Bu Blogda Ara

24 Mayıs 2022 Salı

GÜVEN ALLAH'A GİDEN YOLUN KENDİSİDİR.

Güven üzerine yaşam oturur. Güveni yaşam alanından kovduğunuz zaman diğer tüm seciyelerinizi ve meziyetlerinizi kaybedersiniz. Doğal yaşam ilkesi böyle olmasına rağmen, insanların büyük bir çoğunluğu fanatik taraftarlık algısıyla yok olmuş güveni kaybetmek istemezler. Ama ne yazık ki, taraftarlar her ortamda telef olmaya mahkûmdur. Taraftarlar mesajı algılamak ve analizini yapmak istemezler, tek bildikleri, yani şartlandıkları, taraftarı oldukları ortamdan mı uyarıcı geliyor yoksa rakip taraftan mı, ona bakarak eyleme geçtiklerinden güvenini kaybetmiş kurum kuruluş kişi ve liderleri sahiplendikleri için kendi yok oluşlarını kendileri yaklaştırırlar.

Bir toplumda belirleyici olanlar çok sınırlı olmasına rağmen, hayatları başkaları tarafından belirlenenler büyük çoğunluğu oluşturur. Toplumsal yaşam içindeki büyük çoğunluğu uyandıramadığınız zaman, uyanık olanlarda onlarla birlikte yok olmaya aday olurlar. “Rabbim içimizden sadece zulmedenlere erişecek olmayan o azabından bizleri koru..."Yaratanın bu buyruğuna dikkat edilirse, topluma gelen gazap, toplumda ayrım gözetmeden hepsini kapsam alanına almaktadır. Onun içindir ki, hiç kimse olumsuz bir ortamın içinde bulunduğu müddetçe, onların yaptıklarını yapmamış olsa bile, gelecek olan fırtınadan kurtulma imkânı yoktur. Bir yere yağmur yağdığı zaman nasıl ki, filancanın tarlasına yağmayayım şu tarlaya yağayım deme özelliği yoksa gelecek olan azapta böyle olacaktır. Böylesi bir zulmet ortamına gazap geldiğinde kuşatıcı olacaksa, neden insanlar beni ilgilendirmiyor, ben nasıl olsa kendimle ilgili olanları yapıyorum diyerek köşesine çekilmeyi tercih eder. Şunu unutmayalım ki, başımıza gelecek olan belalar bizlerin tercihlerinin karşılığı olacaktır.

Bir ortamda olumsuzluk varsa görme geç git, köpeğe dalaşmaktansa, çalıyı dolaşmak daha iyi diye sürekli tekrarlanan atasözlerimiz de var... Peki, "bir olumsuzluk gördüğünüz zaman, onu önce elinizle düzeltiniz, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğuz edin bu da imanın en zayıfıdır. ”Demek ki bana ne demek bizleri kurtarmıyor, ben kendimi bilirim ben çok iyiyim koşullarım yerinde hiç kimseyi görmeden yıllarca yaşarım demek bizleri kurtarmayacaktır bunları bilelim. Yedi uyurların bulundukları yeri terk ederek bir mağarada uykuya dalıp yıllarca orada yatmaları aslında yaşadıkları ortamdaki olumsuzluklardan uzaklaşmak gibi görünse de Rabbimiz burada büyük bir imtihanın sonunu bizlere göstermektedir. Aynı durum Yunus (as) olayında da yaşanmaktadır. Toplum böyle bunların kurtuluşu yoktur, o zaman oradan ayrılıp kendi başımıza hiçbir olumsuzluğa katılmadan yaşamak gerekir diye düşünmek insanın kendisini cezalandırmasıdır. Balığın karnında kıyamete kadar kalacak olan Yunus (as)ın duası onu oradan çıkardı. O halde bizler kaçış senaryolarını bir tarafa bırakarak yaşadığımız ortamları aydınlatmak zorundayız. Aydınlığımız yoksa o zaman karartmayalım.

Bu gün geldiğimiz noktadan geriye doğru bakacak olursak, her farklı ideolojik yaklaşım kendi doğrularını oluşturmuş ve o onları yarıştırmaktadır. Ya da yanlışlar arasından insanlara tercih yaptırmaya çalışmaktadır. Filanların yanlışlarını hiç görmüyor musunuz, onlar daha kötü değil miydi, hiç olmazsa, bizim yanlışlarımız var ama şöyle şöyle olumlu yanlarımız da var diyerek, yanlışlar arasından hangisinin daha hafif olduğunum kanıtlama derdindeler. Oysa bilmiyorlar ki bilerek yapılan yanlışlar, bilmeyerek yapılan hatalarla kıyaslanamayacak kadar aralarında mesafe var. Bu olumsuzluğu meşrulaştırmak için de farklı bir anlayış geliştirmişler. Ehveni şer, yani şerrin hafif olanı her zaman tercih edilir. Oysa şerrin hiçbir yanı tercih edilmez, Rabbimiz der ki, “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki? “ne yazık ki kendi güvenirliliklerini kaybedenler tarafından üretilmiş olan bu söz yaşam alanlarında büyük bir istila yapmıştır. Bu istilanın etkisinde kalan büyük bir kitle bunun arkasına sığınarak, kendi tarafı olduklarını göklere çıkarmada bir beis görmezler. Böyle ortamlar toplu olarak intihara meyilli ortamlardır. Toplu intihar derken, insanlar kendileri belki canlarına kıymazlar ama yanlışı göklere çıkardıkları için Yerin ve Göklerin sahibinin gayretullahına dokunacakları için gazaba duçar olurlar.

