Bu Blogda Ara

13 Temmuz 2022 Çarşamba

YOLCU BİZ YOLAN SİZ DUR BAKALIM NE OLACAK?

Hangi dala konsam pusu kurmuşlar diyen serçe gibi olduk son dönemde… Ne tarafa yönelsek bir avcı tetiği bize döndürmüş nişan alıyor sanki tedirgin ve ürkek, o daldan bu dala uçan ve yapraklar arasına gizlenmeye çalışan serçenin tedirgin yaşamı bizim kaderimiz oldu gibi…

Dünya ormanı, esen rüzgâr karşısında o kadar çok sallanıyor ki, kuşlar dallarına konmaktan korkuyor ve tedirgin yaşamaya devam ediyor. Kuşlar gibi korkak ve ürkek yaşamaya bütün bir insanlığı mecbur bırakan yeryüzü çeteleri acaba kendileri için bir sonu hiç düşünmezler mi?

Yeryüzü nimetleri bu çetelerin taksimatına bağlanmış ve onların dağıttığı oranda kimi alıyor kimi açlıktan kıvranarak can veriyor. Alanlar da rahatsız almayanlarda rahatsız peki, bu dağıtım görevinin sadece kendilerine bırakıldığına inanan bu çetelerin aklına, rahatsız olacakları bir anın hızlanarak yaklaştığı hiç gelmez mi?

Bilenler, bilmeyenleri bilinenlerden haberdar etmemek için öyle puslu ve sisli ortam oluşturmuşlar ki, bu havadan kurtulmak ve hakikatle yüzleşmek o kadar zorlaşmakta ve her yandan bombalar patlar gibi insanın beynini patlatmakta…

İnsanlığı düşünen(!) bu küresel çete, neden insanlığın genetik dokusunu tarumar eder oldu? Hangi taraftan bakarsanız bakınız her yan karanlıklara gebe ve çamura batan bufaloyu yutan bataklık gibi insanlığı kendi içine çekmek için hazır ağzını açmış bekliyor…

Son üç yıl içinde insanlık öyle korkak ve ürkek hale getirildi ki, ne taraftan bir hava akımı gelse hemen ödü patlar oldu. Bu korku insanın insanlığını elinden alıp onu bir maymuna döndürdü. Maymunlaşmış bir insanlık sirklerde oynamak için davul sesi beklerken, ne yazık ki korku bombasının etkisiyle yerlere yatıp kendisini korumak için sığınak arar oldu. Tüm bu hissettikleri aslı olmayan bir oyun olmasına rağmen, bu oyunun oyun olduğunu anlayamadığı için, kendi sonunu kendisi hazırlar oldu. Neden insanlık bu kadar dar bir virajdan geçmek zorunda hisseder kendisini? Sizin için, sizi düşündüklerini iddia edenlerin sizler adına ortaya koydukları tüm çabaların bir oyun olduğunu anlamanın vakti geçmek üzeredir. Bu vakti, onların insafına bırakırsak, onların insafı bizi yok etmekten başkası olmayacaktır.

Küresel çetenin ulusal ve bölgesel temsilcileri sizin içinizden sizinle aynı görüşte olan kimseler olduğu zaman, sizin onları doğru kabul edip onların peşine takılmanız o kadar kolay olacağı için, sizin kurtarıcılarınız sizin sonunuzu yaklaştırır haberiniz olsun... Her toplumda yöneticiler, toplumun kurtuluşu için çabaladığını söyleyen ve aynı zamanda küresel çetenin programlarını aynen uygulayanlar sizlerin mutlak sonunuzu getirmek için seçilmiş kaptanlardır. Bu kaptanlar sorumlu oldukları insanlık gemisini dalgalar arasında batırmak için görevlendirilmişlerdir.

