Bu Blogda Ara

17 Ekim 2024 Perşembe

Küreselleşmenin Gölgesinde Aile-Dağılan Bağlar ve Toplumsal Erozyon

 Aile yapısı, bir toplumun en temel ve vazgeçilmez unsurudur. Ancak bugün, ne yazık ki ülkemizde aile kurumu, küresel ve yerel etkiler karşısında ciddi bir sarsıntı yaşamaktadır. Değişen dünya düzeni, medya programları ve sosyal normlar, geleneksel aile yapımızı zayıflatarak aile değerlerine karşı tutarsızlık ve duyarsızlık oluşmasına neden olmaktadır. Toplumun temel taşı olan aileler, bu süreçte büyük bir erozyon ve dejenerasyonla karşı karşıya kalmış durumdadır. Gelin bu meseleye derinlemesine bir bakış atalım ve yaşanan sorunları, bilimsel temellendirmelerle birlikte çözüm önerileri sunarak ele alalım.

Aile Yapısının Değişimi-Küreselleşme ve Medyanın Etkisi

Küreselleşmenin etkisi, yalnızca ekonomik ya da siyasi alanlarda değil, kültürel ve sosyal hayatta da kendini göstermektedir. Medya, bu süreçte en önemli aktörlerden biri haline gelmiştir. Ulusal medya kanalları, küresel planların bir parçası olarak hareket etmekte ve aile yaşamını doğrudan hedef almaktadır. Televizyon programları, diziler, reklâmlar ve sosyal medya içerikleri, aile içi ilişkileri ve değerleri erozyona uğratmaktadır. Özellikle genç kuşaklar, bu içeriklerin etkisiyle aile değerlerinden uzaklaşmakta ve bireyselleşme eğilimleri güçlenmektedir.

Bu durum, aile içindeki iletişim ve samimiyeti zedelemekte, anne-baba ve çocuklar arasında derin uçurumlar oluşmaktadır. Aile üyeleri, artık birbirleriyle yüz yüze iletişim kurmak yerine, sanal dünyalarda kendilerine yeni gerçeklikler oluşturmaktadır. Bu durum, özellikle gençlerde yalnızlık, depresyon ve aile bağlarının zayıflaması gibi ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Gençler, aile içindeki güven ve bağlılık yerine, sanal ortamlarda var olmaya çalışmakta, bu da aile birliğini zayıflatmaktadır.

Aile İçi İletişim- Kopukluk ve Yalnızlık

Bir ailenin temelini oluşturan en önemli unsur, iletişimdir. Ancak günümüzde aile içi iletişim, teknoloji ve bireyselleşme yüzünden büyük ölçüde zayıflamış durumda. Her aile bireyi, kendi odasına çekilerek, sanal dünyalarda kendi gerçekliklerini oluşturuyor. Artık evler, mekânsal bir birliktelikten öteye geçemeyen, adeta birer otele dönüşmüş durumda. Aile üyeleri, bir arada yaşasalar da duygusal olarak birbirlerinden tamamen kopmuş durumdalar.

Bu kopukluk, aile içindeki sevgi, saygı ve merhameti de yok etmektedir. Aile, bir arada olmanın getirdiği "biz" duygusunu kaybetmiş, bireyler kendi yalnız dünyalarına hapsolmuştur. Çocuklar, odalarının kapılarını kilitleyip sanal ortamlarına çekilirken, ebeveynler de çocuklarının bu durumuna çoğu zaman kayıtsız kalmaktadır. Bu kopukluk, zamanla daha büyük sorunlara yol açmakta, aile içi bağların tamamen kopmasına ve aile üyelerinin birbirine yabancılaşmasına neden olmaktadır.

