Birleşmiş Milletler ’in “Geleceğin Zirvesi” gibi uluslararası toplantılar, genellikle büyük küresel sorunlar hakkında çözüm önerileri sunmayı amaçlayan platformlar olarak sunulsa da, eleştirel bir bakış açısıyla bu zirvelerin gerçek amacı çok daha derin ve tehlikeli planlara işaret edebilir. Zirvede konuşulan konuların yüzeyde küresel işbirliği, çevre sorunları ve adil bir finansal sistem gibi önemli başlıklar altında tartışıldığı söylense de, aslında zirvenin gerçek amacı, dünya üzerinde daha geniş bir kontrol mekanizması kurmak ve ulus devletleri zayıflatmak olabilir. Buna göre, zirvenin en büyük tehlikesi, dünya halklarını kontrol altına almayı hedefleyen bir elit tabakanın, ekonomik ve politik gücü merkezileştirme çabasıdır. Bu çerçevede, her bir madde derinlemesine analiz edilip ele alındığında, şu sonuçlara ulaşabiliriz:
Bu Blogda Ara
22 Eylül 2024 Pazar
17 Eylül 2024 Salı
Değişim Rüzgârları Altında Yitik Bir Toplum
Gardaş, bir zamanlar köylerimizde sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, tarlada çalışmanın, komşularla selamlaşmanın huzurunu yaşardık. Çocuklar sokaklarda güvenle oynardı, büyüklerine saygıyla yaklaşırlardı. Ailede her fert birbirine kenetlenmişti, sofralar bereketli, muhabbetler derindi. O günlerden bugünlere geldik; her şey hızla değişti. Dijital dünya, teknolojinin parıltılı yüzüyle bize sunduğu hayatla ruhlarımızı aldı, köyler boşaldı, tarlalar sessizleşti. Beton binaların arasında kaybolduk, evlerin sıcaklığı yerini soğuk duvarlara bıraktı.
Artık çocuklar bilgisayar başında
büyüyor, ekranlar arası hayatın peşindeler. Anne-baba öğütleri dinlenmez oldu,
değerlerimiz yitirildi. Eskiden komşumuzun halini hatırını sorardık, şimdi
apartmanlarda birbirimizi tanımaz olduk. Sevgi, saygı, paylaşma ve hoşgörü arka
planda kaldı. Dün bizde olan bu asil duruş, bugün yerini umursamazlığa bıraktı.
Kardeşim, serserilik, kavga,
şiddet hayatımıza sızdı. Asalet yok, sabır yok, anlayış yok. İnsanlar birbirini
kıskanıyor, dedikodu yapıyor, oysa eskiden birinin derdi hepimizin derdiydi.
Çıplaklık, gösteriş, maddiyat her şeyin önüne geçti. Bir elbise alırken bir
ömür giymeyi düşünürdük, şimdi modaya göre her şey hemen eskir oldu.
Ne oldu bize gardaş? Nasıl bu
hale geldik? Şimdilerde insanlar ekranların içinde kaybolurken, kimse kimseyi
tanımıyor, ruhsuz yapılar içinde ruhlarımızı kaybettik. Sevgi mi kaldı? Muhabbet
mi kaldı? Ne idik ne olduk? Eğer böyle devam ederse sonumuz karanlık, bir çıkış
var mı bilmiyorum. Ama bir şey açık: bu betonlaşan ruhlar içinde kayboldukça,
son nefesimizi verirken bir zamanlar ne kadar saf ne kadar gerçek olduğumuzu
hatırlayacağız.
Bir zamanlar bu topraklarda
birlik, beraberlik ve kardeşlik vardı. Şimdi ise bu değerler birer anı oldu.
Toplum, adım adım büyük bir değişime uğradı. Bu değişim öyle yavaş ve sinsice
gerçekleşti ki, farkına vardığımızda çoktan her şey elimizden kayıp gitmişti.
Ne oldu bize? Bir zamanlar tarlada çalışan, komşusuna ekmeğini bölen, hastasına
şifa arayan bir toplumduk. Şimdi ise birbirimizden uzak, kendi kabuğumuza
çekilmiş durumdayız. Bu değişimi her alanda hissediyoruz: eğitimde, sağlıkta,
ailede, gençlikte, ulaşımda ve daha saymakla bitmeyecek her alanda...
