Bu Blogda Ara

25 Mayıs 2023 Perşembe

ÇAĞA MEYDAN OKUYAN ŞİZOFREN

 “Gün batıdan doğarsa yapacak bir şeyim yok” Ancak gün batıdan aheste aheste akıyor, herhâlde doğmaya niyeti yok…Doğarsa ancak oradan doğar çünkü doğuya gelecek mecali kalmamış gibi…Bununla ne anlatmak istediğimi merak edenlerin olacağını biliyorum, gelecek her satır güneşin nasıl battığını açıkça deklare edecektir. Tabiatın bir kuralı olarak Güneşin doğmasını ve batmasını bilenler, Güneşin batıdan doğmasını da yine öyle görmek isteyecekler. Çünkü alışılmış olan yaşamlar alışılmışın dışındaki uyaranları anlamakta zorlanırlar ve onlardan hiçbir ders almazlar. Oysa yaşadığımız hayat her yönüyle ibret alınması gereken bir yaşam.

Güneşin doğması ve ışığını yayması canlıların canlılığını devam ettirmesi içindir. Canlı olan varlıklar yaratılış hedeflerine göre yaşadıklarında, güneş doğmaya devam eder. Ancak yaratılış yörüngesinden dışarıya çıkanlar güneşin batışını yaklaştırırlar. Yörüngesinden sapan varlıkların üzerine Güneş neden doğsun ki, Allah o güneşi bir anda dürer ve kaldırır. Herkes karanlıkta yaşamaya mahkûm olur.

“Güneş dürüldüğü zaman, Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman, dağlar yürütüldüğü, denizler kaynatıldığı zaman…” İşte bugün yaklaştığında her şey rotasından çıkıyor ne dağlar ormanları dinliyor ne denizler H2O’yu dinliyor kaynamaya başlıyor, Güneş sofra gibi dürülüyor, yıldızlar pençe pençe ampul gibi patlayıp dökülüyor ve evrenimizi karanlık basıyor. Bu görüntü Güneşin batıdan doğacağının habercisi değil midir? Güneş batıdan doğarsa yapacak bir şeyimiz yok derken herkes güneşin ne zaman batıdan doğacağını bekleye dursun, ancak Güneşin ısı ve ışığıyla canlılık kazandırdığı yaşamlar batıdan çoktan doğdu. Peki hayatlar batıdan doğarsa, Güneş neden var olsun ki, bunu anladığımız da olmayacağımız kesin; o halde hayatların nasıl başının ayak, ayağının baş, doğusunun batı batısının doğu olduğunu hala görmeden yaşamaya kararlı mıyız?

Küresel salgın tüm evrenimizi bir veba gibi kuşattı, her coğrafyada bu vebanın etkisi o kadar fazla ki, insanlar bu virüsün etkisinden kurtulacak bir ışığa hasret yaşamaktadır. Küresel adaletsizlik tüm kâinatın dengesini bozdu, bilim adıyla insanlığın, hatta kâinatın imha sürecinin yaşandığı, teknolojinin yeryüzünün en güçlü ilahı olarak görüldüğü, doğal yaşamın fıtrat kodlarıyla oynandığı, insanlık için yeni bir yazılım ve donanımın oluşturulduğu çağda, hala Güneşin batıdan doğmasını bekliyorsanız o güneş gidince bir daha gelmeyecek, çünkü hayatlarımızın güneşi zaten batıya mahkûm olmuş. Yeryüzü cehenneminde, günde 25 bin insan kendileri için taksim edilmiş rızıklarına ulaşamadıklarından ya da dünyanın dengesini bozan şeytanlar tarafından çalındığı için açlıktan ölüyorsa, hala Güneşin batmadığını mı düşünüyorsunuz…?

Bir ABD’linin bir günde tükettiğini, bir yılda tüketen 100 binler insan olarak yaşadığını sanıyorsa, hala güneş batıdan mı doğacak diye bekliyorsunuz; güneş batmış haberimiz yok hepsi o kadar. İnsanları imha ederek hırslarını zirveye taşımak isteyen silah tüccarları, yeryüzünün ilahlığına soyunmuşsa, Göklerin ve Yerin rabbi bu kâinatı onların eline bırakacağını sanıyorsak bizim de güneşimiz batmış demektir.

