Bu Blogda Ara

23 Mayıs 2022 Pazartesi

KORKULAR KÖTÜLÜĞE KAPI ARALAR

"Şeytan (sizi fakirlikle korkutur) fakirliği vaat eder ve kötülüğü emreder. ALLAH ise kendi tarafından sizin için bağışlama ve lütuf söz verir. ALLAH Cömerttir, Bilendir. “Bakara/268

Bu ayetin yaşam alanımızda açıkça tecelli ettiği günlere geldik. İnsanlık âlemi her geçen gün şeytan ve dostlarının elinde paçavraya dönmüş bir oyuncak gibi kullanılmaktadır. Ancak bu oyunu fark eden insanların sayısal olarak çok azınlıkta olduğu muhakkak. Demek ki, Gönülden Allah'a iman edenler de o kadar azmış.

İnsanlık âlemi kapitalizmin öğütlediği ve ekonomik tanım diye bütün toplumların hayatına soktuğu açıklama, ne kadar da açık bir şeytan oyunu olduğunu kanıtlamaktadır. Yeryüzündeki İmkân ve kaynaklar sınırlı ancak bu kaynakların karşılayacağı ihtiyaçlar sınırsızdır. Bundan yola çıkarak ekonominin tanımı yapılır ve denir ki, ekonomi, sınırsız ihtiyaçları sınırlı imkân ve kaynaklarla karşılama etkinliğidir. Yaratılmış olan hiçbir varlığın ihtiyaçları sınırsız değildir. Sınırsız arzu ve isteklerin adı ihtiyaç olarak tanımlanamaz. Ancak Kapitalizm öyle bir yedirme yapar ki, kaynaklar sınırlı ihtiyaçlar sınırsız diyerek insanların yüreğine korku salmaktadır. Korkular artıkça insanların sahip olma hırsı da o oranda artmaktadır. Çünkü yaşam korkusu insanı her şeye sahip olmaya götürür ve yaşamını devam ettirmek için gözle görülen her şeye sahip olmak ister.

Şeytanın bu vesvesesi, onun askerlerinin çok iyi sindirdiği ve kendi dışında olanlara bu vesveseyi hakikatmiş gibi yaymalarına sebep olmuştur. Korkuların kuşattığı yaşamlar, bu korkularını dağıtmak için yüksek tonajlı seslerle bu korkuları dağıtmak isterler.2022 Yılının başından beri açlık korkusuyla herkesin gıdaya sahip olma hırsı şeytanın hipodromu olmuş kalplerin cinliklerinden başka bir şey değildir. Bu korku beraberinde kötülükleri meşru zeminlerde yapma cüretini oluşturur. Yenidünya denen sistem tam da bu korkular ve kötülükler üzerine oturtulmak istenmektedir. Kötülüklerin tamamı korkulardan kaynaklanır. Katil olmuş birine sorun neden öldürdünüz bu adamı, ben onu vurmasaydım o beni vuracaktı, o benim malımı gasp ederek beni iflas ettirmeye çalışıyordu, Bu devlete savaş açmasak yarınlarda yeraltı kaynakları azalacağı için şimdiden imkânlarımızı genişletmek ve bu imkânların daha çok olduğu yerlere saldırıyoruz demeyebilirler, ancak fiili durum bunun kanıtıdır.

Evet, tüm korkular kötülük mayınlarının fitilini alevlendirmek için piyasaya dağıtıldı. Bu mayınların hepsi de insanlığı korumak ve onu düşünüyormuş gibi görünerek yapılmaktadır. Bu süreci başlatan şeytanın askerleri ve yandaşları demek ki, insanlık üzerinde ciddi bir etkiye sahipler. Şayet Allah'ın mutlak rızık sahibi ve her şeyden yanında bol miktarda olduğuna inanılsa, şeytanın bu oyununun tutması mümkün müdür? Demek ki şeytanın dostlarının oyunlarının tesiri, İnsanlık üzerinde Allah'ın beyanından daha fazla etkili olmaktadır. Allah'ın beyanının kalplerde ve yaşamda karşılık bulduğu ortamlarda şeytan ve askerleri ancak avuçlarını yalamak zorunda kalırlar.

Allah cömerttir lütuf sahibidir sizleri yalnız bırakmayacak bilgisine sahip olmamıza rağmen, ben Müslümanım diyen insanların açlık korkusuyla gelecek üzerinde bu kadar oyunların kurulmasına ses çıkarmamaları, onların Allah ile bağlarının olmadığının da göstergesidir. En çok dengesizliklerin olduğu ve insanların yarın korkusuyla, ihtiyaç maddelerine saldırarak stok yapmaları doğrudan kapitalizmin kölesi olmak ve şeytanın safında yer almaktır. Şeytanla aynı safta yaşayanlar, Allah’ın Rezzak olduğunu anlayamazlar. Allah’ın Rezzak olduğuna iman edenler, Stokçuluk yapmazlar, herkesin ihtiyacını karşılaması için çaba sarf ederler. Dolayısıyla kötülüklerin yayılmasına da engel olurlar. Çarşı pazar market nerede olursa olsun düzensiz ve dengesiz sürekli yükselen fiyat artışları olmaz. Korkuların yenildiği yerde kötülüklerin önü kapanır. Herkes rahatlıkla her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar dengeli ve düzenli bir yaşam oluşturur. Bu durum, şeytanın yandaşlarının insanlığı korkutarak denetim altına alacakları yolların da önüne geçmek olur.