Bir zamanlar eğitimin amacı
sadece meslek sahibi olmak değil, aynı zamanda insan yetiştirmekti. Ancak
bugün, eğitimin amacı sadece diploma almak oldu. Gençler, eğitim sürecinde
insanî değerlerden uzaklaşırken, sosyal beceriler geliştirmekte zorlanıyorlar.
Okullar, adeta birer yarış sahasına dönüştü; bilgi değil, notlar, puanlar
önemli hale geldi. Eğitim sistemimiz, bireyleri sorgulamaktan uzak, sadece
ezberci bir yapıya dönüştürdü. Gençlerimiz diplomalarını alıyorlar ama ruhları
boş kalıyor. Eğitim, bir hayat biçimi olmaktan çıkıp sadece bir zorunluluğa
dönüştü.
Aile, toplumun temeliydi, ancak
artık aileler de değişti. Aile içi bağlar zayıfladı, bireyler arasındaki sevgi,
saygı ve iletişim yerini çatışmalara, kopukluklara bıraktı. Eskiden ailede
herkes bir araya gelir, sofralar kurulurdu. Şimdi herkes kendi dünyasında,
kendi ekranında kaybolmuş durumda. Dijital dünya, aile içi sıcaklığı,
birlikteliği elimizden aldı. Evler artık kalabalık ama bir o kadar da yalnız.
Çocuklar ebeveynlerinden kopuk, ebeveynler de birbirinden uzak.
Gençlik, bir ülkenin geleceğiydi,
ama gençlik nereye gidiyor? Bir zamanlar gençler idealistti, bir dava uğruna
mücadele ederdi. Şimdi ise gençler, sosyal medyada beğeni peşinde koşuyor.
Hayallerin yerini geçici hevesler aldı. Gençlik, geleceğe dair umudunu
yitirmiş, kendini anlık zevklerin peşinde buluyor. Ne yazık ki, gençler
arasında bireysellik, bencillik arttı. Gençler artık toplumu düşünmekten çok,
bireysel tatminlerin peşindeler. İdealler, hedefler bir yana bırakıldı, hayat
"ne kadar beğeni alırım" yarışı haline geldi.
Sağlık hizmetlerimizde de ciddi
bir değişim yaşandı. Bir zamanlar doktorlarımız hastalarını iyileştirmek için
ellerinden geleni yapar, hastalar da onlara güvenirdi. Şimdi ise sağlık
sektörü, bir endüstri haline geldi. Hastalıklar tedavi edilmekten çok, birer
ticari kazanç kaynağına dönüştü. Doktorlar, sağlık çalışanları yoğun iş yükü
altında ezilirken, hastalar da bu sistemin çarkları arasında kayboluyor. Sağlık
artık bir hak değil, bir lüks haline geldi.
Eskiden ulaşım dendiğinde
insanların aklına komşu köye gitmek, sevdikleriyle buluşmak gelirdi. Şimdi ise
ulaşım, sadece bir yerden bir yere gitme aracı değil, büyük bir stres kaynağı.
Trafik, uzun mesafeler ve şehir hayatının karmaşası insanları bunaltıyor.
Şehirler beton yığınlarına dönüştü, doğa unutuldu. Toprakla bağı kesilen insan,
ruhen de doğadan koptu. Şehirler hızla büyüdü ama insanlar birbirine uzaklaştı.
Artık şehirlerde mahalle kültürü yok, komşular birbirini tanımıyor. Bu
betonlaşma, ruhlarımızı da etkiledi. Yaşadığımız yerler ne kadar büyükse,
ruhlarımız o kadar küçük kaldı.
Kültürümüz de bu değişim
rüzgarlarından nasibini aldı. Bir zamanlar geleneklerimize bağlıydık, şimdi ise
Batı'nın etkisi altında yaşıyoruz. Kültürel değerlerimizi unuttuk, yerine
yabancı hayranlığı koyduk. Giydiğimiz kıyafetler, izlediğimiz diziler,
dinlediğimiz müzikler bile artık bize ait değil. Kültürümüz yozlaşırken, kimlik
arayışına giren bir toplum haline geldik. Geleneklerimiz sadece bayramlarda
hatırlanan, gösterişten öteye geçmeyen birer ritüel oldu.