Yalanın hakikat, sahtekârlığın ikiyüzlülüğün insanlık olarak görüldüğü çağda tüm koordinatlar yeniden belirlenmesi gerekiyor, bu koordinatlar insanlığı asla bulamaz çünkü insanlık bu çağda ortaya konulan koordinatların kapsam alanın dışında aranırsa belki bulunabilir…Ancak çok geç olduğundan şüpheniz olmasın, Güneş hazin bir eda ile yavaş yavaş evrenimizi terk etmenin acısı içinde, bize veda eder gibi doğumundaki sevinçleri terk ederek hüzünlü bir ayrılışın eşiğinde…

Emanetleri ehline verin diyen yaratıcının buyruklarının aksine, muktedirler toplumsal emanetleri kendilerine sadık olanlara taksim edip, herhangi bir ehliyet gözetmiyorsa Güneş hala doğuyor mu sanıyorsunuz? Yaratanın belirlediği yasalar, her gün çiğnenip geçiliyorsa, hangi yasaya göre oluşturacağımız yaşamlarımızın bizi aydınlığa götüreceğini sanıyoruz?

Nesillerin birbirine karıştığı, kimin kardeş, kimin anne, kimin baba olduğunun bilinmediği bir çağda, hala güneşin batmadığını mı sanıyoruz? Yaratanın belirlediği ve özenerek yarattığı cisimlerimizden ve cinsiyetlerimizden memnun olmayarak kendimize yeni bedenler ve cinsiyet arayışına girildiği bir çağda, hala Güneşin batmadığını mı sanıyorsunuz?

İnsanın, kâinatın içindeki dengeyi hep kendi lehine bozduğu ve diğer yaratılanların varlığını yok ettiği çağda, Güneş nerede gösterebilir misiniz? Ayakların baş, başların ayak, annelerin cariye babaların köle, kızların patroniçe, oğlanların efendi olduğu bir çağda, hala insan olarak yaşadığınızı sanıyorsanız Güneş bir daha doğmayacak demektir.

Evrenimiz karanlıkların pençesinde can çekişirken bizler oksijen çadırında normal yaşama kavuşmayı beklerken, tüm insanlığımızın yok edildiğinin farkına bile varmadan kendi elimizle kendi güneşimizi kaybettik…

Kâinatın denklemi adalet ve denge üzerine kurludur. Bunda küçük bir oynama hayatımızı oynanacak hale getirdi ve basit sıradan nesnelere dönüştük. Bu basit nesne halimizle bizler hakikaten Güneşin battığını görebilecek duyarlılığa ve algılama melekelerine sahip miyiz acaba ne dersiniz?

Batmakta olan bir geminin malları diye bazen günlük yaşamda ucuz satılan eşyaların reklamının yapıldığına şahit olmuşsunuzdur. Hakikaten insanlık batmakta olan geminin mallarından daha aşağıya indi değer olarak…Bedava satılıyor, ancak satışa çıkaranlar bu malların çok değerli olduğunu söyleyerek, kendi değerini arttırırken insanlığı bedava imha ediyor. Bizler sanıyoruz ki, bu çağın her buluşu insanlığın değerini arttırıyor, hayır kardeşim hayır, her buluş seni imha ederek bedava satmak ve kendi kulelerinin kat yüksekliğini biraz daha arttırmak istiyorlar, oysa sen bunların kat yüksekliklerini, sana ait bir değer artırımı sanarak, anlamsız sözcüklerle zamanını boşuna tüketiyorsun…Senin değerin, ancak sen olduğunda anlaşılacak ve ortaya çıkacaktır. Seni kaybeden senin değeri mi kalır…

Güneş battı mı acaba, çünkü evrenimize puslu, sisli ve karanlık bir hava egemen oldu. Sanıyorum güneş bizi terk etti…Ey canlar! Güneşin gidişine mi yanalım, bizi kaybeden bizlerin hala biz olduğumuzu sanarak insan olduğumuzu iddia eden boş laflarına mı yanalım…Kime yanarsak yanalım ama şunu bilelim ki, Güneş batıdan doğarsa yapacak bir şeyimiz kalmayacak, işte, o Güneş batıdan doğmuş bizi kuşatıp karanlıklara gark eyleme çabasında, siz de benim gibi bunun farkında mısınız? Bana şizofren, ne yaptığını bilmeyen korku senaryoları kuran bir paranoyak diyebilirsiniz?

Şunu açık yürekle söylüyorum ki, âmâ bugün ama yarın kim bilir belki yarından da yakın tüm kâinatın hesabının görüleceği vaktin arifesinde yaşamaktayız…O günler çok yakın, Güneş batmadan henüz vakit varken gülüm, elimizdeki gülleri dikelim ve kâinatın her yanına gül kokusu yayalım…Gül olmasak ta belki gül kokusunun yayılmasında bir nefer olabiliriz.

