Bu Blogda Ara

4 Nisan 2022 Pazartesi

UMUT KARANLIKTA BÜYÜR FECİRDE YÜRÜR

Kırmızı ufuklardan her akşam güneşin battığı yerden umut doğuyor karanlık gecelerime… Rüzgârda sallanan çamların dalları arasından yansıyan ışık, sabahın yaklaştığını müjdeleyen fecrin aydınlığı olduğunu bilmediğimi mi sınıyorsun?

Karanlıkları gerilerde bırakarak, Güneşin battığı yerden yeni ışıkların doğacağını bildiğimden, usanmadım yoruldum ama aldırmadım zorluklara, ruhum ve bedenimle yollara koyuldum. Yolların başında göremediğim ışıkları gün batarken önüme çıkaran Rahmana Hamt ederek ilerliyorum…

Kaygan yolların usanmayan dağcısı, ansızın çıkıyor ortaya ve durup dinlenmeden kaybolan ışığı ararken, inanılmayan zamanda ve umulmadık yerde, aradığına kavuşmanın sevinciyle, yeniden uçarak kendine gelişinin kutlamasını yapar mı acaba diye soracakken, yeniden mücadele sahasının içinde yaşarken kutlanır sevinçler diye bir çığır açınca; ben de ardından düştüm yollara… O yollar bana bir şeyler verir mi vermez mi diye düşünmeden, inanmanın verdiği heyecanla aldırmadım zorluklara, göğüs gerdim olanlara ve birden aydınlık ortamda ufukta gün batarken gecelerime yansıyan umudun ışıkları ile kendimi buldum.

Gecenin sessizliği sükûnet katarken yüreğime, yüreğim yaralı bülbül gibi avucumdan uçup gidecek, ürperti ve endişelerle karanlıkları yol bilip umudun ışığında fecrin doğumunu beklerken, rahmeti müjdeleyen rüzgârın tesiriyle irkilerek kendime geldim.

Asırlık çınarlar dibinde dinlenerek geceleri karanlıklarda iz bırakmadan aydınlığın geleceği yöne çevirdiğimi sanmıştım yönümü, ancak fecrin beyazlığını görünce yeniden yön değiştirmek zorunda kaldım. Karanlıklar içinde aydınlığa ulaşıncaya kadar değişimden korkmadan hep hareket halinde geçti ömrüm, kalanda sanıyorum öncekinden farklı olmayacak gibi görünüyor şu an…

Dağları mesken tutan eşkıyalar gibi bende doğal yaşamın kollarında ömrümden ömür tükettim. Ancak dağların üzerinden yollar geçerken, ben o yolları kullanmadan izi olmayan yerlerde yürümeyi hep kendime şiar bildim. Ondan olsa gerek herkesin yol aldığını sandığı ancak dağlardan ovaya indiklerinde yanlarında kendilerini bile taşımadıklarını bilmedikleri halde,  yolun çıkmaz kısmında benden onlara yansıyacak ses ve ışığa konsantre olmuş beklerken, onların yanından hep transit geçtim. Transit geçiş güzergâhında iz bırakmadan tozlu yollardan, bulutlu gökyüzünden habersiz, gecenin karanlığında yıldızların ışığında yol arayan, yol ve yordamı onlarla keşfeden biri olarak, beklediğim zaman boşa gitmedi, fecrin doğumuna eriştim ansızın gecenin karanlıkları yol vermez sandığım bir anda…

Hesapsız çıktığım yolda, hesaplı eylemlerle karşılaştığımı gördüğümden, hesap uzmanlarının hesapları hep kendi oymak ve tarafından yana ağırlık bastığı bir yaşamın kollarında yorgunluklarımı gidermeyeceği için, hesap etmeden çıkmıyorum en iyi bildiğimi sandığım yola… Kırmızı ufuklara takılan gözlerim, hayallerimi günün batımından alıp, gecenin sessizliğinden ve karanlığından geçirerek aydınlık geleceklere taşımak için yorgunluklarını hissettirmeden hep yolda olduğu için, ona hep minnettarım… Gözlerim benden önce benimle ilgili olanları korkusuzca kontrol ettikten sonra bir uyarı alarmı verir hep. O gözler var ya, o gözlerde neler saklı bilemez insan, yüreğin derinliklerine bir ışık yansımadan.