Bir diğer büyük değişim de
tüketim alışkanlıklarımızda oldu. Eskiden ihtiyacımız kadar tüketir, kalanını
paylaşırdık. Şimdi ise tüketim çılgınlığına kapıldık. İsraf, hayatımızın bir
parçası haline geldi. Gıda ürünleri çöpe giderken, ihtiyaç sahibi insanlar
bunlara ulaşamıyor. Mağazalar dolup taşıyor ama insanlar mutlu değil. Ne kadar
çok tüketirsek, o kadar boş hissediyoruz. Çünkü tüketim mutluluğu getirmiyor,
aksine daha fazla mutsuzluk yaratıyor.
Dijital dünya, hayatımıza büyük
kolaylıklar getirdi, evet. Ancak beraberinde büyük sorunlar da getirdi.
İnsanlar artık yüz yüze konuşmuyor, ekranlardan birbirine bakıyor. Sosyal medya
bağımlılığı, insanları yalnızlaştırdı. Dostluklar yüzeysel, ilişkiler sanal
hale geldi. Gerçek dünyadan kopup sanal dünyada kaybolduk. Dijitalleşme ile
birlikte mahremiyet, kişisel alan diye bir şey kalmadı. İnsanlar birbirine
gösteriş yapmak için yaşıyor, dijital dünyada var olmak için gerçek dünyadan
uzaklaşıyor.
Çıkış Yolu Nerede?
Bu değişim rüzgarları altında
kaybolan toplumumuz, aslında bir arayış içinde. Ancak bu arayışın yönü
kaybolmuş durumda. Ne yazık ki toplumsal değerlerimizden, köklerimizden
uzaklaştıkça daha fazla yalnızlaşıyoruz. Ancak unutmamalıyız ki, bu çöküşün
önüne geçmek elimizde. Aile bağlarını güçlendirmek, eğitim sistemini yeniden
insanî değerlere dayandırmak, gençleri yeniden hayata kazandırmak için adımlar
atmalıyız. Tüketim çılgınlığından, dijital dünyadan sıyrılıp gerçek dünyaya
dönmeliyiz. Birlik ve beraberlik ruhunu yeniden canlandırmalı, birbirimize
sarılmalıyız.
Bir zamanlar neydik, şimdi ne
olduk. Ancak her şeyin bir geri dönüşü vardır. Toplum olarak bu karanlık
günlerden çıkmanın tek yolu, birbirimize dönmek, dayanışmayı ve sevgiyi yeniden
inşa etmektir. Bu rüzgarların etkisi altında savrulurken, elimizde kalan son
umutları kaybetmemeliyiz.
Belki yeniden, birbirimize
dönmemiz, sevgiyi, saygıyı, naifliği hatırlamamız gerekir. Yüreklerimizi
açmamız, dünyaya değil, birbirimize sarılmamız gerekir. Gardaş, eğer bu yolu
seçersek, belki ışığı yeniden buluruz.
Bahadır Hataylı/16.09.2024/15.00/Namazgah/İST
15 Eylül 2024 Pazar
2002-2024 RTE Döneminin Kritiği-8
8-Türkiye'nin Geleceği ve Liderlik
Toplumsal Güvenin ve Liderlik
Anlayışının Geleceği
Toplumsal güven, bir ülkenin
istikrarı ve refahı için temel bir unsurdur. Türkiye'de toplumsal güvenin geleceği
hem liderlik anlayışındaki değişimlere hem de halkın beklentilerine uygun
reformların hayata geçirilmesine bağlıdır. Erdoğan'ın liderlik anlayışında
yapılacak dönüşümler, özellikle katılımcı demokrasi, şeffaflık ve etik
değerlerin ön planda tutulması, halkın güvenini yeniden kazanmak için kritik
öneme sahiptir.
Liderlik Anlayışındaki Dönüşüm:
Erdoğan’ın liderlik anlayışının gelecekte nasıl şekilleneceği, toplumsal
ihtiyaçlara ve küresel trendlere ne kadar uyum sağladığına bağlıdır. Kapsayıcı,
birleştirici ve şeffaf bir liderlik modeli, Türkiye’nin gelecekteki siyasal ve
toplumsal istikrarını destekleyecek ana unsurlar olacaktır.