Devletin Rolü-Yetersiz Politikalar ve Toplumsal Erozyon

Aile yapısının bu denli zayıflamasında devletin rolü de önemli bir yer tutmaktadır. Devletin yetkili kurumları ve organları, bu konuda yeterince etkili ve kalıcı politikalar üretememiştir. Hızla değişen ve dönüşen dünya düzeni karşısında, genç nesilleri ve aile yapısını koruyacak önlemler alınamamıştır. Aileye yönelik koruyucu politikalar yetersiz kalmış, bu da toplumsal bir erozyona yol açmıştır.

Özellikle medya üzerindeki denetim eksikliği, aileyi hedef alan içeriklerin kontrolsüz bir şekilde yayılmasına neden olmuştur. Aile yapısını koruyacak sosyal politikalar geliştirilemediği için, genç nesiller küresel etkilerin bir parçası haline gelmiş ve aile değerlerine karşı duyarsızlaşmıştır. Bu süreçte devletin yapması gereken, aileyi koruyacak ve güçlendirecek politikalar geliştirmek, aile içi iletişimi ve dayanışmayı artıracak projeler üretmektir.

Genç Nesiller-Bireyselleşme ve Toplumsal Duyarsızlık

Günümüz gençleri, bireyselleşme ve yalnızlaşma eğilimindedir. Küresel kültür, gençleri bireysel başarıya, bağımsızlığa ve yalnız yaşamaya teşvik etmektedir. Bu durum, gençlerin aile değerlerinden uzaklaşmasına ve toplumsal duyarsızlığın artmasına neden olmaktadır. Gençler, artık aile içinde değil, sanal dünyalarda kendilerini var etmeye çalışmakta, bu da aile içi bağların kopmasına yol açmaktadır.

Bireyselleşme, sadece aile içi iletişimi zayıflatmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal duyarlılığı da azaltmıştır. Gençler, artık toplumun sorunlarına karşı duyarsızlaşmış, yalnızca kendi dünyalarına odaklanmış durumdadırlar. Bu süreçte, gençlerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeleri ve aile içindeki rollerini doğru bir şekilde üstlenmeleri için onları bilinçlendirmek büyük bir önem taşımaktadır.

Patolojik Durumlar-Aile Yapısının Zayıflamasının Sonuçları

Aile yapısının zayıflaması, sadece bireysel ve toplumsal bağları koparmakla kalmıyor, aynı zamanda patolojik vakaların artmasına da yol açıyor. Uyuşturucu bağımlılığı, suç oranlarındaki artış, cinsel taciz ve tecavüz gibi vakalar, aile yapısındaki bozulmanın sonuçlarından sadece birkaçıdır. Gençler aile içindeki duygusal boşlukları dolduramadıkları için, dış dünyada kendilerine alternatif arayışlarına girmeleri, bu tür olumsuzlukların artmasına neden olmaktadır.

Bu patolojik durumlar, yalnızca aileleri değil, tüm toplumu etkileyen büyük bir sorun haline gelmiştir. Aile içinde yaşanan iletişim sorunları, gençlerin dış dünyada yanlış yollar seçmesine neden olmakta, bu da toplumsal bir çöküşü beraberinde getirmektedir. Bu sorunlarla mücadele etmek için aile içi iletişimi güçlendirecek ve aile birliğini koruyacak adımlar atılmalıdır.

Çözüm Önerileri-Aileyi Yeniden İnşa Etmek

Aile yapısındaki bu bozulmaları düzeltmek ve aileyi yeniden inşa etmek için bir dizi çözüm önerisi sunmak mümkündür:

  1. Aile İçi İletişim Güçlendirilmelidir: Aile üyeleri arasında sağlıklı bir iletişim kurulmalı, aile bireyleri birbirlerine zaman ayırmalı ve duygusal bağları güçlendirmelidir. Aile içindeki sevgi, saygı ve merhamet yeniden inşa edilmelidir.

  2. Medya İçerikleri Denetlenmelidir: Aile yapısını zayıflatan medya içeriklerine karşı daha sıkı denetimler getirilmelidir. Özellikle çocuklar ve gençler üzerinde olumsuz etki yaratan programlar, reklâmlar ve sosyal medya içerikleri kontrol altına alınmalıdır.