Kuşların yuvalarını bir esintiyle alıp götüren kasırgaları arkama almadım yaşadığım zamanlarda, hep rüzgâr ve kasırgaların esme yönlerini iyice anladıktan sonra onların üstüne üstüne gitmek haz verdi bana. Rüzgârın önünde parçalanan ve onun istediği yöne giderek bir çöp ve süprüntü olmaktansa, rüzgâra ve fırtınaya karşı direnerek bulunduğum yerin ne olduğunu en azından benim dışımdakiler idrak etsin istedim. Her gelen fırtınayla yer değiştiren, bir yaprak gibi yerlerde savrulmaktansa, bulunduğu yeri bilerek o fırtınalara göğüs germek bağrı yanmışlar için ne etki eder ki! İşte o bağrı yanan dertli yürekli biri olarak yol bilmez, kuş konmaz, kervan geçmez yolları adımlayarak fecrin doğumunu yalnız da kalsam karşılamak için, gelen fırınlara hep göğüs gerdim…

Göğsüme namluların çevrildiğini, ardımdan ihanet kurşunlarının sektirmeden sırtımdan vuracağını hesaba katarak bu yola çıktım. Bu yol herkesin yürümeye ve emek vermeye cesaret edemediği, gideni az olan, yolcuların ayak izlerinin bile fark edilmediği bir yol olduğunu bilerek adımlamaya başladım. Yolun ortasında bağıranların mehter marşı söylüyormuş gibi koro halinde ritim tutturduğu yerde, benim sesimin ritmi onlarla uyum içinde olmayacağını bildiğim için, ben hep kendi türkümü kendim çalmayı ve söylemeyi yeğlerim. Türkülerim sahipsiz, türkülerim yalnız, türkülerim dertli, dokunaklı, dağların tepesinden aşağılara kadar sesi yankılanan ama işitenleri yüreğinin ortasından vuran, anlaşılmayan dilde ıslık çalanların ıslığını bastıran türden olduğu için, hep uzaklardan söylememe müsaade ediyorlar. Duyanı az ama duyanların dertleri artarak omuzları ağırlıktan kalkamaz oluyor.

Türküler geçidi gibi bir harmoni var ortamda, oysa bu ahenk sadece dağların, ormanların suyun bulutun semanın gökteki yıldızların börtü böcek ne varsa hepsinin inleyişinden çıkan sesler ve kayalardan akıp gelen suların şırıltısı ve benim içten gelen haykırışlarımın dertli saz ekibi eşliğindeki uyumundan çıkan bir tını… Yüreklere nakış nakış işlenerek her geçtiği yerde bir iz bırakarak atmosfer boşluğunda yakından uzağa, uzaktan daha uzaklara doğru ve uygun adımlarla sessizce yoluna devam eden görünmez sevdaların ışık hızındaki savaşımıdır.

Sevgimi sevdamın kollarında bıraktım, kimseye yar etmesin istedim, ondan olsa gerek, sevdam beni yalnız bırakmazken sevgim gönlüme taht kurmuş benden habersiz. Bu sevda sevgime analık yapan, onu halis sütüyle emziren, dağların doruğunda kâinatı ona kardeş eyleyen, görünmez gücün merhametinde onu sonsuzluğa âşık eyleyen, yolumu karanlıklar kuşattığında, günün batımından önceki kızıllıklardan hayallerimi çıkarıp gecenin karanlığından sonra fecre yoldaş eyleyen değil mi ki, sevgimi ondan kıskanayım…

Kıştan sonra bir bahar sabahı ansızın gözlerimi açtığım zaman, karşımda berrak suların aktığı, güneşin gönlüme ışıklar saldığı, yolların kısaldığı, koştukça koşanlara, yayıldıkça yayılanlara, çiçeksiz ağaçların çiçekli ağaçlardan hakkını almak için sıraya girdiği bir yer gibi kendimi rahat nasıl hissedeyim… Bahar olsa da gelen çiçekler açsa da avucumda papatyalar patlasa, hesaba yakın bir zamanda hesapları inceden inceye nakış nakış dokuyarak yaşamalıyım ki, dağlar yoldaşım kuşlar sırdaşım, geceler gönüldaşım, gündüzler arkadaşım gökyüzü ve yıldızlar mihmandarım ve ben zerreden bir zerre dökülmeden hesap gününe sorunsuz gideyim…

Erol KEKEÇ/01.04.2022/23.50

ASİL DURUŞ VAKARLI TAVIR OLMADAN HAKİKAT ANLAŞILMAZ

 “Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler.”

“Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar.”

Furkan/72-73

Rabbimiz Furkan suresi yukarıdaki ayetlerde, kendisine kulluk yapan kullarının vasıflarını anlatmaktadır. Peki, bu vasıflara sahip olan kulların yaşadığı ortam acaba neresi!

İnsan, insan olarak olumsuzluklarla ilk karşılaştığı zaman ani bir refleksle ona karşı koyar ve uzaklaşır. Ancak o ortamın uyaranları ile sürekli hemhal olmaya başladığı zaman yavaş yavaş onlara uyum sağlamaya ve o olumsuzluklara karşı vicdani bir uzaklaşma hissetmemeye başlar. Bu durum insan için, insani kimliğin ve iradeye dayalı bir yaşamın imhası için başlangıç alarmlarının verdiği zamandır.

Asil ve soylu gündemlere şahitlik yapamazsanız soysuz yalan ve boş lakırdıların hayatınızı istila etmesine kendiniz izin verirsiniz ve sonrasında da bunlar benim başıma nereden geldi diye yakınmaya başlarsınız. Hiçbir yakınma yoktur ki, kişi bunların oluşum sebepleri arasında yer almasın. Çünkü kişinin başına gelenler kendi eliyle yapıp ettiklerinden dolayıdır. İnsana iyi ya da kötü hep emeğinin karşılığı verilir.

Yaşadığımız ortamlar, doğrulukların yaşam alanının dışında hangara çekildiği, yalanların da hayatı yönetmede ve hayatı kuşatmada sonsuz ve sınırsız bir yetkiye sahip olduğu bu çağda, yalan dışında başka bir şeye şahit olmak neredeyse mucizelere kalmış gibi algılanmaktadır. Çünkü bunu özetleyen veciz sözler bile oluşturulmuştur gelenek olarak…”Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın…”Yani senin duruşun, doğruluğun soylu mücadelen ve sadece yaratana yaptığın kulluğun, yaşadığın ortamda karşılık bulmuyorsa, sen onların yaşamlarına katılacaksın ki, hayatını devam ettirebilesin gibi, soysuz ve yalanları bir nasihat olarak yapanlara çoğu zaman şahit olabilirsiniz. Oysa bunları bir nasihat olarak yapanlar çoğu zaman bir dindar ve Allah’a inanan kişi olduğunu size deklare eder.

İnsan inandığını tanımaz ve onun uğruna mücadele edilip edilemeyeceğine karar veremezse, kendisi için oluşturduğu ortamların hiçbirinin bir diğerinden farkı yokmuş gibi algılanacağı muhakkaktır. Oysa insan inanmadan önce inandığı değeri, tüm boyutlarıyla tanır ve uğruna ne pahasına olursa olsun yaşam buna feda edilmeye değer diye vicdani bir sorumluluk kazanırsa, siz o insanı bu hayatın dışında oluşturacağınız hangi ortam olursa olsun mutlu ve huzurlu edemezsiniz. Dolayısıyla boş laflardan, yalanlardan lakırdılardan soysuz bir yaşamı yaşıyor olmaktan ve onu içinde geçirilecek zamandan dolayı büyük bir üzüntü ve hüzün içine girer.

