysa kölenin efendiye ihtiyacı yoktur. Efendinin varlığı, kölenin gözünde yalnızca bir yanılsamadır. Ancak bu yanılsama öylesine güçlüdür ki, köle kendi efendisini yaratır ve onu korumak için var gücüyle savaşır.

Daha açık ifade etmek gerekirse, bugünün dünyasında efendiler, bireylerin kendilerine çizdiği sınırlar ve dayatmalardır. İnsanlar, sistemin kendilerine sunduğu yaşam tarzını sorgulamadan kabul ederler. Kendi haklarını savunmaktan ziyade, sistemin devamlılığı için çabalarlar.

Bir toplumu köleleştirmek için, fiziksel güçten daha fazlası gerekir. İnsanların inançlarını, değerlerini ve düşünce yapısını kontrol etmeniz yeterlidir. Peki bu nasıl yapılır? 

Bir insan, kendine sunulan gerçeklerin dışındaki bir dünyanın mümkün olduğunu bilmiyorsa, asla sorgulama yapamaz. Bu nedenle, ilk adım bireylerin düşünme kapasitesini kısıtlamaktır. Eğitim sistemleri, medya ve toplum kuralları, insanların sorgulama yetisini köreltmek için kullanılır.

Bir bireye, belirli sınırlar içinde özgür olduğu yanılsaması verilirse, o kişi zincirlerinin farkına varmaz. İnsanlar, tercih yapabildiklerini düşündüklerinde aslında sadece sunulan seçeneklerden birini seçtiklerini unutur. Oysa bu seçeneklerin tümü, aynı sistemin parçasıdır.

Kölelik, korkuyla beslenir. İnsanlar, sistemin dışında bir yaşamın tehlikeli olduğunu düşünürse, o sisteme daha sıkı sarılırlar. Ekonomik bağımlılık, sosyal statü kaygısı, dışlanma korkusu… Hepsi, bireylerin mevcut düzeni savunmalarını sağlar.

Bir birey, yaşadığı olumsuzlukların sebebini kendi yetersizliğine bağlamaya başlarsa, sistemden şikayet etmek yerine kendini suçlar. Bu da köleliği daha da pekiştirir.

Şimdi en önemli soruya gelelim: Bir köle, neden efendisini savunur?

Bunun en temel sebebi, efendinin olmadığı bir yaşamı hayal edememesidir. İnsanlar, kendilerini güvende hissetmek için bir otoriteye ihtiyaç duyarlar. Bu otorite, onların her şeyi düzenleyen, kontrol eden ve ihtiyaçlarını karşılayan bir güç olarak görülür. Ancak burada büyük bir çelişki vardır: Bu otoriteyi desteklemek, aslında kendi esaretlerini desteklemektir.

Köleler, bu çelişkiyi göremezler. Çünkü onlara sunulan hikaye, efendinin onlar için vazgeçilmez olduğu fikrini işler. "Efendisiz bir toplum anarşiyle yok olur," derler. Bu yüzden efendilerini savunmak için gerekirse kendi özgürlüklerinden bile vazgeçerler.

Eğer bir toplum, kendi köleliğini kabullenir ve bu köleliği savunursa, o toplumun yok olması kaçınılmazdır. Çünkü bir toplum, özgür düşünce ve sorgulama yetisini kaybettiğinde, kendini geliştirme ve yenileme yeteneğini de kaybeder.

Bir toplum, zulmü normalleştirip onun savunucusu haline geldiğinde, kendi sonunu hazırlamış olur. Bu tür toplumlar, dışarıdan bir saldırıya gerek kalmadan, kendi içlerinden çürüyerek yok olurlar. Çünkü zulmü kabullenmek, insanın kendi değerlerini yok etmesidir.

Peki, bu karanlık döngüyü kırmak mümkün mü? Elbette. Ancak bunun için bir uyanışa ihtiyaç var. Bu uyanış, bireysel düzeyde başlayarak topluma yayılmalıdır. İşte bu uyanışı sağlamak için yapılması gerekenler:

Bir birey, kendisine sunulan her bilgiyi sorgulamalıdır. "Bu bilgi, kimin çıkarına hizmet ediyor?" diye sormak, uyanışın ilk adımıdır.

Toplum, bireylerin farklı düşünceler üretmesine ve bunları ifade etmesine izin vermelidir. Baskıcı sistemler, bireylerin düşünme yetisini öldürür.

Korkular, insanın en büyük zincirleridir. Bu korkularla yüzleşmek ve onları aşmak, özgürlüğün kapısını açar.

Bireysel çabalar, toplumsal dayanışmayla birleşmelidir. İnsanlar, yalnız olmadıklarını ve birlikte hareket ettiklerinde daha güçlü olduklarını fark etmelidirler.

