Bu Blogda Ara

4 Ağustos 2022 Perşembe

TOPLUMUN İŞLEYİŞ KURALLARINI SOSYOLOGLAR HAREKETE GEÇİRİR

Hiçbir insanın bireysel özgürlüklerini  imha ederek onun yaşam sınırlarını belirleme hakkına sahip değiliz. Ancak toplumsal yaşamın devam edebilmesi için, bireysel yaşam sınırları, toplumsal yaşam sınırları içinde kalması gerekir. Toplumsal yaşam, bireysel arzu ve isteklere feda edilirse, toplumsal yaşamdan söz edilemez. Onun için bireysel arzu istek ve beklentiler, toplumsal yapı içinde varlıklarını ifade etmek  için belli sınırlara uymak zorundadır. Bu durum toplumsal yaşamın bireyi şekillendirmesi değil, şekil almış bireyin toplumsal yaşam içinde yerini belirlemedir. Toplumsal yaşam içinde ben var olmak istemiyorum, kendi başıma doğa da istediğim gibi hayatımı sürdürmek istiyorum diyenler için toplumsal yaşam ve ahlak kuralları devreye girmez. Kişi istediği gibi toplumsal yaşamı olumsuz etkilememek kaydıyla  varlığını sürdürebilir. Ancak Toplum içinde  varlığının yerini belirlemek isteyen her insan, toplumsal değer sistemleri ile uyum içinde olmak zorundadır. Çünkü toplumsal yaşamın devamı ancak böyle mümkün olabilir.

Günümüzde öyle anlayışlar gelişti ki, bireysel özgürlüklerin hayvani boyutta yaşanmasında sınır tanınmazken, toplumsal yaşamın varlık kodları alabildiğine yok edilmek istenmektedir. Toplumsal yaşamın varlık kodları bireysel hayvani isteklere feda edildiği zaman, toplumsal yaşamın ne anlamı kalır. O zaman organizeli bir gücün toplumsal kurallar oluşturarak yaptırım uygulaması da anlamsızlaşır. Çünkü her birey istediği gibi toplum içinde varlığını sürdürecek ve hiçbir bağlayıcı kurala uymak zorunda değilse, bunun adı toplumsal yaşam olmaz. Vahşi doğanın insan popülasyonlarının bir arada varlığını sürdürmesi olur. Tarihin hiçbir döneminde bir örnek bulamazsınız ki, insanlar toplum olarak var olmak isteyipte,istedikleri gibi bireysel  bir hayat oluştursunlar. Yani birey mutlak anlamda kendi dışında kendi cinslerine muhtaç olarak yaşar. İnsanın doğası Sosyal bir varlık olarak var. Sosyal bir varlığın yaşam alanını bireysel istekler üzerine oturtmak isteyip, toplum olarak yaşaması mümkün değildir.

Kendi neslini devam ettirmek için bile karşılıklı anlaşma üzerine kurulan bir hayatın fertleri nasıl olur da istediği gibi yaşamak isteyerek bir toplum inşa etmeyi düşünebilir.Hak,hukuk adalet ahlak dayanışma beraberlik kardeşlik paylaşma gibi kavramlar toplumsal yaşamın özünü oluşturur. Hayatın her noktasında karşılaştığımız bu kavramlar, insanın sosyal bir varlık olduğunu özetleyen en açık kavramlardır. Dolayısıyla bu özelliklere sahip olması gereken bir varlığın,idsel dürtülere göre toplum içinde varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Bu isteklerinin sınırlarını onlara gösterdiğiniz zaman, özgürlüklerin sınırlanması olarak tepki verilmesi asla doğru olmayan bir yaklaşımdır. Yani insan, özgürlük adı altında bir toplumun genetik kodlarını imha etme hakkına sahip olamaz. Herkes kendi vahşi doğasında toplumsal yaşamın içine girmeden bu kurallara uymadan yaşama hakkına sahiptir. Ancak ben toplumla birlikte var olmam lazım kendi kendime yetmiyorum diyorsa, kendi isteklerini toplumsal yaşamın kurallarına göre biçimlendirmek zorundadır.

