Bu Blogda Ara

20 Nisan 2022 Çarşamba

AİLENİN HÜZÜNLÜ HİKAYESİNDEN DİPNOT

 Bundan 15 yıl kadar önceydi, gençlikteki sürüklenmeyi tahlil ettiğimde, romantizm öldü seksüalizm doğdu demiştim. Ben yanılmayı çok isterdim, ancak gelecek günlerin çok tehlikeli bir patlamayla etrafı tozu dumana katacağını tahmin edebiliyordum. Ne yazık ki, bu gün onları görüyor ve yaşıyor olmak acı veriyor. Sokak röportajlarını bazen izliyorum, gençlerin tepkilerini ve haleti ruhiyelerini anlamak için gördüğüm manzaralar karşısında, küçük dilimi yutuyorum.

Genç kızlara sorulan sorulardan biri şuydu, aşk mı cinsellik mi daha önemli? Gençlerden biri, aşkın daha iyi olduğunu, cinsellik olmadan da aşkın olacağını anlatırken, yanındaki kız mikrofonu kaptığı gibi konuşmaya başlıyor. Elbette cinsellik önemli, aşk karın doyurmuyor, âmâ cinsellikte hem karnın doyuyor para kazanıyorsun, hem sen mutlu oluyorsun, hem de karşında ki mutlu oluyor diyordu. Bu açıklama karşısında durup bayağı düşünmeye başladım ve gelinen noktanın nasıl da doğal bir atmosfer olduğunu anlatan bu gençleri gördüğümde, dünyanın nasıl bir uçurumdan yuvalandığını anlamaya çalışıyordum.

Sizce evlenecek kişide karakter, güzellik ve para hangisi önemli sorusuna, tabi ki de para, ondan sonra karakter, daha sonra yakışıklılık olabilir. Para olunca diğerleri olmasa da olur diyenler çoğunluktaydı. Para varsa diğerleri önemli değil mantığı ile, cinsellikteki kazancı dikkate aldığım zaman, karşıma çok çeşitli denklemler çıkıyordu. Bunlardan biri, ailenin gerekliliği anlamını kaybederken, paranın öneminin artması, haliyle evlilik dışı gerçekleşen cinsel yaşamdan beklentilerin para olması, evliliğin ömrünü de tüketiyordu. Aşk sadece bir kavram olarak varlığını haykırsa da, yeri çoktan doldurulmuş ona bu hayatta bir yer kalmamıştı.

SGK’nın eğitim ve araştırma hastanelerine cinsiyet değişimi yapacak olanların masraflarının SGK tarafından karşılanacağı bilgisini aktardıktan sonra, bu değişimi yaptırmak için müracaat edenlerle ilgili aldığım bilgiler sağlıklı ise, ciddi bir yığılmanın olduğu söyleniyor. Özellikle genç erkeklerin böyle bir tercihe yönelmiş olmaları, acaba bedenlerini bir cinsel obje olarak kullanımın dışında, bir sermaye aracı olarak görmelerinden kaynaklanabilir mi? Alt dinamiklerine indiğim zaman, böyle bir boyutun daha baskın olma ihtimalini oluşturuyor bende…

Bu örnekleri dikkate alarak, bu gerçekliği sosyolojik açıdan yorumlamaya kalkarsam, ciddi anlamda, toplumsal yönü artarak yayılan bir patolojik vaka ile karşı karşıya olduğumuzu görüyorum. Çünkü Cinsellik, aşktan daha önemli diyenler ile cinsel tercih değişimleri için operasyon olmak isteyenlerin yönelimlerine ve bu tercihleri ortaya çıktıktan sonraki tavırlarına baktığımızda, kendi bedenlerini bir sermaye aracı olarak kullandıklarını gözlemlemekteyim. Fiili olarak bazı açılımların olduğunun haberini de alıyorum zaman zaman. Ancak doğrudan bu ortamlarla muhatap olamadığım için ayrıntısına inemeyeceğim, erkek genel evlerin ortaya çıkmış olması da ciddi bir deformasyonun olduğunu göstermektedir. Yani erkeler içinde de bedenin sermaye olarak kullanıldığına şahit olabiliyoruz.

İçinde yaşadığımız çağ ahlaki öğretileri sıfırlayarak, eylemler üzerinden bir yaptırımı hayattan uzaklaştırarak, ilişiklerin tamamıyla hazlar ve sanal uyaranlarla yapılmasını amaçlarken, aslında insanın insanlığını ortadan kaldırmak istiyordu. Bu amaç kapsayıcı boyutta gerçekleşmemiş olsa da, toplumların kılcal damarlarında kuluçkaya yattığı muhakkaktır. Bu kuluçka döneminden sonra ortaya çıkan tablo, bu gün bizlerin de sorguladığı yaşam olduğu bilinmelidir. Değer sistemleri imha olduğu zaman, insan yaşamını sınırlayan herhangi bir ölçü kalmadığı için, hayvani duygular, hayvani tatmin yoluyla doyurulmaya başlandı. İnsanın hayvandan ayırıcı farkı, cinsel hazlara dayanan libidodaki birikimlerini ranta çevirmek oldu. Yeni dönemde yaşamdan beklenen, az zamanda çok kazanmak, hızlı yaşamak ve haz almak. Bu haz için ayrı bir çalışma ortamı oluşturmaktansa, hazla birlikte kazanç çılgınlığı önem kazandı. Bu algı insanların duygu ve yürek dünyalarını köreltti. Yürekleri imha olanların duygusal bağlılıkları da ortadan kalkınca, karşı cinsler birbirinden sadece faydalanma yoluna girdiler. Ama bu fayda hem cinsellik hem de maddi kazanım şeklinde düşünüldü. Ortaya çıkan tablo her an her değişime açık, birbirini koruyan, kollayan ve birbirini örten iki örtü olma dönemi kapandı, birbirinin açıklarından  kar sağlayan varlıklar türedi. Bu çılgınlıkların, otoriteler tarafından oluşturulan kural ve kaidelerle sınırlandırılmak istenmesi, doğal kabul edilen bu anlayıştan sonra anlamsız kaldı. Anlamsız kalan kurallarla bir yaşamı yeniden kurmanız ve onlarla ilgili gelecek tasavvuru inşa etme düşünceniz hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