Muhammed-ül Emin olan bir Elçinin ümmeti olduğumuzu söyleyen bizler, elçinin yolu ile kendi yollarımızı bir kıyasladığımız zaman, Elçinin bizim aleyhimize şahitlik yapacağından kuşkunuz olmasın. “Rabbim bunlar benden sora bu kitabı yapayalnız ve yetim bıraktılar “Kitabı yetim bırakmış onun ve onun hükümlerinin hayatımızda karşılık bulmadığı bir yaşamın hangi noktasında emin ve güvenilir olduğumuzu söyleyebiliriz. Bundan dolayıdır ki, Sevgi hürmet, saygı muhabbet bunlar güven sonrası oluşuyorsa anlamı vardır. Güvenin olmadığı ortamlarda da bunların olmasını istiyorsak, o zaman körlerin ve sağırların birbirini ağırlamasına döner ki hayat, toptan itlaf olmayı kendi ellerimizle tercih etmiş oluruz. Ben güvenin olmadığı yerde tüm değer sistemlerinin yerlerde sürüneceğini ifade etmek isterim. Çünkü güven bitince her şey mubah ve meşru hale gelir bu eylemleri yapanlar tarafından. Bir şahsa ve lidere olan güvenin kaybolması, öncelikle onun karizmatik yönünün kaybolmasına neden olur. Sonrasında ise onun söyleyeceği hiçbir şeyin anlam bulmadığını görürüsünüz. Yüze karşı söylenen sözlerin arkadan daha farklı ifade edildiğine şahit olursunuz. Bunların en açık örneklerini kendi yaşadığımız ortamda görmemiz mümkündür. Bir insan yalanlarla hayatını devam ettiriyorsa ve bu yalanlar da ortaya çıkıyorsa, bu yalancı şahıs doğruyu söylemiş olsa bile itibar kaybettiği için onun söylemleri etkisini kaybeder. Siyasilerin verdiği sözler yerine gelmediği zaman, insanlar sevgilerinden kaynaklanan önemi belli bir süre devam ettirseler dahi, güvenirlilik kaybolmuşsa sevgiler yerini nefrete bırakır. Sevgiler temelinde güven vardır. Sevgi saygıyı doğurur, ancak biz toplum olarak güvenin kaybolduğu ortamda hala insanlardan sevgi saygı ve olumlu çıkışlar bekliyorsak sadece beklemiş oluruz. Kaybolmuş güveni yenilemenin biricik ve tek yolu hakikatle yüzleşmek ve kendi iç dünyanızdaki karmaşayı çözmektir. Kendi dünyamız savaş halinde iken barış ortamı oluşturamazsınız.

Ülkemiz insanı böylesi bir paradoksun içinde kıvranmaktadır. Bir taraftan taraftarlık diğer taraftan kaybedilmiş bir güven hangisini tercih edeceğini şaşırmış ve yüksek sesle rakip sesleri kısma ve yok etme derdinde. Peki, karşıt sesleri yok ettiğiniz zaman kaybedilen güvensizliği güvene çevirebilecek misiniz, bunu yapamayacaksanız fazla zaman tüketmenize ve kendinizi daha fazla örselemenize gerek olmadığını düşünüyorum. Emin olan bir elçinin ümmeti olduğunu söyleyenlerin yaşamlarındaki güvensizlik, emin olan elçinin getirdiklerinden insanları uzaklaştırır duruma getirdiyse bunun tek sorumlusu güvenlerini kaybetmiş etkin ve yetkin kişilerdir. “Rabbimiz bizi düşmanlarımız için fitne kaynağı kılma “diyerek dua eden Hz. Musa'ya iman etmiş olanlar acaba neden bu kadar ince düşünmüş olabilirler. Şahsi kanaatim odur ki, İnandıkları değerlere karşı lakayt tavırlar takınmalarından ve o değerleri hayatlarına aktarmamalarından dolayı, yapmadıklarını anlatarak insanların hakikatten uzaklaşmasına neden olmak istememektedirler. Bu gün o değerlere sahip olduğunu iddia edenlerin yaşamları kendi inandığı değerlerle hiç uyumlu değil ve bu değerlere inanmamış olanlar tarafından deşifre ediliyorsa, burada bir fitne kaynağı olmak söz konusu değil mi dersiniz?