Sevgili dostlar,
Bugün size, zincirlerinizi kırmanız için bir çağrıda bulunuyorum. Zihninizdeki sınırları aşmadan, gerçek özgürlüğe ulaşmanız mümkün değil. Efendilerinizin size dayattığı hikayeleri sorgulayın. Kendi yaşamınızın sahibi olun.

Unutmayın, kölelik bir kader değildir. Bir tercihtir. Eğer bu tercihi reddederseniz, efendilerinizin değil, kendi hayatınızın savunucusu olursunuz. Ve ancak o zaman, gerçek anlamda özgür bir toplum yaratabilirsiniz.

Şimdi size düşen, bu zincirleri fark etmek ve kırmaktır. Çünkü bu dünyadaki en büyük esaret, insanın kendi aklını ve ruhunu zincire vurmasıdır. Hadi, zincirleri kırın ve özgürlüğe doğru ilk adımınızı atın!

Erol Kekeç/20.11.2024/Namazgah/İST

20 Kasım 2024 Çarşamba

Efendiler ve Köleler-İnsan Olmanın Gerekliliği Üzerine Bir Sorgulama

 

Tarih boyunca insanlık, toplumlar arası ilişkilerde bir efendi-köle dinamiğine tanıklık etmiştir. Bu dinamik, başlangıçta fiziksel ve ekonomik üstünlükle ilişkilendirilirken, zamanla zihinsel ve ideolojik bir boyut kazanmıştır. Ancak günümüz toplumlarında bu ilişki, fiziksel boyuttan çıkmış ve insan zihninin en derin köşelerine nüfuz etmiş bir gönüllü köleliğe dönüşmüştür. Artık efendiler kölelerini seçmiyor; köleler kendi efendilerini seçiyor ve hatta onları savunmak için hayatlarını adıyor. İşte bu yazıda, bu durumu derinlemesine inceleyerek, neden böyle bir zihniyete sürüklendiğimizi ve insanlık olarak bu kör döngüden nasıl kurtulabileceğimizi tartışacağız.

Efendi-Köle Dinamiğinin Tarihsel Arka Planı

Efendi-köle ilişkisi, insanlık tarihinin en eski kavramlarından biridir. İlk dönemlerde fiziksel güç üstünlüğüne dayanan kölelik, ekonomik ve siyasi çıkarlarla pekiştirilmiştir. Ancak modern çağda kölelik, fiziksel bir zincir olmaktan çıkıp zihinsel bir boyut kazanmıştır. Bugün kölelik, bireyin düşünce, irade ve kimliğini efendisine teslim etmesiyle kendini gösteriyor.

Bu noktada sorgulamamız gereken ilk şey şudur: İnsanlar neden gönüllü olarak köleliği kabul ederler? Bunun en temel nedeni, özgürlük kavramını yanlış anlamaktır. Özgürlük, sadece zincirlerden kurtulmak değildir; özgürlük, zihinsel bağımsızlık ve kendi değer sistemini inşa etme cesaretidir. Ancak, birçok kişi bu cesareti gösteremediği için başkalarının dayattığı düşünceleri benimsemekte rahatlık bulur.

Günümüzün Köleleri- Kendi Efendilerini Yaratan Toplumlar

Bugün kölelik, fiziksel bir baskıdan ziyade gönüllü bir teslimiyettir. İnsanlar, kendilerine efendi olarak seçtikleri kişilerin kibir ve savurganlıklarını savunur hale gelmiştir. Bu durumu en açık şekilde siyaset, din ve ekonomi alanlarında görebiliriz.

  1. Siyasette Gönüllü Kölelik
    Günümüz toplumlarında bireyler, siyasi liderlerini birer kurtarıcı ya da mutlak doğruyu temsil eden figürler olarak görmektedir. Ancak bu liderler, genellikle kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden, kibirli ve savurgan kimlikler sergileyen kişiler olabilir. Ne yazık ki halk, onların bu yanlışlarını sorgulamak yerine savunmayı tercih ediyor. Bir toplumun, efendilerinin hatalarını sorgulamaktan kaçındığı an, kendi özgürlüğünü kaybettiği andır.

  2. Dinî Alanlarda Kölelik
    Din, insanlara rehberlik etmek için bir araçtır; ancak bu aracın yanlış ellerde nasıl bir manipülasyon aracı haline geldiğini görmek acıdır. Din görevlileri ya da dini temsil eden kişiler, toplumun zayıf noktalarını kullanarak, insanları kendi çıkarlarına hizmet ettirebilir. Bu kişiler, din adına yapılan hataları savunmayı bir görev gibi gören kitlelere sahip olduğunda, gönüllü kölelik zirveye ulaşır.