Bu yaşam sadece bizim toplumda meydana gelen bir deprem değil, kürenin her köyünde böylesi bir yaşamla, insanların ciddi bir kırılganlık evresine sokularak, bilinç ile insan arasına duvarlar örülmek istenmektedir. Her şeyin maddi bir nesne olarak algılandığı bir çağda, yaşamı et ekmek, eti ete dürtmekolarak kısaca tanımlamak mümkündür. Yani, ye iç yat ve tenleri birbiriyle bütünleştir haz al... Haz alırken de kazanç elde et, bu döngü yaşamsal sarmal haline geldi. Son dönemde üretilen araçlar, yolda giderken enerji depoluyor, tekerlekler döndükçe enerji motora gidiyor ve motorun devamlı çalışarak yol almasına neden oluyor. İşte, hayatta bu hale geldi ve vahşi manişizmin bir uzantısı oldu.

Bunları neden anlattığımı merak edenler olabilir, ancak ben merakımı gidermek ve toplumsal yaşam olarak, nasıl bir sona yaklaştığımızı görmek için verdiğim çabalar içinde böyle bir sürüklenmeyi görünce, bunları dillendirmemin gerekli olduğuna inandım. Onun için yazıya aktararak geniş kitlelere ulaştırarak, alınacak önlem ve yapılacak yeni plan ve programların devreye konulmasına katkı sunmayı amaçladım.

Youtube Kanallarında veya bazı video programları içeren sosyal paylaşım sitelerinde gençlerin yaptığı çılgınlıkları gördüğümde; insanın bu kadar basit ve sıradan bir nesneye dönüşemeyeceğini düşünsem de, gerçekler bunlar olduğu için, bunlarla ilgili nasıl bir çalışma başlatırız diye sesli düşünüyorum. Bu paylaşım sitelerindeki şov gösterileri, asla belden yukarı çıkamıyor, hep bel altı çalışıyor, kız erkek karmakarışık bir ortamda, bu gençlerin çılgınlıklarının adı program oluyor. Bu çılgınlıkları izleme oranlarına bakarsanız şok olursunuz. Acaba gençlerin buralarda içindeki canavarı  konuşturuyor olması, kime nasıl fayda sağlar ve neleri imha eder.

Eğer bir sistem, gençleri kontrol altında tutamayacağını anlarsa, o zaman gençleri enerjilerini tüketeceği ve haz alacağı ortamlara yönlendirir ya da o ortamların oluşmasına göz yumarak, toplumsal yaşamı eylemsel olarak sarsacak davranışlardan gençleri uzaklaştırırlar. Çünkü böyle olmazsa, gençlerin içinde biriken bu enerji bir anlamda Otoriteye yönelebilir ve ciddi tehlike oluşturur. Onun için onların bu tarz ortamlarda bağırması küfretmesi ve çılgınca yaşamasına göz yumulur. Böylesi bir kapı aralığı sistem açısından  belki günü kurtarmak için olumlu görülebilir, ancak toplumların sağlıklı ve olaylar karşısında kolayca sarsılmadan uzun ömürlü yaşamasını sağlayan değer sistemlerini yok ettiği bilinmelidir. Bir toplumu ayakta tutan topu, tüfeği, parası değil toplumsal ve kültürel değer sistemleridir. Onlar çözüldüğü zaman toplumsal kimliğiniz kendiliğinden kaybolur. Büyük bir kovanın içine atılmış tebeşirden farsız olursunuz. Küresel ölçekte böyle bir çözülmeyi planlı olarak tasarlayanlar olsa da, biz kendi toplumsal ve kültürel kimlik kodlarımıza sahip çıkmak zorundayız. Onları hayatın ortasına korkusuzca herkesin görüp kafasında iz bırakacağı şekilde dikmek zorundayız.

