Bu Blogda Ara

28 Mart 2023 Salı

ATIN ÖLÜMÜ ARPADAN İNSANIN ÖLÜMÜ HARASEDEN


“Şu kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var, benimse bir tek koyunum var. Böyleyken: "Onu da bana ver" dedi ve konuşmada bana üstün geldi. “Sad/23

“Dedi ki: "Andolsun, o senin koyununu kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Gerçekten (varlıklarını) birbirine karıştıran ortakların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. Sadece iman edip salih ameller işleyenler müstesna. Ama onlar da ne kadar azdır!" Davud kendisini imtihan ettiğimizi sandı da Rabbinden bağışlanma diledi. Rükû ederek yere kapandı ve gönülden (bize) yöneldi.” Sad/24

Bu ayetlerde vurgulanan hakikat hepimizin imtihanı olduğundan kuşkunuz olmasın…Söylenen her sözün niçin neden durup dururken bize sorulduğunu idrak etmeden hemen dalıyoruz üstün bilgi yüklü, (!) şeytanın hipodrom olarak kullanmayı çok istediği, o dağarcığımızdan konuşmaya…Ondan dolayıdır ki toplumsal yaşamımızın her katmanında herkes her şeyi bilen, mutlak danışılması gereken kanaat önderi gibi kendisini görüyor. İnsan olduğumuzu fark etsek te her an imtihan olabileceğimizi düşünsek, acaba bu kadar boşlukta mütekebbirlik edasıyla yaşar mıyız?

İnsan çok garip bir varlık, nasıl olduğuna neden yaşadığına nereye gideceğine, sonuçta ne olacağını düşünmeden hesapsızca yaşamayı kendisine hedef edinmiş olarak yaşamını sürdürür, âmâ bir aksilikle karşılaştığında da hemen gideceği yer aklına gelir ve onun en fanatik dillendireni olup çıkar.” Allah ölümü ve hayatı hanginizin daha iyi amel işlediğini görmek için yarattığı halde bizler kötü amelleri yapmada yarış halindeyiz. Böylesi bir ortamda bizler kendi hayatlarımız hakkında nereden nereye geldiği ve nereye gittiğini sorgulamazsak son nokta konulduğu zaman nasıl defterimizin kapandığının da hesabını yapamadan el aleme rüsvay olabiliriz; çünkü defterimiz umuma ait bir defter olacağı için herkesin okuma şansı olabilir. Yani açık defteri herkes okuyabilir bir sakıncası olmaz. Şimdi soruyorum, kendimizi ve zaaflarımızı korumak ve alenen ortaya dökmemek için bu kadar hassas davranan, insan denen bu varlığın kendi hesabıyla ilgili hiçbir hesap yapmadan sınır tanımayan bir ihtiras ve hırsla yaşamasını anlayabiliyor muyuz?

Çöldeki develerin harase dikenini yedikçe ağzı kanıyor kanadıkça hoşuna gidiyor ve daha fazla yemeye başlıyor, en sonunda kendi kanını içerek kan kaybından öleceğini bilmediği için kendi sonunu hazırladığı gibi biz insanlarda hırsımızın kurbanı olarak yaşarken aslında sona doğru kendi kanımızı tükettiğimizin farkında değiliz. Ondan olsa gerek bu hırs insanlığımızı elimizden aldı bizleri bir deve dikeni gibi görenin uzaklaştığı bir nesneye dönüştürdü. Son yıllara baktığımızda kendi toplumsal yaşam ortamımızda bunları açık seçik görebiliyoruz. Corona denen kimyasal ve biyolojik virüsle amaçlanan da kendi hırslarını doyuramayanların başkalarının yaşamlarına son vererek onların faydalanacağı imkanları onlardan almaktan başka bir anlam taşımıyordu. Büyük oranda da bu alanda amaçlarına ulaşmış görünüyorlar; yani bütün bir insanlık başlarına gelen olumsuzlukların doğal yaşamın bir sonucu olduğuna ikna olmuş durumda. Bu zorunlu ve çaresiz kabullenmişlik, bu oyunu kuranların hırslarını da zirveye taşıdığı biliniyor. Oysa Hırslarının kurbanı olan bu Küresel mikroplar kendi kanlarıyla beslendiklerini ve bir gün o kanlarının biteceğini bilseler belki şartlar değişir, âmâ nafile çünkü onlar kendi kanlarını içerek yok olacaklar…Bu hırs sadece onlarda yok, herkes kendi çapı oranında hırsla yaşamını sürdürüyor. Bu hırsların hepsi insanlığın başının belası olduğu bilinmelidir.

