Bu Blogda Ara

9 Kasım 2024 Cumartesi

Hakkın Yolu İzzetin Adı

 

Ey insanlar! Kulak verin bu hakikate, çünkü içinde tüm insanlığa hitap eden bir çağrı, derin bir ikaz ve izzet sahibi insanlara layık bir direniş mesajı saklı. Allah’a iman ettiğini söyleyenlerin dilinde eksilmeyen dualar, gönlünde adalet ateşi olanlar, ve menfaatleri peşinde koşmayan izzet sahipleri; bu sözler sizindir. Allah’ın yolunda yürümek için önce adaletli olmak, menfaatten uzak, haktan yana bir yaşam sürmek gerekir.

Bu dünyada bazıları Allah’a iman ettiğini iddia eder; ancak gerçekte onların iman ettiği, dünyalık çıkarları ve kendilerine menfaat sağlayan liderleridir. Allah'ın tek ilah olduğuna inanmak, her durumda hakka sahip çıkmayı gerektirir; eğilip bükülmeden, kimden gelirse gelsin, adaletten yana durmayı emreder. Sözde Allah’a iman eden, ama pratikte dünyalık efendilerini yüceltenlere soruyorum: Bu efendilere iman değil de nedir? Bir insan, Allah’ın emirlerini kendi çıkarına uydurabilir mi?

Hakkın yanında durmak, zorlu bir yoldur. Dürüst, şerefli ve adil olmak; makam, mevki ve zenginlik peşinde koşmadan, yalnızca Allah’a kul olmaktır. Kimi insan, dillerinde Allah’ın adıyla, gözlerde takva maskesiyle çıkar peşinde koşar. Onlar sahte bir izzetin ardına düşmüş, dünyanın geçici heveslerini gerçek sanmış kimselerdir. Oysa gerçek izzet, yalnızca Allah’a teslim olmakta gizlidir; yalnız O’nun adını yücelterek, O’na layık bir kul olmaktadır.

Allah’ın emirlerine riayet eden, adaletle hükmeden, yalnızca O’na kul olan bir insan, dünyada izzet sahibidir. Böyle bir insan, vakurdur, mütevazidir ve dünya malına tamah etmez. İzzetli bir insan, yalnızca Hakk’a güvenir ve haksızlık karşısında dimdik durur. Mümin, hakikatin yanında yer alırken korku tanımaz. Zalimlerin karşısında eğilmez, yalnızca Allah’tan korkar. Bugün "Müslümanım" diyerek ortalıkta dolaşan nice kimseler var ki, menfaatleri uğruna Allah’ın emirlerini çiğnemekten geri durmuyorlar. Onlar, kendilerini haklı göstermek için seslerini yükseltiyor, insanları kendi çıkarlarına göre şekillendiriyorlar. Oysa ki, Allah huzurunda tek haklı olan O’nun kelamıdır ve O’nun yolunda dosdoğru olanlardır.

Bugün, gerçek bir müminin izzeti, sadece kendini değil, mazlumları da koruyan bir kalkandır. Mazlumlar için gözyaşı döken, haksızlıklara direnen bir müminin kalbi, O’na olan imanla dolar. O, neyi severse Allah için sever, kimi kınarsa Allah için kınar. Yalnızca O’nun adını yüceltir.

Ey dünya sevdalıları! Siz, bu dünyayı ebedi sanıyor ve ona göre yaşıyorsunuz. Menfaatlerinize uymayan her hakikati görmezden geliyorsunuz. Ancak biliniz ki, hesap günü yaklaşıyor. Siz Allah’a hesap vermeyi düşünmüyorsunuz diye bu dünyanın sizin ebedi yurdunuz olduğunu sanıyorsunuz. Ama unutmayın; mutlak galip olan yalnızca Allah’tır ve galip gelecek olanlar da O’nun sadık kullarıdır. Siz, Allah’ın adını kullanarak çıkar peşinde koşuyor, haktan uzaklaşıyorsunuz. Adaletsizliklerinizi dine yaslayarak kendinizi meşrulaştırıyorsunuz. Ama biliniz ki, Allah’ın hesabı tüm hesapların üzerindedir.