Özgürlük tanımı, o kadar çok sulandırıldı ki, insanların kölelik mukavelelerinin adı özgürlük oldu. Dayatılan uyaranlara karşı tepkisi ölçülen insanın bir denek olarak kullanılması onun özgürlüğü olarak ifade edildi. İnsan, bu nesneleşme boyutunu görmeden kendisine özgür olduğu hatırlatılan kişiler tarafından özgürlüğü sınırlanıyormuş gibi algılanıp şiddetli tepkiler gösterir oldu. İnsan aslında idsel istekler uğruna kendi insani kimliğini imha ederken bunun asla farkına varmıyor. Çünkü idsel dürtüler insandan bir fedakarlık ve çaba istemiyor. Rölantiye alınmış bir araç gibi bıraktığında kendiliğinden gidiyor ama kontrolü de bir o kadar zor tedirgin ve ürkek bir yolculuk başlıyor. İnsan her şeye rağmen bu yolculuğu tercih edip, toplumla yaşamak istiyorsa, toplumsal yaşam kalıplarını dikkate almak zorundadır. Almıyorsa toplumla arasındaki ilişkinin sınırları belirlenmeli gerekirse tecrit edilip toplumsal yaşamı ifsat edecek davranışlardan kaçınması sağlanmalıdır.

Şehir hayatında çokça şahit olduğumuz ve istemesekte katlanmak zorunda kaldığımız çılgın isteklerin bireysel özgürlük gibi yaşandığı ortamlar, toplumsal yaşam alanını doğrudan hedef almaktadır. Toplumsal yaşam alanı üzerindeki tahrifatlar zamanla geleneksel bir yaşam haline gelebiliyor. Bunu sadece bir patolojik vaka olarak görmemek gerekiyor, aşinalık kazanmış bir vaka zamanla alışkanlıklara ve toplumsal davranışlara dönüşebiliyor. Son yıllardaki toplumsal değişimin uyaranlarına baktığımız zaman çılgın bir yaşamın toplumsal kuşatma haline geldiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Bu değişim, ahlaki konulardan, adalet hak,hukuk,davranış biçimleri, giyim kuşam ve ilişki boyutuna kadar bir çok alanda kendisini hissettirir oldu.Bir kamu kurumunda ahlak dışı bir tutum olduğunda herkes bunu kınar ve ona göre bir tavır alırdı ancak geldiğimiz noktada neredeyse adam kayırma rüşvet, yolsuzluk gibi davranışlar bir gelenek haline geldi. Hatta bal tutan parmağını yalar diye bir de atasözümüz oluştu.(!)

Özellikle kırklı yaşların altındaki insanlarımızın yaşamları ciddi bir toplumsal vaka olarak kendisini gösterir oldu. Çünkü bu yaşlarda toplumsal değerler insanların yaşamında son sırada bile yer almaz oldu. Ancak yaşamlarındaki olumsuzlukları eleştirirken ilk sorgulamaya başladıkları toplumsal yaşamın getirdiği dayatmalar olarak değerlendirmeler yapılıyor. Toplumsal yaşamın içinde bulunup toplumsal kuralları hiçe sayarak yaşayıp, karşılaşılan olumsuzlukların faturasını da toplumsal yaşam kalıpları üzerine yıkmaya çalışmak insanlık dersi almamaktan geçer ancak. Toplumsal değer kalıplarının bir kuşağın sahiplendiği bir gelenek olmaktan çıkarılıp, toplumsal kimlik oluşturmanın bir millet olarak varlığımızı devam ettirmenin yegane kuralı olarak herkes tarafından içselleştirilmesini sağlamak gerekir. Bu süreç yakalandığı zaman ancak kuralsız yaşamayı arzulayıp faturayı toplumsal yaşama kesmek isteyenlerin bu zihin körlüğünden kurtulmalarına belki katkı sunabiliriz.

Toplumsal yaşamın işleyişi dini fetvalarla yönlendirilemeyecek kadar kapsamlıdır. Toplum ile din kavramlarını iyi ele almak lazım. İnsan varsa din var dolayısıyla din insan kavramından daha dar kaplam açısından, dolayısıyla din kavramı insan kavramını kasamı içine alamaz. Onun için toplumsal yaşam toplumsal yaşamın işleyiş kurallarına göre dizayn edilmeldir.Bir hocanın dini bir fetva vererek sloganlarla insanları galeyana getirir bir söz sarf etmesi kulağa ve duygulara hoş gelebilir benimseyenler ve benimsemeyenler olabilir ancak toplumsal çözülmenin doğru tespitini yapmak o hocanın işi değildir. Sosyologlar bu konuda ne kadar kafa yoruyor asıl ona bakmak gerekiyor.