Güneş tüm ısı ve ışığını üzerimizden çekti mi ne dersiniz, kararttıkça karattılar evrenimizi, bizi bizden olduklarını sandıklarımız yaktı…Biz kimseyi yakmayalım diriltmek ve aydınlığa taşımak olsun çabamız, biliyoruz ki insanlık aydınlıkta canlanır, denge ile ayağa kalkar adaletle yürür…Bunlara kavuşmak ve o günün özlemini çekenler olarak hep birlikte kol kola el ele dimdik ayakta, dosdoğru istikamette yılmadan yürüyeceğimize and içerek çıkalım yola, göreceksiniz başka tüm yollar kararacak bize, Güneş yeniden doğacak üstümüze…

Tüm insanlığı o yolda buluşmaya davet ediyorum ve Güneş batmasın diye herkesi, insan olmaya çağrım! Var mısınız insan olarak insan gibi yaşayacağımız bir evreni yeniden inşa etmeye ve o evrenin hayat damarlarında adaleti yeniden ihya etmeye…

Selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle, Güneşe Bir selam vererek, üstümüze kararmaması için sahibine dilekte bulunarak, sizlere sağlıcakla kalın diyorum…Haydi Eyvallah…

Erol KEKEÇ/24.05.2023/16.30/Namazgah: İST



10 Mayıs 2023 Çarşamba

İLAH OLURSA CİNSİYET FELAH BULMAZ İNSANİYET

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar çıkabilir; onlara karşı dikkatli olun! Bununla beraber eğer affeder, hoş görür ve kusurlarını örterseniz bu sizin için bir fazilettir. Hiç şüphesiz Allah da çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” Tegabun:14

İslami düşünce adı altında tek eşle evliliğin olmazsa olmaz evlilik olduğunu, çok eşli evliliğin ise cahili bir adet olduğunu söyleyenler, acaba bu ayetteki eşlerinizden size düşman olanlar çıkabilir diyen ayeti nasıl değerlendiriyorlar. Yoksa tek eşli bir yaşamı mı anlatıyor. Buradaki anlamı iyi idrak ettiklerinde, bunu daha rahat anlamış olacaklar. Çok eşli bir evliliğin olduğu yerde, ancak eşlerinizden ifadesi kullanılır. Tek eşle evliliğin olduğu yerde böyle bir uyarının olması mümkün değildir. Demek ki, eşleriniz derken böyle bir yaşam var ki, o gündem yapılıyor. Ancak eskiye özgü bir yaşam olup sonraki yaşamda böyle bir uygulamanın olmayacağı ve kötü olacağı olsaydı, ifade, önceki alışkanlıklarınızdan kaynaklı evliliklerinizdeki çok eşliliğinizden size düşman olanlar çıkabilir demesi gerekmez miydi?

Şayet tek eşli olup ayrılan insanlar için kastedilmiş olsaydı, eşleriniz ifadesi kullanılmazdı. Yani her hâlükârda, birden fazla evliliğin olduğu anlaşılmaktadır. Peki, ben şunu sorgulamak istiyorum diyen insanlarımızın neden çok eşli bir yaşamı kaldırabilme tahammülleri yoktur. Kadınların ilk ileri sürdükleri gerekçe, ben kıskancım başkasını kaldıramam, çünkü insan içinde ancak bir kişiye sevgi besler, başka birine sevgi barındırırsa bu olmaz diye karşı çıkarlar. Ben de hemen soruyorum kadın erkeğin ilahı ve tek mabudu mu ki, sadece kalbi onun sevgisi ile dolup taşsın. Oysa Allah insanların göğüs boşluklarında birden fazla kalp yaratmamış derken, sadece kendi sevgisiyle o kalbin dolmasını ve başka mabutlar edinmemesini anlatmaktadır.

Çok eşli bir yaşamda, kadının tek dikkat etmesi gereken incelik ve olmazsa olmaz durum, erkeğin eşlerine adil davranıp davranmayacağı olabilir. Onun dışında eften püften kendi hırs ve algılarına dayanarak ben bunları kaldıramam anlayışı, Allah’ın ayetlerini içe sindirememek olur ki, Allah korusun bu durum küfre insanları taşır.

Bu ayet çerçevesinde ortamdaki yaşamlarımızı sorgularsak ciddi bir çözülmenin olduğuna şahit olacağız. Allah’ın helal kıldığını siz kendinize haram ederseniz, bu defa haram olanları helal kılarak onları yaşarsınız. O zaman da anlamsız ve günah yüklü bir yaşam ortaya çıkar. Bunu anlatmamdaki maksat, ayetlerin oluşturmak istediği anlamlı yaşamları hiçe sayarsak, anlamsız yaşamları anlamlı gibi yaşamamızdır. Sonrasında da neden ve niçin bu mutsuzluklar hayatımızı kuşattı diye, ev içi kuşkuların endişelerin kişiyi yiyip kemirdiği ve eşlerin birbirinin peşine dedektif koyduğu paranoyak yaşamların kurbanı olursunuz.