Ey dünyayı ebedi sanan, kendini dünyaya kaptıranlar! Bu dünyanın süsü, sizi aldatmasın. Asıl hesap, ahiret gününde verilecektir. Siz dünyayı seviyor olabilirsiniz ama biz Rabbimize kavuşmayı arzuluyoruz. Bizim korkumuz, Allah’a vereceğimiz hesap ve O’nun huzurunda eksik kalmaktan duyduğumuz endişedir. Gerçek zafer Allah’ın ve müminlerindir.

Müslüman izzetlidir, vakur durur. Onun vakarından, Allah’a bağlılığından düşmanları korkar. Onlar, dünyaya kul olmadan, dünyaya meydan okuyarak yaşarlar. Biz, adaletin, izzetin, iyiliğin yolundayız. Biz, adaletin savunucusuyuz. Şehitler gibi izzetle yaşamak, ölmeyi bir şeref sayarak hak yolunda yürümek bizim davamızdır. Allah’a iman edenlerin yeri bellidir; onlar dünyayı değil, ahireti severler.

Ey dünyanın zalimleri, tağutları, çıkarcıları! Tüm gücünüzle üzerimize gelin, biz Allah’a bağlıyız. Dünyayı nasıl seviyorsanız, biz de Rabbimize kavuşmayı o kadar arzuluyoruz. Selam olsun gerçek müminlere, izzet ve onur sahibi olanlara! İnsanlık için çağrı yapıyor, sizleri bu yola davet ediyoruz. Ey insanlık, duyun ve bilin; asıl korkulacak olan Rabbinize karşı vereceğiniz hesaptır! Dünya aldatıcıdır; kalıcı olan, ahiretin ta kendisidir. Ey dünyanın efendisi olduğunu sananlar, Allah’a dönün; hakka dönün. Unutmayın, gerçek zafer Allah’ın ve müminlerindir!

Hedefiniz belli ise uğruna katlanacağınız acıların hepsi kutsaldır, şehadet bir ödüldür ancak layık olana verilir....


Erol Kekeç/09.11.2024/01.40/Sancaktepe/İST

7 Kasım 2024 Perşembe

İtibarın Gölgesinde İsraf-Devlet Harcamalarının Şeffaflık Sınavı

Devlet yönetiminde “itibarda tasarruf olmaz” ilkesinin ardında, aslında geniş çaplı bir israf kültürü yatmaktadır. Bu anlayışa göre itibar, ölçüsüz harcamalarla desteklenmeli, ihtişamın kaynağı da devlet hazinesinden sağlanan ödeneklerle sağlanmalıdır. Ancak bu perspektifin arka planında, devletin mali kaynaklarının hoyratça harcanması ve hesap verilebilirliğin devre dışı bırakılması gibi büyük riskler bulunmaktadır. Çünkü “itibarı koruma” gerekçesiyle harcamalarda sınır tanımayan bir yönetim, denetleme ve hesap sorulma süreçlerinden rahatsızlık duyar. Bu, şeffaflık ve hesap verilebilirlikten kaçınılan bir yönetim zihniyetinin en temel göstergesidir.

Devlet yönetiminde harcamalar konusu, bir ülkenin toplumsal refahını, ekonomik istikrarını ve hukuki yapısını doğrudan etkileyen kritik bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle "itibarda tasarruf olmaz" ifadesi, devletin sahip olduğu kaynakların ne denli sorumlu bir şekilde kullanıldığını sorgulamamıza vesile olur. Bu cümlenin ardında yatan düşünce, devlet yöneticilerinin harcamalarda bir sınır tanımadıkları gibi, bu sınır tanımamazlığın devletin itibarını artırdığı inancını taşımaktadır. Oysaki, devleti güçlü ve itibarlı kılan, israf ve şatafat değil; şeffaflık, hesap verebilirlik ve topluma hizmet edebilme kapasitesidir.