Kendi yaşam alanımız her geçen gün biraz daha yaşanmaz duruma geliyor. Bu yaşanmaz ortamı oluşturan belli eller değil sadece, toplumsal yaşamın içinde rolü olan her fert bu yaşanmazlık ortamının oluşmasına kendi çapında katkıda bulunuyor. Yani herkesin doğaya karbon gazı vermesi gibi, her fert bir hırsıyla bu yaşama damga vurmaktadır. Neden her varlık kendini kanıtlama ve kendi edinimlerinin doğru olduğunu ve herkesin onun etrafında toplanması gerektiğini savunur. Bu hırstan başka bir şey değildir. Hatta herhangi bir konuda cevap verilmesi gerekiyorsa, düşünmeden araştırma yapmadan bir an evvel karar verelim gibi çırpınışların arkasındaki güçte bir hırs göstergesidir. Ondan dolayıdır ki hırs kâinatın düzenini bozan en sinsi virüstür. Bu virüsü ıslah edemezsek bütün bir kâinat bu virüsün kuşatmasıyla infilak edecektir. Şu kardeşim kendisinin 99 koyunu olmasına rağmen benim bir koyunum var onu da ver diyor dendiği anda Davut (as) biraz düşünmeden olayı sorgulamadan altını üstünü araştırmadan hemen bunu yapmakla zulmetmiş olmaktadır diyor. Oysa biraz düşündükten sonra imtihan olabileceğini, diğerini dinlemeden bu diyaloğun arkasındaki sır perdesini aralamadan karar verdiğinden dolayı secdeye kapanarak af dilemeye başlıyor. Bu ani karar bir hırstan başka bir şey değildir. İnsan hırslı yaratılmış ve aceleden bir gen barındırmaktadır içinde. Bu acelecilik hemen bizi karanlığa taşıyabiliyor. Bu karanlıkları aydınlığa çevirmenin ve geçen günlerimize de elde ettiğimiz ve edeceğimiz aydınlıkların yansıması için bir imtihanda olduğumuzu idrak ederek hırstan arınarak kendimize gelmek zorundayız. Bu arayış ve ayıklama sürecine giremezsek açıkça deklare ediyorum ki kendi kanını içtikçe çok tatlı gelen deve gibi kendi kendimizi yiyerek tüketeceğiz.

Hayatın ve ölümün var olma gerekçesinin, hangimizin daha güzel ve iyi amel yaptığımızın görülmesi için yaratıldığını bilenlerden başka kimse, hırsın esiri olmadan hakikati idrak edecek duruma gelemez. Bu idrak sahipleri de o kadar az ki, onlar sadece Salih bir yolda sahih bir inançla dosdoğru yaşayanlardır. Yaşadığımız evrenimiz o kadar karardı ki, böyle bir inançla halis bir kalple dosdoğru bir duruşla istikamet üzere yürüyenlere hasret çekmeye başladık. Onun için o kadar çok keşmekeşlik var ki, bu hırslar herkesin gözünü bürümüş ve hakikati idrakten yoksun olduğu halde hakikatin temsilcisiymiş gibi davranmaktan da kurtulamıyor insan…