  3. Devlet Politikaları Güçlendirilmelidir: Devlet, aile yapısını koruyacak ve güçlendirecek sosyal politikalar geliştirmelidir. Aile içi bağları güçlendirecek projeler, eğitim programları ve toplumsal dayanışmayı artıracak politikalar öncelikli hale getirilmelidir.

  4. Aile Eğitimi Verilmelidir: Ebeveynler, çocuklarıyla nasıl iletişim kuracakları konusunda bilinçlendirilmeli ve aile içindeki rollerini doğru bir şekilde üstlenmeleri sağlanmalıdır. Aile eğitimi, aile içi sorunları çözmek için en önemli adımlardan biridir.

  5. Toplumsal Sorumluluk Bilinci Geliştirilmelidir: Gençler, toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmeli ve aile içindeki rollerini doğru bir şekilde yerine getirmelidir. Toplumsal dayanışma, gençleri aile değerlerine karşı daha duyarlı hale getirecek en önemli unsurlardan biridir.

Sonuç olarak, aile yapısının zayıflaması, sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal bir çöküşün habercisidir. Aile içindeki bağların zayıflaması, toplumsal duyarsızlığın artmasına ve patolojik durumların yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bu süreçte, aileyi yeniden inşa etmek ve güçlendirmek için sağlıklı iletişim, doğru politikalar ve toplumsal dayanışma büyük bir önem taşımaktadır.

Aile, toplumun temel taşıdır ve onun korunması, toplumsal geleceğimizin teminatıdır. Aileyi güçlendirmek, sadece bireysel anlamda değil, toplumsal anlamda da büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirmek, genç nesilleri korumak ve toplumsal değerleri yeniden inşa etmek, hepimizin görevidir.

Bahadır Hataylı/17.10.2024/14.10/Namazgah/İST

16 Ekim 2024 Çarşamba

Bir Çöküşün Anatomisi-Adaletsizlikle Yozlaşan Bir Sisteme Karşı Uyanış

Adaletsizliğin Derinlemesine Analizi

Bir yönetimin, zenginleri daha da zenginleştirip, fakirleri daha da yoksullaştırdığı; gücü hep mazlumlar aleyhine kullandığı bir toplumda adaletten bahsetmek mümkün müdür? Adaletin olmadığı, gücün sadece güçlülerin çıkarına kullanıldığı bir sistem, insanlık onurunu ayaklar altına alan bir çürümüşlük abidesidir. Böyle bir sistem, sadece zenginlerin ve güçlülerin çıkarlarını koruyarak, toplumun geniş kesimlerini yok sayar. Ancak adaletsiz bir düzenin uzun vadede sürdürülebilirliği yoktur. Çünkü adalet olmadan ne barış vardır ne de huzur.

John Locke'nin sözünü hatırlayalım: "Halkını mutlu etmeyen, adaleti gözetmeyen, huzursuzluğun kaynağı bir devlet, korumaya değmez; bırakın geberip gitsin." Locke'nin bu sert ama gerçekçi değerlendirmesi, yaşadığımız günlerin tam karşılığıdır. Adaletin çürüdüğü, güçlünün güçsüzü ezdiği bir düzen, meşruiyetini kaybeder. Hukuk, zenginlerin parçalayıp geçtiği, fakirlerin ise ayağına dolanan bir örümcek ağına dönüştüğünde, böyle bir düzenin insanlara mutluluk getirmesi nasıl beklenebilir? Vergi sisteminin, alttakileri ezip üsttekileri göklere çıkardığı; güçlülerin dokunulmazlık zırhına bürünüp, mazlumların sırtında yük haline geldiği bir ortamda, bu sistemin neresinden tutabiliriz?