TV ekranlarında periyodik olarak devam eden ve daha çok aile sorunlarını konu alan programların tamamı, aile yapısını imha etti. Uzaktan bakıldığı zaman toplumda bilinmeyen ve bulunmayan faili meçhul olayların açığa çıktığı sanılabilir. Ancak şunu özellikle belirtmeliyim ki, bunların neredeyse tamamı bir senaryonun ekranlarda oynanmasıdır. Polis kayıtlarında son aşamaya gelmiş çözülmemiş olaylar konu alınıyor insanlar ekran başına çekilerek reytingler uğruna, toplumda ar ve hayâ duygularının konuşulması utanma duygularını parçaladı. Yani arsızlık ve hayasızlık legalleşti, herkesin bu eylemlere girişebileceğinin doğallığı subliminal mesajlarla iyice topluma yerleştirildi. Sonrasında ise, eşim bana bağırdı, neden bağırdı, kızdı diye sorulunca, sevgilimle bir hafta evden uzaklaştığım için, bana sert çıktı diyen bir kadın, ekranlardan bu şekilde konuşabildi… Evet, hakikaten bir şeyler oluyor, toplumsal omurga çatırdıyor, içine virüs girmiş her yanı delik deşik…

Bir esnaf arkadaşımın verdiği ve özellikle kayıt aldığı bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim. Hocam geçen sene, Alaşehir’e bağlı Üsküdar’a yakın bir mahallede 90’nın üzerinde düğüne gitmişim, takılar taktığım için nerelerde şimdi bu insanlar dedim. Ancak araştırdığımda bunların hemen hemen hepsi, ilk 6 ayda içinde ayrılmışlar, şimdi onlardan aile olarak devam eden 6-7 kişi olduğunu öğrendim, bunun sebebi nedir diye sordu… Ben de konuşulacak bir şey yoktur dedim. 

İki hafta önce Sancaktepe’de 25 binin üzerinde nüfusa sahip, muhtarımızdan, mahallesinin güncel durumu hakkında her konuda bilgi almak için sohbet ettik. Ancak ben bir amaç için o sohbeti yapıyordum, oysa muhtar sadece muhabbet ettiğimizi sanıyor ve belgeleriyle konuşuyor. Hocam haftada en az 5- 6'nın altına hiç düşmüyor, boşanma davalarının yazısı muhtarlığımıza bırakılıyor, ben onlarla özel olarak ilgileniyorum sorunlarını çözmeye çalışıyorum; hatta dün gün boyu bir iş adamını çağırdım mahallemizin tüm fakirlerini tespit ederek onlara nakti yardımlar yaptırdım. Her yıl bu iş adamı gelir ve bir gününü bize ayırır. Dün cumartesi günü tamamıyla sabah sekizden akşam saat 10 kadar birlikte olduk dedi. Böyle duyarlı arkadaşların çabaları yetmiyor artık... Freni patlamış bir tır gibi nereye gittiği belli olmayan bir yaşam var… İnşaat işçisi bir mahallelim akşam ağlayarak geldi ve bana dedi ki, muhtar sen şahit ol ben bu kadını öldüreceğim, niye dedim… Elinde evrakı, beni üç ay evden uzaklaştırmış, sebebi ise adam işten çok aç gelmiş, evde yemek yok bağırıp çağırmış sonuçta bu dedi. Burada kimsesi yoktu biz onu aldık bir tanıdığın evine yerleştirdik; kış günü adam inşaatta çalışıyor, evin kirasını ödüyor, üstü başı harç ama evine gidemiyor; neresinden bakalım hocam diyerek yakındı.

Bunları örneklendirmekle bitmez, çünkü çok absürt olan örnekler var onları paylaşmak istemiyorum. İnsanların kutsal tenlerinin bir sermaye aracına dönüştüğü ve hem  haz hem getirim sağlandığı bir yaşamda siz aile diye bir kurumu ayakta tutamazsınız. Ne yazık ki, küresel kasırga bizim toplumda çok ciddi patlamaya neden oldu. Bu kasırgalar için önlem alınmadığı gibi, sisteme etki edecek kuvvetleri dağıttığı için de, ses çıkarılmadı. Ancak bizi nasıl alıp götürdüğünü şimdi fark edince nasıl bu hale geldik diye bazı mırıltılar kulağıma gelir oldu.

Değişim dinamikleri size ait değilse, gelen değişim faktörlerinin sizi nereden alıp nereye götüreceğini kestiremezsiniz. Onun için bir toplumda bazı değişim dinamikleri toplumsal kimlik oluşumuna sebep olup, onları bir mana etrafında birleştirirken, bazıları da parçalayıcı yıkıcı dökücü olabiliyor. Eğer toplum değişime hazır değilse her ortamda olumsuzluklar kaçınılmaz olur. Mesela, Cep telefonlarını bulan ülkelerde cep telefonları bu kadar insanları istila etmemişken, tüketenlerin yaşamlarının tamamını kuşatmış durumdadır. Yani üretenler bir araç olarak kullanırken, tüketenler, tüketen bir köle haline gelebiliyor. Ne yazık ki, aşk ve cinsellik kavramları da böylesi toplumlarda hep yıkıcı tona sahip olmuştur. Cinselliğin bir yaşam biçimi olarak algılandığı yerde, cinsel güdülerin her ortamda doyurulmasının da bir sakıncası görülmez. Dolayısıyla bunu da bir ticari boyuta çevirdiğiniz zaman, trafiği tıkanan her ortamda araçlarınızın silecekleri arasına iletişim bilgilerinin olduğu kartvizitlerin konulması, bir iş ahlakı heyecanıyla yapılır. Yani tenlerin ticari bir araç olarak kullanımının bir sakıncası yoktur şeklinde bir anlayış geliştiği zaman uzun süreli ilişkiler haz vermez ve insanlar sürekli yeni arayışlar ve kazanımlar peşinde koşarlar. Bu durum en uzun süreli kurumda üyelerin karşılıklı  birbirinin üzerindeki hakları unutulur, her birey kendi beklentisini karşılayacak ortamlar aramaya başlar. Bu arayışlar çoğaldıkça aileler dağılır, ortada kalan nesiller, yıkılan binaların enkazı altından çıktığı zaman, aklınıza gelmeyecek formüller geliştirerek, hız haz ve emeksiz kazanım formülüne daha bir ivme kazandırır.