Düşünce ve yaşam arasında kurulacak ilişkiden doğan reaksiyonla hayat anlam kazanacaktır. Bu ilişkiyi kuramayanlar, her ortamda fanatik bir taraftar olduklarından cennetin başköşesinin kendilerine ait olacağını düşünebilirler. Çünkü tarih boyunca kurumsallaşmış dinler insanları avutmak ve insanların dünyada yaşanan olumsuzluklara duyarlılıklarını yok etmek için, hep cennet satmışlardır. Bizim toplumda da şöyle şöyle olanlara Allah cennet vaat ediyor diyerek anlatılan dinler, tamamıyla olumsuzluklara karşı tavır alacak insanları uyuşturarak onları, gelecek cennet hayalleri ile profesyonel kandırma taktikleridir.

Rabbim bizleri güvenilen emin insanlar arasına katsın ki, emin olan bir elçinin ümmeti olmaya layık olalım... Emin olunmayan hayatların hepsi yok olmayı beklesin Rabbimiz asla yanlış bilgi vermez, “Biz güvenilir insanları güvenilmeyenlere karşı apaçık destekledik ve onlar galip gelenlerden oldular..."

Son olarak diyorum ki güvenin zirvesinde olmak için çaba harcamanıza gerek yoktur, hakikatle yaşamanın getireceği faturayı ödemeyi göze alın, bakalım sonuçlar nasıl değişiyor. Allah İman edenleri küfredenlere karşı apaçık destekler... Rabbim bizleri selim akıl sahipleri kılsın ve imandan sonra topukları üzerinde gerisin geriye dönenlerden eylemesin... Âmin

Selam saygı muhabbet ve dualarımla kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/23.05.2022/13.23


23 Mayıs 2022 Pazartesi

KORKULAR KÖTÜLÜĞE KAPI ARALAR

"Şeytan (sizi fakirlikle korkutur) fakirliği vaat eder ve kötülüğü emreder. ALLAH ise kendi tarafından sizin için bağışlama ve lütuf söz verir. ALLAH Cömerttir, Bilendir. “Bakara/268

Bu ayetin yaşam alanımızda açıkça tecelli ettiği günlere geldik. İnsanlık âlemi her geçen gün şeytan ve dostlarının elinde paçavraya dönmüş bir oyuncak gibi kullanılmaktadır. Ancak bu oyunu fark eden insanların sayısal olarak çok azınlıkta olduğu muhakkak. Demek ki, Gönülden Allah'a iman edenler de o kadar azmış.

İnsanlık âlemi kapitalizmin öğütlediği ve ekonomik tanım diye bütün toplumların hayatına soktuğu açıklama, ne kadar da açık bir şeytan oyunu olduğunu kanıtlamaktadır. Yeryüzündeki İmkân ve kaynaklar sınırlı ancak bu kaynakların karşılayacağı ihtiyaçlar sınırsızdır. Bundan yola çıkarak ekonominin tanımı yapılır ve denir ki, ekonomi, sınırsız ihtiyaçları sınırlı imkân ve kaynaklarla karşılama etkinliğidir. Yaratılmış olan hiçbir varlığın ihtiyaçları sınırsız değildir. Sınırsız arzu ve isteklerin adı ihtiyaç olarak tanımlanamaz. Ancak Kapitalizm öyle bir yedirme yapar ki, kaynaklar sınırlı ihtiyaçlar sınırsız diyerek insanların yüreğine korku salmaktadır. Korkular artıkça insanların sahip olma hırsı da o oranda artmaktadır. Çünkü yaşam korkusu insanı her şeye sahip olmaya götürür ve yaşamını devam ettirmek için gözle görülen her şeye sahip olmak ister.

Şeytanın bu vesvesesi, onun askerlerinin çok iyi sindirdiği ve kendi dışında olanlara bu vesveseyi hakikatmiş gibi yaymalarına sebep olmuştur. Korkuların kuşattığı yaşamlar, bu korkularını dağıtmak için yüksek tonajlı seslerle bu korkuları dağıtmak isterler.2022 Yılının başından beri açlık korkusuyla herkesin gıdaya sahip olma hırsı şeytanın hipodromu olmuş kalplerin cinliklerinden başka bir şey değildir. Bu korku beraberinde kötülükleri meşru zeminlerde yapma cüretini oluşturur. Yenidünya denen sistem tam da bu korkular ve kötülükler üzerine oturtulmak istenmektedir. Kötülüklerin tamamı korkulardan kaynaklanır. Katil olmuş birine sorun neden öldürdünüz bu adamı, ben onu vurmasaydım o beni vuracaktı, o benim malımı gasp ederek beni iflas ettirmeye çalışıyordu, Bu devlete savaş açmasak yarınlarda yeraltı kaynakları azalacağı için şimdiden imkânlarımızı genişletmek ve bu imkânların daha çok olduğu yerlere saldırıyoruz demeyebilirler, ancak fiili durum bunun kanıtıdır.