İnsan, yaşadığı evreni ve bu evrendeki rollerini asıl olması gereken değer olarak anlar ve o şekilde onlara yaklaşırsa insana bunların dışında bundan daha değerli bir yaşamın varlığını anlatamazsınız. Çünkü dünyada yaşadığımız hayat değerli ve erişilmesi gereken en önemli yaşam olarak algılandığı zaman, buradaki kazanımlarınızı korumak ve onları başkalarına kaptırmamak adına, onları aldatmaya dönük sözleri konuşmakta bir sakınca görmezsiniz. Hatta o olumsuzlukları anlatan kişilerle muhatap olduğunuzda onların o ortamlarından da gerekli rahatsızlığı duymazsınız. Ondan dolayı da o ortamlarda zamanınızı geçirmemek için büyük çaba ve gayret içinde olmazsınız.

Dünya yaşamı, yolun sonunda varılacak değerli yaşamın buradaki provası olduğunu anlamak ve oradaki yaşam için bu yaşamın öneminden dolayı zamanı ve ömrü anlamlı geçirmek gerektiğine inanarak önemli bir yaşam oluşturmak insanın, bu hayatın sonunda hesap görülecek bir durağın olduğuna inanmasından dolayıdır.

Yaşadığımız çağda ve bulunduğumuz ortamlarda, soylu bir duruşa ve içine yalan katılmamış, lakırdıdan uzak anlamlı yaşamın neferleri olamaya aday olmak lazım. Öyle bir yaşama aday olmayı göze alamamak, değersizleşen dünyanın kendisine değer verenlerin, değersizleşen hayatları ve varlıklarıyla evrenimiz dolup taşacak. Sonrasında dünya yaşamı hepten kötüye gittiği zaman bunların gazaba duçar olması kaçınılmaz olur. Dolayısıyla yalandan, lakırdıdan ve boş şeylerden uzak durarak soylu bir duruş oluşturmak evrenimizin imhasının durmasına ve gazabın gecikmesine neden olur. Yani insan kendi gazabını kendisi yaklaştırır. Onun içindir ki, bizler Evrenimizi kuşatan yalan ve aldatıcı soysuz bilgilerin tasallutundan kurtulmak zorundayız. Yoksa hep birlikte evrenimizin ölümüne davetiye çıkartırız.

Yalan ve lakırdıların eksik olmadığı bir yaşamın, nefes aldığımız her ortamda hissedildiği ve yaşandığı dikkate alındığı zaman, bunların kapsam alanından çıkarak, insanca bir yaşam ortaya koymak insan onurunu kurtarmak için gerekli ve zorunludur. Mümin bulunduğu ortamda bu yaşamlara şahit olduğunda onlarla iç içe bir yaşam sürmez. Onları terk ederek soylu bir yaşamın oluşumu için katkı sunar. Bunlara göz yumarak onlarla gününü gün eden bir mümin düşünemezsiniz, çünkü Mümin Allah’ın belirlediği ölçülere uygun yaşar. Bu ölçüleri hayatına referans almayan bir yaşamı Allah’a iman edenlerin hayatında görürseniz biliniz ki orada rota asıl hedeften çıkmış, yaşama farklı etkileyiciler yön vermeye başlamış demektir.

Gözlerini kalplerini ve kulaklarını hakikate kapatan ve oralı olmayan bir Mümin düşünemezsiniz.Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler.”

“Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında, kör ve sağırlar gibi onlar üzerine kapanmazlar.” Yalana şahitlik etmeyi bırakın tanık olmak bile onları alçaltır. Onun için Allah’a iman eden soylu bir yaşamın neferleri, yalanla ilgili ortamlara tanık olmaktan utanç duyarlar, bırakın onların savunulmasını… Oysa yaşadığımız ortamlarda İnsanlar tanıdıklarının ya da taraftarı oldukları bir düşüncenin savunanın dilinden insanlık aleyhine olumsuz ve yalan ifadeler çıktığını gördüklerinde, ona karşı koymadıkları gibi, onun sağında solunda içinde gizli kalmış kendilerinin bilmediği hikmetler arar olmuşlar. Böylesi bir yaşamın onurlu ve soylu bir yaşam olduğunu düşünebilir misiniz?