Devletin en üst makamında yer alan yönetici, lüks harcamaları devletin saygınlığına doğrudan katkı sağlayan bir unsur olarak görüyorsa, devletin kaynaklarını ölçüsüzce ve sınırsızca kullanmayı kendine hak olarak görecektir. Bu tür bir yönetim anlayışı, doğal olarak, harcamaların denetleneceği bir sistemin varlığından rahatsızlık duyacak ve kendisini kontrol eden mekanizmaların işleyişini engellemeye çalışacaktır. Çünkü denetim mekanizmaları, israfı ve yolsuzluğu tespit ederek kamu kaynaklarının doğru kullanılıp kullanılmadığını gözler önüne seren unsurlar olduğu için, harcamada sınır tanımayan bir yönetim için her zaman bir tehdit oluşturacaktır. Dolayısıyla, "itibarda tasarruf olmaz" ifadesinin altında yatan bu tür bir düşünce yapısı, yalnızca kamu kaynaklarının hoyratça harcanmasını meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda denetim mekanizmalarının etkisizleştirilmesine de zemin hazırlar.

Bu bağlamda, eğer bir devlet sürekli tasarrufa gidileceğini belirterek kamusal alanlarda kısıtlamalar getirirken aynı zamanda makam araçlarına milyonlarca dolarlık harcamalar yapıyorsa, bu açıklamalar halk için ne kadar inandırıcı olabilir? Ekonomik zorluklarla mücadele eden halkın gözünde, devletin şatafatlı ve lüks içinde yaşaması, toplumun refahından ödün verilerek oluşturulmuş bir zenginlik olarak algılanacaktır. Halk, kendi vergileriyle finanse edilen bu harcamaların, kendi ihtiyaçlarından çok yöneticilerin lüksüne hizmet ettiğini düşündüğünde, devlete duyulan güven hızla azalacaktır. Üstelik bu süreçte devletin temel gelir kaynağının yalnızca vergi ve halktan alınan cezalar olduğu dikkate alındığında, toplumun sırtına binen yükün daha da ağırlaştığı gözlemlenir. Özellikle yeni vergi kalemleri eklenerek halkın daha da zorlanması, yöneticilerin toplumun gerçek ihtiyaçlarını göz ardı ettiğini ve kendi refahını ön planda tuttuğunu gösterir.

Denetim Mekanizmalarının Pasifleşmesi ve Hukuk Devletinden Uzaklaşma

Eğer devlet yöneticileri, sınırsız harcama yetkisini kendinde görüyorsa ve bu harcamaların denetlenmesinden rahatsızlık duyuyorsa, böyle bir yönetim anlayışının hukuk devleti ilkelerine uygunluğunu tartışmak kaçınılmaz olur. Hukuk devleti, gücün kontrol edildiği, yönetenlerin halk adına sorumluluk taşıdığı ve tüm vatandaşların yasalar önünde eşit olduğu bir yönetim şeklidir. Ancak, eğer devlet yöneticileri kendilerini bu kurallardan muaf tutarak sınırsız bir harcama yetkisiyle hareket ediyorsa ve denetim mekanizmalarını etkisiz hale getiriyorsa, bu durumda hukuk devleti olma niteliğini kaybetmeye başlar. Yöneticilerin harcamalarından hesap sormayı imkansız hale getiren bu yapı, aynı zamanda toplumun adalet duygusunu zedeler. Kamu kaynaklarının yalnızca belirli bir zümreye hizmet etmesi, toplumun diğer kesimlerinde huzursuzluk yaratır ve toplumun devlete olan güvenini zayıflatır.

Bir devlette israf sınır tanımazsa, bu durum yalnızca ekonomik değil, toplumsal ve psikolojik anlamda da derin yaralar açar. İsraf, devletin kaynaklarını tükettiği gibi, halkın refahını da doğrudan etkiler. Kaynakların israf edilmesi, daha fazla vergi ve ceza yoluyla halktan alınan payın artırılmasına neden olur. Böylelikle halk, ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırken, bir yandan da yönetimden uzaklaşarak adaletsizliğe maruz kaldığı hissine kapılır. Bu durumun psikolojik etkileri de küçümsenmemelidir. Toplum, yöneticilerin lüks içinde yaşarken kendisinin sürekli ekonomik baskı altında olduğunu hissettiğinde, aidiyet duygusunu kaybeder ve devlete olan güveni sarsılır. Bu güvensizlik, zamanla toplumda huzursuzluğa ve sosyal çalkantılara yol açabilir.