İnsanım diyen ve herkese insanlık dersi verecek kadar kendisini değerli bulan öyle varlıkların yaşamlarına şahit oluyoruz ki, insan kavramı içinde bunlarla birlikte anılıyor olmaktan utanmaya başlıyor insan. İnsan olmak için öncelikle derinlikli bir araştırma analiz ve ayıklama gerekir. Bu süreci dikkate almayanların vereceği karar ve ağzından çıkan her söz yaşamını kâbus gibi kuşatan bir imtihanın habercisi olur. İmtihanlar önemlidir arınmak için, her musibet asıl cevherin ortaya çıkması için cevherin üzerindeki posaların biraz daha temizlenmesidir. Ancak insanın yaşadığı karşılaştığı ve kendisine iletilen uyaranların etkisinde kalarak hemen harekete geçmesi imtihanı fark etmeden hırsın kurbanı olduğunun göstergesidir. Hırsın kurbanı olup imtihan olduğunu idrak edemeyenler, hakikat cevherinin ve hikmetin ortaya çıkmasını engelleyen posaların daha fazla kalınlaşmasını sağlarlar. İşte, yaşadığımız ortam hakikatin sürekli poslarla kalınlaşarak ortaya çıkacak bir aralık bulmakta çaresiz kaldığı çağ olarak yaşamımıza damga vuruyor. Bu karanlık yaşam dehlizlerinin damgalı bir merkebi olmaktan çıkıp hakikate karşı kulaklarını kalplerini ve gözlerini kapamadan yaşamak ve yabani aslanlardan ürküp kaçan merkeplerin durumuna düşmemek için, hırslarımızın esaretinden kurtulmak zorundayız. Yoksa o hırs bizi bitirecek zaten her gün kan kaybettiğimiz halde bunun bile farkında değiliz. Bu kayıp küresel ölçekte bir kayıptır…Dolayısıyla evrenimizin karanlıklara gömülmemesi ve gök kubbedeki ışıkların sönmemesi için bu çılgınlıkların tahakkümünden çıkmamız gerekir.

Ülke olarak büyük bir acıyla imtihan olurken bu acıları dikkate almadan hemen günlük yaşamlarını en acımasızca eğlenceye dönüştüren varlıklar insanlık geni taşıyıp taşımadığına bir baksın…Ölenle ölünmüyor derdi büyüklerimiz, doğrudur ölenle ölünmüyor, ancak onların geride bıraktığı acıları ve bulutları dağıtacak kadar insan olduğumuzu da ortaya koymak zorundayız. Bu çaresizliklerden çıkar devşirmeye çalışan ve onu kendi emelleri için kullanan varlıklar sahiden insanlık kitabının hangi sayfasında yer alabilirler. Bu acıların geride bıraktığı imkansızlıkları imkanlı kılma gücümüz kuvvetimiz yoktur, ancak o acıların üzerine daha fazla acı yüklemeyecek kadar gücümüzün kuvvetimizin olduğuna inanıyorum…Ne yazık ki ülkemiz gündemine baktığımda birilerinin attığı bir yalan, doğru da olabilir, bunu yaygınlaştırarak insanların huzurunu bozmak ve onlara daha büyük acı ve sıkıntılar yaşatarak kötülüklerin ve olumsuzlukların yayılmasına ve tek gündem haline gelmesinde insanı bu alana motive eden sahiden görev ve sorumluluk bilinci mi, yoksa içini kaplayan hırsların kuşatmışlığı mı? Herkes bunun ne olduğunu çok iyi bilir.

Hiçbir insan acıları yaygınlaştırarak acıların hafiflemesine ve unutulmasına katkı sunamaz. Acıları hafifletmenin en güzel yolu ortak insanlık geninde uyumlu hale gelmektir. Bir olumlu süreç varsa hayatta benim elimle olmasının gerekmediği, önemli olan o sürecin devamlılık kazanmasına nasıl katkı sunacağım olmalı ilkem…Ancak yaşadığımız karanlık ortamlara baktığımızda böylesi bir algı ve anlayışı bulmanın görmenin ne kadar zor olduğunun farkındayız. Aslında söylenecek o kadar çok mesajım var ki, içim dolu ama patlamak istemiyorum, hırsların kurbanı olarak can vermeyi değil, insan olarak imtihan olduğumun farkında olup akıl ve idrakle yaşayarak hakikate şahitlik yapmayı yeğliyorum…