Anlatılacak çok mesele var, derdimiz büyük, umudumuz kesintisiz ama ortamı karartan gece baskıncıları ve yeraltı farelerine rağmen, bu günümüzü kurtaralım ki yarınlarımız olsun… Yoksa biz bu selde kaybolabiliriz, bunlar bir korku ütopyası ve felaket tellallığı değil, yaşamın içinde görmek istediklerimize gözlerimizi açarak baktığımızda, karşılaştığımız en basit düzeydeki toplumsal sapma davranışlarıdır.

Devlete büyük işler düşüyor, şunlar şunlar yapıldı diyerek, sadece kâğıt üzerinde not alarak, faturalandırarak cukkaya para aktaran STK ve Bazı firmaların tekelinden bu meseleler alınmalı ve gerçekten topluma yön çizecek ve ışık olacak dertli aydınlara bu sorumluluklar tevdi edilmelidir. Hep söylüyorum yine söyleyeceğim, köprüden önce çıkış kalmadı, araçların kaptanları değişmeli yoksa bu kaptanlar bu araçları köprüden aşağıya yuvarlayacak… Görünen köy aha şuarada…

“Bir insanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş gibidir.” Tüm insanların dirilişine sebep olacak yaşamlar ortaya koymamızı rabbim bizlere nasip etsin… Kadavraya dönen tüketim kölesi nesillerimizi, bilinçli ve idrak edecek bir yaşama bizlerin mücadelesiyle dönmeyi rabbim müyesser eylesin…

Selam muhabbet ve en kalbi duygularımla …”Sabah yakın değil mi”?

Bahadır Hataylı/20.04.2022/03.14


19 Nisan 2022 Salı

AYRILIŞ GÜNÜNDEN ÖNCE ŞAHİTLER OLALIM

“Allah'a iftira eden ya da O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Onlara kitaptaki nasipleri erişecektir. Nihayet elçilerimiz gelip canlarını alırken, "Hani, Allah'tan başka yalvardıklarınız nerede?" dediklerinde, "Bizden kayboldular" dediler ve kendi aleyhlerine kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler.” Araf/37

Rabbimizin bu buyruğu, bizim dini nasıl yaşamamız gerektiğini en güzel şekilde izah etmektedir. Allah’ın Halis dinini ancak Allah’a has kılarsak Allah’ın kulu oluruz. Allah’a has kılmaya çalıştığımız din, bizim uydurma masallarımızdan oluşuyorsa o zaman Allah’a iftira atmış oluruz. Onun için, Allah’a iftira atmadan dini ona has kılarak yaşayan mümin kullar olmak zorundayız.

Dini, iki cimle kuran hep başkasını kurtarma derdinde, çünkü kendisini kurtulmuş görmektedir. Durum böyle olunca karşısındakini kendi inandıklarına çekebilmek için, onun hoşuna gidecek her türlü anlatımın altına Allah böyle buyurdu diyerek konuşmakta bir sakınca görmez. Oysa bu doğrudan yalan ve iftiradır. Allah’a iftira atandan daha zalim kim vardır. Allah’ın ayetlerinde olmayan bir beyanı Allah’ın beyanı gibi anlatarak, onunla insanları ikna edeceğini sanan ve dindar olduğuna inanan her kişi Allah’a karşı yalan söylemektedir.

Hiç kimseye haksızlık edilmeyecektir. Allah’a iftira atan ve yalan söyleyenlere, ancak kendi çabalarının karşılığı olarak, kitapta anlatılan nasipleri ulaşır. Onun dışında biz onlara haksızlık edecek değiliz. İnsan yaptıklarının sonunda, önüne gelecek faturanın başka bir yerden piyango ile çıkacak bir fatura olduğunu ya da olacağını düşünüyorsa, hepten yanılgı içindedir. Allah her insana hangi eylemlerin karşılığının iyi, hangisinin kötü olduğunu tafsilatlı olarak anlatmaktadır. Tüm bu uyarılara rağmen insan olumsuz eylemlerle yatıp kalkıp, Allaha iftira atmakta bir sakınca görmediği ve yalanlarıyla kendisini kurtaracağını sanarak bahanelere sarılıyorsa, alacağı karşılık apaçık bellidir. Hüsran ve ziyandır.

İnsan o kadar nankör ve gaflette yaşar ki, bahsedilen hakikatlerle karşılaşacağı sonu ona hatırlatmak için elçiler gelinceye kadar bildiği yoldan sapmaz ve bunda da ısrarlı davranır. Çünkü o yaşadığı hayatın kendisini kurtaracağını ve bilinen hayatlar içinde en üst basamakta bulunduğuna inanarak yaşar. Ancak ne zaman ki ona yaklaştığında elçiler, o sonu haber vermeye geldiği zaman kaçacak bir yer ve seçenek kalmadığı için itiraf ettiğinde de kurtulacağını sanır. Allah’ın hesap dürmesinde, etkin pişmanlık yasası geçerli değildir. Çünkü insana hakikati görebilecek kadar zaman verilmiş ve hangi yoldan giderse gitsin sonuçta hesap görücü olarak Allah’a varacağı anlatılmıştır. Buna rağmen bunlara sırtını dönüp bildiğini yapan insanın etkin pişmanlıktan faydalanmayı umarak Allah gafur rahim diyerek kendisini aldatması tam bir oyundur. Çünkü insanın karşılaşacağı nasibi kitapta anlatılandan başkası olmayacaktır. Allah’ın kanunu böyle işliyor. Allah’ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsınız. Ancak Allah kimi nasıl affeder, biz insan olarak onu belirleme hakkına sahip değiliz, o mütekebbirlik bize yakışmaz. Âmâ genel kural böyle işliyor hesap günü…