Bizim toplumda bilim adamı kavramı içerik olarak reel yaşamla hiç de örtüşmüyor. Bilim adamı ile akademisyen aynı anlama geliyor. Üniversitelerimizde  akademik unvan almış ve bir apolet ile ödüllendirilmiş olan her şahıs kendisini bilim adamı sanıyor ve o apoletin onda geniş ufuklar açtığına inanıyor. Dolayısıyla unvan aldığı konularda kanaat sahibi kendisini görüyor ve herkesin o konuda kendisine danışması gerektiğini düşünüyor. Durum böyle olunca araştıran sorgulayan kafa yoran beyin geliştiren çığır açan bilim adamı yerine, bulunduğu masayı koruyan sistemle çatışmaya girmeden makamını her geçen gün yukarılara taşımaya çalışan insanlar bilim adamı olarak karşımıza çıkınca, ister istemez toplumsal konularda konuşmakta bir hoca efendinin sloganik haykırışlarına kalıyor. Sosyologlar bir toplumda çığır açması gereken aydınlar olması beklenirken, bizim toplumda acınası bir duruma geldiklerinde şahsen benim kuşkum yoktur. Bu durum öncelikle kendi bireysel farkındalıklarını oluşturamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. İkinci önemli unsur ise Sosyologların ciddi koordinasyon eksikliği ve birbirini tamamlayıcı pratik çalışmaların içine girmemiş olmalarından kaynaklıdır. Üçüncü ve baskın olanı ise, ekonomik bağımlılıklarından dolayı politik rüzgarlardan hemen etkilenip kolayca sisteme angaje olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu süreci doğru yönetemeyen akademisyenler, bilim adamı ve aydın olma kimliğine kolay kolay kavuşamazlar. Dolayısıyla toplumsal yaşamın bu kadar karmaşık bir süreci yaşamasındaki payları da o oranda kabarmış olur.

Konu bütünlüğünden fazla uzaklaşmamak adına meselemizin özüne geldiğimiz zaman, toplumsal yaşamı toplum olarak devam ettirmek istiyorsak, toplumsal yaşamın işleyiş kurallarını net olarak ortaya koymak ve herhangi bir dini gerekçe oluşturmadan, insani bir değer olarak bunları herkesin ortak özü olduğunu tanımlamamız gerekir. Bu işleyişi doğru ve gerçekçi tanımlamak ancak Sosyologların işidir. Sosyologlar bu kadar atıl ve pasif kalıp, kendi oluşturdukları gettonun dışına çıkacak cesaretleri olmazsa, bu çözülme süreci yarınlarda bizleri, suyun içinde erimekte olan bir tebeşir parçasına dönüştürebilir. Onun için ciddi bir akıl tutulması evresinden çıkıp bilinç kırılmasını onarıp yeniden vira bismillah diyerek ayağa kalkmak zorundayız. Koca bir ülkenin sorunlarının çözümünü bir insanın sırtına vurup elinde sihirli bir değnek varmış gibi onun değneğinin dokunacağı yerleri bekliyorsak, şunu bilmemiz gerekir ki boşa bekliyoruz. Her insan kendi sorumluluk alanı içinde aktif olmak ve toplumsal yaşamın işleyiş kurallarına doğru katkı sunmak zorundadır. Bunları söylerken hiçbir çalışma olmuyor nedir halimiz demek istemiyorum, ancak elimizdeki bir dirhem temiz suyumuz varsa ki, olduğunu düşünüyorum zaman o suyu boruları patlatacak düzeyde debisi yüksek akan lagarın içine karıştırmayalım, bizim o suyumuz onu temizlemez sadece bizim temiz su orada kirlenir. Onun için o suyu bağımsız bir borudan götürmenin yolunu bulalım ve insanlar o suyun temiz olduğunu görüp o suyu içmeye gelsinler. Bizim bunu yapabilecek imkanımız ve azmimiz olduğuna inanıyorum. Bu konuda sorumluluk sahibi katkı sunan ve zaman zaman yapılan çalışmalarına şahit olduğumuz, değerli dostlarımızın çalışmalarının da devamını diliyorum.