Bu kısa hatırlatmalarımdan sonra, insanım diyen ve öyle kalmak isteyenlere diyorum ki, herkes 99 koyunu olan kardeşin bir koyununu acaba alacak mı almayacak mı öyle bir şey olabilir mi, bunlar beni sınıyor olabilirler mi, vereceğim karar beni yakabilir mi diye en hassas noktalara kadar dikkat edilerek Davut (as) gibi yanlış yapmış olabileceğimizi düşünerek, kendimizi hesaba çekerek yaşadığımız bir hayatımız olsun…O gün geldiğinde bir daha dönüş olmadığı için buradaki hırslarımız bize yarın ki hesabımızı unutturarak karanlığa bizi gömmesin…

El insaf limanından kalkan, Vicdan kaptanının öncülüğünde merhamet okyanusuna açılan Nuh’un gemisindeki yerimizi alalım…Titanik daha gösterişli herkes onu tercih ediyor orada daha güvendeyiz diye kendi elinizle kendinizi ateşe atmayın….Size söylediğimi bir gün anlayacaksınız ama o gün aramıza sel suları girmişse kimse bizi o sulardan kurtaramaz…Kenan gibi dağlara sığınırım ağaçlara dayanırım çırpınışlarımız boğulmamıza engel olmayacaktır…”Bu anlatılanlar bir haberdir, ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır,o günde çok yakındır…”Harase dikenini yemekten vazgeçelim ağzımızdan dilimizden boğazımızdan kan geliyor kendi kanımızı içiyoruz hala uyanmayacak mıyız, oysa uyanmamak için uyku saatimizin yaklaşıyor olduğunu görelim diyorum ve herkese bu günlerin bir idrak kapsı olmasını rabbimden niyaz ediyorum…Selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimi iletiyorum…

Erol KEKEÇ/27.03.2023/13.40/Namazgah-İST

 

Harese dikeni de denilen çöl dikeni bitkisini develer bir kez yediği zaman, ağzı kanayıp tuzlu kanın tadı hoşuna gittikçe daha çok yemesine ve sonunda da kan kaybından ölmesine yol açar.



24 Mart 2023 Cuma

KUŞATILMIŞ BEYİNLER MUHAKEME YAPAMAZLAR

Dijital kodlar yaşamda fazlasıyla karşılık bulduğu kanaatindeyim. Geçmiş dönemlerde korkuyla, tedirginlik içinde ortaya çıkmaya çalışırken, şimdilerde rahatlıkla kendini ifade etmenin ötesinde, baskın bir karakterde ortaya çıktığını görmekteyiz. Çünkü yaşamda karşılığı olmayan bir sürecin düşünsel baskınlığının bu derece hızlı gitmesi düşünülemez. Düşünce olarak çok hızlı olduğunuzu ve sürekli yeni oluşumlar derdiyle dertlendiğinizi görünce insanın bunları sorgulamadan bir köşeye çekilmesi mümkün olmadığından bunlar hakkında zihnime takılanları sizlerle paylaşmak istedim.

Dijital düşünce öyle bir nesil yarattı ki, onların yaşamları da dijitalleşti. Dijital düşünce aslında küresel kuşatma dili ve buna bağlı oluşan kültür olduğu bilinmelidir. Bu kültür genellikle insanlığın yaşamını kolaylaştırma ve onları insanca yaşayacağı ortama kavuşturma sorumluluğu taşıyan bir yapı değildir. Bu oluşum, kuşatma ve kendi belirlediği alanlarda kurduğu oksijen çadırlarında tüm insanlığa aynı havayı teneffüs ettirme ve aynı zamanda o yaşam alanındaki kodlama sistemine göre bir tarz ortaya çıkarmaktır. Ortaya çıkan bu yaşam tarzları o kadar sıradan ve insanlık değer sistemi içinde kendisine bir yer bulamayacak kadar da albenisi olmayan görüntülerin düşük profillerinden oluşmaktadır. Bu konudaki iddialı yargılarımı nereden aldığımı ve neye göre oluşturduğumu merak edenleriniz olabilir. Bu konuları kendi toplum kodlarımızdaki yaşam karmaşasından ve süreklilik kazanan geleneğe dönüşen yeni yaşamlardan alıntılar yaparak açıklamak istiyorum.