  3. Ekonomik Bağımlılık ve Kölelik
    Modern köleliğin en belirgin alanlarından biri ekonomik bağımlılıktır. İnsanlar, işverenlerini efendileri gibi görüp onların her dediğini yapar hale gelmiştir. Hatta bu kişilerin yaptıkları adaletsizlikleri dahi savunarak, kendi yoksulluklarını bile haklı gösterebilirler. Ekonomik bağımlılıkla başlayan bu süreç, bireyin kimliğini kaybetmesiyle sonuçlanır.

Köleliğin Psikolojik Boyutu

Peki, insanlar neden kendi efendilerini yaratır ve onları savunur? Bunun en temel nedenlerinden biri, bireyin kendini güvende hissetme arzusudur. İnsan, belirsizlikten korkar ve bu korku, bireyi güçlü gördüğü bir figüre sığınmaya iter. Efendi figürü, bireyin bu korkusunu kullanarak kendini vazgeçilmez hale getirir.

Bir diğer neden ise, bireyin kendi özgürlüğüyle ne yapacağını bilememesidir. Özgürlük, sorumluluk gerektirir ve birçok insan bu sorumluluğu taşımaktan korkar. Bu nedenle, başkalarının kendileri adına düşünmesine izin verirler.

Efendi ve Köle Dinamiğinin Topluma Etkileri

Efendi-köle dinamiği, toplumun her alanında ciddi bozulmalara yol açar. Bu bozulmaların başında, adaletin ve ahlakın çöküşü gelir. Köleler, efendilerinin yanlışlarını savunurken, toplumsal değerler yok olur. Adaletsizliği sorgulayamayan bir toplum, yozlaşmaya mahkûmdur.

Diğer bir etki ise, bireysel kimliğin kaybolmasıdır. Köleler, efendilerinin düşüncelerini ve değerlerini sorgusuz sualsiz benimsediği için, kendi kimliklerini kaybeder. Bu durum, bireylerin özgür bir şekilde düşünmesini ve yaratıcı çözümler üretmesini engeller.

Kurtuluş Reçetesi-Özgür Düşünce ve Sorumluluk

Bu dinamikten kurtulmak için bireylerin yapması gereken ilk şey, kendi değer sistemlerini inşa etmektir. Bu, sadece bireyin değil, tüm toplumun kurtuluş reçetesidir. Özgür düşünce, bireyin kendini ve çevresini sorgulamasını gerektirir. Ancak sorgulama, sadece eleştirmek değil; aynı zamanda çözüm üretmektir.

  1. Eğitim ve Bilinçlendirme
    Bireylerin özgür düşünebilmesi için öncelikle eğitim sisteminin sorgulayıcı bir yapıya sahip olması gerekir. Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; bireyin kendi değerlerini ve kimliğini inşa etmesine yardımcı olmak için bir araçtır.

  2. Adaletin ve Eşitliğin Tesisi
    Toplumda efendi-köle dinamiğini sona erdirmek için adaletin sağlanması şarttır. Bu adalet, sadece hukuki bir sistemle değil; aynı zamanda toplumsal değerlerle desteklenmelidir. Her bireyin eşit olduğunu ve kimsenin diğerinden üstün olmadığını hatırlatan bir toplumsal yapı inşa edilmelidir.

  3. Bireysel Sorumluluk ve Cesaret
    Özgürlük, sorumluluk gerektirir. Bireylerin kendi yaşamlarıyla ilgili kararları alırken cesur olması ve bu kararların sorumluluğunu üstlenmesi gerekir. Cesaret, bireyin kendi kimliğini inşa etmesindeki en önemli adımdır.

  4. Toplumsal Değerlerin Yeniden İnşası
    Toplumun değer sistemleri, bireylerin özgür düşünceyi benimsemesini destekleyecek şekilde yeniden inşa edilmelidir. Bu, sadece bireylerin değil; aynı zamanda kurumların da değişimini gerektirir.

İnsan Olmak ve Özgürlük

Efendiler ve köleler arasında sıkışıp kalmış bir dünyada, insan olmak ve özgürce yaşamak, cesaret ve kararlılık gerektirir. İnsan olmak, sadece biyolojik bir varlık olmaktan ibaret değildir; insan olmak, düşünmek, sorgulamak ve kendi değerlerini inşa etmek demektir. Köleliği gönüllü olarak kabul eden bir toplum, asla özgürleşemez. Ancak, bireyler kendi değerlerini ve kimliklerini inşa etmeye başladığında, gerçek özgürlük mümkün olur. İşte bu noktada insanlığa en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardayız. Çünkü, insan olmayan bir varlığın biyolojik canlılığını insan gibi yaşamak olarak anladığı bir zamanda, insana çok acil ihtiyaç vardır.

Bahadır Hataylı/21.10.2024/Sancakteepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!