Toplumsal yaşamımızı bireysel arzu istek ve beklentilere kurban etmeden Millet olarak varlığımızı sürdürebilmemizin yegane yolu, toplumsal kimliğimizi net olarak tanımlayıp o kimlikle özdeşleşmektir. İnsani kimliğimiz dışında bize dünyanın her yanında anlam kazandıran toplumsal kimliğimizi kaybetmek üzereyiz o kimliğimize sahip çıkarak yeniden tarihin tozlu raflarından çıkarıp, çözülmeye giden gençlerimizin yaşamının önüne bir abide gibi dikmek zorundayız. Tek yolu fedakarlığın bizlerden başlamasıdır. Biz fedakarlığı karşıdan isterken onlar feda olduğunda bizler mevki ve makam sahibi olarak kazanan tarafta yer alıyorsak, kimseyi inandıramayız bunu da bilmemizde fayda var diye düşünüyorum...Rabbim bizleri halas eylesin Millet olarak her türlü olumsuzluklardan beri kılsın...

Selam muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/04.08.2022/13.08



3 Ağustos 2022 Çarşamba

KAYBETMEK İÇİN KAZANILMAZ KAZANIM ORTAK DEĞERDİR!

Alışılmış yaşamın bağımlıları kadar ürkek korkak ve tedirgin yaşayan başka varlık bulamazsınız. Alışılmış yaşamları kaybederim endişesi insanı morallen çökerttiği gibi takatten düşürerek manevra ve hareket gücünü de imha eder. İnsan kendi içindeki cevheri anlamadığı sürece, önüne konulmuş olanları tüketen, sahibine ihtiyaçları karşılandığı oranda bağlılık gösteren, akıl yoksunu canlılardan farkı kalmaz. Ne yazık ki, insan kendisi için böyle bir hayatı tercih ederek yaşadığı halde hala kendisinin akleden bir varlık olduğunu da ifade etmekten geri kalmaz.

İnsanlık sömürüsü alıştırmakla başlar, alışkanlıkları gelenek haline getirmekle sömürüsünü devam ettirir. Her dönemde sömürü anlayışları, sömüreceği insanları sömürüye uygun hale getirmeden onlar üzerinde uzun soluklu plan yapmazlar. Allah'ın gönderdiği elçiler dönemindeki zalimlerin sömürüleri de böyle işliyordu, onun içindir ki elçilerin tümü dönemlerindeki mevcut yönetimlerle hep karşı karşıya gelmişlerdir. Sömürülen insanların sömürüldüğünü onlara anlatabilmek için çok çabaladılar. Çoğu zaman çabaları karşılıksız kalabildi, ancak idrak edenlerle sömürgeciler, sömürgeciliğe son vermek isteyen anlayışlar karşılıklı çatışmanın eşiğine girdiler. Dolayısıyla hiçbir elçi, insanlara dini değer sistemlerini anlatırken kabullenmeyenlere karşı bir savaş yapmamıştır. Savaşın mantığı ve neden kaynaklı olduğu bilinmediği zaman, kendilerini bir dini değere atfedenlerin zihinlerinde  çatışma ve savaş sloganları varlığını sürdürmüştür.

Alışılmış yaşamları olanlar  ve devamında kazanımları olacağını düşünenlerin tamamı sömürülen varlıklardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında şapka ve kılık kıyafet devrimi yapılırken, önceki giyim kuşamları dini bir değer olarak alışkanlık haline getirenler kabullenemediği için, yeni anlayış tarafı olan organizeli güç  tepki verenleri imha ederek, kendi yaşam tarzını zorla benimsetmeye çalıştı. Hatta öyle zaman geldi ki, şapka yüzünden canından olanların çocukları ve torunları babalarının ve dedelerinin uğruna başını verdiği kılık kıyafetleri özümseyerek onunla bütünleşti. Demek ki, alışkanlık haline gelen hayatlar en tehlikeli hayatlar olup çıkıyor karşımıza. Alışkanlıklarının kölesi olmuşlar yenilikleri kolay kabullenmedikleri gibi, onların kaybolmasıyla kendilerinin de yok olacağını düşündükleri için, canları pahasına alışkanlıkların savunucusu olup çıkabiliyorlar.