Bundan 15-20 yıl öncesine kadar gözde olan siyah takım elbiseler, yerini blucinlere ve daha sıradan giyim kuşamlara bıraktı. Bu sıradan ve rahat olduğu sanılan giyim kuşam çok daha pahalı olmasına rağmen hayat içinde o kadar basit ve insan üzerinde iğreti duruyor ki, insanın düşünsel birikimlerinin de ne kadar basit olduğunu ortaya koyar gibi bir uyarı gönderiyor. Bazen diyorum ki, acaba bizim yaşadığımız ortamdan edindiğimiz değer kalıpları aynı zamanda bizlerin bakış açılarını şekillendirdiği için, bu farklı yaşamlarla çatışma yaşadığımızdan onları kabullenememe gibi bir problem olabilir mi bizimki, ancak karşılaştıklarımızın entelektüel bir konuşma dinleyecek kadar tahammülleri olmadığını görünce, bunun farklı bir yaşamın kuşatması olduğu daha çok kafama yatıyor.

Evet, insanlık değer sistemi zihinsel bilgi oluşum aşamaları tamamıyla küresel bir kuşatmanın direktifleri doğrultusunda şekillenmektedir. Önce gerekli olan bilgi kaynaklarını belli merkezlerde oluşturdular, sonrasında bilgi aktarım aparatlarını dizayn ettiler, ardından buralarda nasıl bir bilginin oluşturulup yaygınlaştırılacağını biçimlendirdiler. Bu aşamalar oluştuğu anda düğmeye basıldı ve insanlık zihni dışardan merkezi bir sistemle yüksek basınç altında kalarak önce bir travma yaşadı, ardından alıştı ve yeni beyinlerle hayatı anlamlandırma süreci elden gitmiş oldu. Çünkü insanın anlamlı ve kavrayarak yaşama becerisi yeni kuşatmada istenmiyordu. Daha çok U-O-T sürecinde bir yaşam istiyorlardı. Bu koşullanmışlıklar arasında insan tam bir maymuna döndü ne arzu ve isteklerinin sınırı ne de seçim yapabilecek beceri ve kabiliyetleri kaldı. Gelen uyarıcılara tepki veren, bir denek ötesi güce sahip olmayan bir yaratık oluşturuldu. Bu ucube yaratığın insan olarak anılması onu insan yapmadığı gibi, insana ait değerleri bu haliyle gelenek olarak sonrakilere taşıması da düşünülemezdi. İşte, günümüzdeki yaşamın kodlanma ve şekillenme dönemi böyle başladı ve geldiğimiz aşamada ciddi uyumsuzlukların vuku bulduğu çatışmalı bir ortam armağan etti.

Dijital çağın kurucuları ve onların taşıyıcıları bu sürece bütün bir insanlığı taşımak için nice bilinmeyen deneylerde denek olarak imha ettikleri insanların sayısını bilmiyorlar. Peki deney aşamasında böylesi bir acımasızlığa sahip olanlar tam da kazanma sürecine girdikleri bir dönemde, bu planlarını uygularken ne kadar insanın yok olacağının hesabını yaparlar mı dersiniz? (!) Küresel kuşatıcı dinozorlar yaşadığımız acılardan kazanım elde edenler oldukları için, sizin acınız onların bayramı olarak bilinmeli ve kendi acılarımızı başkalarının dindireceğine inanmayacak kadar diri iri ve kendimize gelmek zorundayız. Öyle bir sel ve bu selin de hiç söndüremeyeceği gürlükte alevler arasında kıvranan bir canlıya döndü yaşamlarımız. Bunları frenleme değil yönünü nasıl ve hangi tarafa kanalize edersek daha az zarar görür ve var olan o akıntıdan daha çok nasıl verim elde ederiz diye kafa yormamız gerekli…