Evet, tüm korkular kötülük mayınlarının fitilini alevlendirmek için piyasaya dağıtıldı. Bu mayınların hepsi de insanlığı korumak ve onu düşünüyormuş gibi görünerek yapılmaktadır. Bu süreci başlatan şeytanın askerleri ve yandaşları demek ki, insanlık üzerinde ciddi bir etkiye sahipler. Şayet Allah'ın mutlak rızık sahibi ve her şeyden yanında bol miktarda olduğuna inanılsa, şeytanın bu oyununun tutması mümkün müdür? Demek ki şeytanın dostlarının oyunlarının tesiri, İnsanlık üzerinde Allah'ın beyanından daha fazla etkili olmaktadır. Allah'ın beyanının kalplerde ve yaşamda karşılık bulduğu ortamlarda şeytan ve askerleri ancak avuçlarını yalamak zorunda kalırlar.

Allah cömerttir lütuf sahibidir sizleri yalnız bırakmayacak bilgisine sahip olmamıza rağmen, ben Müslümanım diyen insanların açlık korkusuyla gelecek üzerinde bu kadar oyunların kurulmasına ses çıkarmamaları, onların Allah ile bağlarının olmadığının da göstergesidir. En çok dengesizliklerin olduğu ve insanların yarın korkusuyla, ihtiyaç maddelerine saldırarak stok yapmaları doğrudan kapitalizmin kölesi olmak ve şeytanın safında yer almaktır. Şeytanla aynı safta yaşayanlar, Allah’ın Rezzak olduğunu anlayamazlar. Allah’ın Rezzak olduğuna iman edenler, Stokçuluk yapmazlar, herkesin ihtiyacını karşılaması için çaba sarf ederler. Dolayısıyla kötülüklerin yayılmasına da engel olurlar. Çarşı pazar market nerede olursa olsun düzensiz ve dengesiz sürekli yükselen fiyat artışları olmaz. Korkuların yenildiği yerde kötülüklerin önü kapanır. Herkes rahatlıkla her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar dengeli ve düzenli bir yaşam oluşturur. Bu durum, şeytanın yandaşlarının insanlığı korkutarak denetim altına alacakları yolların da önüne geçmek olur.

Dikkat ediyorsak, son bir yıl içinde öncelikle insanların canlarının tehlikede olduğu anlatılarak bütün bir insanlık korkunun pençesinde can verecek duruma geldi. Onun etki alanı zayıflamaya başladığı andan sonra da, yeni bir çığır açılarak, tekrardan bir korku pompalanmaya başlandı. Bu korku can korkusu değil ama uzun vadede canı hedef alan gıda korkusu. Bu korkular belli bir plan ve amaç doğrultusunda yaygın hale getirilmek isteniyor. Dünyaya yayılan bu gıda kıtlığı korkusu tek merkezden yayılmaktadır. Bu küresel cinayet ekibi, kendi varlıklarını hedef alacak ve söylemlerini refüze edecek toplumların yaşamı üzerinde yıllar öncesinden planlı çalışmalara başladılar. Bu toplumların üretim alanlarını kendi talepleri olarak değil, daha çok o toplumun kendi içinden kaynaklanan bir talepmiş gibi yönetimlere medyayla çok ciddi bir algı oluşturdular. Tarım alanlarındaki ürün çeşitliliğini değiştirdiler, çoğu yerlerde de belli yerlere bağımlı kılarak, üretimden daha karlı olacaklarını anlatarak toplumları kendi yaşam alanlarında yaşamdan uzaklaştırdılar. Hatta hayvan yetiştiriciliğini ciddi anlamda tehdit edecek planlar yaptılar. Küresel ısınmaya büyük baş hayvanların gazlarının etkisinin tehlikeli boyutlara ulaştığını söyleyerek, sentetik et üreteceklerini ve bu üretimlerin hayvanların etinden daha faydalı olduğunu anlattılar. Hatta bizim ulusal haber kanalları günlerce bunların haberini verdi. Yani insanları ikna etme taktiği tam manasıyla uygulandı. Beyinler işlevsiz kalınca, ardından farklı senaryolar devreye girdi.                                                                       O günkü senaryolar bu gün dünya sinemalarında her gün oynanmaya başlandı. O filmler o kadar tutmuş olmalı ki ülkelerini yönetenlerin elleri dilleri bağlandı tam bir teslimiyetle küresel kriz diyerek kendi varlıklarını inkâr eder duruma geldiler. Hatta bizdeki her olumsuzluğun tek faturası onlara kesilmektedir. Yani Küresel ifsat düzeninin her yaptığını onaylamak anlamına gelen bu algı, kendi halkını yaşamdan bıktırır duruma getirdi. Neden şeytanın oyunları yöneticiler eliyle bir toplumda oynanma zeminini çok çabuk bulur, bunu sorgulayan hiç olmaz. Herkes neden böyle niçin öyle daha ne zamana kadar gidecek gibi anlamsız çırpınışlarla öfkelerini soğutmaya çalışırlar.