Dikkat ediyorsak, son bir yıl içinde öncelikle insanların canlarının tehlikede olduğu anlatılarak bütün bir insanlık korkunun pençesinde can verecek duruma geldi. Onun etki alanı zayıflamaya başladığı andan sonra da, yeni bir çığır açılarak, tekrardan bir korku pompalanmaya başlandı. Bu korku can korkusu değil ama uzun vadede canı hedef alan gıda korkusu. Bu korkular belli bir plan ve amaç doğrultusunda yaygın hale getirilmek isteniyor. Dünyaya yayılan bu gıda kıtlığı korkusu tek merkezden yayılmaktadır. Bu küresel cinayet ekibi, kendi varlıklarını hedef alacak ve söylemlerini refüze edecek toplumların yaşamı üzerinde yıllar öncesinden planlı çalışmalara başladılar. Bu toplumların üretim alanlarını kendi talepleri olarak değil, daha çok o toplumun kendi içinden kaynaklanan bir talepmiş gibi yönetimlere medyayla çok ciddi bir algı oluşturdular. Tarım alanlarındaki ürün çeşitliliğini değiştirdiler, çoğu yerlerde de belli yerlere bağımlı kılarak, üretimden daha karlı olacaklarını anlatarak toplumları kendi yaşam alanlarında yaşamdan uzaklaştırdılar. Hatta hayvan yetiştiriciliğini ciddi anlamda tehdit edecek planlar yaptılar. Küresel ısınmaya büyük baş hayvanların gazlarının etkisinin tehlikeli boyutlara ulaştığını söyleyerek, sentetik et üreteceklerini ve bu üretimlerin hayvanların etinden daha faydalı olduğunu anlattılar. Hatta bizim ulusal haber kanalları günlerce bunların haberini verdi. Yani insanları ikna etme taktiği tam manasıyla uygulandı. Beyinler işlevsiz kalınca, ardından farklı senaryolar devreye girdi.                                                                       O günkü senaryolar bu gün dünya sinemalarında her gün oynanmaya başlandı. O filmler o kadar tutmuş olmalı ki ülkelerini yönetenlerin elleri dilleri bağlandı tam bir teslimiyetle küresel kriz diyerek kendi varlıklarını inkâr eder duruma geldiler. Hatta bizdeki her olumsuzluğun tek faturası onlara kesilmektedir. Yani Küresel ifsat düzeninin her yaptığını onaylamak anlamına gelen bu algı, kendi halkını yaşamdan bıktırır duruma getirdi. Neden şeytanın oyunları yöneticiler eliyle bir toplumda oynanma zeminini çok çabuk bulur, bunu sorgulayan hiç olmaz. Herkes neden böyle niçin öyle daha ne zamana kadar gidecek gibi anlamsız çırpınışlarla öfkelerini soğutmaya çalışırlar.

İnsanlık yaşamını doğrudan teslim alacağınız en önemli nokta korkulardır. İnsanlığı korkunun esiri yaparsanız, sonrasındaki sizin mesajınız onları bu esaretten kurtarmak olacaktır. Dolayısıyla korkunun esaretinde bunalmış olan insanlık, şeytanın onları kurtaracağını söylediği her vaadine kanacaktır. Zaten şeytanın oyunları böyle uygulamaya geçer. Önce sizin kafanızı karıştıracak korkularla sizi baş başa bırakmak ve ardından bu durumdan sizi kurtaracak yalanlarını sıralamak.

Yeryüzü Şeytanın karargâhı oldu, bu da tüm karargâh komutanlarının şeytana hizmet ettiğinin en büyük delilidir. Çünkü Şeytanın oyunlarıyla insanlığa korku yayanların hepsi kimin tarafında adı inancı ne olursa olsun, şeytanın başkahramanlarıdır. Şeytanın komutanlarından insanlık için bir umut ışığı geleceğine hala nasıl inanıyorsunuz, bunu benim ne aklım ne kalbim kabullenmiyor.                                          

“Ey âdemoğlu sakın şeytan ve adamları sizin başınıza bir bela getirmesin “şeytanın adamları hakikaten başımıza bela oldular. Bunlar her ülke topraklarında mevcuttur. Bunları tanımadan şeytanın oyunlarından dışarı çıkmak hayli zorlayacak. Çünkü şeytan ve adamları tüm insanlığı aydınlıktan alıp, karanlığa götürürken, Allah sizleri aydınlığa çağırmaktadır. Hala karanlıkları aydınlığa tercih edenler kurtulacağını sanmaktadır. Hangi güç sizi, Allah dışında o karanlıklardan alıp aydınlığa çıkarır.

“… ALLAH ise kendi tarafından sizin için bağışlama ve lütuf söz verir. ALLAH Cömerttir, Bilendir.”