Allah’ın kulları Allah’ın ayetleri karşısında kör ve sağır davranmazlar. O ayetlerin önüne başka bir söz geçirmezler, Allah’ın sözlerini başka sözlerle yarıştırmaz ve böyle yapan ortamlara tanık bile olmazlar. Allah Ayetleri üzerine tartışan ve onu gündem yaparak onunla ilgili kendi kanaatlerini ayetlerin üzerinde tutarak kendilerini ön plana çıkarıp kendi konuşmalarının gündem olmasını isteyen bir varlık, Allah’ın sadık kulları arasında yer alamaz. Günümüzde Allah’ın bir ayeti gündeme alındığı zaman Müslümanım diyen birçok ortamda şimdi ayetlerin zamanı değil, onları bir tarafa bırakalım diyerek, onu öteleyen ya da ondan uzak farklı konuları gündem edinenlerin bulunduğu ortama tanık olanlar da bu kapsam içinde yer alırlar. Allah’ın ayeti dendiği zaman hemen Kur’an’daki vahiy değil burada vurgulanan, hakikat olan her şey Allah’ın ayetidir. Bilimsel hakikatler, düşünsel ayetler varlık âlemindeki ayetler bunların hepsi, kulaklarımızı açmamız gözlerimizi kapamamamız gereken ayetlerdir. Ayet sadece vahiy demek değildir, âmâ hakikate tanık olan deliller alametler demektir. Bu alametlere gözlerimi kapayamayız. Onun içindir ki, Allah’a kul olanlar, bu hakikatleri iyi anlamak ve onlara gözlerini kulaklarını açarak, soylu bir tavırla tanık olmaları gerekir.

Mümin bulunduğu ortamın belirleyeni değiştireni ve yeniliklerin taşıyanı olarak hakikate şahit olmak zorundadır. Hakikate şahit olmayan günlük yaşamı işgal eden olumsuzlukların içinde yer alan ve onlarla boğuşup hakikatin yaşanabilir bir gerçeklik olduğuna şahitlik etmiyorsa, böylesi yaşamlar gazabın yaklaşmasına sebep olurlar. Yeryüzünde hakikati yaşayan ve o uğurda onurlu ve soylu mücadele ortadan kalkmış ve herkes bulunduğu halden memnun olmuşsa, İyilikler ortadan kalkar. İyiliklerin ortadan kalktığı yere Allah’ın hükmü hak olur. Onun içindir ki, yaşadığımız ortama gazabın gelmesini istemiyorsak kendimizle ilgili problemleri çözerek hakikate tanık olanlardan olalım ve yalancılığın egemen olduğu ortamların hiçbir noktasına tanık olmayalım…

Rabbim bizleri soylu bir duruşla vakarlı bir tavırla, yalancılığın lakırdıların egemen olduğu ortamlardan uzaklaşmayı nasip etsin ve boş olan her şeyden yüz çevirerek insanlık için faydalı ve hakikate tanık olacak yaşamı bizlere armağan etsin…

Bahadır Hataylı/03.04.2022/18.39

3 Nisan 2022 Pazar

KÜRESEL GELECEK NASIL PLANLANIYOR?

 

Dünya yeni oluşumun kaçınılmaz gelişine gebe görünüyor. Ancak geçmişten gelen bilgi dağarcıklarıyla bu süreci okumak mümkün olmadığı için, ülke yöneticileri bu sürecin altında kalmayla yüz yüze gelebilirler. Geçmiş yazılarımda da bu konulara çok değinmiştim. Gençlik için sanal dünya gerçek yaşam haline getirildi. Özellikle Z kuşağı ile reel yaşam arasındaki bağlar neredeyse koparılmış görülüyor. Dünyanın her tarafındaki bu kuşağın etkileyen uyaranları ve bu uyaranlara karşı gösterdiği tepki ortak davranışa dönüştü. Çünkü sanal ortamdan gelen beslenme kaynakları onların düşünce ve davranışlarını da ortak noktaya taşıdı. Bunun oluşturulmasındaki temel amaç, dünyayı yeniden dizayn etmek isteyen güçlerin, bu gençleri daha kolay kullanarak amaçlarına ulaşmada bir kobay olarak kullanma arzularıdır. Z kuşağı için ortak bir kültür, yani küresel bir kültür oluşturduklarına inandıkları anda yenidünya düzeninin başlaması için düğmeye bastılar. Bu süreç öncelikle Corona korkusuyla yaygınlaştırıldı, sonra bunları önleme ve insanların tedirginliklerinden faydalanarak istedikleri farklı destek güçlerini devreye soktular, ardından gıda krizi senaryoları, gelecek korkusu, Dünya savaşı vs. gibi. Tüm bu görünenlerin arkasında aslında bir planın belirli bir program dâhilinde işlediğini görmekteyiz.