İnsanlık yaşamını doğrudan teslim alacağınız en önemli nokta korkulardır. İnsanlığı korkunun esiri yaparsanız, sonrasındaki sizin mesajınız onları bu esaretten kurtarmak olacaktır. Dolayısıyla korkunun esaretinde bunalmış olan insanlık, şeytanın onları kurtaracağını söylediği her vaadine kanacaktır. Zaten şeytanın oyunları böyle uygulamaya geçer. Önce sizin kafanızı karıştıracak korkularla sizi baş başa bırakmak ve ardından bu durumdan sizi kurtaracak yalanlarını sıralamak.

Yeryüzü Şeytanın karargâhı oldu, bu da tüm karargâh komutanlarının şeytana hizmet ettiğinin en büyük delilidir. Çünkü Şeytanın oyunlarıyla insanlığa korku yayanların hepsi kimin tarafında adı inancı ne olursa olsun, şeytanın başkahramanlarıdır. Şeytanın komutanlarından insanlık için bir umut ışığı geleceğine hala nasıl inanıyorsunuz, bunu benim ne aklım ne kalbim kabullenmiyor.                                          

“Ey âdemoğlu sakın şeytan ve adamları sizin başınıza bir bela getirmesin “şeytanın adamları hakikaten başımıza bela oldular. Bunlar her ülke topraklarında mevcuttur. Bunları tanımadan şeytanın oyunlarından dışarı çıkmak hayli zorlayacak. Çünkü şeytan ve adamları tüm insanlığı aydınlıktan alıp, karanlığa götürürken, Allah sizleri aydınlığa çağırmaktadır. Hala karanlıkları aydınlığa tercih edenler kurtulacağını sanmaktadır. Hangi güç sizi, Allah dışında o karanlıklardan alıp aydınlığa çıkarır.

“… ALLAH ise kendi tarafından sizin için bağışlama ve lütuf söz verir. ALLAH Cömerttir, Bilendir.”

Allah’ın verdiği söze inanmayanlar, nasıl olur da Allah bizimle beraber diyerek kendisini avutur. Yeryüzünde imkânların ve kaynakların tükeneceğini düşünerek insanların yarınlarını karartanlar, Allah’tan hiçbir yardım bekleme hakkına sahip değildir. Allah’ın Rezzak olduğuna inanmayanlar asla ve asla tevhidin içinde yer alamaz. Şirk dininin mensuplarına Allah’ın yardım ettiği ne zaman görülmüştür. O halde dünyanın sürüklendiği karanlığı idrak ederek kendimize gelmeden, Allah bizimle beraber diyerek Müşriklerin dediği gibi, yalvaralım bakalım Allah’ın yardımı kime inecek diyenlerden farkımız olmaz. Allah’ın yardımı kime iner onu Rabbimiz kendi kitabında beyan ediyor, o kitabı elimize alıp idrak ederek okuyup anlayıp yaşamda karşılığını gördüğümüz zaman o gruplar içine girme imkânı elde ederiz.

Evet, insanlık kendisi için oynanan oyunun hala farkında değil, oysa farkına varmadan farklı bir yaratık olup çıktığında farkında olma melekelerini de kaybedecektir.” Onlara imkân verdiğimiz zaman onlar yeryüzünde ekini ve nesli ifsat ederler…”Bu küresel ifsat kulübü bütün bir insanlığın genleriyle oynayarak nesli imha etmeye çalışırken, yaşam tarzınızı, hazlarınızı isteklerinizi beklentilerinizi yarınlarınızı kontrol altına almaya çalışmaktadır. Sanıyorum herkes farkında şu an, Corona salgın süreciyle birlikte yaşam tarzları farklılaştı, kültürler yeniden oluşmaya başladı, para çeşitleri çoğaldı eskiler hayattan uzaklaşıyor, farklı meslek kolları doğdu, lojistik en önemli bir meslek haline geldi. Yani insanlığın kontrolünün kolay olacağı ortamların oluşturulması için tüm zeminler oluşturuldu. Bundan sonrası insanlığın boynuna geçirilecek arpa torbası olacaktır. Ye iç yat ihtiyaç olduğu zaman kullanmak. Bu insanlık ailesinin yok oluş sürecinin hızlandırılmasıdır. Tüm mücadelemiz, şeytanın oyunlarına gelmemek ve bunları hayat alanımızdan dışarıya atarak yaşamımıza Rabbimizin istediği şekilde devam etmek olmalı. Yoksa Allah’tan bir şey bekleyecek yüzümüz olmayacaktır.