Allah’ın verdiği söze inanmayanlar, nasıl olur da Allah bizimle beraber diyerek kendisini avutur. Yeryüzünde imkânların ve kaynakların tükeneceğini düşünerek insanların yarınlarını karartanlar, Allah’tan hiçbir yardım bekleme hakkına sahip değildir. Allah’ın Rezzak olduğuna inanmayanlar asla ve asla tevhidin içinde yer alamaz. Şirk dininin mensuplarına Allah’ın yardım ettiği ne zaman görülmüştür. O halde dünyanın sürüklendiği karanlığı idrak ederek kendimize gelmeden, Allah bizimle beraber diyerek Müşriklerin dediği gibi, yalvaralım bakalım Allah’ın yardımı kime inecek diyenlerden farkımız olmaz. Allah’ın yardımı kime iner onu Rabbimiz kendi kitabında beyan ediyor, o kitabı elimize alıp idrak ederek okuyup anlayıp yaşamda karşılığını gördüğümüz zaman o gruplar içine girme imkânı elde ederiz.

Evet, insanlık kendisi için oynanan oyunun hala farkında değil, oysa farkına varmadan farklı bir yaratık olup çıktığında farkında olma melekelerini de kaybedecektir.” Onlara imkân verdiğimiz zaman onlar yeryüzünde ekini ve nesli ifsat ederler…”Bu küresel ifsat kulübü bütün bir insanlığın genleriyle oynayarak nesli imha etmeye çalışırken, yaşam tarzınızı, hazlarınızı isteklerinizi beklentilerinizi yarınlarınızı kontrol altına almaya çalışmaktadır. Sanıyorum herkes farkında şu an, Corona salgın süreciyle birlikte yaşam tarzları farklılaştı, kültürler yeniden oluşmaya başladı, para çeşitleri çoğaldı eskiler hayattan uzaklaşıyor, farklı meslek kolları doğdu, lojistik en önemli bir meslek haline geldi. Yani insanlığın kontrolünün kolay olacağı ortamların oluşturulması için tüm zeminler oluşturuldu. Bundan sonrası insanlığın boynuna geçirilecek arpa torbası olacaktır. Ye iç yat ihtiyaç olduğu zaman kullanmak. Bu insanlık ailesinin yok oluş sürecinin hızlandırılmasıdır. Tüm mücadelemiz, şeytanın oyunlarına gelmemek ve bunları hayat alanımızdan dışarıya atarak yaşamımıza Rabbimizin istediği şekilde devam etmek olmalı. Yoksa Allah’tan bir şey bekleyecek yüzümüz olmayacaktır.

Ey dünyaya tapan ama bir inancı olduğunu sanan zavallı perişan insanlık, Allah’tan başka taptıklarınızın hepsi sizi terk edecek, yarınlar gelmeden bu gün elimizdeki imkânları çoğaltarak bütün bir toplumla paylaşarak birlikte yaşamayı bilelim. Birlikte yaşamayı bilmeyenlerin hepsi birlikte ölüp yok olacaklardır.

“Allah’tan ittika edip sakınana hiçbir şey korku vermez, Allah’tan ittika etmeyene de her şey korku verir. “Bugünkü tüm korkularımız yaratıcıya değil de, onun dışında başkalarına bağlandığımızdan kaynaklanmaktadır. Bu bağlılıklarımız sadece Allah’a dönmediği sürece insanlık yok olacağı günü bekleye dursun… Bu yok oluş, normal sıralı ecele dayanan ölümlerden olmayacak, Allah’ın gazabının kuşatmasıyla son bulacak bir yaşam olacaktır. Rabbim bizleri akleden ve sadece kendisine verilecek hesabımıza karşı duyarlı olmayı bizlere nasip etsin… Kendisine karşı hesabında doğru ve dürüst davrananların başka alanlardaki hesaplarını Allah kolay eyler.

Biz insanlık olarak nedenleri yerine getirmek zorundayız, biz nedenleri yerine getirirsek sonuç kendiliğinden gelecektir. Çünkü Sonuç Allah’ın işidir. Oysa biz sonucu değiştirmeye çalışan, nedenleri yerine getirmeyen zavallılar olduğumuz için kendi mütekebbirlik göledimizde can vereceğiz.

Bu satırlarla İnsanlığa akıl satma derdinde değilim ancak gelinen noktalara karşı hislerimin bana söylediğini sesli düşünerek paylaşma gereği duydum… Faydalı olması ümidiyle!

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/22.05.2022/21.59



20 Mayıs 2022 Cuma

ZAMANLA OLMAK ZAMANINDA OLMAKTIR

 Meçhulden gelen bir gemide, malum okyanusta maluma giden bir rotada nefessiz kalarak gidiyoruz; bakalım bu işin sonu nereye varır… Hayırları istiyoruz ancak hayırlı işlerle ilişkilerimiz ne kadar düzenli o konuda söyleyecek pek sözümüz yoktur. Çünkü bizler hayır olmayanları yaparız, ondan hayır çıkmasını çok bekleriz. İsteklerimizin her daim hayır olmasını isteriz, hayırsızlık olsa da yöneldiklerimizde, bizden kaynaklanmayan sorun olduğunu düşünür, kendimizi hayrın merkezine koyarız. Onun için dualarımızı bile ona göre biçimlendiririz. Rabbim hayırlı olanı ver, hayır değilse de sen onu yine ver ama hayra çevir, demekten de hiç utanmayız.