Son yirmi yılın röntgenine yansıyan yaşamlara dikkat ettiğimiz zaman, bunların da aynı kurbanlardan olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.20 yıl öncesinde özgürlük,hak,adalet,eşitlik ve inançlarını kolayca yaşayabilme adına mücadele edenler, bu süreçte bu arayışlarının çoğunun imha olduğunu göremeden belli bir yaşamın alışmış kobayları haline geldikleri için, bugün kalkıp kazanımlarımızı kaybedersek yok oluruz düşüncelerini sesli dillendirebiliyorlar. İnsanın ister istemez bazen sorası geliyor, siz önceki arayışlarınızdan hangisine ulaştınız ve bunları yaşar oldunuz ki, onları kaybederiz tedirginliğini yaşıyorsunuz. Kaybedecekleriniz hiçbir zaman sizlerin ideallerinizde olan değerler değil, sadece yaşam alanlarında isteklerinizin karşılığı olan ve olmazsa da rahatlıkla yaşamınızı sürdüreceğiniz sömürge unsurlarıdır. Bunları kaybetmekle kazanım kaybetmiyorsunuz, sadece sömürge kabuklarından biri daha çatırdamış oluyor. Bunu anladığımız gün insan yeniden hayata başlangıç adımlarını atabilecek duruma gelecektir.

Kazanım ortak insanlık değerinin adıdır. Ortak insanlık değeri olarak anlatılamayacak elde edilmiş olan tüm imkanlar,sadece  toplumsal ayrışmalar oluşturmak amaçlı, sömürgecilerin hedef olmasının önüne geçen barikatlardır. Dolayısıyla bu barikatların yıkılması ve insanlar arasında iletişim kuracak reaksiyonların gerçekleşmesi için, kaybedilecek olanlar bu imkanlarsa varsın hepsi kaybolsun ki, herkes yerini iyi anlayabilsin. Bunlar ortadan kalmadığı ve alışılmış yaşamdan ayrılmama ve onları her koşulda savunacak duruma gelmek insan için en tehlikeli bir bakış açısıdır. Yaşadığımız dönemde bunların çeşitli platformlarda farklı ağızlardan dillendirildiğine çoğu zaman şahit olmaktayız. Eğer şu iktidar gider yerine başkası gelirse tüm kazanımlarımızı kaybederiz. Yahu kardeşim bir kazanım varsa bu herkesin ortak değeridir. Herkesin ortak değeri değilse bu bir kazanım olmanın ötesinde, başkalarının hak gaspı olur ki, bunu kazanım olarak ifade etmek bir suçluluk psikolojisinin kendisini kamufle ederek farklı isimle adlandırılması olur.

Sömürülen toplumların sömürge süresinin devamını sağlamak için, yeni sömürge anlayışları arasında kazanımların kaybolması söz konusu onun için atacağınız adımlarınızı doğru atmanız gerekir gibi yedirilmek istenen ifadelerin hepsi, sömürgecinin hayatiyetini sürekli kılmaya dönük çabalar olur. İnsan alışkanlıklara göre yaşayan bir varlık olmaktan çıkarak, iradesiyle özgürce karar verebilen bir duruma gelmediği sürece, sömürülmenin onayını kendisi yapar. Benim buradaki amacım herhangi bir yaklaşımı külliyen karalama ve afişe etmeye çalışmak değil, realitedeki gördüklerimizin çoğunun insan yaşamı için ne kadar tehlikeli ve hastalıklı yaklaşımlar olduğunu ortaya koymaktır.