İnsanın, Allah’tan başka yalvardığı yakardığı hayatının en üst basamağında yer verdiklerinin tümü ondan kaçıp uzaklaşacaktır. Bilerek ya da bilmeyerek hepimizin kullandığı bir ifade var,” paranın açmadığı ve açamayacağı kapı yoktur denir.” Bu ifadenin kendisi başlı başına hastalık ve mabut edinmedir. Burada vurgulanan her ne kadar başkalarının değer verdiği bu olduğundan o insanlara bununla her şeyin yaptırılacağı anlatılıyor gibi görünse de, aslında bunu söyleyenin buna inandığını da göstermektedir. İmanın ve paranın kimde olduğu bilinmez deniyor, hayır imanın kimde oldu ve paranın kimde olduğu bilinir ve bilinmelidir. İman varsa, barış var denge var, düzen var, adalet var, sevgi hoş görü vakarlı yaşamak var… İman varsa zülüm olmaz, ispiyon fitne, taraftarlık, çifte kişilik ve çiftestandartçılık, savurganlık, nemelazımcılık, vurdumduymazlık, görmeden geçmek acımasızlık olmaz… Bunlar var ise orada iman yok demektir. İmanın göstergesi yaşamda bunları ortaya çıkarır. Dolayısıyla imanın kimde olduğu apaçık belli olur.

Paranın olduğu kişi bellidir, Cömerttir, ikramda bulunur, garip gurebayı gözetir, kabara kabara yürümez ve mütevazıdır. Zekâtı verir, sıdk ile sadaka ve infakta bulunur. Bunlar yapılıyorsa kişinin parasının olduğu da belli olur. Dolayısıyla, toplumsal yaşamda bir gelenek haline gelen deyimler çoğu zaman Allah’ın bizden istediği hayatın genleriyle uyuşmaz ve asla reaksiyona girmez onun için de akım gerçekleşmez. Demek ki Allah’ın Ayetlerine göre yaşandığı zaman hayata denge düzen geliyor, Hak gelince batıl yok oluyor ve Hak batılın beynini balyoz gibi parçalıyor. Hak olduğunu sandığımız ve Hakkı anlatır gibi yalan ve iftiralarla insanların beyinlerini kuşatanlar, haktan bir yaşamın ortaya çıkmasına şahit olamıyorlarsa, batıl ile bunların hak sandıkları arasında aslında hiçbir ayırıcı çizgi olmamasına rağmen, insanlar büyülenmiş gibi bunların sözlerine uyarak kendilerini helak ederler.

Allah’tan başka medet umulan yalvarılan ne varsa hepsi kaybolup gidecektir. Sadece hesap görücü olarak Allah var. Bunu bilen insan ne yazık ki buna rağmen, yaşarken hiç bunlarla karşılaşmayacak gibi yaşamayı da bir marifet bilir. Hesapla karşılaştığında da kendi aleyhine kendisi şahitlik yapar. Allah dışında yüceltilen ilahları hayattan uzaklaştırıp bir ve tek olan Allah’a bağlanılmadığı sürece kişi her zaman dünya yaşamında kendisini haklı çıkarmak için, çeşitli iftira ve yalanlara başvurmaktan vazgeçmeyecektir. İnsanın bu zindandan kurtulması için, burada idrak edip kendine gelmesi gerekir. Burada yapılanların karşılığı olarak, kitapta vaat edilenlerden başkasıyla karşılaşmayacağımıza göre, hesapların doğru ve iyi yapılması elzemdir.

Ey insan, kendi aleyhine şahitlik yapıp kâfirliğini kabullenip, hakikati örttüğünü itiraf etmeden evvel, bu dünya yaşamını anlamlı kılarak yarınlara mahcup gitmemeyi hiç mi düşünmek ve anlamak işitemiyorsun…

Sıratı şöyle geçirecekler, el verince füze gibi gideceğiz, onlar bize yardım edecekler, Allah’a karşı şefaat dileyecekler çünkü onlar evliyalar, gibi hezeyanlarla insanın kendisini aldatması kadar acı bir şey olabilir mi?

Allah, Allah’tan başka yalvarıp yakarıp medet umduklarınız sizi terk edecekler ve bunların terk etmesini de siz anlatacaksınız üstelik kâfirliklerinize kendiniz şahit olacaksınız demesine rağmen insan,  ama böyle de olur çünkü onlar farklı ve seçilmiş mübareklerdir diye hala diretiyorsa, doğrudan hakikate savaş açarak Allah’a iftira atıyor demektir.