Her şey o kadar çok profanlaştı ki, gerçeğe dönmek hayli güçleşti. Caddelere sokaklara çıkıyorsunuz insanların yaşamlarına bakıyorsunuz, hep bir akıntı ve hiçbir şey yerinde durmuyor yaşamlar giyim kuşamlar eldeki telefonlar konuşulan kelimeler birbirine ne kadar da benziyor. Farklı bir şey görsem resmini çekmek istiyorum. Eskiden caddelerde gördüğümüz ve yürürken de ben geliyorum der gibi siyah takım elbiseli gençleri bulmak mümkün değil. Herkesin giydiği dar kot pantolonlar ve üstte dar kalıp kesim montlar, herkesin ayağında spor ayakkabıları ve markalar, ayak üstü yemekler yani her şey tam bir akıntı içinde ve ortaya çıkan kuşatma kültürü…Dünyanın her tarafında bu kültürle karşılaşıyorsunuz, sürüye dönmüş bir yaşam, düşünme melekeleri dumura uğramış bir beyin, merhamet ve acıma duyguları törpülenmiş bir vicdan sokakları dolduran böylesi bir yaratık….İstenilen bu yaşam oluşturuldu ve arkasından planlamalar belirlendiği gibi ortaya çıkmaya başladı. Biz bundan sonra planlamacıların bizim hesaba katılmadığımız ve sonrakilerin yaşamlarını kuşattıkları oyunların nasıl oynandığına hep şahit olacağız. Siz etkin olamadığınız yerde yönlendirmeyi yapacağınızı düşünüyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz.

Bunları neden mi anlatıyorum, kolaycılık ve emek harcamadan yaşamı sürdürme, meşguliyet az ama kazanım fazla ona ulaşımı çok rahat olan bir hayatın kodlaması, dijital çağın temel hedefiydi ve bunları elde etmiş görünüyor… Her şeye çok çabuk ulaşan ama onun cefasını çekmek istemeyen, sürekli farklılık arayan yaşamı destekleyen kültür, günümüz neslinin olmazsa olmazlarıdır. Geçmiş değer birikimleri ve onlara göre biçimlenen bir hayatın bu nesiller tarafından benimsenmesi neredeyse imkânsız hale geldi. Böylesi bir zamanda kendi kodlarınıza göre bir kültürel miras bırakmanız da zorlaşmaktadır.

Hızla freni patlamış, nerede nasıl duracağı belli olmayan bir araç gibi yuvarlanan bir neslin yaşamına şahitlik yaparak kendi sonumuza yelken açmaktayız. Ya bu süreci doğru analiz edip gerekli tavrı gerektiği yerde koyacağız yeni hamleler yapacağız, ya da yok oluşumuzu izlemek zorunda kalacağız. Küresel kuşatmanın bu acımasız ve kaçınılmaz oksijen çadırlarını parçalayacak dirayetli kararlı mücadele azmi yinelenen donanımlı aydın ve sorumluluk sahibi önderlere çok ihtiyacımız var. Bunları görerek kendimize gelip ayağa kalkacak zamanımız sınırlı, bu zamanı da kaçırdığımız anda bir daha ayağa kalkacak mecalimizin kalmayacağından emin olabilirsiniz.

Dijital yaşamın yeni aparatlarına hazırlıklı olalım yakın zamanda istediğiniz yere gitme arzunuzu da elinizden alabilirler, çünkü gideceğiniz yerde size hizmet edecek kişilerin hizmet bedelini ödeyecek bir değişim aracı paranız olmayacaktır,o günler çok yakın belki yarın belki yarından da yakın; hep birlikte el ele gönül gönüle, gönüllere dokunacak çalışmalarda buluşmak umuduyla selam saygı ve muhabbetlerimle….