Bataklık rehberleri sizi bataklıkta batırmak için görev almadıklarını deklare ederek size rehberlik yaparlar. Ancak onların sizi götüreceği son durak bataklık olacaktır. Onlar asla HÜ da olamazlar yani size yol gösteremezler, çünkü onların görevi yolları karmaşıklaştırarak gideceğiniz yolu çıkmaz sokak haline getirerek sizlerin kendi peşlerine takılmanızı sağlamaktır. Bunu başardıklarında hedeflerine varmış olurlar. Çünkü sizler ona inandığınız zaman onu sorgulamazsınız, ne derse inanır ve onu takip edersiniz, söylediği her sözün bir hikmetinin olduğunu düşünürsünüz, bataklığa batsanız da tabanda mücevherlerin olduğunu, yukarı çıkarken büyük zenginliklerle su yüzüne çıkacağınızı anlatır kendinize bir eğlence bulursunuz. Ama tecavüzün kaçınılmaz olduğunu asla kabullenmezsiniz. Ey insanoğlu insan, neden hayatını bu kadar çamura batıran bu küresel çetenin yaptıklarına bir an olsun kafa yormazsın…

Şunu açık yüreklilikle söylüyorum ki, dünyadaki ulusal devletlerin yöneticileri bu küresel şebekenin programını aynen onayladıkları için hala ülkelerinin yönetiminde söz sahibidirler. Şayet bunlar o küresel gücün isteklerine hayır demiş olsalardı, şimdi onların yeri farklı olurdu. Yani ulusal yöneticiler kendi, makamlarını korumak için, verdikleri sözle kendi toplumlarını gözü bağlı bataklığa taşımaktadırlar. Bunu da anlatırken farklı boyutlarda ve farklı mesajlar vererek konunun anlaşılmasını gizlemektedirler. Bu durum bizlerin yok oluşunu onların da ödüllendirilmesini yaklaştırmaktadır. Peki, ne olacak, siz ne önerirsiniz diyenlere bir fıkra ile konuyu özetleyerek konuyu, herkesin kendi anlamasına bırakarak bu satırlar arasından ayrılacağım…

İki samimi iş adamı kodaman arkadaş varmış, bu arkadaşlardan birinin iş yeri diğer arkadaşının malikânesinin karşısındaymış. Malikâne sahibi arkadaş evden işe diye çıkmış arkadaşının iş yerinde muhabbet ederken, malikânenin kapısına lüks bir araba yaklaşmış ve içinde temiz giyimli biri varmış… Arkadaşı bu araba sizin eve gelmiş olabilir mi demiş, bilmiyorum bekleyelim bakalım birazdan anlarız demiş… Arkadaşı, senin hanım gayet şık ve dekolteli olarak kapıdan çıktı o arabaya doğru gidiyor sanırım arabaya binecek demiş ve işte bindi ve öpüşüyorlar demiş…

Kadının kocası iş adamı, arabaya binip takip edelim bakalım ne olacak demiş ve takibi sürdürmüşler… Kadının bindiği araba hızlı bir şekilde orman yoluna sapmış, onlar peşinde, derken kendi malikânelerinden daha lüks bir yere gelmişler, adam önde kadın arkada içeriye girmişler. Kadın yatak odasına geçmiş, onlar uzaktan takibi sürdürürken, arkadaşı işte yatak odasına girdiler deyince kadının kocası dur bakalım ne olacak demiş…(!)Arkadaşı senin hanım yavaş yavaş üzerindekileri çıkarmaya başladı sanırım bunlar başka sahneye geçecekler deyince, kadının kocası dur bakalım ne olacak demiş ve konuşma devam ederken, arkadaşı şu anda yatağa uzandılar ve istediklerini yapıyorlar der demez kocası dur bakalım sonuç ne olacak demiş…

 Sahiden durun bakalım ne olacak diye diye yolculuk yapıyoruz ama sonuç belli sanıyorum kaçınılmaz olduğu için sonun meziyetlerini anlatmak zorunda kalacağız…

 Bakalım ne olacak…(!)Biz yolcu onlar soyucu….