Rabbimiz, bu uyarılarını dikkate alarak yaşayan, heva hevesini kendisine ilah edinmeden sadece Allah’tan yardım dileyen kullardan eylesin bizleri… İnsan nankör, unutkan ve cahildir. Bu özelliklerimizi fark ederek basiretle, bilerek ve inanarak sadece Âlemlerin Rabbine kulluk ederiz diyebilecek ve öylece yaşayacak mümin kullar arasına rabbim bizleri katsın… Hesapların seri olduğu, kimsenin kimseye yardım edemeyeceği günde sadece rabbimizin rahmetiyle kurtulan müminlerden olmayı diliyoruz, rabbim bu isteklerimizi karşılıksız bırakma bizi katında mahcup etme, sen her şeyi gören bilen ve olduransın…

Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle, selamların en güzeli Rahmanın selamı hak üzere dosdoğru yaşayan, adaletten ayrılmayan ve hakikate şahitlik yaparak yaşayanların üzerine olsun…

Erol KEKEÇ/19.04.2022/01.30



18 Nisan 2022 Pazartesi

BEN SİZİ KURTULUŞA ÇAĞIRIYORUM, SİZ BENİ ATEŞE ÇAĞIRIYORSUNUZ

 "Ey toplumum! Sebep ne ki; ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."

"Siz beni, Allah’a nankörlük etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyi O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Bense sizi o Aziz ve Gaffar olana davet ediyorum."

"Sizin beni çağırdığınız şeye, ne dünyada ne de ahirette asla ve asla dua edilemez/onun dünyada ve ahirette çağrı hakkı yoktur. Dönüşümüz-varışımız Allah’adır. Aşırılığa sapanlarsa ateş halkının ta kendileridir."

"Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Allah, kullarını iyice görmektedir. "Mümin/41-44

Ey Rabbim! Bizleri sadık olan ve hakkaniyetle bütünleşmiş, ruhlarını sadece sana teslim eden kullarından eyle… Rabbim biz, kurtuluşa çağıranların, çağrılarını yok etmek için elimizden geleni yaparız. Onların mesajları anlaşılmasın diye hemen yüksek sesle onları boğmak isteriz. Toplumsal geleneğimiz bu bizim. Bağırarak çağırarak hakikati anlatanlara karşı koyup, onu bastırmak isteriz. Velid Bin Muğire’nin, Allah’ın Resulünün ağzını kapayarak anlattıklarının başlarına geleceği endişe ve korkusunun etkisinden kurtulmak için yaptığı eylemin aynısını yaparak, devekuşu gibi kafamızı kuma gömerek yaşamayı, gelmekte olandan bizi koruyacağını sanırız.

Alışılmış yaşamlarımızın vermiş olduğu nefsani hazlarına, hakikati tepeleyip geçmeyi tercih ediyoruz. Ondan olsa gerek hakikatin kıvılcımlarının yansıdığı ortamlardan gözlerimizi kapayarak hızlıca geçmeyi yeğliyoruz. Rabbimiz biz bizi unuttuk, çünkü seni unuttuk, seni unutunca sen bize bizi unutturdun… Rabbim kendisini unutmuş olan bu biçare aciz nefsinin peşinde koşmaktan yorulmayan, ama hakikat için attığı ve atacağı her adım için nefes nefese kalan bizler nasıl edelim ki, gelmekte olan gazap ve bizi sarmakta olan ateşin kuşatıcılığından beri olalım…

Rabbimiz, biz yaşadıklarımızı bilerek yaşayanlardan değiliz, çıkarlarımıza ne uygunsa onu alıp kutsallaştırırız, çünkü çıkarlarımızı korumanın adının hakikati korumak olduğuna inanarak bu günlere geldik… Bu günlerimizi kaybedersek biz bu kazanımlarımızı bir daha nasıl elde ederiz. Onun için sen bizim bu çıkarlarımızı da katında hakikat eyle(!)Be hey zavallı nefis, senin bu kadar çukura indiğin ve çıkarlarını korumayı hakikat olarak savunup başkalarının da bu çıkarları savunduğunu görünce avazın çıktığı kadar bağırmaktan ve yırtılmaktan vazgeçmezsen sen hep aşağılanan ve çukurdan çıkamayan bir zavallı olarak kalacaksın… Yaşadıklarını Vahiymiş gibi sahiplenip onları korumak için de, bir köpek gibi her tarafa saldırınca seni Yüce Rabbimiz nasıl tanımlar ey çukura düşen nefis, ”Onun üzerine varsan da ondan uzaklaşsan da onun durumu dilini sarkıtıp soluyan köpek gibidir.”

Ey toplumum sizin sebebiniz nedir yahu, sizi kurtuluşa çağıranları siz ateşe çağırıyorsunuz? Kendinizi yakarken bırakın bari sizin kurtuluşunuzu isteyenleri yakmayın… Kendi nefislerinizin kazandıklarını taşımaktan aciz iken, bir de hakikate şahitlik edip elinizden tutanları da bataklığınıza taşımak isterseniz, kurtuluşunuz olmaz ve ateşin sizi kuşatması zorunlu hale gelir.

Rabbimiz, biz hakkında hiçbir bilgimiz olmayan şeyleri sana ortak koşmaya ve sana karşı nankörlük yapmaya alıştık, bu alışkanlıklarımızı terk etmek ve sadece sana kul olarak gelmek o kadar zor ki bedel istiyor… Biz bunların altından nasıl kalkalım, çağırıcılar bizi gafur ve rahim olan tek güç sahibi sana çağırıyorlar, âmâ biz o günün nerede ne zaman vuku bulacağını bilmiyoruz. Oysa inatlaşıp savunduklarımızın karşılığını yaşarken de hemen alabiliyoruz. Peşin alımları biz çok seviyoruz, bir verip on almak bizim tabiatımızda var… Manevi olarak kazançlar hep yarınlarda geleceği söyleniyor, âmâ bizler gözlerimizle gördüklerimize inanıyoruz, sen de gözle görülmüyorsun, bize hatırlatanların söyledikleri de ya olmazsa deyip burada tıka basa üstümüze başımıza dökerek götürmek istiyoruz. Dünyaya bir defa geliyoruz o halde tüm hazları burada tadalım diyoruz.