Bu sorulara cevap aramak, gücünü halktan almayan, halkın mutluluğunu hedeflemeyen bir yönetim anlayışını sorgulamakla başlar. Bu yazıda, içinde bulunduğumuz adaletsiz ve yozlaşmış sistemin tüm boyutlarını ele alarak, adaletsizlik karşısında nasıl bir uyanış gerektiğini detaylı bir şekilde anlatacağım.

Yönetim Mazlumlara Karşı Güç Kullanıyorsa, Adalet Mümkün Müdür?

Bir ülkenin yönetimi, gücünü mazlumların aleyhine kullanıyorsa, orada adil bir düzenden bahsetmek imkansızdır. Yönetim, toplumun en güçsüz kesimlerinin yanında yer alması gereken bir mekanizmadır. Devletin asli görevi, herkesin haklarını korumak, özellikle de güçsüzleri güçlülerin zulmünden sakınmaktır. Ancak bugünkü sistem, tam tersine, güçlülerin yanında yer almakta, zayıf olanı ezmekte, toplumun en kırılgan kesimlerini görmezden gelmektedir.

Zenginler daha zengin oluyor, fakirler daha da yoksullaşıyor. Bunu görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Devlet politikaları, fakirlerin sırtına daha fazla yük bindirirken, zenginlerin vergilerden muaf tutulmasına, kredilerle ödüllendirilmesine, vergi borçlarının silinmesine olanak tanıyor. Yoksul bir insanın çocuğunu okula gönderecek parası bile yokken, zenginler yeni gayrimenkuller alarak, devlete ödemesi gereken vergilerden kurtuluyor. Bu adaletsizlik midir, yoksa bir soygun düzeni mi?

Adaletin olmadığı bir toplumda, huzur ve güven de yok olur. Zenginlerin servetlerine servet kattığı bir düzen, toplumu bölüp parçalar. Bir yanda lüks içinde yaşayan bir azınlık, diğer yanda temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan geniş bir kesim... Böyle bir sistem, sürdürülebilir mi? Elbette hayır. Bu çarpık düzen, toplumsal öfkeyi besler, haksızlık karşısında sessiz kalanlar bir gün kaçınılmaz olarak hesap vermek zorunda kalır.

Vergi Sisteminin Çarpıklığı ve Sosyal Adalet

Vergi sistemi bir ülkenin en temel yapı taşlarından biridir. Ancak vergi sistemi adil değilse, toplumun en önemli yapı taşı da çatlamaya başlar. Şu anki vergi sistemi, zenginleri ödüllendirirken, fakirleri daha da fakirleştiren bir yapıya dönüşmüş durumda. Milletin vergileri, lüks içinde yaşayan bir azınlığa kredi olarak sunuluyor. Oysa vergi, toplumsal refahı sağlamak için alınır. Peki ya bu vergi sistemi, sadece zenginleri daha zengin etmek için kullanılıyorsa?

Vergi adaleti sağlanmadan, toplumsal adaletten söz edemeyiz. Aşağıda ezilen geniş kitlelerin sırtına yüklenen ağır vergiler, zenginlerin daha da rahatlaması için kullanılıyorsa, böyle bir sistemin adil olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Üstelik bu vergilerle yapılan harcamalar da sorgulanmalıdır. Milletin parasının nereye gittiğini bilmesi, hesap sorabilmesi gerekir. Ancak bugünkü sistemde, ne yazık ki bu hesap verme mekanizması çalışmıyor.

Devletin kaynakları, halkın ortak malıdır. Bu kaynakların, sadece belirli bir zümreye hizmet etmesi kabul edilemez. Zenginlerin mallarına mal katmaları için vergi muafiyetleri sağlanırken, fakir bir vatandaşın günlük yaşamını sürdürecek imkanları bile elinden alınıyor. Bu sistem, kimin çıkarlarını koruyor?