Hayat, Allah’ın belirlediği ve olmasını mutlaka istediği kendi kodlarından koparıldığı zaman, her gün aşınarak kendi karanlığına hapsolur. Bugün insanların mutsuzluğunun ve giderek yaygınlaşan insani bağlarının kaybolmasının arkasındaki en önemli etken, Allah’ın belirlediği koordinatların dışında bir yaşam oluşturma arzu ve isteğidir. Bundan 20 yıl öncesinde belli yerlerde eş değiştirme gibi bazı toplumsal patolojilerin olduğunu duyduğumda inanamamıştım, ancak geldiğimiz noktada internet sitelerinde bunların alenen reklamlarının girildiğini gördüğümde insanlığın, insanlıktan ne kadar uzaklaştığını ve kendini yok etmek için çırpındığını anladım.

İnsanın yaratılış fıtratını dağıttığınızda ortaya çıkacak oluşumların hepsi insanı darmadağın etmek için bir aday olur. Son 25 yıldır, ülkenin her yanına 1+1 veya 1+0 tarzı dairelerin yapıldığına ve bu dairelerinde genellikle palaza tarzı mekanlara yerleştirildiğini biliyorum. Buralar büyük oranda meşru görülmeyen yaşamların meşrulaştırılma mekanları oldu. Sonrasında da yeni isimler bulunmakta gecikilmedi. O burada yamuklusu ile yaşıyor. Ne demek Yamuklu manita vs. gibi ifadeler. Bu kavramlar tamamıyla Allah’ın meşru kıldığı bir yaşamı kötü göstererek, Allah’ın haram kıldığını helalleştirme davranışlarıdır. Ne yazık ki, Müslüman olduğunu söyleyen anlayışlar da bu tuzağa düştü, kadınlar eşlerinin öyle yaşamasına razı olabiliyor, âmâ onun ikinci bir eş almasına razı olmuyor. Bu durum, Kadın eliyle Erkeğin hayatının darmadağın edilmesinden başka bir şey değildir. Oysa Allah huzur bulasınız diye sizden eşlerinizi yaratık diyor.

İslam, zihinlerde devrimler yapmadığı sürece yaşamlar anlamlı bir yolculuk yapamaz. Zihin ve yürek iklimi fıtrat basıncının etkisindeki rahmet ile beslenirse, ancak o zaman, ortaya çıkacak yaşamlar tadından yenmez huzur adası olur.

Tarih boyunca belli kabilelerde de poliandri yani çok erkekle birleşen kadınların yaşamları olmuştur ve hala Hindistan’da Tota kabilesinde görülmektedir. Bu durum her ne kadar dişi için, bunu kabul eden toplumlarda arzulanır bir yaşam olsa da ben bunu insanın yaratılış ekseni üzerinde ele aldığımda tamamıyla rotadan çıkan bir eylem olarak görmekteyim. Anne sütü nasıl halis katıksız tertemiz bir süt ise, döllenme merkezi olan cinsiyette tertemiz bir yatağa, tertemiz katkısı olmayan tek bir siperim almak zorundadır. Ancak o zaman yüceliğini korur. Kadın bir toprak, erkek ise sudur. Toprak her ortamdan gelen zehirli kimyasal ne olursa olsun alırsa o toprak, toprak olma özelliğini kaybeder, üzerinde yetiştirmesi gereken bitkiyi yetiştiremez ve sonrasında verimsiz bir tarlaya döner. İşte, kadın verimli ve ne bitirdiği belli olan bir topraktır. Ancak erkek su gibi akışkan olduğu için birçok toprağı sulama özelliği vardır. Bir araziyi sular, ondan sonra orada işi bitince o suyu başka bir araziyi sulamak için kullanırsınız. Bu durum suyun fıtratının öyle yaratılmasıdır. Ama toprağı bir suyla suladınız ondan sonra toprağı başka bir suyla sulamak için farklı yerde akan bir suya taşıyamazsınız. Taşıması olmayan bir varlığı taşınacak duruma getirdiğinizde onun aslını bozarsınız ve sürekli kaybeder. Erozyona uğrar ve nerede nasıl birikinti haline geleceği belli olmaz.

Bunları anlatmamdaki amaç, kendi beklentilerimi karşılayacak ortamlar oluşturmak değil, insanı yeniden kendi fıtratıyla barıştırarak kaybedilen huzurun yakalanmasıdır. Evliliğin bitirilmesinin sebebi çok eşle evlilik asla olamaz, ancak sadakatin gayri meşru yollarla zedelenmesi, hırsızlık yüz kızartıcı davranışlar şiddetli anlaşmazlık, eşlerinin birbirine zarar vereceği iyileşmesi imkânsız akıl hastalıkları gibi etkenler önemliler arasındadır. Ama bir erkeğin aynı zamanda farklı bir kadınla evlilik yapması evliliğin dağılma gerekçesi oluyorsa, orada Allah’ın fıtrat üzere kurduğu aile yaşamı dinamitlenmiştir. İslam’dan bihaber olan yaşamlar zaten isteklerini istediği yerde doyuma ulaştırıyor ve buna kimse itiraz bile etmezken, çok eşle evlilik gündem olduğu zaman en çok itiraz edenlerin de onlar olduğunu görüyorsunuz. Böylesi çelişkilerin sera tabakası gibi insani değerlerimizi kendi kapsam alanına aldığı bir ortamda, benim söylediklerimin kolay anlaşılmayacağını biliyorum ama buna rağmen ifade etmezsem kendimi inkâr etmiş olacağım.