Bizim toplum, sürü olarak yaşamayı tercih yapan bir toplum olarak tescilini yapma yarışına tutuştuğunu görmekteyiz. Seküler olanlar ile olmayanlar arasında ne fark var diye sorarsanız, sadece alışkanlıklara sebep olan uyaranlar farklı ancak alışkanlıkların kölesi olarak yaşamak hepsinin ortak tercihi...Çatışma temeli üzerine oturmuş karşılıklı çatışma içinde olan bu anlayışların doğruyu yakalama ve onu tercih ederek yaşama aktarma istekleri o kadar canlı olmadığını görmekteyiz. Sahip olduklarını kaybetmeme çabası ve bulundukları halden daha geriye gitme korkusu, insanları farklı düşünmekten alıkoymaktadır. Dolayısıyla korkuların esiri olanların özgürlük yarışı içine girmeleri o kadar zor olmaktadır. Özgür birey bilinçli insan, iradesiyle karar veren  alışkanlıkların kölesi olmayan insanlar yetiştirdiğimiz zaman dünyaya meydan okuyan bir toplum oluruz. Ancak şehirli ve medeni olduğunu sanıp feodal yaşamın damarlarından gıda alıp hala o zihniyetle yaşayanlar medeniyetin kapısından içeriye giremezler. Dolayısıyla alışkanlıkların kurbanı olmaktan kurtulmak zorundayız, özgürlüğe adım atabilmek için...

Tekrar ediyorum, kazanım kavramına doğru bir anlam yüklememiz ve insani tanım yapmamız gerekir. Toplumsal menfaatlerin gözetildiği ve herkesin devlet şemsiyesi altında gölgelenme hakkının olduğuna inandığımız ortamda kazanım tüm toplumun çıkarına olan olur. Belli bir grubun, çıkar şebekesinin elde ettiklerini kaybetme korkusu asla ve asla kazanım değil, adaletsiz bir uygulamanın özel imtiyaz ve ayrıcalık tanımasıdır. Onun için kazanım kavramına doğru yaklaşmak gerekir. Alışkanlıkların kölesi olmaktan çıkıp herkese insanca yaşayacağı ortamı sunmak için, ideolojik yaklaşımlardan ve farklı inanışlar arasında ayrım gözetmeksizin herkese insanca yaşayacağı ortamı sunacak alışkanlıkların kurbanı olmaktan insanları kurtarmak zorundayız. Bu anlayışla yapılan her davranış sonrası, elde ettiklerimiz bir kazanımdır. Diğerlerinin tamamı toplumsal tabakalaşmaya giden yolları oluşturmak ve tabakalar arası geçişlerin haşin kurallarla önlendiği bir ortam olur. Biz alışkanlıkların esiri olan insanları, onların kapsam alanından çıkarak manevra kabiliyetlerini geliştirecek beyin ve yürek bağımsızlığına kavuşmalarını istiyoruz.

Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar özgürlüğün doruğunda yaşarlar ,bu insanlar çok tehlikeli ve çok güçlüdürler. Onun için Sömürge anlayışlarını daim kılmak isteyen anlayışlar, böylesi insanların oluşmaması için çok ciddi hareket ederler. İnsanların bu yönlerini törpülemek için, sanal değerler yaratarak, insanları bu değerler etrafında kenetlenmeye taşırlar ki, herkesin içselleştirdiği bir yaşamdan uzaklaşıp bağımsız yaşayan birey olmalarının önünü tıkamak isterler...Ben her ortamda bu ve benzeri konuları dillendirerek insanların bağımsız özgün düşünebilmelerinin yollarını aralamaya çalışıyorum...İnsanın gelecek yaşamı var olandan daha kötü olabilir anlayışı ile yaşaması ile yaşamaması arasında bir fark yoktur. Yarın var olandan daha kötü olacak tedirginliğinin yaşatılmasının arkasındaki yegane güç, insanların sömürüldüğünü anlamalarının önüne geçmektir. Sömürülmek bir kader değil ama bir tercihtir. İnsanlar tercihlerinin sonucuna katlanmak zorunda kalırlar. O halde tercihler öyle kaliteli ve özgürce olsun ki, hiç olmazsa kendim irademle tercih ettim diyebilecek rahatlıkta olabilsin...

Kendi tercihlerine göre yaşayan insanların çektiği acı, hiçbir zaman başkalarının dayattığı istekleri tercih olarak bilip ona göre yaşamanın vereceği acıdan daha fazla olamaz. Başkaları için yaşamak kadar insanı insanlığından çıkaran bir yaşam olamaz...

Herkese çağrım özgür irademizle yaptığımız tercihlerimizi ortaya koyalım kimsenin bize dayattığı yaşamı, kazanımlarımızı kaybederiz korkusuyla, alışkanlık haline getirip savunmaya geçmeyelim...