Toplumsal Güvenin
Sürdürülebilirliği: Toplumsal güvenin sürdürülebilirliği için, sadece liderin
değil, aynı zamanda devletin tüm kurumlarının da güvenilir olması gerekmektedir.
Bu, hukukun üstünlüğünün sağlanması, demokratik normların güçlendirilmesi ve
toplumsal adaletin tesis edilmesi ile mümkün olacaktır.
Erdoğan’ın Liderliğinin
Sosyolojik Temelleri ve Sürdürülebilirliği
Erdoğan’ın liderliği,
Türkiye’deki belirli sosyolojik dinamikler üzerine inşa edilmiştir. Bu
dinamikler arasında, güçlü bir liderlik figürüne duyulan ihtiyaç, muhafazakâr değerler
ve halkla kurulan duygusal bağ yer almaktadır. Ancak, bu temellerin
sürdürülebilirliği, değişen toplumsal ihtiyaçlara ve beklentilere uyum
sağlamakla mümkündür.
Sosyolojik Temeller: Erdoğan’ın
liderliği, toplumun belirli bir kesiminin kimlik, aidiyet ve güvenlik
arayışlarına cevap vermiştir. Ancak, zamanla değişen sosyo-ekonomik dinamikler,
liderin bu temelleri yeniden gözden geçirmesini gerektirmektedir. Özellikle
genç nüfusun beklentileri ve toplumsal kutuplaşma gibi unsurlar, liderliğin
sürdürülebilirliğini etkileyen önemli faktörlerdir.
Sürdürülebilirlik: Liderliğin
sürdürülebilirliği, toplumsal desteğin devamlılığına bağlıdır. Bu da ekonomik
refah, sosyal adalet ve demokratik katılım gibi unsurların güçlendirilmesiyle
sağlanabilir. Erdoğan’ın liderliğinin geleceği, bu unsurlara ne kadar
odaklandığına ve toplumun geneline hitap eden politikalar geliştirip
geliştirmediğine bağlıdır.
Türkiye'nin Gelecekteki Toplumsal
ve Siyasi Manzarası
Türkiye’nin gelecekteki toplumsal
ve siyasi manzarası hem iç dinamiklerin hem de küresel gelişmelerin etkisiyle
şekillenecektir. Toplumun beklentileri, ekonomik koşullar ve uluslararası ilişkiler,
bu manzaranın belirleyici unsurları olacaktır.
Toplumsal Dinamikler: Türkiye’nin
toplumsal dinamikleri, şehirleşme, eğitim seviyesinin yükselmesi ve
dijitalleşme gibi faktörlerle hızla değişmektedir. Bu değişim, siyasi
liderlerin halkın taleplerine ve beklentilerine uygun politikalar
geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.
Siyasi Manzara: Türkiye’nin
gelecekteki siyasi manzarası, yeni liderlerin ortaya çıkması, muhalefetin güçlenmesi
ve demokratik reformların hayata geçirilmesi ile şekillenecektir. Erdoğan’ın
liderliği, bu süreçte önemli bir rol oynamaya devam edebilir; ancak, bu rolün
ne kadar sürdürülebilir olacağı, yukarıda bahsedilen faktörlere ne kadar uyum
sağladığına bağlı olacaktır.
Erdoğan’ın liderliği ve
Türkiye’nin geleceği, toplumsal güvenin yeniden inşa edilmesi, liderlik
anlayışındaki dönüşüm ve demokratik normların güçlendirilmesi ile doğrudan
ilişkilidir. Türkiye’nin toplumsal ve siyasi manzarası, bu süreçlerin ne kadar
başarılı bir şekilde yürütüldüğüne bağlı olarak şekillenecektir. Bu bağlamda,
Türkiye’nin geleceği, sadece bir liderin başarısına değil, aynı zamanda
toplumsal katılım, adalet ve etik değerler üzerine inşa edilen bir sisteme
dayalı olacaktır.
Bahadır Hataylı/Eylül-2024
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