İnsani fıtratın parçalandığı bir yaşamda, arzular hiçbir yaratılma geni barındırmadan arzularını yaşarken, ilk itirazları da fıtrata dönüş hamlesine olur. Benim anlatmak istediğim bir din inanç değerlerini yaşama egemen kılmaktan çok, yaratılış kodlarını dikkate alarak insan olarak yaşamayı tercih etmemizdir.

Herhangi bir cinsiyeti aşağılamayı ve bir başkasının da üstünlüğünü ortaya koymuyorum ve öyle bir iddiam da yoktur. Hayat toprakta canlılık bulur. Topraktaki tohumun filizlenmesi de suya bağlı, ne su tek başına bir yaşam ortaya koyar ne toprak…İkisi bağımsız düşünüldüğü zaman anlamı olmayan avare bir zemin ve boşa akan bir sıvı olur. Ancak ikisinin izdivacından hayat fışkırır. DOLAYISIYLA ÜSTÜNLÜK BİRBİRİNE KARŞI DEĞİL, KENDİ GÖREVİNİ YERİNE GETİRİRKEN ORTA KOYACAĞI EFOR VE ÇABADADIR. Kendi yaratılış kodlarının dışına çıkmış olanın adı ne olursa olsun önemsiz anlamsız ve boştur. Dolayısıyla cinsiyetleri savaştıran yarıştıran insanlığı hayatın dışına atan tavırlardan kurtularak, hayatın fışkırdığı bir ortamın oluşması için gerekenlerin yapılması önemlidir.

Erkekler için çok eşlilik aslında ona tanınan bir ayrıcalık ve onu önemli kılmak değil, onun fıtratındaki var olan özelliklerini rehabilite ederek kontrol altına alarak yıkıcılığının önüne geçmektir. Örneklendirecek olursak, Fırat nehrini düşünelim ve üzerinde üç tane kocaman baraj var ve bu barajlar hem yaşam kaynağı oluyor hem de Fırat’ın yıkıcı gücünü kontrol altına alarak kontrollü akmasını sağlamış oluyor. Ancak bu barajlar yapılmamış olsaydı, o koca Fırat sadece denizlere karışacak ve yaşama artı bir katkısı olmayacaktı. O tarlalar da boş virane olarak kalacak bir tohumun gövermesini sağlamayacaktı. Ancak sular arazileri değerli kıldı ve orada bir iki bitki yetişirken birçok farklı bitki, kuş ve hayvan türlerinin barınağı haline geldi. Yani tarlalar gerçek değerine yükseldi ve ona kolay kolay paha biçilmez oldu. Erkek bir su demiştik, işte bu suyun anlamlı olması için meşru ve kontrolü belli olan rehabilite merkezlerinin olması kaçınılmazdır. Ancak kaçak belli kanallar açılarak oradan farklı yerlere sular götürülmek istenirse, o suların nelere mal olacağının hesabını yapamazsınız. Hem dökücü hem parçalayıcı hem de gittiği yerde o sulara nelerin karışıp nasıl kimyasal atıklar taşıdığını da anlamazsınız.

Bu açıklamalardan sonra diyorum ki, insanlık, yaratanın var ettiği fıtrat koordinatları içinde yaşamını yeniden diriltmelidir. Yoksa bir daha diriltemeyeceği bir yok oluşa kendini götürecektir. Naçizane tavsiyem meşru olan, yaratıcının belirlediği çizgileri yasaklayarak kendinizin oluşturduğu çizgileri beyaza boyarsanız, barışa değil savaşa gidersiniz. Allah’ın var ettiği çizgiler arası yaşam mutluluk huzur barış kardeşlik dostluk, yüklenme, hak, hukuk ve adalet getirir, âmâ sizlerin oluşturduğu çizgilerin içi ise bir kaos ve çıkmaz yaratır. Tercih insanın, ama derim ki, tercihlerimiz fıtrat koordinatları içindeki hayat olsun…