Adaletin Bozuluşu ve Hukuk Sistemi

Bir ülkede adalet, en güçlü temeldir. Adaletin çürüdüğü, hukukun zayıfladığı bir toplumda, devletin meşruiyeti kalmaz. Bugün, hukuk sistemi güçlülerin arkasında durup, zayıfların karşısında set oluşturan bir yapıya dönüştü. Hukuk, zenginin önünde diz çöken, fakirin ayağına dolanan bir örümcek ağıdır. Bu, adaletin ölümü demektir.

Hukuk sistemi, toplumsal düzeni sağlamak için vardır. Ancak güçlülerin parası ve nüfuzu, hukuku kendi lehlerine çevirebiliyorsa, o zaman adaletten bahsetmek imkansızdır. Zenginlerin dokunulmaz olduğu, fakirlerin en ufak hatada cezalandırıldığı bir sistemde, adalet nerede? Zenginin suçları görmezden gelinirken, fakir insanın en küçük hatası bile büyük bir suçmuş gibi cezalandırılıyor. Bu sistemde, adaleti nerede arayacağız?

Adalet, toplumun tüm kesimlerine eşit uygulanmadıkça, hukuk sadece bir araçtan ibaret olur. Bugün, yargı gücünü elinde tutanlar, zenginlerin çıkarlarını korumak için kullanıyorlar. Bu durum, toplumun her kesiminde adalete olan güveni yok ediyor. Bir sistemin meşru olmasının yolu, adaleti sağlamaktan geçer. Adaleti olmayan bir sistem, meşruiyetini kaybetmiştir.

Çöküşün Eşiğinde Bir Toplum

Toplumun çöküşü, adaletin yok oluşuyla başlar. Adaletsizlik, bir ülkenin damarlarına zehir gibi işler. Bu zehir, önce hukuku çürütür, sonra toplumsal huzuru bozar ve nihayetinde devletin tüm yapılarını çökertecek kadar derinleşir. Bugün, bu çöküşün eşiğindeyiz. Toplumun her kesiminde derin bir huzursuzluk, umutsuzluk ve çaresizlik hakim. İnsanlar adaleti arıyor, ama bulamıyor.

Yönetim ise, halkın bu huzursuzluğunu görmezden geliyor. Gücü elinde tutanlar, sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyorlar. Zenginler, daha zengin oluyor; fakirler ise her geçen gün daha da yoksullaşıyor. Bu çarpık düzen, adaletin tamamen ortadan kalkmasına neden oluyor. Toplumsal huzur, adaletten doğar. Ancak bugün, adaletsizlik her yeri kaplamış durumda.

Sistemin Meşruiyeti Sorgulanmalıdır

Bir sistemin meşru olabilmesi için, o sistemin adaleti sağlaması gerekir. Eğer bir yönetim, halkın haklarını korumak yerine, güçlülerin çıkarlarını kolluyorsa, o yönetim meşruiyetini kaybeder. Bugün, içinde bulunduğumuz sistem tam da böyle bir yapıya sahip. Güç ve kuvvet, mazlumları ezmek için kullanılıyor. Yönetim, adeta bir haremin çetesi gibi davranarak, zenginlerin ve güçlülerin çıkarlarını koruyan, geri kalan herkesi görmezden gelen bir yapı haline geldi. Böyle bir sistemin meşruiyeti kalır mı?

Bir yönetimin meşru olmasının temel şartı, hukuka uygun hareket etmesi ve adaleti sağlamasıdır. Devletin varoluş nedeni, halkının mutluluğunu, güvenliğini ve refahını sağlamak olmalıdır. Ancak bu amaçlar yerine getirilmiyorsa, yönetimin meşruluğundan söz edilemez. Bugünkü sistem, sadece güçlülerin egemen olduğu, zenginlerin daha da zenginleştiği bir düzeni ayakta tutuyor. Bu sistem, toplumsal huzuru değil, toplumsal çöküşü besliyor.