Bu bağlamda, toplumsal sorumluluk bilinci yüksek bireyler olarak, devletin harcamalarını yakından takip etmek ve israfa karşı duruş sergilemek önemli bir görevdir. Devlet yöneticilerinin lüks harcamalarını "itibar" adı altında savunmaları, toplumun refahından çalmak anlamına gelir. Halk, ekonomik zorluklar içinde yaşarken, devletin şatafatlı bir yaşam sürmesi toplumsal adaleti zedelemektedir. Bu nedenle, toplum olarak devlet harcamalarının şeffaf bir şekilde denetlenmesini talep etmeli, harcamaların toplum yararına olup olmadığını sorgulamalıyız.

Devletin halktan toplanan vergilerle şatafatlı bir yaşam sürdürme hakkı yoktur. Bu harcamaların toplum yararına kullanılması gerektiği gibi, harcamalar denetim altında tutulmalıdır. Aksi halde, devletin sahip olduğu kaynakların yalnızca belirli bir zümreye hizmet etmesi, toplumda geri dönüşü zor yaralar açar.

Bahadır Hataylı/07.11.2024/01.30/Sancaktepe/İST

Toplumsal Dayanışma ve İnsanî Değerlerin Krizi

 

Toplumun her kesiminin birbirine bağlı olduğu ve sağlıklı bir toplum yapısının ancak karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma ile mümkün olduğu bilinir. Yoksulun, mazlumun, kimsesiz ve çaresizlerin ihmal edildiği bir toplumda insanî değerlerin yavaş yavaş eridiğine, vicdanın köreldiğine tanıklık ederiz. Peki, modern çağda bu değerler ne kadar canlı? Gündelik hayatın akışında, yardıma muhtaç birini gördüğümüzde içimizden gelen yardımlaşma dürtüsüyle mi hareket ediyoruz, yoksa “Benim de kendi dertlerim var” diyerek bir an önce oradan uzaklaşmayı mı seçiyoruz?

Bir toplumun insani değeri, yalnızca refah içinde yaşayanların sayısıyla değil, yardıma muhtaç olanlara nasıl davrandığıyla da ölçülür. Ne yazık ki, kapitalist sistem içinde bireyci bir yaklaşımla hareket eden toplumlar, dayanışma ve yardımlaşmayı bir yük gibi görmeye başlamıştır. Herkesin kendi çıkarlarını öne alarak hareket ettiği bir dünyada “diğerleri” artık önemli değildir. Toplumların bireysel başarıya odaklandığı bu düzen, başkalarının dertleriyle ilgilenmeyi “zayıflık” olarak görürken, aslında asıl zayıflığın empati eksikliğinde yattığını görememektedir.

Kapitalist düzenin temelinde, bireylerin kişisel başarılarına odaklanması, rekabetin ön planda olması yatar. Bu sistemde “yardım etmek” gibi değerler, çoğu zaman ekonomik çıkarın gölgesinde kalır. Kapitalizmin aşılamadığı “ben merkezci” zihniyet, toplumsal değerleri ve ortak iyiliği hiçe sayar. Çoğu insan, başkalarının sorunlarıyla ilgilenmek yerine kendi kazancını artırma peşine düşmüş durumdadır. Bu bireyci tutum, toplumların içten içe çökmesine sebep olmaktadır. Peki, bu düzenin sonucu olarak insanlar ne kazanıyor, ne kaybediyor? Kendi çıkarlarımız için toplumsal değerlerimizi yok ettiğimizde geriye ne kalıyor?

Dünya çapında sayısız başarı hikayesi, büyük servet biriktiren isimler örnek gösterilirken, göz ardı edilen şey, bu başarının kimlerin sırtına basarak elde edildiğidir. Oysa gerçek başarı, sadece bireyin değil, toplumun ve insanlığın yararına olanı yapabilmekten geçer. Kapitalist düzenin hakim olduğu toplumlarda bu anlayışa rastlamak zordur çünkü bu düzende, “başarılı” olmak için başkalarını görmezden gelmek, hatta gerektiğinde acımasız olmak bir başarı sayılmaktadır.

Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde yaşayan, imkansızlıklar içinde mücadele eden aileleri düşünelim. İş bulamayan bir baba, çocuklarını doyurmakta zorlanan bir anne ya da okula gidemeyen bir çocuk… Bu insanlar, yardım eline ihtiyaç duyar ancak çoğu zaman kimse onların yaşadığı dramı görmezden gelir. “İhtiyaçları olmasına rağmen yiyeceği; yoksula, öksüze ve tutsağa yedirirler.” ayetinin ruhunu yansıtan kaç kişi kalmıştır? Herkesin kendi konforunu ön planda tuttuğu bir toplumda, yardıma muhtaç kişilere sırt çevirmek, insaniyetin sessizce yok olması anlamına gelir.

Bu öyküler, toplumumuzda “normal” olarak kabul edilen adaletsizliklerin birer yansımasıdır. İşte bu noktada, bireysel çıkarlarımıza öncelik vermenin ne denli yanlış olduğunu fark etmek zorundayız. Sadece kendi rahatımız için yaşadığımızda, aslında hayatın en önemli anlamını kaybettiğimizin bilincine varmamız gerekir.

Bir toplum, bireylerin bir arada yaşama isteği ile kurulur ve bu bir arada yaşama isteği, aynı zamanda karşılıklı sorumlulukları da beraberinde getirir. Toplumun zayıf kesimlerine, ihtiyaç sahiplerine destek olmamak, o toplumun bütünlüğünü tehlikeye atan bir yaklaşımdır. Sosyal dayanışmayı reddetmek, yalnızca bireylerin değil, tüm toplumun zarar göreceği bir durumu yaratır.

Günümüzde sosyal eşitsizliğin artması, toplumsal huzursuzluk ve suç oranlarındaki yükselme, yardımlaşmanın ihmal edilmesinin en somut sonuçlarıdır. İhtiyaç sahiplerine sırt çevirmenin toplumsal uyumu bozduğu aşikardır. Bir toplumda yardıma muhtaç kesimlere gereken önem verilmediğinde, bu kesimlerin topluma karşı olan bağlılığı azalır ve dolayısıyla toplum içindeki kopmalar başlar. Bir binayı güçlü yapan temel taşıdır; ancak o temel taş çatlamaya başladığında tüm bina çöker. Yardımlaşmayı ve dayanışmayı ihmal etmek, toplumun temel taşını çatlatmak demektir.

İslam dininde, yardımlaşmanın, paylaşmanın ve mazlumun yanında olmanın önemi büyüktür. “İhtiyaçları olmasına rağmen yiyeceği; yoksula, öksüze ve tutsağa yedirirler” ayeti, bu temel ilkeyi en güçlü şekilde ifade eder. İslam’ın öğretisinde, insan, yalnızca kendi rahatını ve çıkarını düşünen bir varlık olmaktan ötedir. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek, bir görevden ziyade, bir imtihandır. Zira Allah, verdiği nimetleri aynı zamanda bir sınav aracı olarak kullanır ve insanın bu nimetleri nasıl değerlendirdiğine göre bir ahlaki sınavdan geçirir.

Bugün, kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Bu ayetin muhatabı olan toplumlar, bu öğretiye ne kadar sadık kalıyor? Eğer toplum olarak Allah’ın emirlerine uygun yaşamıyorsak, yani yoksulu, yetimi, çaresizi görmezden geliyorsak, bu ihmalin bedelini hem dünyevi hem de uhrevi anlamda ağır bir şekilde ödemek durumunda kalabiliriz. Çünkü insani değerlerimize sırt çevirmek, yalnızca maneviyatımızı değil, dünya üzerindeki huzurumuzu da yok eder. Allah’ın bize bahşettiği nimetleri paylaşmaz, muhtaçlara yardım elimizi uzatmazsak, bu nimetlerin elimizden alınacağı ve dünyada huzursuzlukla sınanacağımız bilinciyle hareket etmeliyiz.

Erol Kekeç/07.11.2024/00.30/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!