Ey dünyaya tapan ama bir inancı olduğunu sanan zavallı perişan insanlık, Allah’tan başka taptıklarınızın hepsi sizi terk edecek, yarınlar gelmeden bu gün elimizdeki imkânları çoğaltarak bütün bir toplumla paylaşarak birlikte yaşamayı bilelim. Birlikte yaşamayı bilmeyenlerin hepsi birlikte ölüp yok olacaklardır.

“Allah’tan ittika edip sakınana hiçbir şey korku vermez, Allah’tan ittika etmeyene de her şey korku verir. “Bugünkü tüm korkularımız yaratıcıya değil de, onun dışında başkalarına bağlandığımızdan kaynaklanmaktadır. Bu bağlılıklarımız sadece Allah’a dönmediği sürece insanlık yok olacağı günü bekleye dursun… Bu yok oluş, normal sıralı ecele dayanan ölümlerden olmayacak, Allah’ın gazabının kuşatmasıyla son bulacak bir yaşam olacaktır. Rabbim bizleri akleden ve sadece kendisine verilecek hesabımıza karşı duyarlı olmayı bizlere nasip etsin… Kendisine karşı hesabında doğru ve dürüst davrananların başka alanlardaki hesaplarını Allah kolay eyler.

Biz insanlık olarak nedenleri yerine getirmek zorundayız, biz nedenleri yerine getirirsek sonuç kendiliğinden gelecektir. Çünkü Sonuç Allah’ın işidir. Oysa biz sonucu değiştirmeye çalışan, nedenleri yerine getirmeyen zavallılar olduğumuz için kendi mütekebbirlik göledimizde can vereceğiz.

Bu satırlarla İnsanlığa akıl satma derdinde değilim ancak gelinen noktalara karşı hislerimin bana söylediğini sesli düşünerek paylaşma gereği duydum… Faydalı olması ümidiyle!

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/22.05.2022/21.59



20 Mayıs 2022 Cuma

ZAMANLA OLMAK ZAMANINDA OLMAKTIR

 Meçhulden gelen bir gemide, malum okyanusta maluma giden bir rotada nefessiz kalarak gidiyoruz; bakalım bu işin sonu nereye varır… Hayırları istiyoruz ancak hayırlı işlerle ilişkilerimiz ne kadar düzenli o konuda söyleyecek pek sözümüz yoktur. Çünkü bizler hayır olmayanları yaparız, ondan hayır çıkmasını çok bekleriz. İsteklerimizin her daim hayır olmasını isteriz, hayırsızlık olsa da yöneldiklerimizde, bizden kaynaklanmayan sorun olduğunu düşünür, kendimizi hayrın merkezine koyarız. Onun için dualarımızı bile ona göre biçimlendiririz. Rabbim hayırlı olanı ver, hayır değilse de sen onu yine ver ama hayra çevir, demekten de hiç utanmayız.

Zamana karşı mücadele edip, zamana yenilmiş tek varlık var, o da insandır. İnsan, zamanı kendisinin yönettiğini sanır oysa zaman gemisi onu meçhulden alıp maluma götürdüğünü hiç düşünmek istemez. Zaman gemisi kadar rotası belli olan bir başka gemi var mı bilmiyorum, ancak kime sorarsanız zamanı geçirmeye çalışıyoruz der. Sanki zaman onun elindeymiş gibi utanmadan ve sıkılmadan zamana karşı büyüklük taslamaktan da geri kalmaz. İnsan zamanın sırtına binmiş oradan inme imkânı asla olmamasına rağmen, zamanı sanki kendisi yönetiyormuş gibi bir gafletle yaşar. Kimsenin zamanı geçirmeye gücü yetmez, âmâ zaman hepimizi alıp götürür ve bizi öyle bir geçirir ki, nereden nereye nasıl geldiğimizi bilmekte zorlanırız. Çoğu zaman hepimizin dilinden düşmeyen, nerede o eski günler ben böyle miydim, karşımda herkes hizaya dizilirdi, şimdi öylemi diye yakındığımız çok olmuştur. İşte, zaman bizi oradan aldı bu güne getirdi. Bu günden alıp malum olan güne taşıyor. O halde insan her ne kadar mazisi meçhul olsa da geleceği malum olmasına rağmen, böyle pervasız yaşamayı nasıl kabullenebiliyor.