Zamana karşı mücadele edip, zamana yenilmiş tek varlık var, o da insandır. İnsan, zamanı kendisinin yönettiğini sanır oysa zaman gemisi onu meçhulden alıp maluma götürdüğünü hiç düşünmek istemez. Zaman gemisi kadar rotası belli olan bir başka gemi var mı bilmiyorum, ancak kime sorarsanız zamanı geçirmeye çalışıyoruz der. Sanki zaman onun elindeymiş gibi utanmadan ve sıkılmadan zamana karşı büyüklük taslamaktan da geri kalmaz. İnsan zamanın sırtına binmiş oradan inme imkânı asla olmamasına rağmen, zamanı sanki kendisi yönetiyormuş gibi bir gafletle yaşar. Kimsenin zamanı geçirmeye gücü yetmez, âmâ zaman hepimizi alıp götürür ve bizi öyle bir geçirir ki, nereden nereye nasıl geldiğimizi bilmekte zorlanırız. Çoğu zaman hepimizin dilinden düşmeyen, nerede o eski günler ben böyle miydim, karşımda herkes hizaya dizilirdi, şimdi öylemi diye yakındığımız çok olmuştur. İşte, zaman bizi oradan aldı bu güne getirdi. Bu günden alıp malum olan güne taşıyor. O halde insan her ne kadar mazisi meçhul olsa da geleceği malum olmasına rağmen, böyle pervasız yaşamayı nasıl kabullenebiliyor.

Zamanla alışırız diye çokça kullandığımız bir deyim var ya, aslında biz zamanla alışmıyoruz, önceki yaşadığımız günlerdeki zaman ile alışırız dediğimiz günlerdeki zaman aynı değil, biz de o günkü biz değiliz, dolayısıyla farklı zamanda, farklı biz buluştuğumuz için, o günün zamanı ile ya uyum içinde yaşayacağız ya da bir sonraki zamana dağılmış, hayattan kopmuş biz olarak varmış olacağız. Bundan dolayıdır ki insan, içinde hep geleceği şekillendirebilecek özellikler taşımaktadır. Bu özelliklerimizin her an farkında olsak, kimsenin zaman geçiriyoruz cevabına rastlamazsınız. Zamanla alışırız ifadesini rafa kaldıralım, her an gelen zamanla bizle farklı bir ruh hali ve fiziki farklılaşma ortaya koyduğumuz için, bu bizim yaşamımızın doğal süreci olmaktadır. Herakleitos’un dediği gibi her an her şey değişim halindedir. Çünkü bir yerden bir yere gittiğinizde oradaki nebatın boyu, rengi büyüklüğü hiç birbiriyle aynı olmadığını görmekteyiz. Demek ki zaman, farklı coğrafyalarda farklı etkileme özelliğine de sahiptir. Bazı coğrafyalarda insanların çabuk yaşlandığını hatta bazı yerlerde ömürlerin daha kısa olduğunu, bazı coğrafyalarda insanların davranış ve karakter biçimlenmesinin bile farklı olduğunu söyleriz. Bunların hepsi doğrudur ve öyledir. Protagoras boşuna demiyor, üşüyen insan için aynı rüzgâr soğuk iken, üşümeyen için sıcaktır. O halde kişiye göre her şey değişebilir ve burada ölçü insandır der. Yani burada dikkat edilmesi gereken her şeyin ölçüsü insan değil, zamanın içinde taşıdığı hakikatin ortama ve insanın içinde bulunduğu duruma göre farklı şekillerde görülmesidir. Neşeli coşkulu bir ruh haline sahipseniz bazı olumsuzluklardan çok fazla etkilenmezsiniz, ama ruh haliniz sıkıcı ise, hemen etkilenirsiniz ve dersiniz ki bana dokunma, burnumu tutsalar canım çıkacak gibi... Yani zamana göre ve içinde bulunduğumuz ortama göre belli kalıplara giren, oranın özelliklerine göre biçim alan ruh halimiz, uyum sağlama sürecine giriyor. Bu uyum süreci olmasa insanın geçmiş birikimlerinin ağırlığı ile mutlu bir yaşam sürmesini bekleyemezsiniz.

Aslında meçhul bir gemide yolculuk yapan insan, en az geminin meçhullüğü kadar kendisi de meçhuldür. İnsanın bilinmeyenlerini malum duruma getirmediğimiz müddetçe, insan yaşamı hep o meçhul yanıyla devam edecektir. Gemi meçhul, taşınan meçhul peki iki bilinmeyenli bir denklemi çözmek için bir bilinene ihtiyacımız yok mu? Hem X hem Y bilinmiyorsa bunlardan nasıl bir sonuca gitmeyi beklersiniz. Onun için biz öncelikli bilinmeyen olduğunu sandığımız ve bizi irademiz dışında maluma taşıyan zamanı ve zamanın içindekileri iyi kavramamız lazım ki, insanı çözebilelim.