Devlet, halkın çıkarlarını gözetmediğinde, sadece kendi varlığını sürdürmek için ayakta durur hale gelir. Oysa devlet, halkın refahı için vardır. Eğer bir devlet, sadece güçlünün hizmetinde olan bir araç haline gelmişse, o devlete olan güven sarsılır ve meşruiyeti yok olur. Bu noktada, halkın devlete olan bağlılığı çözülür. Devlet, halkı için değil de belli bir kesimin çıkarlarını korumak için çalışıyorsa, böyle bir devletin çökmesi kaçınılmazdır.

John Locke'nin felsefesi tam da bu durumu özetler: "Halkını mutlu etmeyen, adaleti sağlamayan bir devlet, yaşamayı hak etmez. Bırakın geberip gitsin." Bu sert ama derin anlamlar içeren söz, bugünkü durum için geçerliliğini koruyor. Eğer bir devlet halkını mutsuz ediyorsa, adaleti uygulamıyorsa, var olma amacını yitirmiş demektir.

Toplumsal Uyanış ve Değişim İçin Mücadele

Peki, bu çarpık düzenin devam etmesine izin mi vereceğiz? Elbette hayır. Adaletsizlikle yozlaşan bir sistemin sona ermesi için toplumsal bir uyanış gereklidir. Tarih boyunca, büyük toplumsal değişimler, halkın adaletsizliğe karşı verdiği mücadelelerle gerçekleşmiştir. Bugün de aynı mücadeleyi vermek zorundayız.

Toplumsal uyanış, bireylerin adaletsizliğe karşı bilinçlenmesiyle başlar. Halk, içinde bulunduğu çarpık düzeni sorgulamalı, gücün ve adaletin sadece belli bir kesimin elinde olmasına karşı çıkmalıdır. Bu uyanış, adım adım gerçekleşir. Önce adaletsizliğin farkına varmak, sonra da bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için harekete geçmek gerekir.

Değişim, bireylerin bilincinden doğar. Eğer halk adalet talep ediyorsa, yönetimler bu talebi göz ardı edemez. Bugünkü yönetimin çürümüşlüğü karşısında, halkın sesi yükselmeli, adaletsizlik karşısında susanların sesi çıkmalıdır. Adaletin olmadığı yerde, barış ve huzur olmaz. Bu nedenle, adaletin sağlanması için mücadele etmek, herkesin görevidir.

Sonuç – Adaletsizliği Reddetmek

Bugünkü yönetimin zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir eden; güçlünün önünde eğilip, mazlumların haklarını çiğneyen yapısı, toplumsal çöküşün habercisidir. Adaletin olmadığı bir sistemin meşruiyeti yoktur ve bu sistem, halkın güvenini tamamen yitirmiştir. Vergi adaletsizliği, hukukun güçlülerin lehine işlemesi, güç ve kuvvetin sadece belli bir kesimin çıkarlarını koruması, bu çarpık düzenin en açık göstergeleridir.

Bir devletin meşru olabilmesi için, halkının refahını sağlaması, adaleti gözetmesi ve toplumun tüm kesimlerine eşit muamele etmesi gerekir. Eğer bir devlet, bu temel sorumlulukları yerine getirmiyorsa, o devletin varlığını sürdürmesi gerekmez. John Locke'nin dediği gibi, halkını mutlu etmeyen, adaleti sağlamayan bir devlet, yaşamayı hak etmez.

Bu noktada, halkın uyanması ve adalet için mücadele etmesi hayati önemdedir. Toplumsal değişim, adaletsizliğe karşı verilen bir mücadeleyle başlar. Bugün, bu mücadelenin tam ortasındayız. Adaletsizlikle yozlaşan bir sistemi kabul etmiyoruz ve adaletin yeniden tesis edilmesi için sesimizi yükseltiyoruz.

  • Adaletin olmadığı bir sistemin meşruiyeti kalmaz.
  • Vergi adaletsizliği, toplumsal adaleti yok eder.
  • Hukukun güçlülerin lehine işlediği bir sistem, toplumu böler.
  • Adaletsizlik karşısında toplumsal uyanış şarttır.