 

Bahadır HATAYLI/12.07.2022/22.25


 

 

6 Temmuz 2022 Çarşamba

BİR BİLENE SOR GÖR BAŞINA NELER GELİR

İnsanın ne zaman nerede kim tarafından imtihan olunacağını ancak yaratan bilir. Yıllar öncesinden bir anımı sizlerle paylaşarak, insanın nasıl bir ruhsal değişim geçirdiğini de sizlerle birlikte görmek isterim… 

Eskişehir’de uzun zamandır İslami alanda mücadele veren ve o yolda çileleri eksik olmayan bir ağabey adına yaşanmış bir hadiseyi,  bir başka ağabey anlatırken bayağı yıpranmıştım. Zor dönemden geçerken Atasoy ağabey, dönemin zengin muhafazakârlarından Korkut Beye, durumu izah ediyor çok zor durumda olduklarını cemaate yardım gerektiğini söyleyince, Korkut bey diyor ki, inan Atasoy'um bir yere kaptırdığımız bir para var, ne zaman geleceği belli değil, âmâ o gelirse o parayı size aktaralım, dediğini söylemişti bunu bize anlatan ağabey… Bu vakayı anlatan ağabey çok üzgün bir psikolojiyle böyle bir Müslüman olur mu, yani kaybedilmiş ne zaman geleceği belli olmayan bu parayı Müslümanların elzem olan işi için vereceğinizi söylüyorsunuz. Sizin dininize verdiğiniz değer ancak kardeşlerinizin yaşamına gösterdiğiniz değer kadardır demişti…

Evet, bu ağabey hakikaten doğru olanı sözlü olarak bize anlattığında duygusal moda girerek ağlama durumuna gelmiştik… Ancak aradan yıllar geçti, bu olayı anlatan ağabeyin o günkü şartlara göre durumu normalin biraz üzerindeydi. Yani isterse başkalarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek gibi görülüyordu dışarıdan, ancak iç durumunu bizim ayrıntısıyla anlamamız mümkün değildi…1995 yılının Nisan ortalarıydı, iki ay önce nişan yapmıştık düğün arifesiydi Mayıs 28’de düğün yapacaktık, ancak imkânlarımız sınırlı, destek alabileceğimiz yerler o kadar çok değildi… İçimden bir his o olumsuz olayı bize olumlu düşünceleriyle anlatan abinin desteğini alabilirsin diyordu. Yüzümü eğdim ve ona gittim… Sohbet muhabbet derken arada o konuyu dillendireyim dedim ve istemeyerekten olsa açtım. Abi yakında Rabbim nasip ederse düğün yapacağım ancak biraz zordayım, kurum değiştirdim ve yeni sözleşme yaptım benim yeni maaş Eylül ayı itibarıyla başlayacak o güne kadar koşullarınız uygunsa, kasım ayında size iade etmek şartıyla bana şu kadar borç verme imkânınız olur mu dedim? Nisan sonları zaten,7. Ay da iade edecektim. O ağabeyin bana verdiği cevap yüreğimi delip geçmişti… İnan üstat bir arkadaşta biraz alacağımız var, o da bize eylül ayı gibi vereceğini söyledi, ancak verip veremeyeceği belli değil sanıyorum, vermesi çok zor, şayet o para gelirse onu sana verelim dedi. Elimde çay bardağı vardı bir anda elimde kaldı ve sert bir şekilde abi ben sizden sadaka istemedim borç istedim, varsa var dersiniz, yoksa yok dersiniz, benim için ikisi de aynı öneme sahiptir dedim. O zaman benim yanlış anladığımı, durumunun iyi olmadığını anlatmak için öyle söylediğini ifade etti. Ancak benim için, o güne kadar ki kardeşlik bahçesinde anlattığımız ve havasını soluduğumuz duygularımızın tamamı ölmüş ve yıldızlar toptan yere dökülmüştü… Tüm hayallerim ve ideallerim sanki o gün kurşunlanmıştı. Hakikaten kurşunlandı, içimde bekleyen açığa çıkmayan o duygularım son 20 yılda her yandan yara aldı…