Hayat çok kısa o da bu gündür. Yani hayat bir gün o da bugündür...Selam ve muhabbet dileklerimle hayırda yarışanlardan olmak ümidiyle, sağlık ve mutluluk diliyorum...

Erol KEKEÇ/03.08.2022/14.27




GECEDEN GÜNDÜZE BİR ÇİZGİ VAR UFUKTA

 Gecenin içindeki yaşam ile gündüzün içindeki yaşam birbiriyle örtüşmeyecek kadar farklılık gösterir. Ancak insan alışkanlıklarına bağlı bir hayatı yaşıyor olmasından dolayı, bunu öyle kolay çözemez. Gece ve gündüz birbirinin devamı gibi görülse de aslında yer değiştirirken birindeki hayatın mesaisinin bittiği, diğerinin mesaisinin başlayacağı anın geldiğinin haberi verilir. Gece, ufkun atılım yaptığı an olduğu kabul edilmeli, ancak gündüz ise bu ufku harekete geçiren eylemlerin kolektif boyut kazandığı andır. Dolayısıyla her ikisinin de kendine göre kendisine özgü özellikleri vardır.

Gecenin her karanlığının içinde nelerin gizli olduğunu insan idrak etse, sanıyorum gündüz mesaisini akşama vardığında noktalamaz. Çünkü gece, gündüz elde edilmeyecek imkânların hepsini içinde taşır. Bu imkânlar gecenin kadrini bilenlerin üzerine ancak rahmet olarak yağmur gibi yağar. Geceden sağa sola dökülenler varsa gecenin içinde nasibi olanların karşısına çıkar. Diğerleri rutin yaşamın kolları arasında ömür takvimini tamamlar.
Gece, akıl idrak ve dikkatin bir noktaya aynı anda yöneldiği zamandır. Bu anda döllenme gerçekleşir ve insan, yaşamının tüm gizemlerini bu vakitte anlayabilir ve yeni gelecek her gününü daha anlamlı ve renkli yaşama gayreti içinde olur. Onun içindir ki insan gecenin sükûnetinden kendisine mutlaka ama mutlaka bir pay almalıdır. Gecenin sükûneti ile ruhun dinginleşmesi arasındaki benzerlik aslında insanı gündüzün meşguliyetinden kısmen de olsa uzaklaştırabiliyor. Ancak insan, dinginliği her zaman kendisi için bir yok oluş ve işe yaramamak olarak gördüğünden daha karmaşık ve ağırlıkların altında olmayı tercih edebiliyor. Yani insan, aslında kendisinden kaçtığı halde sanıyor ki, kendisini yaşıyor. Kendinden uzaklaşan bir varlığın kendinde olmayan özünü nerede arayıp bulması mümkün olabilir ki!
Geceler aslına dönüşün bir işaretidir insan için… Ancak insan geceyi sadece gündüzün yorgunluklarını atacak bir vakit olarak gördüğü için, gecenin rahmetini pas geçebiliyor. Oysa gece çok büyük bir nimettir. Bu nimeti metabolizmanın sağlıklı yaşamını sürdürmesi için gerekli bir nimet olarak görmemek lazım sadece… Bunlar gecenin her anında bulunan gıdalardır. Ancak asıl gıda tadılmamış olan ama hayali bile insanı bulutların üzerinde uçurmaya yeten bir gizemdir.
Gece, tanışmadığımız bir âlemin mesaisinin başladığı, insanların ise zorunlu dinlenme vaktinin başlamasıdır. Zorunlu dinlenme diyorum çünkü insan alışkanlıklarının kölesidir. Dolayısıyla yaratıcı insanların bu alışkanlıklarını yeniden tanımlamak istemediği için, ”Geceyi sizin için dinlenme vakti kıldık” diyor. Büyük buluşların gerçekleşme anı genellikle dinlenme anıdır. Çünkü öncesinde büyük bir çaba ve yorgunluk olur, bu yorgunluktan biraz arınayım derken akıl idrak ve dikkat aynı noktada bir anda buluşunca elektriklenme olur ve üçlü reaksiyon gerçekleşir böylece bir tepkime ortaya çıkar. Sonuca ulaşılma imkânı az olan, gündüzün yönünü belirleyecek, yaşam formülleri bulunur. Yani gecenin bize bağışladığı birçok değer olmasına rağmen, biz bunları idrakten yoksun yaşarız. Gece, sadece karanlıklarla izah edilemez, çünkü o karanlıkların altında bize gayp olan ama bizim için yaratılmış nice nimetler bulunmaktadır. Bu nimetlerin bize açılması ve onlardan istifade eder duruma gelebilmemiz, gecenin kadrini anlamaktan ve onunla dost olmaktan geçer.