Bu manifesto, adaletin yeniden tesis edilmesi ve halkın haklarının korunması için bir çağrıdır. Adaletsiz bir sistemin çökmesi kaçınılmazdır ve bu çöküşe direnç göstermek yerine, adalet için mücadele etmeli, toplumsal uyanışı başlatmalıyız.

Adalet olmadan, barış ve huzur olmayacaktır. Adaletsizliğe karşı durmak, herkesin görevidir. Bu görev, hepimizin geleceğini şekillendirecek bir mücadeledir.

Bahadır Hataylı/15.10.2024/15.00/Namazgah/İST


15 Ekim 2024 Salı

Yaşanılmaz Bir Cehennem

Ey yönetim erki, sizler bu topluma umut olacağınızı vaat ederken, hayatları bir cehenneme çevirdiniz. Zalimce aldığınız kararlar, uyguladığınız politikalar ve fakiri ezip zengini yücelten düzeniniz, bu ülkenin yaşanılmaz bir cehenneme dönüşmesine neden oldu. Her gün daha da derinleşen bu karanlık, insanları nefessiz bıraktı. Halk, sizin zulmünüz altında ezilirken, sizler ensesi kalınların önünde eğilip bükülerek onların kuralsızca büyümesine olanak tanıdınız. Bugün, fakir halkın çektiği acıların sorumlusu olarak karşınızdayım; gerçekleri gözler önüne sermek ve halkın feryadını sizlere duyurmak için buradayım. Bir toplumun adalet ve merhametten yoksun bırakılması, onu yıkıma sürükler.

1. Zalim İktidar ve Yoksulun Tükenişi

Her geçen gün, daha fazla insan yoksulluk girdabına saplanıyor. Günlük hayatta insanlar çocuklarına bir ekmek alabilmek için boğuşurken, sizler zenginlerin ceplerini doldurmak için her yolu deniyorsunuz. Öyle ki, fakir fukara bir havuç bile alacak imkan bulamazken, zenginlerin vergiden kaçınması için devasa mülkler alarak vergiden düşme gibi utanmaz bir sistem yarattınız. Bu nasıl bir adalettir? Nasıl bir vicdandır? Fakirlerin nefesinden bile vergi alırken, zenginlerin keyfine keyif katıyorsunuz.

Bir baba çocuğuna yiyecek bir şey bulamıyor, bir anne elindeki son parayla nasıl bir yemek yapacağını düşünürken siz, onların bu çaresizliğini görmezden geliyorsunuz. Fakirin elektrik, su, doğal gaz faturasını ödeyemediği için kesilen hizmetleri siz görmezden geliyorsunuz. Kendi lüks yaşamlarınızda boğulmuşken, bu ülkenin gerçek sahiplerini unuttunuz. Siz iktidarda kaldıkça bu ülkenin fakirleri tükenecek, adaletsizlik büyüyecek.

2. Vergi ve Haracın Dayatıldığı Bir Hayat

Sizler halkı sömürmek için her yolu denediniz. Vergiyi adaletin bir gereği olarak değil, zengini daha zengin yapmanın bir aracı olarak kullandınız. Zenginlerin malına mal katması için oluşturduğunuz düzen, onların sırtından zenginleşen bir sistem haline geldi. Devletin en temel gelir kaynağı olması gereken vergi sistemi, fakirden alınıp zengine verilen bir araca dönüştü. Zenginlerin vergilerini düşürmek için mülk yatırımlarını teşvik ederken, gariban vatandaşın elindeki ekmeği bile gözünüz kırpmadan alıyorsunuz.

Peki, bu halk neyle suçlu? Neden böylesine ağır bir yükün altına sokuluyor? Yoksul vatandaş, vergi yükü altında eziliyor, en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geliyor. Elektrik faturasından, gıda alışverişine kadar her adımda, haraca bağlanmışçasına para ödüyor. Ama siz, bu adaletsizliği umursamıyorsunuz. Neden? Çünkü sizin önceliğiniz halkın refahı değil, kendi cebiniz. Bu halkın sırtına her gün yeni bir vergi yükü bindirirken, sizler kendi lüks hayatlarınızda hiçbir şey olmamış gibi yaşıyorsunuz.