Erol KEKEÇ/23.03.2023/15.05/Namazgah/İST


5 Şubat 2023 Pazar

OLUŞTA YER ALAN İNSANDIR

Yaşamak ile yaşamamak arasında bir çizgide seyrediyorsa yaşamınız yaşamıyorsunuz demektir. Duyguların, hayallerin umutların koparıldığı bir gece karanlığını solumak zorunda hissediyorsanız kendinizi, kendi ölüm fermanınızı onaylamışsınız demektir.

Ölüm fermanı çıkmış ancak katlanmak zorunda kaldığınız hayatların yıkılan enkazı altında can çekişirken bu halinizi bir yaşam olarak tanımlıyorsanız, hiç yaşamamışsınız demek ki! Yaşamak bir nehrin akışı gibi her gün farklı yerlerde farklı zamanlarda doğaya ve canlıya hayat katarak yol almaktır. Aktığınız yerdeki denizler göller ve okyanuslar sizden bir damla aldıkları için kendi içinde dalgalanarak şaha kalkar. Ancak sizin yaşamınız saha kalkan dalgaları oluşturmuyorsa, ne zaman yaşadığınızı ve bu yaşamınızın fotoğrafını çekeceğiniz zamanınız olmamış o zaman…

Toplumsal değer yargıları arasında son nefesi verirken ah çekerek geride bıraktığınız günlere veda ederken hayıflanmanın bir anlamı olmayacağı için, özgür yaşamların taşıyacağı tuğlalardan kurulan evlerin içinde geçireceğiniz anlar olsun yaşamınız…Bu yaşamlar, insana kimsenin armağan edemeyeceği kadar değerli ve kutsal dokunuşlardan oluşan bir nefes gibidir. Bu nefesi hissetmiyorsanız yaşamınızda, var mısınız yok musunuz onu da sorgulamanıza gerek yoktur. Var olmadan, yokluk kapısından içeriye girdiğinizden, hep yokluk içinde varlığı yaşadığınızı sanırsınız.

Sevginiz yok, hayalleriniz yok, umutlarınız kayıp, saygı demir atmış uzaklara; çılgınlıklar, arzular, ihtiraslar, kendini kanıtlama çırpınışları, yaşamın ortasına kurulan surlar ve karşılıklı aktaracağınız sevgi pıtırcıkları zakkum ağacının kuruyan yaprakları gibi boğazınıza tıkanıyorsa, hala yaşadığınızı mı sanırsınız?

Yaşamak bir oluştur. Bir andan başka bir ana geçiş ve geçerken de yeni bir iklime yelken açmaktır. Yelkenleriniz kapanmış nefesiniz daralmış ve akan bir suyun aktığı ve gittiği her yer yere varmadan azala azala yol aldığını, arkta suyun kaybolduğunu ve torağın onu yuttuğunu görürseniz, suyun varlığının kaybolduğuna kendi gözlerinizle şahit olursunuz…Su akan hareketli bir özelliğe sahipken gittiği her yerden aşınarak yol almak istediği için kayboluyorsa, insan aşınmayı bırak karanlık bir gecenin içinde her şeyini kaybedip imha sürecinde, yaşadığını sanıyorsa bu, onun yaşamdan hiçbir şey anlamadığının göstergesidir. Yaşam, yaratılmışlar evreninde kimseyi kırmadan yaşayalım cümlesinden çok mu çok daha önemli ve anlamlı bir tavır gerektirir. Başkalarının mutluluğunu bozmayalım diye, çırpınan her varlık kendi mutsuzluğunu devamlı kılarak, yaşamdan yaşamamaya geçiş yolunu mesken tutar. Ne o tarafa ne bu tarafa ait olur. Mutsuzluk tam böylesi yaşamlara kement atar. Mutsuzluğun kement attığı yaşamın kollarında şu kısacık ömrü noktalamak istemeyenlere naçizane küçük bir uyarım olur…Her gün bir başka atmosferi solumuyorsanız, aktığınız geceler gündüze kavuşmuyorsa, tekrarlanan bir alışkanlığa dönüşmüşse yaşamınız, sahiden yaşıyor muyum diye kendinize bunu sormanızın zamanı çoktan geçmiştir…