Zamanla alışırız diye çokça kullandığımız bir deyim var ya, aslında biz zamanla alışmıyoruz, önceki yaşadığımız günlerdeki zaman ile alışırız dediğimiz günlerdeki zaman aynı değil, biz de o günkü biz değiliz, dolayısıyla farklı zamanda, farklı biz buluştuğumuz için, o günün zamanı ile ya uyum içinde yaşayacağız ya da bir sonraki zamana dağılmış, hayattan kopmuş biz olarak varmış olacağız. Bundan dolayıdır ki insan, içinde hep geleceği şekillendirebilecek özellikler taşımaktadır. Bu özelliklerimizin her an farkında olsak, kimsenin zaman geçiriyoruz cevabına rastlamazsınız. Zamanla alışırız ifadesini rafa kaldıralım, her an gelen zamanla bizle farklı bir ruh hali ve fiziki farklılaşma ortaya koyduğumuz için, bu bizim yaşamımızın doğal süreci olmaktadır. Herakleitos’un dediği gibi her an her şey değişim halindedir. Çünkü bir yerden bir yere gittiğinizde oradaki nebatın boyu, rengi büyüklüğü hiç birbiriyle aynı olmadığını görmekteyiz. Demek ki zaman, farklı coğrafyalarda farklı etkileme özelliğine de sahiptir. Bazı coğrafyalarda insanların çabuk yaşlandığını hatta bazı yerlerde ömürlerin daha kısa olduğunu, bazı coğrafyalarda insanların davranış ve karakter biçimlenmesinin bile farklı olduğunu söyleriz. Bunların hepsi doğrudur ve öyledir. Protagoras boşuna demiyor, üşüyen insan için aynı rüzgâr soğuk iken, üşümeyen için sıcaktır. O halde kişiye göre her şey değişebilir ve burada ölçü insandır der. Yani burada dikkat edilmesi gereken her şeyin ölçüsü insan değil, zamanın içinde taşıdığı hakikatin ortama ve insanın içinde bulunduğu duruma göre farklı şekillerde görülmesidir. Neşeli coşkulu bir ruh haline sahipseniz bazı olumsuzluklardan çok fazla etkilenmezsiniz, ama ruh haliniz sıkıcı ise, hemen etkilenirsiniz ve dersiniz ki bana dokunma, burnumu tutsalar canım çıkacak gibi... Yani zamana göre ve içinde bulunduğumuz ortama göre belli kalıplara giren, oranın özelliklerine göre biçim alan ruh halimiz, uyum sağlama sürecine giriyor. Bu uyum süreci olmasa insanın geçmiş birikimlerinin ağırlığı ile mutlu bir yaşam sürmesini bekleyemezsiniz.

Aslında meçhul bir gemide yolculuk yapan insan, en az geminin meçhullüğü kadar kendisi de meçhuldür. İnsanın bilinmeyenlerini malum duruma getirmediğimiz müddetçe, insan yaşamı hep o meçhul yanıyla devam edecektir. Gemi meçhul, taşınan meçhul peki iki bilinmeyenli bir denklemi çözmek için bir bilinene ihtiyacımız yok mu? Hem X hem Y bilinmiyorsa bunlardan nasıl bir sonuca gitmeyi beklersiniz. Onun için biz öncelikli bilinmeyen olduğunu sandığımız ve bizi irademiz dışında maluma taşıyan zamanı ve zamanın içindekileri iyi kavramamız lazım ki, insanı çözebilelim.

İnsanı tanımak için bilinen yönleriyle iletişim kurabilirsek bilinmeyen yönleriyle de reaksiyona geçme imkânımız olur. Ama Bilinmeyenlere yoğunlaşır bilinenlerle bir iletişim kuramazsak, reaksiyon asla gerçekleşmez. Ve insan için söylenen açıklamaların neredeyse tamamı boş ve anlamsız kalır. Oysa günümüzdeki küresel etkiye sahip anlayışlar insanın bilinmeyen genetiği üzerine yoğunlaşarak insanın doğal yapısı ile asla reaksiyona geçemeyecekleri çabanın içinde olduklarını görmekteyiz. İnsan fert olarak zavallı bir duruma sokulmak istenmektedir. Oysa insan tüm bu dayatmaları parçalayacak dinamiklere sahiptir. Onun için insanı yeniden kendisiyle ayrılmaz parçası olan zamanla barıştırmak zorundayız. Zaman ile barışan insan, nasıl nerede ne için mücadele edeceğini fark edecektir. O zaman da zamanı geçiren değil, zamanla birlikte yaşayan iradesini kullanan bilinçli bir varlık olacaktır.