Herhâlde doğru düşünüyoruz değil mi(!)  ?

Ya bir daha bunlara kavuşamazsak diyoruz, yanlış anlaşılmasın biz ahirete cennet ve cehenneme de inanıyoruz zaten, amenna ve sadakana(!) Bunların hepsini bilgi olarak biliyoruz çünkü atalarımız da bizlere bunları anlattı, hatta onlar bizim kadar bu dünyaya sarılmıyorlardı, ancak onlar yanlış yapmış olabilir diyerek, biz dört elle sarıldık. Allah güzelliklerin hepsini Müslüman kulunun üzerinde görmek istediğini bildiğimiz için, yaptığımız malikânelerin tuvaletlerinin musluklarını en ala altın kaplamalı yaptırdık… Seccademizi otomatik yaptık, Tekbir getirmek için kıbleye yöneldiğimizde hemen seccade geliyor, karşımıza Kâbe resmi geliyor, tam bir huşu içinde ibadetimizi yapıyoruz(!) tüm bunları sen bizim üzerimizde güzellikleri gör diye yapıyoruz başka amacımız yoktur. Zaten cennette bunların en güzeli yine bizi bekliyor…(!)

Rabbimiz senin elçilerin bizi, gafur ve rahim olan sana çağırdılar, biz de aslında iyilikleri düşünüyorduk ama nankörlük ve şirk olduğunu bilmeyerek sana ortak koşmaya onları çağırdığımızı bize söylediler. Peki, bizim yaptıklarımız şirk olsa bu kadar insan bunları yapabilmek için çabalar mı, acaba diyorum yoksa bizi çağıranların imkânları olmadığından ya da bizim sahip olduklarımıza sahip olmadıklarından bize öyle şeyler anlatıyor olabilirler mi(!)? Ne bileyim insanın kafasına takılıyor işte, biz o kadar çabaladık bunlara sahip olabilmek için, gecemizi gündüzümüze kattık, şimdi zekâtımızı da vermiyor değiliz; kimse bize karışamaz en lüks olanları tabi ki yaşarız… Biz böyle öğrendik şimdi bu kadar mezhep imamları yanlışta bunları bize anlatan bunlar mı doğru?

Rabbimiz bizler böyle bir din bezirgânlığı ile karşına gelmek ve huzurunda bulunmaktan hayâ ediyoruz. Bizi nankörler ve bilmediğimiz konularda sana şirk koşan, asi olan kullar topluluğundan uzak eyle…

Rabbimiz biz dünya ve ahirette asla kendisine çağrılmayacak nesneleri putlaştırdık ve bunları putlaştırdığımızı bile anlamadık, sana kulluk yapıyor gibi onlarla haşir neşir olduk. Onların bağımlısı haline geldik, onlar olmazsa veyahut ta onları kaybedersek yaşayamayacağımızı sandık. Ondan dolayı onları kutsallaştırdık, onun yanında başka kutsallar nasıl oluşturabiliriz ki, ya yeni söylenenler bizim bu imkân ve kazanımlarımızın tekrar elimizden gitmesine neden olursa, o zaman biz perişan oluruz ondan dolayı bunları bizden alma rabbim bunlarla birlikte bizi kabul et…(!)Rabbimiz maymun iştahlı doymak bilmeyen nefislerin elinde paçavraya dönen kullar olduğumuzu bilmeden, bir de kalkıp senin dinin adına yaşadığımızı, yaşadığımız pislikleri de insanlara din diyerek satmaya başladık, insanlığın senin dininden uzaklaşmasında başrol oynadık, sonra bu işler neden böyle oluyor diye sorumlu aramaya kalktık diyememenin vicdani sorumluluğuyla kendimizi rahatlatmak için polyanacılık oynayarak yeni bir yaşam tarzı tanımlamaya başladık… Rabbim sen bizleri affet bağışla ateş azabnı bizden uzak eyle… Rabbim bizleri idrak eden bulunduğu halden dönmeden Allah’a yakın olmanın imkânsız olduğunu anlayan, basiret ve vicdan ehli kullarından eyle… Rabbim sen bizi hakikate ulaştırmazsan bizler ancak cehennem odunu olarak bu dünya hayatını tamamlar ama cennette baş köşkte yer alacağını sanan tüm amelleri boşa giden ve senin lanetine uğrayanlardan oluruz. Sen bize acı Allah’ım bizim halimiz perişan…

Rabbimiz senin katından gelen mesajı net olarak aktaran kullarına biz kulplar takarak, onların temiz kalmak isteyenlerden olduğunu söyleyerek bizleri bölüp parçalıyorsun diyecek kadar da onlara saldırıyı kendimize bir görev bildik. Yavan aşımızda yağ yokken, tadından yenmiyor bunları yerseniz şifadır diyen gibi, bizler de masallar, mitolojiler uçtular kaçtılar mucizeler kerametlerle transa girip manevi olarak rahatlarken, böyle bizi düşündüren bu kullar hakikaten bizi rahatsız etmeye başladı.(!) Allah her şeyi affeder diyoruz, onlar bize hayır Allah bilmediğiniz bir şeyin ardına düşmeyin diyor, biz bunları nasıl öğrenelim hocalar şeyhler babalar dedeler, sofiler anlatıyor biz de onlardan öğreniyoruz biz onların yalancısıyız şimdi biz bundan nasıl sorumlu olalım…(!)