Bunu neden mi anlattım, acıyan yanımı sizlere açmak için değil, sürekli alevlenen içimdeki ateşe bir yerlerden kül atıldığını gördüğüm zaman, kül atanların alevlerin oluşması için üfürenler olduğunu görünce elim ayağım tutmaz olduğu için sizinle dertleşiyorum…

Başkasının hayatındaki olumsuzlukları anlatmayı din olarak görüp onları paylaştığımızda çok büyük işler yaptığımızı sanıyoruz. Ancak aynı imtihanlardan geçeceğimizi hiç hesap etmiyoruz, oysa kişi kınadığı başına gelmeden ölmez diye duyduğumuz bu söz hakikaten bizi duman edebiliyor. Üniversite yıllarıydı, eczacılık okuyan, bir zaman aynı evde birlikte kaldığımız bir arkadaşımız, o günkü zengin Müslümanların hayatlarının ne kadar tutarsız olduğunu, herkesin har vurup harman savurduğunu anlatıyordu. Hatta O gün Ülker grubunun başında bir abi vardı yeni evliydi, bir rahatsızlığımdan dolayı evinde beni misafir etmişti. Bir hafta yenge bana hizmet etmişti. Çünkü o günler bizim için çok zordu, o günkü şartlarda öğrencilik evinde nasıl beslenebilirdik ki, ondan dolayı Küçükyalı’da bir hafta misafiri olmuştum… Eve geldiğimde o arkadaş bu abi gibi birçok insanı yerden yere vurmaya başladı ve çok kötü eleştiriyordu. Ona dedim ki, bir insanın nerede nelere sahip olduğunu eleştirmeyelim neler yaptığına bakalım olumsuzsa o eylemleri eleştirelim dediğimde benim onları fazla tanımadığımı kendisinin çoktan beri onlarla diyaloğunun olduğunu, onun için bu kadar sert davrandığını söylüyordu. Ancak zaman hızlı geçiyor bizler de büyüyorduk, okullar bitiyor ve iş güç sahibi olanlarımız vardı. Onlardan biri de bu eczacı arkadaşımızdı.

Öğrenciyken çok eleştiren o arkadaşımız, iş hayatına atılıp biraz para kazanınca ilk işi toplumdan uzak büyük bir villa yani dönemin malikânesine sahip olmak oldu. İnşaat bitmiş boya yapılıyorken bizi gezmeye götürdü, tek tek tanıtıyordu, şurası bizim spor salonu burası tenis sahası şuraya bir havuz yaptıracağım şuraya sazımı asacağım vs. diyordu. Hakikaten neyi nereye astı bilmiyorum ama bekârken insanları darağacına iyi asıyordu. Böyle tutarsız yaşamların ham meyvesi olan bizler, bu gün kıvamında olgunlaşmış meyveler yemek istiyoruz, görmediğimiz zaman da meyvelerle birlikte bahçeyi ateşe veriyoruz.

Şuna inanıyorum ki, hepimiz birbirimizin imtihanıyız, ona göre yaşam alanımızı belirlemek olsun icraatımız. “Kendi nefsimi temize çıkaranlardan değilim, biliyorum Rabbimin koruması olmasa nefis hep kötülüğü emreder…”Bu hengâmede dosdoğru yaşamak elbette çok zor, işte bizim sorumluluğumuz o zoru başarmak olmalıdır. Bunları söylerken birileri ne yapsa, senin elinde olmadığı için onları eleştiriyorsun demiyorum ve asla öyle bakmıyorum. Türkiye İslamcılarının bilinçaltı çok dolu olduğu için, şu an yaşananlar o bilinçaltının bilince egemen olmasından başka bir şey değildir. Dün züğürtlüğü anlatan ve öyle kalmanın elzem olduğunu söyleyenler lort oldu. Bazılarımız normal yaşam akışı içinde istikrarlı bir iş hayatı sonrası ciddi bir sermaye birikimi sahibi oldu. Bu sermayedarlar toplumda en anlamlı yaşama sahip olanlardır desem sanıyorum yanılmam. Bu insanlar nasıl bir yoldan geldiklerini çok iyi biliyorlar ve ellerindeki imkânları başkalarıyla paylaşmanın hazını alıyorlar. Herkes toplumdan uzak fildişi kulelerde yaşarken, bu insanlarımız normal hayatın içinde derdi olanların dertlerine ortak olarak yaşamaktan haz alıyorlar.