İnsanı tanımak için bilinen yönleriyle iletişim kurabilirsek bilinmeyen yönleriyle de reaksiyona geçme imkânımız olur. Ama Bilinmeyenlere yoğunlaşır bilinenlerle bir iletişim kuramazsak, reaksiyon asla gerçekleşmez. Ve insan için söylenen açıklamaların neredeyse tamamı boş ve anlamsız kalır. Oysa günümüzdeki küresel etkiye sahip anlayışlar insanın bilinmeyen genetiği üzerine yoğunlaşarak insanın doğal yapısı ile asla reaksiyona geçemeyecekleri çabanın içinde olduklarını görmekteyiz. İnsan fert olarak zavallı bir duruma sokulmak istenmektedir. Oysa insan tüm bu dayatmaları parçalayacak dinamiklere sahiptir. Onun için insanı yeniden kendisiyle ayrılmaz parçası olan zamanla barıştırmak zorundayız. Zaman ile barışan insan, nasıl nerede ne için mücadele edeceğini fark edecektir. O zaman da zamanı geçiren değil, zamanla birlikte yaşayan iradesini kullanan bilinçli bir varlık olacaktır.

İnsan, belli bir plan içinde yaptığı eylemlerin saniyesine kadar dikkat ederken, plansız yaşamda 24 saatin bile nerede geçirileceğini bilemez. Onun için insan ile zaman arasında anlamlı bir antlaşma yapmak gerekir. Bu sözleşme insan dışında kendi cinslerinin dayattığı bir süreç olamaz. İnsanın zamanla olan diyaloğunu en iyi biçimlendiren ve nerede nasıl hareket edeceklerinin rotasını, zamanı ve insanı yaratan belirlemektedir. Yaratanın belirlediği bir plandan kuşku duymak ve onun gösterdiği rota dışında arayışlarda olmak insan için en büyük kayıptır. Örneğin size bir sorumluluk verildi, belli bir işi yapmanız istendi, sizin karşı tarafa soracağınız ilk soru ne zamana kadar bu işi istiyorsun olacaktır. İşi yapan sen olsan da o işi yapacak zaman sana verilmemişse onu başarman ve sonuca gitmen mümkün değildir. Onun için yaratan öyle güzel yaratmış ki, insanın ileri süreceği tüm bahane yollarını kapamıştır. Rabbim, bizim bunları yapacak kadar zamanımız yoktu, biz yaşarken bunlar var mıydı gibi, gerekçelerin hepsini anlamsız kılmaktadır. Allah öyle bir adil ki, zaman ile ömrümüzü dengeli düzenli ve orantılı yaratmıştır. Kimse onun için benim zamanım yoktu gibi bahanelerin arkasına sığınma hakkına sahip değildir. Oysa İnsanların adaletine bakın ki, sizden iş isterler, iş için gerekli olan o işi kıvama getirecek imkânları size vermezler ve sonrasında da sizden dört dörtlük sonuç beklerler. Bu, yaşamın doğasına terstir, onun için de reaksiyon olmaz ve iletişim başarısız sonuçlanır. Yaratan hiç yaratmayan ve ellerinden bir şey gelmeyenler gibi olur mu?

Yaratılmışlar evreninde insana verilen en önemli sermaye zamandır. Bu sermayeyi heba edenlerin yaşamı kara geçirmesi mümkün değildir. Zaman geçirilmek ve miadı doldurmak için yoktur. Zaman bulunduğu anda en iyi ortaklık yapmayı gerektirir. Nasıl ki bir üretimde Doğa Emek Sermaye ve Girişim gerekli ise, yaşam için gerçekleşecek üretimler için de insan, zaman, akıl ve plan gereklidir. Bunlar bir araya gelip izdivaç gerçekleşmezse hayatımız boş çabalar yığını olur. Boş çaba insanın dünya yaşamında iflas ettiği bir yaşamı, meçhulden gelen belli bir rotaya giden gemiye doldurarak, ahlar vahlar arasında hesaba doğru yol almasıdır.

"Zamana yemin olsun ki, İnsan hüsrandadır, ancak İman eden Salih amel yapan ve birbirine hakkı ve sabrı öğütleyenler hariç..."Zamanla beraber yolculuk yapmayanların hepsi kaybetmişler, zaman geçerken sen çok gerilerde isen ya da zaman henüz gelmemiş iken sen çok ötelerin hayallerini kurarken zaman treninin geçip gittiğinin farkında değilsen, bitmişsin demektir. Ondan dolayıdır ki, Yaratan Rabbimiz diyor ki, dünde yaşayıp yarının hayalleriyle avunup günün hakkını vermeyenlerden olmayın çünkü bu durum sizi azgınlaştırır. Ve zamanın sahibi sizmişsiniz gibi, sizi sizden uzaklaştırır ve tağileştirir. Tağileşen varlık, her şeyin sahibi kendisiymiş gibi yaşarken en büyük ihaneti zamana yapar. Ondan dolayıdır ki, zaman ile arasına duvarlar örenler zamanın yok ettikleri olarak tarihin çöplüğüne giderler. Ama zamanla birlikte akıp kendisi de planlı bir hayatın aktif oyuncusu olanlar, zamanı eskitmez, zamanla birlikte yenilenerek her gün başka bir güne doğar ve her gün onun için umut tomurcuklarının patlayacağı yeni bir günün habercisi olur.