İnsan, belli bir plan içinde yaptığı eylemlerin saniyesine kadar dikkat ederken, plansız yaşamda 24 saatin bile nerede geçirileceğini bilemez. Onun için insan ile zaman arasında anlamlı bir antlaşma yapmak gerekir. Bu sözleşme insan dışında kendi cinslerinin dayattığı bir süreç olamaz. İnsanın zamanla olan diyaloğunu en iyi biçimlendiren ve nerede nasıl hareket edeceklerinin rotasını, zamanı ve insanı yaratan belirlemektedir. Yaratanın belirlediği bir plandan kuşku duymak ve onun gösterdiği rota dışında arayışlarda olmak insan için en büyük kayıptır. Örneğin size bir sorumluluk verildi, belli bir işi yapmanız istendi, sizin karşı tarafa soracağınız ilk soru ne zamana kadar bu işi istiyorsun olacaktır. İşi yapan sen olsan da o işi yapacak zaman sana verilmemişse onu başarman ve sonuca gitmen mümkün değildir. Onun için yaratan öyle güzel yaratmış ki, insanın ileri süreceği tüm bahane yollarını kapamıştır. Rabbim, bizim bunları yapacak kadar zamanımız yoktu, biz yaşarken bunlar var mıydı gibi, gerekçelerin hepsini anlamsız kılmaktadır. Allah öyle bir adil ki, zaman ile ömrümüzü dengeli düzenli ve orantılı yaratmıştır. Kimse onun için benim zamanım yoktu gibi bahanelerin arkasına sığınma hakkına sahip değildir. Oysa İnsanların adaletine bakın ki, sizden iş isterler, iş için gerekli olan o işi kıvama getirecek imkânları size vermezler ve sonrasında da sizden dört dörtlük sonuç beklerler. Bu, yaşamın doğasına terstir, onun için de reaksiyon olmaz ve iletişim başarısız sonuçlanır. Yaratan hiç yaratmayan ve ellerinden bir şey gelmeyenler gibi olur mu?

Yaratılmışlar evreninde insana verilen en önemli sermaye zamandır. Bu sermayeyi heba edenlerin yaşamı kara geçirmesi mümkün değildir. Zaman geçirilmek ve miadı doldurmak için yoktur. Zaman bulunduğu anda en iyi ortaklık yapmayı gerektirir. Nasıl ki bir üretimde Doğa Emek Sermaye ve Girişim gerekli ise, yaşam için gerçekleşecek üretimler için de insan, zaman, akıl ve plan gereklidir. Bunlar bir araya gelip izdivaç gerçekleşmezse hayatımız boş çabalar yığını olur. Boş çaba insanın dünya yaşamında iflas ettiği bir yaşamı, meçhulden gelen belli bir rotaya giden gemiye doldurarak, ahlar vahlar arasında hesaba doğru yol almasıdır.

"Zamana yemin olsun ki, İnsan hüsrandadır, ancak İman eden Salih amel yapan ve birbirine hakkı ve sabrı öğütleyenler hariç..."Zamanla beraber yolculuk yapmayanların hepsi kaybetmişler, zaman geçerken sen çok gerilerde isen ya da zaman henüz gelmemiş iken sen çok ötelerin hayallerini kurarken zaman treninin geçip gittiğinin farkında değilsen, bitmişsin demektir. Ondan dolayıdır ki, Yaratan Rabbimiz diyor ki, dünde yaşayıp yarının hayalleriyle avunup günün hakkını vermeyenlerden olmayın çünkü bu durum sizi azgınlaştırır. Ve zamanın sahibi sizmişsiniz gibi, sizi sizden uzaklaştırır ve tağileştirir. Tağileşen varlık, her şeyin sahibi kendisiymiş gibi yaşarken en büyük ihaneti zamana yapar. Ondan dolayıdır ki, zaman ile arasına duvarlar örenler zamanın yok ettikleri olarak tarihin çöplüğüne giderler. Ama zamanla birlikte akıp kendisi de planlı bir hayatın aktif oyuncusu olanlar, zamanı eskitmez, zamanla birlikte yenilenerek her gün başka bir güne doğar ve her gün onun için umut tomurcuklarının patlayacağı yeni bir günün habercisi olur.

Evet, sevgili dostum insan! Sen zamana ihanet edersen seni hakikate taşıyan meçhulden gelip maluma giden gemiyi delersin ve sularda boğulup yok olanlardan olursun, onun için diyorum ki hep beraber Nuh’un gemisindeki yerimizi alalım, zamanı baş tacı yapıp iletişimimizi anlamlandıralım ki, hesapta anlamlı bir yaşamın faturasının hesabını vermekte mahcup olmayalım, ne dersiniz...

Ey zaman söylediklerime şahit ol ki ben seninle dost olarak yarınlara akmak istiyorum...

Selam muhabbet ve dualarımla yeni bir zamanda yeni bir ruhla yola çıkanlardan olmak ümidiyle...

Erol KEKEÇ/17.05.2022/12.45     

      

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!