Bazılarımız da hala ideallerinin peşinde koştuğu için işini bilmeyen kafası çalışmayan boş varlıklar olarak adlandırılmaktadır. Hatta zamanla aynı evde kalıp kimisi çok aşırı zengin kimisi de hala dertli ve ideallerinin peşinde koştuğu görüldüğü zaman, sen hala burada mısın köprünün altından ne sular aktı, paran varsa davan var, yoksa kim ne eder, senin davanı diye, nasihatler dinledikleri de oluyor. Böyle dönemlerde işini bileceksin bir yere geçmek istiyorsan adam bulup orayı yakalayacaksın, yoksa kaderinle baş başa kalırsın diyerek çok öğütler dinlediğimiz olmuştur hatta bendeniz, abi hala orada mısın senin gibi şizofren kaldı mı diyenlere kulaklarım şahitlik yaptı…

Geçmişin üzerine oturduğu dinamikler saman çöpü ise bu gün karşılaşacağınız hayat saman alevinden başkası olmuyor… Onun için diyorum ki, bugünlerimiz geçmişte elde edemediğimizden dolayı hınç yüklenerek bilinçaltını cephanelik yaptığımız hayatın, şimdi patlayan mermileri arasında can çekişiyoruz. Bu can çekişmeye ya son vereceğiz, ya da birileri elinde yanan meşaleyi her şeye rağmen taşıyacak ve o uğurda can verecek, can verirken koşup gelenler aynı davaya inandığını söyleyenlerden olacağı için, sen de mi burada bu haldesin diyenlere İsmet’in kitabının ismiyle vereceğimiz bir cevabımız olacak elbet… Peki, “Waldo sen neden burada değilsin” diyerek filmin perdesini kapatacağız…

Bahadır HATAYLI/06.07.2022/00.51


5 Temmuz 2022 Salı

SEÇME YATİSİNİ KAYBEDEN SUJELER NESNEYE DÖNERLER

İradesini kurşunlayarak kendisini bir obje olamaya zorlayan varlık aradım insan denen yaratıkla karşılaştım. Neden insan kendi yaratılış kodlarını imha ederek başkalaşmak ve sadece yuvarlanan bir varlık olmayı tercih eder. Bu konuda sanıyorum sizlerde en azından benim kadar  merak ediyorsunuzdur. Kendi adıma düşünürken sizin adınıza düşünerek sizleri pasif bir nesneye dönüştürmek istemediğim için, düşündüklerimi sadece paylaşmak isterim; seçim hakkına sahipseniz hala bir suje olduğunu kanıtlarsınız, yok sen düşün biz de onu alıp öyle davranırız derseniz; tescillenmiş bir nesne olduğunuzu biliniz.

Bu gidişatın neden böyle hızlanarak yayılım gösterdiğini ciddi bir kafa ve yürek yormam sonrasında ulaştığım bulguları ortaya koyarak, bunların dışında daha neler var onları da sizlerin düşünsel birikimlerinden faydalanarak öğrenmek isterim.

Pozitivizmin yaşam alanlarında kaçınılmaz bir değer haline getirilmesi, düşünsel ve hayata bakış anlayışlarını değiştirdi. Buna bağlı yaşam beklentilerinin seyri de farklılaştı. İnsanlar çok küçük imkânlarla mutlu ve huzurlu yaşarken, pozitivizmle birlikte mutsuzluk arttı, imkânlar fazlalaştı ama yaşama katkısı ve olumlu anlayışların oluşması ise o oranda azaldı. Vahşi kapitalizm, pozitivist anlayışın gayri meşru bir çocuğu olarak her yanımızı kuşatınca, onun kapsam alanı dışında farklı algılar oluşturmakta neredeyse imkânsız hale getirildi. İnsanım denen her varlık, varlık sahnesinde kendisini tanımlarken çerçeveyi kapitalist yaşam olarak belirleyip, bunun dışında farklı anlayışlar geliştirmek istese de onlara ulaşamayacağını idrak edemez hale geldi. Bu paradoks, insanları seçim özelliği olan bir varlık olmaktan çıkıp, doğrudan kullanılan bir nesneye dönüşmesini beraberinde getirdi. Peki, insan kendi dışından ona dayatılan bu tüketim köleliği anlayışına göre yaşamak zorunda bırakıldığında, sahiden tercihli bir yaşamı oluşturabilir mi dersiniz?