Evet, sevgili dostum insan! Sen zamana ihanet edersen seni hakikate taşıyan meçhulden gelip maluma giden gemiyi delersin ve sularda boğulup yok olanlardan olursun, onun için diyorum ki hep beraber Nuh’un gemisindeki yerimizi alalım, zamanı baş tacı yapıp iletişimimizi anlamlandıralım ki, hesapta anlamlı bir yaşamın faturasının hesabını vermekte mahcup olmayalım, ne dersiniz...

Ey zaman söylediklerime şahit ol ki ben seninle dost olarak yarınlara akmak istiyorum...

Selam muhabbet ve dualarımla yeni bir zamanda yeni bir ruhla yola çıkanlardan olmak ümidiyle...

Erol KEKEÇ/17.05.2022/12.45     

      

15 Mayıs 2022 Pazar

YÖRÜNGESİNDEN ÇIKAN İNSAN ROTA TANIMLAMAKLA MEŞGUL (!)

Yörüngesinden çıkmış bir gezegen gibi oldu dünyamız, savruldukça savruluyoruz. Nereye kadar gider bunun nihayeti, kimse sonrasını merak etmiyor yaşadığını sanarak rutine devam ediyor.

İnsanlık çağının ilk başlangıç anından bugüne, dünyamız üzerinde ciddi ve önlenemez değişim ve farklılaşmalar yaşanarak bu günlere geldik. Bundan sonra bu değişimler bizim yaşam alanımıza uğramaz diye düşünüp çok rahat bir sürece girdiğimiz an da, her şeye karşı gaflette olduğumuz ve rutin devam ederken, böylesi farklılaşmalarla karşılaşmayacağımıza dair elimizde hiçbir garantimiz yoktur. Buna rağmen insanlık çok güvende yaşadığını sanıyor ve gününü gün ederek, kendinden uzak gerçeklere sırt dönerek, başlangıçtan uzaklaşıp sona çok yakın olduğu halde hala gafletin zirvesinde uyumaya devam etmektedir.

Sahip olacaklarını enine boyuna tartarak ince eleyip sık dokuyan bu insan, ne hikmetse kendi varlığının oluşum ve yaşama kılavuzunu hiç merak etmediği gibi, içinde yaşarken imkânların her türlüsüne sahip olduğu dünyadan da bihaber yaşamaktadır. Aslında insanın bu anlamsız yaşam savaşındaki durumu, bu yol nereye gider diye birine sorduğunuz soru karşısında, sorulan soruyla hiç alakası olmayan ve soruya yakın uyarıcılar da içermeyen, kuşlar burada bayağı çokmuş diye aldığınız cevaptan farksızdır. Yani yaşamınızın amacı ile alakası olmayan ve kendinizle ilgili sahip olmanız gereken incelikler üzerine yapmanız gerekenleri ofsayta çıkarıp, o yaşama hiç hizmet etmeyecek konular üzerine çabalayarak, insan git gide kendinden uzaklaşarak yer küre üzerinde savrulan bir çöpe dönmektedir.

İnsanın bu savrulma sürecine girmesi ve bu sürecin ne zaman nasıl bir anlayışla planlandığıyla ilgili kimse düşünmek istemez, ama önüne konulan amaç ve yaşamın varlık gerekçesi olarak kabullendiği sıradanlıkları yaşayarak kendini sıradan bir varlık kimliğine bürüdüğünü idrakten de uzak yaşar. Yaşam, atomların anlamlı bir bütünlük oluşturmasıyla sistem ve düzenlilik kazanır. Düzenlilik kazanmış yaşamlar evrenle kardeş olur ve yaşamında Tevhit gerçekleşir. Evren ile insanlık yaşamının tevhidi, düzene oturmaktan geçer. Diyeceksiniz ki, insan canlı bir varlık olmasına rağmen onun yaşamına bir düzenin ve sistemliliğin gelmesi mümkün müdür. Sistemlilik hareketsizlik değildir. Hareketin kendi yörüngesi üzerinde devam etmesidir. Yörünge üzerinde olan hareketlilikler, yaşamın var olduğunun kanıtıdır. Yaşam düzenden çıktığı zaman, onun her hareketi kendinden sürekli uzaklaşan bir savrulma örneğidir.

Dikkat edilirse, dünya yaşamı ve tüm olanlar insanlığı savurma üzerine yapılmaktadır. İnsanın aslıyetinden koparılarak onunla ilgili düşünülen tüm gayret ve çabalar insanlık için anlamlı ve onun hayatını kolaylaştıracak etkenler olmayacaktır. Gümrah bir ağacı topraktan çıkardıktan sonra, onu hangi ortama ve hangi zamana götürürseniz götürün, onunla ilgili her türlü bakımı da yapsanız ağacı yaşatma imkânınız olmayacaktır. Görüntü size çekici gelebilir, ancak özünden uzaklaştırıldığı için, her gelen zaman onun solmasına ve derken kuruyarak hareket etmeyecek bir nesneye dönmesini sağlayacaktır. İnsanlık yaşamı bu gün tam da böylesi kuruyan ve gittikçe de toptan bir imha sürecine doğru hızla ilerlemektedir. Bunun tek sebebi ifsat mekanizmasının, dünyanın yaşanılmaz bir alan haline getirilmesi için çabasıdır.