Makalemin sonuna yaklaşırken ayette vurgulanan düşmanlar olacağını bilerek, onlar üzerinden bir kin ve nefret ortamı değil oluşturulması gereken…Affeden bağışlayan kusurları örten faziletli davranışlar ortaya koymamız isteniyor. Allah, engin merhamet sahibi ve bağışlayıcıdır. Ayetin çerçevesi içinde konuyu ele almadığımı düşünenler olabilir, ancak buradaki amacım, ayetin ortaya koyduğu bir yaklaşımı doğru okuyarak hayatın diğer noktalarına dokunmaktı…

Erkekler bu yolla rehabilite edilirse, nesiller sağlıklı, psikolojik ve genetik özellikleri bilinen bir yaşam alanı içinde erdemli ve güven temeli içinde yaşamlarını sürdürürler. Yoksa geldiğimiz ve devam eden süreç G. Orwel’in dediği gibi, annesi babası belli olmayan çocukların daha değerli olduğu, anne ve babaları belli olanların kıyıda köşede horlandığı, anlamsız yaşamların pohpohlandığı, meşru zeminlerin sürekli aşağılandığı bir korku ütopyasına doğru sürükleniriz.

Erkekler, yaşamı sadece arzu ve istekler olarak görmekten çıkarak, yeni bir hayatın gövermesi için hayat taşıyan varlıklar olduklarını anlayacaklar, kadınlar da kendilerini erkeğin en üstün ilahı olarak görmekten çıkarak, erkeleri günaha teşvik eden özelliklerini ıslah edecekler…Yoksa bu gidiş her iki tarafın da çürümesine neden olacaktır…Çürümeden ayağa kalkalım Allah’ın helal kıldığını kendimize haram kılmayalım, Allah’ın haram kıldığını da kendimize helal kılmayalım yoksa akıbetimiz berbat olur…

Başka bir konuda buluşmak dileğiyle selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle, doğru anlaşılmak muradıyla kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/08.05.2023/11.53/Namazgah/İST



26 Nisan 2023 Çarşamba

AİLE HUZUR BULUNAN EŞLERDEN OLUŞMALI

 “Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” Rum suresi/21

Ailenin ne olduğunu ve niçin olması gereğinin önemi kavranmadıkça, huzurlu aile birlikteliklerinin kurulması mümkün değildir. Aile, sadece cinsel hazların doyuma kavuşturulduğu karşılıklı nesnesel boyutlar olarak düşünüldüğü sürece, aile olmanın vereceği huzur ortaya çıkmayacaktır. Aile olmadan önce yaratılış fıtrat genleriyle uyumlu insan olmak gerekmektedir. İnsan olmamışların, insan için gerekli olan bir gelişim aşamasına gelmesini beklemek ve o aşamayı devam ettireceklerini ummak sadece bir bekleyiş olacaktır.

Kendinizin yaratıldığı özle uyumlu olmayan bir varlık sizin eşiniz olmadığı gibi, size huzurda vermeyecektir. Bu durum kan uyuşmazlığı ve doku uyuşmazlığı yaşayan organ nakilleri gibi bir durumdur. Nasıl ki organ nakli yapılırken karşılıklı uyum sağlayıp sağlamayacağı ne kadar önemli ise, aile için de huzur bulup bulmama, bir uyum halidir. Bu uyumun gerçekleşmediği birleşimler her ne kadar toplumsal kültürel baskılarla devam ediyor gibi görülse de bir gün mutlaka yaşamı sona erdirecektir. Doktor kontrolünde sürekli denetim altına alınan organ nakli yapmış hastalar nasıl ki sürekli yaşatılamayacaksa, böylesi aileler de yaşamayacaktır.

Huzur bulmamız için, bizim yaratıldığımız özden bizi tamamlayacak eşlerin yaratılması huzura ulaşmak içindir. Şayet bu huzur yakalanmamışsa öyle bir oluşum anlamsız ve sürekliliği de hastalıkların artmasına sebep olacağı gibi, hastalığın erken önleminin alınması fırsatını da kaçırmış olacaktır. İnsan kendisinin bir yaratılmış olduğunu ve bu yaratılan kendisinin eksik olan parçasının hangi parçayla tamamlanacağını düşünmeden, her türlü parçayı eksiğini tamamlamak için kullandığında, o eksiği tamamlanmadığı gibi, yol aldıkça, eksik olan kısmına yerleştirdiği parçanın organizmaya uyumsuzluk süreci onun daha fazla parçalanmasına ve zamanla da kaza yapıp yolun dışına çıkan bir araca dönmesini sağlayacaktır…