Köleler köle olduklarının farkında olsalar, anında kölelik zincirlerini kırarlar. Ancak tüm köleler bulundukları hali kendi seçimleri sandıkları için, bunun bağlayıcılığından bir türlü kurtulamazlar. Eskiden kölelik alınıp satılan fiziki bir varlık olarak tanımlanırken, günümüzde köleliğin şekli ve içeriği çok değişti. Duygularınız, istekleriniz, idealleriniz, heyecanınız, umutlarınız, beklentileriniz, hayata bakışınız, yarınları planlama düşünceleriniz alınıp satılır oldu. Siz ise sadece bu isteklerin üzerinde hayat bulduğu bir nesne olarak tanımlanır oldunuz. Yani insan taşıyıcı bir nesneye doğru evrim yaşadı. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen, bir de insanın kendi seçimi olduğu, ona göre bir yaşam oluşturduğu masalı her ortamdan dillendirildi. Kendini anlamaktan aciz ve ne bulduysa ona göre şekil alan bir bukalemun gibi yaşayan insan, hala yüksek bir değere sahip olduğuna inanmaktadır. Oysa insanın içindeki in yok olunca geriye sadece san kaldı. San ise sanmak anlamına gelen bir ifadedir. O halde kendimizi sanmakla biz öyle olmuş oluyor muyuz? Elbette aklı başında bir varlığın böyle bir düşünce taşıması düşünülemez. Öyle sandıklarımız bizim insan olma özelliklerimizin hepsini çalıp gitti, geriye madde olmanın ötesinde varlığı bir anlam ifade etmeyen nesneler kaldı. İşte, insan böylesi bir kölelik yaşamının başkahramanı olarak yaşarken kendisini avutarak kendi dışında köleler arar duruma geldi.

Kapitalizm herkesi potansiyel tüketici olarak görür ve tüm istekleri kendi oluşturur, sonrasında onu size ihtiyaç gibi sunar. Yani dayatılan bir arzu istek listesini içselleştiren varlık (insan) sanır ki, bunlar benim tercihlerim. Oysa tercih, sorgulayan bir kişilik ve insanın bağımlı olmadığı süreçten geçer. Günümüzde insanın bağımlılıklarının neredeyse tamamı kendi dışında oluşturulup, ona dayatılan sihirli bir yaşama döndü.

Bütün bir dünyayı kontrol altına alan, sınırlı sayıdaki varlıklardan oluşuyorsa, bu sınırlı sayıdakilerin dışında kalanların kendilerini bir suje olarak tanımlamaları ne kadar anlam ifade eder. İnsan, bu kuşatılmışlıkları çözemediği, kendi konumunu ve yaratılış hedefini yeniden anlayıp kendisine bir tanım yapmadığı sürece, etkisiz elaman olarak kullanılmayı bir kader olarak görüp, öylece hayatına son noktayı koyacaktır. Onun içindir ki insan, etken ve düşünen bir varlık olarak dünya yaşamındaki sahne de yerini tekrardan alması kaçınılmazdır. Ancak sınırlı sayıdaki vampirlerden oluşan ve her şeyi bildiğine inanan bu küresel canavarlar insanların üstünden ellerini çekmeye niyetli değiller. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen en azından biz, anlayan ve sorgulayanlar olarak ömrümüz yettiği sürece bunlarla mücadelemizi kaçınılmaz kılalım. Bizlerin yılmaz mücadelesi sömürülmenin ve nesne olarak kalmanın bir kader olmadığını kendi türlerimizin anlamasına vesile olacaktır.