Evrende değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir. Yaratıcı her an yaratma halindedir. Yaratıcının kainattaki bu dinamizminin göstergesi yaşamların anlamlı ve sürekliliği olan bir akışın içinde yer almasıdır. Standart ve her gün tekrarı olan eylemler, sürekli yaratma halinde olan bir varlığın yarattığı evrenin yapısıyla varlık uyumsuzluğu yaşar. Mutlak varlık ile mümkünü varlıkların varlık uyuşmazlığına dayan bir yaşam atmosferinin aktif özgür ve sevgi dolu varlıkları olduğunu sanmamız tam bir düzmecedir.

İnsanlık evrenindeki yaratıkların nerdeyse tamamı bu evrenin karanlıklara gömülmesini sağlayan, ışıkları alınmış tüm enerji kaynakları patlamış bir görüntü olduğunu fark edemedikleri bir karanlığın girdabında can çekişir olmuştur. Bu karanlık ve canlılığı kaybolmaya yakın, hayat sanılan bu alışkanlıklar, kutsanarak herkesin onun önünde secdeye kapandığı mutlak varlığa dönüştüğü bir zamanda insan denen varlık kendi varlığını kendisi imha etmeyi bir görev edinmiştir.

Denizlere karışarak şaha kalkan dalgalarla yeni ve daha güçlü etkiler oluşturmak değilse yaşamanın hedefi, yok olmuşsun demektir. Yok olan bir varlığın tekrarlara dayanan alışkanlıklarını tekrarlıyor olmasının ona mutluluk getirmesini anlayan var mı bilmiyorum…Şahsen ben tekrarlanan alışkanlıklarının kurbanı olmuş yaşamımdan hiç tat almadığım gibi, bundan kaynaklı mutlulukta hiç kapımı çalmadı.

Zihniniz, duygularınız, hayalleriniz, eylemleriniz, geceniz, gündüzünüz, uykunuz uyanıklığınız hatta rüyalarınız bile sürekli yenilenip, farklı bir oluş içinde yer almıyorsa, mutlak varlığın kendi ruhundan üfleyerek mümkünü varlık kıldığı bu insanın tüm anlam dinamikleri anlam kaymasına dönüşerek ciddi bir yaşam erozyonuna uğramış demektir.

Bu yaşamın, yaşam olarak beyin tahtamıza kaydedilmesi için, oraya kaydedilecek bir değerde olması lazım. Mutlak varlığın yarattığı bir değerin değersiz ve anlamsız uğraşlarla tekrarlara dayanan alışkanlıklarla doldurulması, yaratılış gerçekliğinin gayesi dışında harcanması olur. Yaratılış gerçekliğinin kendi yaratılış atmosferindeki koşullar içinde esen bir rüzgâra dönüşerek, insanı uygun zemine taşıyarak çimlenmesi için kendi atmosferimizi kendimiz yeniden ve ivedilikle konumlandırmak zorundayız. Alışkanlıklarımızın kurbanı olan karanlıklarımızı yaşam diye tekrarlamaktan kurtularak, yeni umutlara ve geleceklere yelken açmamız için bugün bir kalkış hamlesinin adımlarını doğru atma dönemindeyiz. Bu hamleler bizi yaşamla tanıştıracağı için mutlu olmanın kodlarını doğru koordinatlarda aramamız ciddiyet ister.

İnsan, sen kendini ne sanırsın, sen olsan da olur olmasan da âmâ mutlak varlık olmazsa olmaz…O halde mutlak varlığın her an yaratma halinde olduğunun idrakinde olarak kendi yerimizi ve duruşumuzu kendimiz belirleyelim ki yaşadığımız hayat bir yaşam olsun…

Selam ve muhabbetle, yaşayanlara selam olsun yaşadığını sananları rabbim yaşamın idrakine erdirsin…Kalın sağlıcakla…

Bahadır Hataylı/05.02.2023/13.35/Sancaktepe/İST



 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!