3. Zenginlerin Önünde Eğilip Bükülen Bir Yönetim

Zenginlerin karşısında ne kadar da küçülüyorsunuz. Onların kurallarını delip geçmesine göz yumarken, fakirin boğuştuğu her sorunu görmezden geliyorsunuz. Ensesi kalınların vergisini bile affedip onları büyütmek için çabalarken, fakirin elektrik faturasında bile ödeme gecikse anında kesme yoluna gidiyorsunuz. Halkın, hayatını devam ettirebilmesi için sahip olduğu kısıtlı kaynakları gasp edip, zenginlere yeni fırsatlar yaratıyorsunuz. Bu, nasıl bir yönetim anlayışıdır?

Ülkemizdeki bu dengesizlik, sosyal adaleti kökünden sarsmış durumda. Bir tarafta yoksullukla boğuşan milyonlar, diğer tarafta devletin sunduğu fırsatları kendi çıkarına çeviren bir avuç zengin. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Zenginlerin önünde eğilip bükülüyor, onların her istediğini yapıyorsunuz.

4. Toplumu Çürüten Medya ve Çürümüş Kültür

Televizyon kanallarınızda her gün, sabah kuşağında toplumu çürütmek için yayınlanan programlar, halkı ahlaksızlığa ve yozlaşmaya iten içeriklerle dolu. Bu, bir rastlantı değil; bu, planlı bir ifsat hareketi. Aileyi çökertmek için her türlü kirli senaryoyu sahneye koyuyor, halkın aklını uyuşturuyorsunuz. Sabah kuşağında cinayet, gasp, tecavüz ve ihanet hikayeleriyle halkı ekrana kilitlerken, gerçek sorunları, ülkenin içinde bulunduğu vahim durumu gözlerden kaçırıyorsunuz. Toplumun en temel yapı taşı olan aileyi çökertiyorsunuz.

Medyanın gücünü halkı bilgilendirmek, eğitmek ve bilinçlendirmek için kullanmak yerine, onları ahlaksızlığa ve yozlaşmaya teşvik eden bir araç haline getirdiniz. Gündüz kuşağı programları, gerçek hayatın sorunlarından kaçmak isteyen insanlar için bir uyuşturucuya dönüştü. Bu programlar, insanları sorunlarla yüzleşmek yerine kaçmaya, eleştirel düşünmeyi bırakıp kölece izlemeye teşvik ediyor. Sizler bu medyayı yönetiyor ve halkı kendi ellerinizle uyutuyorsunuz.

5. Eğitim Sistemindeki Çöküş ve İşe Yaramazlık

Üniversitelerimiz, gençlerin umutlarını beş yıl daha öteleyen, ama gerçek hayatta hiçbir işe yaramayan kurumlar haline geldi. Gençler, dört duvar arasında yıllarını harcarken, mezun olduklarında işsizlikle boğuşuyorlar. Eğitimi sadece zaman öldürme aracı olarak kullandınız, gençliğin enerjisini ve geleceğini çaldınız. Bu gençler, sizin yanlış politikalarınız yüzünden umutsuzluğa mahkum oldu.

Okullar sadece teorik bilgi öğreten, pratikte ise hiçbir şey kazandırmayan kurumlara dönüştü. Gerçek dünyada işe yaramayan bir eğitim sistemi, mezunları çaresizlik içinde bırakıyor. Üniversiteler, topluma fayda sağlayacak bireyler yetiştirmek yerine, mezun olduktan sonra iş bulamayan yığınlar yaratıyor. Sizler bu eğitim sistemini kökten düzeltmediğiniz sürece, bu ülkenin gençliği umutsuzluğa sürüklenecek.

Bahadır Hataylı/14.10.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!