"Kiminizi kiminize farklı kıldık" ayetine baktığımız da bazılarının bazılarına üstün kılınması ve farklılaşması değil, toplumsal yaşamın devam etmesi için işbölümü ve görev dağılımının nasıl olması gereğini anlattığını görmekteyiz. Oysa İslam olduğuna inananlar dahi bu ayeti alarak kendilerine ayrıcalıklı bir yer tayin edip başkalarını kullanma peşine düşmüşler. Hakikat, kendisi gibi anlaşılmak istenmezse kim kimi nasıl kullanır onu bilemez hale geliriz. Ne yazık ki, Müslümanım diyenlerden belli yerlerde olanlar bile, kendilerini ayrıcalıklı bir yerde görüp azami çoğunluğu güdülen olarak kabul ettikleri sürece, kendilerinin kimler tarafından kullanılacağını bilemezler. Onun için kullanım kaçınılmaz olur. Mark Abrahamson'unun hayvanlar arasında tabakalaşma olup olmadığını anlamak için yaptığı bir deneyde, kümesteki tavuklar arasında da kullanılmanın olduğunu gördüğünü anlatır. Yani kendi özünüzü tanımadığınız zaman hep birileri sizden sonra sizi güden olarak kendisini ayrıcalıklı görür. On tane tavuk ve bir horoz bir araya geldiğinde, horoz en arkada onun önünde dokuz tane tavuk sıraya dizilir. En öndeki tavuk herkes tarafından ısırılır, sırayla bir öndeki arkadaki tarafından kullanılır, ancak horoz hepsini gagalar ve böylece bir sürü yaşamı ortaya çıkar. İnsanın bunlardan elbet bir farkı olmalıdır. O da seçim yetisi ve özgürlük, bunları doğru kullandıran akıl, akla yön veren fikirdir,o halde bunlar kendisinde mevcut olan bu varlık insan, nasıl oluyor da bir nesne durumuna düşebiliyor.

"Biz insanı en yüce biçimde yarattık..."Sonra onu aşağıların aşağısına attık..."Yüce Yaratıcı insanın nerede ve ne zaman nasıl çuvallayacağını en ince ayrıntısına kadar anlatarak, bizlerin bir suje olarak varlık evreninde varlığımızı ortaya koymamızı istemektedir. Bu suje olmayı kaybettiğimiz anda işte, aşağıların en aşağısına inmek bahtımıza çıkacak ikramiye oluyor. İnsan kölelik zincirlerini kırarak, alışılmış çaresizliklerinin boynuna takılan bir yular olduğunu anlayarak kendisine gelmek istiyorsa, “En yüce biçimde yaratılmış" olduğu özelliğine yeniden dönmesi gerekir. İnsan ancak böylece suje olur ve bir nesne olmanın sınırlarını parçalar. Kendisi için oluşturulan istek ve tüketim listesinin kendisine ait olmayan iştah açan bir zehir olduğunu anlayarak, yeniden kendisini tanımlaması ve o tanıma göre dosdoğru bir yola girmesi kaçınılmazdır. Yoksa köleliği, özgürlük sanarak alışılmışlıkların kurbanı bir nesne olarak ölümü beklemeye mahkûm olur.

Yeniden dirilmenin ve kendimize gelmenin yegâne yolu, “Yarattı ve hedefini gösterdi..."buyruğuna uygun yaşamaya insanı ikna etmek ve onu bulunduğu karanlık dehlizden çıkarıp aydınlığa kavuşturmak gerekir. Bunun için yaşam boyu mücadele her idrak sahibin sorumluğudur.

Sınırları biraz zorlayan bu beyin eylemlerimizi doğru anlayarak hakikate şahit olan sujeler olmamızı rabbimden niyaz ediyorum...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/04.07.2022/15.11                                                                             

 


                                               

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!