Günümüzde evlilikler ya duygusal yakınlaşmaların istem dışı sonucu ya da karşılıklı şirket kurmaya ve ortaklık şartlarını resmi kurallar çerçevesinde belirleyen ortakların mukaveleye imza atması şeklinde ortaya çıkıyor. Bu mukavelenin şartlarını belirleyen de daha çok maddi beklentiler ve tarafların ortaya koyacağı mal varlıkları oluşturuyor. Peki, böylesi bir sürecin sonucunda huzurlu bir yuvanın inşası mümkün müdür? Huzursuzluk üzerine bir mukavele imzalayıp evlilik kurmak isteyenlerin huzur beklemesi, gökyüzünde hiçbir bulut olmadan ya da yağmurun oluşması için şartlar yokken yağmur beklemekten farksızdır. Bu şartlar altında oluşan birlikteliklerin doğurduğu acı sonuçların insanları dayanılmaz kılması daha farklı yolların oluşmasına da neden oldu. Hatta evlilik şartları olmasa da karşılıklı anlaşarak bir yaşamı devam ettirme ve aynı ortamı paylaşma, aslına bakarsanız bu yaklaşımın huzur bulmada diğer iki seçeneğe göre daha olumlu sonuçlarını görüyoruz. İnsanlar karşılıklı yaşamlarını devam ettiriyor, birbirlerine saygı duyuyor ve herkes kendince istediği gibi yaşıyor, cinsel ihtiyaçlarını böylece karşılayıp adına da hayat arkadaşlığı ismini koyuyorlar. Bu durumda, toplum içinde kişilerin sahipli olduğu biliniyor. Yani birlikte yaşamaları toplumsal yaşam içinde legal hal alabiliyor.

Tüm bu saydıklarımız, aslında huzur bulmak için Rabbimizin kendimizi yarattığı özden bize eşler var ederek anlamlı bir yuva kurmamızı istediği doğal yaşamın dışına çıkıldığında ortaya çıkıyor. Peki, bu saydıklarımız insana huzur getiriyor mu dersiniz? İnsana huzur getiren evlilikler ve birleşmeler olsaydı, bu kadar cinayetler, boşanmalar aldatmalar ve sürekli evlerden kaçışlar, çocukların sokağa bırakılması olur muydu? Huzur bulmak için olmayan yakınlaşmadan sükûnet ve rahatlama beklemek ne kadar anlam ifade eder.

Uzun zamandır bu konular üzerinde yoğunluklu çalışmalar yapan biri olarak, insanların doğal fıtrat doğasından uzak oluşturdukları her yaşamın ellerinde patladığına şahit oldum. Sonrasında da her türlü güzelliklerin yaşanmasını hayal eden bireylerle muhatap oldum…Muhataplarımdan aldığım bulgular ve toplumsal yaşamda bir türlü dikiş tutmayan bu birliktelikler, insanlık evreninin koordinatlarını imha etme süreci gibi gelmeye başladı bana…

Ebeveynler çocuklarını evlendirmek istediklerinde bak kızım huzurunu sakın bozma diye nasihatte bulunarak kızını gelin ediyor, oysa huzurun ne olduğundan habersiz birinin huzur adına ne aradığını kendisi bile bilmediği halde, sadece duyduğu bir arzuyu çocuğuna da öğütlüyor. Onun huzurdan anladığı, kızının her istediğinin karşılanması cebinden parasının eksik olmaması, evinde dünyalıklarının olmazsa olmaz her türünün bulunması, eşi işiyle uğraşırken onunda evde kendi rahat edeceği bir ortamı daim eylemesi arzulanmaktadır. Yani dünyaya ait olan ne varsa bu isteklerin sorunsuz karşılanması huzurlu bir yaşam olarak taktim ediliyor. Sonrasında her şeyi olan bu eşler kendileri olmadıkları için birbirinden hemen usanıyorlar ve tanışmadıkları ruhlar başka arayışlara başlıyor. Tenlerin dokunması tanışma değil, tanışmanın dışa yansıması olduğu bilinse, o zaman önce ruhsal bir mukaveleye imza atmak kaçınılmaz olur. Ruhsal mukavelenin şartları gerçekleşmeden, pozitif antlaşmalar sizi eş yapmayacağı gibi kuracağınız birlikteliği de aile kılmayacaktır. Dolayısıyla aileler dağılmıyor, insanlar aile olmayı beceremiyorlar ve aile oluşturacak ruh dünyasında yaşamak istemiyorlar desek daha mantıklı olacağı kanaatindeyim.

Günümüzde insanlık, aile olmanın yollarını kapamak için tüm güçleriyle savaşır oldular. Kadının erkeğe, erkeğin kadına karşı özelliği ve dayatmaları anlatılarak iki özün mayalanmasını engelliyorlar. Çünkü bu iki özün ruhsal mayalanması oluşmadan, o karışımın tadından yenmeyecek bir aile oluşmayacaktır. Halis süt olsa da maya bozuksa, kıvamında ve doğal bir yoğurt yiyemezsiniz. Ailenin oluşumunun mayasını Rabbimiz vermiş, ruhsal sükunete kavuşmak ve huzur bulmak bu iki unsuru yaşamdan uzaklaştırdığınız zaman o aile bozuk maya ile kesilen bir süt sitilinin içindeki bozulmuş süte dönecektir ve dökmek zorunda kalırsınız ya da değeri çok düşük faydası olmayan lor olarak yersiniz sonrasında da peynir yediğinizi sanırsınız.