Rabbimiz biz gerekçe ve bahane üretmede üstümüze kimseyi tanımıyoruz, biz de çözüm çok her şeye verilecek bir cevabımız vardır. Demek ki dini çok iyi biliyoruz. Mesajları veren yaşamlarımızla acaba yaptığımız zalimliklerden nasıl kurtulup kendimize geleceğiz. Rabbim biz kendi nefsimize zulmettik… Hakikati bile bile yamulttuk, menfaatlerimize uygun hale getirmek için, zamanın koşulları farklı diye yeni bir tali din oluşturduk. Zamanın dini bizim dinimizi alıp götürdü. Öyle bir sel gibi geldi ki tali bir yol değil de sanki otoban gibi tüm araçlar oradan yolculuk yaptı. Biz de hasbel kader kendimizi onun içinde bulduk, ondan sonra nasıl yapalım da en azından fazla kaybetmeyelim diye, değişik fren sistemleri oluşturmaya başladık. Ramazanda yardımlar yaptık, oruçlarımızı fakir fukaranın evinde açtık, Namazlarımızı kıldık, her kurumun başına bir ilahiyatçı getirdik, okullara seçmeli Kur’an dersleri koyduk, İmam Hatiplerin sayısını arttırdık, camileri çoğalttık yani dinimizin emirlerini her ortama taşıdık bunun yanında ufak tefek hatalarımız da olmadı değil, bal tutan parmağını yalamasın mı, ama besmeleyle yaladılar,(!) insanlarımız bir denizin içinde yüzerken herkes orada yüzüyorsa, tabi ki kardeşlerimizde yüzdü ama onlar gemiyi karaya çıkarmayı başardılar. Her şeyi insanlık için yaptık… Mesela adamın 1000 metre kare arsası var, birinin de 700 metre kare var, ama arada çok büyük fark var, o ancak onu yapabilecek durumda ise ona 5 kat imar verdik, âmâ 1000 metre kare olana 5+5 verdik kötü mü ettik; adamın fazladan iki dairesi olurken bize de 3 daire kaldı. Müslüman zengin olmalı, yeminle söylüyorum kendimiz için bunu yapmadık, sırf Müslüman zengin olmalı düsturuna uymak için yaptık…(!)

Herkes bizim kurumlarda, elden para aldığımız iddiasında bulunuyor doğru olabilir, âmâ bir sorun bakalım biz onları almazsak bir başkası mutlaka onu alacak nerede harcayacağı belli değil, hiç olmazsa biz alıp onları hayır Kurumlarında, hayır işlerinde harcıyoruz, kötü mü yapıyoruz elbette değil, ama gel bunu bazı haktan adaletten bahsedip başka bir şey bilmeyenlere anlat, adamlar anlamıyorlar ki, sanki biz dini bilmiyoruz elbette biliyoruz ama bunlar gerekli… Biz bunların hepsini yaparken yeminle söylüyorum besmelesiz asla yapmıyoruz Allah’ım sen bizleri affet(!)

Usulsüz bir şeyler yaptığımız iddia ediliyor, doğrudur usulsüz olabilir, âmâ biz Müslüman iş adamları oluşturmak zorundayız, onların lehine bir dosyayı imzalarken asla abdestsiz ve besmelesiz imza atmadık… Allah bunların hepsini görüyor…(!)

Rabbim biz dinden bunu anladık anlamadıklarımızı da dinden olmayabilir diye tepki gösterdik onları bir kaşık suda boğmaya çalıştık. Çünkü bir şey anlaşılmıyorsa çok tehlikelidir. Bu anlaşılmayanları herkes anlamak isterse o zaman biz bunlarla nasıl baş edebiliriz, onun için onların anlaşılmasının önüne geçip, bölücü hain ve vatan bayrak düşmanı diye onları yok ederek işimizi kolaylaştırdık… Allah’ım tüm bu yaptıklarımızı sen hayırlara vesile kıl, biz her şeyi Milletimiz için yaptık(!)

"Sizin beni çağırdığınız şeye, ne dünyada ne de ahirette asla ve asla dua edilemez/onun dünyada ve ahirette çağrı hakkı yoktur. Dönüşümüz-varışımız Allah’adır. Aşırılığa sapanlarsa ateş halkının ta kendileridir."

"Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Allah, kullarını iyice görmektedir."

Rabbimiz gözlerin ve gönüllerin sana döneceği günde biz kullarını hüsrana gidenlerden eyleme… Sen bize acı, bize merhamet et bu ramazanın içindeki tüm hayırları sana gönülden yönelen dualarda seni anan ve eylemleri ile hakka şahitlik edenlere, mazlum ve mahrumların üzerine yağdır… Biz nefislerimize zulmettik Allah’ım, nefislerini arındıran kullardan eyle bizleri mutmain kullar olarak katına kabul et…Amin…

Bahadır Hataylı/18.04.2022/01.54


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!