Küresel dizayn şebekesi, Z kuşağı olarak bilinen gençleri önce duygusuz bir robot haline getirmeyi başardı. Bunu dünyanın her tarafındaki gençlikte başardı. Yani ortak kültür oluşturdu. İnsanların bilişsel ve kavrayış dinamiklerini imha ederek, onun yerine Uyarıcı-Organizma-Tepki süreciyle ortaya çıkan bir davranışa onları mahkûm etti. Yani insan bir mekanik araç haline geldi, duygusuz, acıma hissi olmayan, sadece kendi çıkarları için yaşayan ve bunu da kısa zamanda en yüksek haza çıkabilecek düzeye ulaşabilecek isteklerle donattı. Yani neslin sahibi oldu, o nesillerle dünyanın her tarafında istediği renkli devrimleri yaparak, istediği yönetimleri kurarak dünyayı tek elden yönlendirme ve yönetme becerisine ulaşmış oldu. Bu yaşamı oluşturabilmek için harcadığı finans emek ve zamanı fazlasıyla geri almadan dünyanın düzene girmesi pek mümkün görünmüyor.

Son on yıldır, gençlerin çok hızlı bir şekilde belli odaklarca istilaya uğradığını bunları önlemenin yolu, gençliğin sahip olduğu yetiler ve gençliğin yaşadığı dönemin zamanıyla uyuşan denklemler kurarak, gençlere sahip olmak isteyenlerin tüm amaçlarını boşa çıkarmalıyız. Yoksa biz boşta kalabiliriz diye avazım çıktığı kadar bağırarak hem yazdım hem bir vesileyle konuşmacı olarak gittiğim ortamlarda çokça dillendirdim. Ancak biz hep şikâyet ettik, gençlerin neden deist olduklarını anlamak istedik, sonuç kocaman fiyasko ile sonuçlandı. Çünkü okullarda din dersi sayısını artırarak veyahut İmam Hatipler açarak üstesinden geleceğimizi sandık. Bu algıyla hem gençleri kaybettik ayrıca kaybetmekle kalmadık çünkü onlar belli güçler tarafından kuşatılmış oldular. Önce ortak kültür oluşturuldu, sonra o kültüre uygun arzu ve istekler listesi küresel paylaşım ağlarıyla yayıldı. O listelere ulaşamayan gençlerin tepkisel bir yaşam oluşturması için çabalar harcandı. Bu çabalar ülkelerin daha çok yönetimleri ile gençleri karşı karşıya getirdi. Gençlerin bu taleplerini karşılayamayan veya karşılamayan yönetimler, gençliği kendisine düşman bildi ve onları gerdikçe gerdi. Gençler bu gerilimin faturasını yetkili ve etkili kurumlara kesmek isteyebilirler. O zaman da gençlerin bu isteklerini eyleme dönüştürecek şekilde gençleri kaşıyarak Yetkililerle karşı karşıya getirecekler. Yani karanlık ortamların senaryosu yazılmış, ama oynanması için böyle bir süreç lazımdı o da oluşturulmuş oldu.

Küresel Dizayn şebekesinin amacına ulaşmak için kullanacağı aparat, tamamıyla dünyanın Z nesli olacaktır. Kullanımı kolay, duygulardan eser yok, haz ve hız denklemine göre bir yaşam oluşturulmuş ve bunun için de gençlerin kendilerini avutmaları hedeflenmiştir. Gençliğin bu hale getirilmesi, geçmişin imha olduğu yerde onların duygusal refleksler geliştirerek tepkilerini göstermesini istemedikleri için böyle bir hedef oluşturdular. Geldiğimiz nokta itibarıyla bu amaçlarına ulaşmışlar gibi görünüyor. Güney Amerika’da Şili Cumhurbaşkanının bir genç olması çok sevimli gibi gelebilir, gençlin seçtiği bir yönetici olarak örnek gösterilebilir. Ancak Yenidünya düzeninde, Ya gençlerden oluşan yöneticiler gelecek ya da gençlerin diline uyum sağlayacak ve Küresel şebekenin oluşturduğu Z neslinin yaşamını ülke genelinde baskın kılacak yöneticiler atanacak. Bunları gören biri olarak, olaylar arasında neden sonuç bağları kurduğum zaman bu ihtimallerin, arzulanan bir yaşam biçimi ve yönetim anlayışı olduğunu görüyorum...