Günümüzdeki ailelerin büyük çoğunluğu kesilmiş süt ya da dökülmek zorunda olan süt şeklinde olmasına rağmen biz bunları gerçek sanıyoruz. İşte gerçek aile olacaklar, öncelikle ruhu huzura kavuşturmak, sükunete ulaşmak, eksiklikleri tamamlayarak yaşam alanında yol almak için, motivasyonu çok yüksek içten yanmalı bir araç gibi olmalıdır. Ancak o zaman, aile de güller açar mutluluklar gelir, her gün farklı bir gün ve bahar evi terk etmez. Kuşlar ötüşleriyle böylesi bir huzur ortamının havasını etrafa yaymaya çalışırlar. Biz böylesi ortamların varlığına şahit olmadığımız için yaşadığımız hayatları bulunması imkânsız kutsal korunaklı mitolojik değerler olarak algıladığımızdan, asıl huzur bulacağımız ortamlara hasret kaldık…

Arasında dostluk olmayan, kardeşlik hukuku parçalanmış, taşıma ve taşınma kararlılığı kalmamış, merhametin yerini gururun kibrin aldığı, açık arayıp karşılıklı atışmaların hız kesmediği, dakikalık havaların bir anda yerini karabulutlara bıraktığı, dünyalıkların hayata anlam kazandırdığı, sahip olunanların mutluluğun tek anahtarı olarak görüldüğü, kimsenin kimseyi umursamadığı, anne babaların köle ve cariye olarak bilindiği çocukların kazıktan boşanan  isteklerde sınır tanımadığı, maddi hazlar dışında hiçbir değeri önemsemediği, hızlı yaşayarak emek harcamak istemediği bir çağda, ailenin ne kutsiyetinden ne huzurundan ne sükunetinden ne merhametinden ne tarihselliğinden, ne de Rahmanın olmasını istediği bir birlikteliğinden söz edilebilir.

Ülkemiz gerçekliğini dikkate alırsak, boşanmaların ve aldatmaların hızla ivme kazandığı ve yeni neslin evlilikten korkup kaçtığı ve sorumluluk altına girmediği bir ortamda, sanal evliliklerin nasıl huzur getirmesini bekleyebilirsiniz. Huzur evliliğin mayası, bu maya olmadan hangi nesneleri maya olarak kullanırsanız kullanınız evlilik olmayacağı gibi, sükunete eren eşler de bulamazsınız.

Bekarken daha huzurlu ve mutlu olan sükunete ulaşmış gençler, evlenince huzurunu bozuyor, neden çünkü evlilik günümüzde sorunların arttırıldığı bir stres deposu olarak patlamış durumda…Böyle olunca eşler karşılıklı birbirini yük sayar oldular. Her eş kendi sırtındaki yükü atarak rahatlayacağını sandığı bir sürecin kollarında, huzursuz yaşarken hala huzur bulacağını sanıyor. Nasıl bir çelişki değil mi, huzurun olmadığı bir yaşamın içinde huzur bulacak yaşam arzulamak…

Konuşmaktan, paylaşmaktan, dertleşmekten, samimi duygusal bağlar kurmaktan, saygı ve muhabbetle bakışmaktan, içten içe pozitif anlamlı mesajlar yollayıp kalplerin birbirini yoklamasından uzak bir ortamda hangi mala mülke ve dünyalığa sahip olarak huzura kavuşabilirsiniz ki!

Sükunete ermek, huzur bulmak, dostluk kurmak, sevgi ve merhamet içinde yaşıyor olmak Allah’ın ayetlerindendir. Eğer düşünürsek bunlarda bizim için çok büyük işaretler vardır. Rabbimizin bu uyarısını hiç hesaba katmadan huzurun kıyısından geçmeden hangi huzur ortamında yaşamak için çırpınırsak çırpınalım batmak bize müstahak olacaktır.

Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur, kalplerin Allah’ı anan huzurlu bir kalp olması için, kendimizi yarattığı özden eşlerimizi yaratan Rabbimize hamd ederek birbirimizi huzura çağıran ve huzur aşığı eşler olmamız dileğiyle…Aile olmaya ve adam gibi yaşamaya ne dersiniz…

Selam saygı muhabbetle, kalın sağlıcakla…

“Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” Rum suresi/21

Erol KEKEÇ/24.04.2023/14.40/Namazgah/İST.



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!