Gündüz o kadar meşguliyetlerin kıskacına girmiş ki, içinde yaşayanların ağırlığını taşımaktan kendi içindeki güzellikleri ortaya çıkaramaz olmuş sanki! Ondan olsa gerek gündüze aşina olanlar gündüzün farklı bir yanının olacağını düşünmekten yoksun kalmış gibi… Dolayısıyla gündüzün içindeki hazineler ile gecenin içindeki nimetlerin tamamının insanın kendi çabası ve isteğiyle gerçekleştiği sanılmaktadır. Durum böyle olunca gece ve gündüz, içindeki gizemi insanlara açmaz olmuş. Gecenin uykuyla geçirildiği, gündüzün yoğun meşguliyetler altında boşa harcandığı bir hayattan, insana ancak yüzeysel imkânlar görünür olmuştur. Bunlar da insanın kendisiyle tanışması ve barışık yaşaması için yeterli olmamıştır. Yani insan kendi karanlığını ve kendi yoğunluğunu aslında tercih etmiş ve ona sahip olmak için sanki hayatını feda etmiştir. Hayatın feda ve heba edildiği bir zamanın içinden anlamlı hayat çizgilerini yakalamak öyle sanıldığı gibi kolay olmuyor. Onun için insan gecenin gizemini anlamalı ve gündüzün bereketini idrak ederek yaşamına yeniden bir anlam vermelidir. Yeni bir anlam yüklemesi insanı insan yapabilir. Yoksa var olan yaşamıyla insan, sadece alışkanlıkların hamalı gecenin idrak yoksunu olarak, gündüzü sırtlanmış bir yük hayvanı olarak yaşamanın ötesine geçemez.
Yaratıcı, içinde her türlü hazinelerin ve nimetlerin gizlendiği geceyi insanlığa armağan ediyor, gündüzün meşakkatinin ardından… Bu rahmetin farkında olmayan insan, geceyi kabirdekilerden farksız geçirerek sonraki güne ayyaş ve sarhoş bir kafayla başlayıp, anlamlı bir gün tahayyül ederek kendinden uzakta kendisi için yaşadığını sanır. Ey insan! Kendin için yaşayacaksan gecenin içindeki gizemi, gündüzün içindeki bereketi idrak etmelisin; bunun yolu akıl idrak ve dikkat üçlüsünü hayatının tam odağına koyarak güne başlayacaksın… İşte o zaman, geceler bir anlam bulur, gündüz sana rahmet olur.
Gecenin sessizliği ve gizemini çözmek için gündüzden gelen heyecanımı gecenin bu vaktine sakladım ki, ne arıyordum ne buldum ya da nelere ulaşabildim bunları ruh dünyamda yerli yerine oturtmak için geceyi gündüzün başlangıcına ulayarak gecenin nimetlerine ruhumu saldım… Ruhum, bu beden sensiz olmuyor, sen ise bu beden olmadan nasıl benimle gecenin gizemini anlamaya çalışacaksın, onun içindir ki bana seni gerek seni, sensiz neyleyim dünya verilse elime… Alışkanlıklarımı bırakarak gündüzün içinde, geceye koşarak geldim ki, bedenimle ruhum birlikte ayağa kalsın diye…
Bir gece gizeminden gündüzün rahmetine kavuşmak için, gecenin bu vaktinde ruhumu uyandırayım diye düğümleri tek tek çözerek geldim buralara… Buralar tüm dostlukların karıldığı ruhun ve bedenin birlikte şaha kalktığı yer... Temiz suların akışı gibi ruhumun bedenimle nasıl uyum içinde aktığını görmek içindir tüm çabalarım, umarım amacıma yaklaşmışım…
Sevgiyle muhabbetle ve huzurla kalın…
Erol KEKEÇ/03.08.2022/00.35




x

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!