Evrenin tevhidi, insan ile evrenin kardeşliğinden geçer. Evrene karşı yapılan ihanetlerin tümü insan eliyle gerçekleşmektedir. İnsanın bu kardeşlik mukavelesini parçalamasının sebebi, kendisiyle ilgili kökü kurutmasından kaynaklanmaktadır. İnsanın yaratılış kaynağıyla olan bağlarının koparılması onu savrulan bir nesneye dönüştürdü. Bütün bir insanlık köklerini terk etmiş ancak başka alanlarda yaşama alanı oluşturmak için çırpınan bir güruh süje olarak hala canlılar ortamında olduklarına inandıklarından diğer sujelerin tümünü yöneten ve savuran bir nesneye dönüştürmüşlerdir. Nesneleşen bir insanlık, yerküre üzerinde varlık olarak bir görüntü oluşturmasına rağmen, etkinlik ve etken olma noktasında hep pasif ve kullanılan tarafta yer almıştır. Kullanılmak için oyunlar bitmediğinden, insanın kullanım süresi de dolmayacaktır. Kullanım süresi devam eden insanlık, yaşamın sonunu yaklaştırarak bütün bir evrenimizi karanlığa taşımaktadır. Yaşamı savrulmayla geçen insanlık, kâinatın düzenini bozmada da bir o kadar maharetli görünmektedir. İnsanı evrenin dışında tuttuğunuz zaman evrenin yaratılış fıtratına uygun sistemli bir işleyişinin olduğunu gözlemlersiniz. Tüm yaratılmış olanlar, kendilerini yaratanı tesbih ederler. Ancak bu düzene insan eklendiği zaman sistem yörüngesi dışına çıkmaktadır. İnsan, yeryüzünde fesat çıkarak ve kan dökecek biri olarak yaratıldığına göre, bu insanın bambaşka özellikleri var demektir. İnsan bu özelliklerini sistem dışı kullandığı zaman hem evreni yaralamakta hem de evrenin kardeşliğini imha etmektedir. İnsanın bir fesat kaynağı olmaktan çıkarılması gerekir. Bunun yolu da yaratılma anında kendisine çizilen amaca uygun yaşamasıdır.

Yaratılış amacını en iyi idrak edecek varlığın, amacından uzaklaşması bütün bir evrenimizin kaosa sürüklenmesine ve yaşamın savrulmasına yol açmaktadır. İnsanı yeniden insan olma kimliğiyle buluşturmak zorunludur. İnsanın elinden alınan kimlik evren dışında ideal bir yaşamın bekleyen kodları arasında yerini alırken, nesneleşen varlıklar adına oluşturulan karanlık kimlik, insani kimlik olarak bütün cinslerimizin sahiplendiği bir kimlik olmuştur. Bu karanlıkları aydınlığa çeviremediğimiz zaman, insan evren içinde en hızlı savrulan nesneler arasındaki yerini alacaktır.

Kâinatın kardeşliği insanın evrendeki itibarını yeniden kazandıracak ve insanı yaratılmışların zirvesine taşıyacaktır. Robot olarak yaratılmış olanların kendi ekseni üzerinde yaşamını sürdürmesi onun üstünlüğünün göstergesi olamaz. Robotun seçme ve farklı davranma şansı yoktur. Melekler Allah'ın robotlarıdır. Ne için yaratılmışlarsa sadece onu yaparlar, onun dışına çıkma durumları olmaz. Öyle bir yetiye sahip değiller. Ancak İnsan, bunlardan farklı olarak seçme ve seçtikleri arasından tercih yapabilme imkânına sahiptir. Ondan dolayıdır ki, insan Meleklerden daha üstün bir varlıktır. İnsanın üstünlüğü, yaratıcının kendisinden ilahi bir ruh üflediği özelliğidir. Bu da insana iradenin verilmesidir. İnsan bu iradeyi, Rabbimizin, "Ey insan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki sen rabbine giden bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın" beyanında belirttiği gibi, bunlar arasından doğru olanı seçtiği takdirde Yaratılmışlar arasında itibarın zirvesindeki yerini alır. Ancak Yanlış olan yola yöneldiği zaman kâinatın dengesini bozar ve yeryüzünde fesat çıkar bu gün yaşadıklarımız gibi... İnsan için, iki yolun da tanımlanarak bunlardan dilediğini seçebilirsin, çünkü her iki yolun sonunda da bizimle karşılaşacaksın uyarısı insanın ya aşağılara yuvarlanmasına ya da zirveye çıkması için ona imkânlar sunmak anlamına gelir. İnsan bu sahnedeki yerini iyi anlar ve kendisine gerekli anlamı yükleyerek yaşamın içindeki rollerini oynamaya başlarsa, kâinatın denklemi yeniden kurulur. Kâinatla kardeşlik bağı kopan insan yeniden kardeşlik sözleşmesine imza atar ve insan kâinattaki Tevhidin gerçekleşmesiyle, savrulan bir nesne olmaktan çıkar. Akıllı varlık olan insana yakışan, eylemlerinin sahibi olmaktır. İnsan ile kâinatın kardeşliği sonrası oluşan bu Tevhit yeryüzünün karanlıklardan aydınlığa bir ufuk açması olur. Evrenimizin kararmasının en önemli nedeni olan insanın savrulan bir nesne olan yaşamı, denklemin yeniden kurulmasına katkı sunmasıyla Âlemde Tevhit gerçekleşir. Âlemde gerçekleşen Tevhit bütün bir evrenimizin geçmiş toplumların hayatına uğrayan bela ve musibetlerden uzaklaşmasını sağlar. Ancak bu süreci yakalayamazsak, gelecek günlerin hiç ummadığımız bir anda yaratıcının olaylara doğrudan müdahalesiyle, İnsanlık medeniyetinin evrendeki yeri başkalaşmış olabilir. Geçmiş toplumlara gelmeyen musibetler bize gelmeyecek diye kimse kendisini avutmasın, Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsınız. Sizden öncekiler nasıl sarsıldıysa sizde aynı ve benzer musibetlerle sarsılabilirsiniz...

Ey iman iddiasında olanlar! Kim ki, Allah’ın insanın yaşaması için gönderdiği değerlerden dinden ahlaktan, haktan hukuktan, adaletten uzaklaşırsa bilsin ki, Allah sizi yok eder yerinize başka bir topluluk getirir. Onlar Allah'ı severler Allah'ta onları sever. Onlar İman edenlere karşı merhametli şefkatli mütevazıdirler, Hakikatin üzerini örtenlere karşı da başları dik ve izzetlidirler. Onlar Allah için yaşarlar ve hiçbir kınayıcının da kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın bir lütfudur onu ancak dilediğine verir. Allah’ın ilmi geniştir. “Bu uyarı bizlere hiçbir gazabın gelmeyeceğini söylemiyor, hakikatten uzaklaştığımız ve bir nesne olarak yaşayıp duyarsızlaştığımızda bizi yok edip yerimize başkalarını yaratacağını Rabbimiz kendisi söylüyor. O halde, biz helak olmayacağız gazap önceki toplumlara geliyordu gibi kendimizi yaşam alanı içinde farklı yerde konumlandırmak bu da bizim kendimize karşı söylediğimiz bir yalan olur. Her an evrenimizde insan unsurunun yaşam alanında evrenin sahibinin doğrudan müdahalesiyle bir farklılaşmanın yaşanacağı günlerin kıyısında yaşamaktayız. İnsani olmayan ama insan tarafından, Evrenin karartılmasına etki edecek tüm nedenler oluşturulmuş gibi ortada dururken, hangi canlı kendinden emin olabilir. En çok tedirgin olması gereken ve bir an evvel kendine dönmesi gereken insandır.

Evrenin kararma günlerinin yaklaşmasını hızlandırmak isteyen hem cinslerimizin bu ifsat eylemlerini bütün bir insanlık olarak durdurma çabası içine girmezsek, yarınlar insanlık için medeniyetin zirvesi değil de yeni bir medeniyetin doğumunun gerçekleşmesine neden olabilir. Yeni güzergâhın planlayıcıları, böyle bir geleceğin habercisi gibi başımıza dikilmiş hep bizi yönlendirme ve aldatma derdinde... Teknolojiyle gelen her yenilik, insanı özünden ve kaynağından uzaklaştırmakta ve insanı insanlık dışı farklı bir canavara dönüştürmektedir.

Bizler yeniden kâinatla olan ilişkimizi düzenleyerek, kâinatla kardeşliğimizin ölçüsü olan Tevhidi gerçekleştirmezsek, param parça olacağız ve her parçamızın bir yere savrulduğu yaşamın kollarında gelecek hayatı karşılayacağız. Gökyüzünden düşerek param parça olanların durumu Kâinattaki tevhidi şirke çevirenler olduğunu anlarsak, geldiğimiz nokta itibarıyla bizlerin sonu da böyle bir geleceğe gebe olduğunu anlarız. Tüm bu olumsuzlukları anlatarak kimseyi hayattan koparma derdinde değilim, aksine hayatla olan kopukluğumuzu kontrol ederek yeniden kendimize gelmemizi sağlamaktır. Bu düşünme dinamiğini yeniden hareketlendirebilirsek işte o zaman söyleyecek sözümüz olur. Yoksa bize son arzu ve isteğimizi sormadan ansızın gelecek gazabın pençesinde olacağımız günleri kimse haber veremeyecektir.

Ey rabbimiz yanıldıysak veya unuttuysak bizi sorumlu tutma, bizi yeryüzünde rutinleşmiş hayatlar arasında yuvarlanarak yaşayan, yaprak gibi rotası belli olmadan savrulan bir çer çöp olmaktan bizleri uzak kıl... İçimizdeki arzu ve isteklerimizi sana havale ettik Rabbimiz, biz zavallı aciz, senden başka kimsesi olmayan bu derbeder kullarını sen koru ve gözet... İbrahim’i kervana bizleri de kat Allah’ım, sen her şeyi evirip çevirensin bizlerin kalp ve ufuklarını da sana yönelt ve senin değerlerin üzerinde sebat ettir ve topuklarımız üzerine gerisin geriye bizi döndürme, İmandan sonra küfrü bize haram kıl ve yaklaştırma; Allah'ım sen merhametlilerin en merhametlisin biz ancak sana kulluk ederiz...

Erol KEKEÇ/13.05.2022/17.28     

                    

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!