Dikkat ediyorsanız tutucu yöneticilerle ülkelerin gençliği hep karşı karşıya getirilmek isteniyor. Gençlik doğrudan onların oluşturmak istediği kültürün hem taşıyanı hem de savunanı durumuna geldiği için, yönetimlerin istenilen kıvama getirilip rehabilite edilmesinde potansiyel bir güç olarak kullanımı amaçlanmıştır. Küresel gıda kıtlığı senaryoları, anlamsız zamların gelmesi, korku senaryoları vs. yaşamı zorlaştırmak ve gençleri bunaltarak yönetimle gençleri çarpıştırarak, istedikleri sonucu almaktır.

Bunlar bir senaryo değil, senaryo olarak yazılmış ve uygulama alanından seçilen bazı örnekleridir. Bu süreci en az kayıpla atlatacak olan ülkeler, adil insani yaşam planı uygulayanlar olacaktır. Adalete vurgu yapanlar, hakça paylaşımdan bahsedenler, gelecek korkularını ortadan kaldıranlar ve özellikle gençlikle aralarındaki duvarları yıkanlar. Gençliği kullanmak isteyen küresel Dizayn şebekelerinin tuzaklarını atlatabilirler. Bunun ötesi bir mahkûm olarak yaşamaya aday olmaktır. Biz ülke olarak bu küresel şebekenin yenidünya düzeni oluşturma isteğinin içine çok hızlı girdik. Coronayla yayılan korkuları bilim kurulları eliyle yaygınlaştırdık. Çünkü Corona Yenidünya Düzeninin birinci ayağını oluşturuyordu. Gençler önce bunlara hiç inanmadı ama daha sonra o korku bunlarında içine sindi, ancak, sonrasında aşılama istenilen düzeyde olmamış olsa da aşı olanlar açısından baktığımızda planın ikinci ayağı da bir anlamda sorunsuz başarılmış görünüyordu. Gençlikte yavaş yavaş kıvamına ulaşıyordu. Genellikle işsiz veya düşük ücretlerle çalışan insanlar olduğu için Z nesli, ciddi zorlanmalarla karşı karşıya bırakılıyordu. Hatta gelen zamlar bunların hız ve haz dengesini çok kötü etkiliyordu. Sorunların kaynağında dolaylı olarak ülke yönetimleri olsa da, küresel güç asıl kaynak olmasına rağmen kendisini hedef dışı bırakarak, istediği düzeye getiremediği devletleri, kızgın hale getirilen bu gençlerle baş başa bırakarak kaos ortamı yaratmayı düşünmeye başladılar. Onun içindir ki, ülke yöneticileri gençlerle çatışmadan onların dilini anlayacak, isteklerini çözümleyecek ve onları küresel şebekenin yenidünyayı dizayn etme aparatı olarak kullanmasına asla fırsat vermeyecektir…

Ne yazık ki geldiğimiz nokta itibarıyla baktığımızda ülke gençliği potansiyel tehlike olarak görüldüğü gibi ülkenin kazanımlarını tüketen ve yok edecek nesiller olarak görülmektedir. Geleceği teslim alacak olanlara bu anlayışla bakılır ve onlarla uyumlu bir süreç yakalanmazsa, küresel dünya baronları onları, faydasına olacak her alanda kullanmayı deneyecektir. Batı Genç nüfus açısından hep kan kaybettiği için, genç nüfusu fazla olan ülkeleri hedef alarak o nesli çatışma ortamlarında imha etmeyi düşünmektedir. Yani hem ülke yönetimlerini kontrol altına almak için kullanıyorlar, hem de yönetimlerle karşı karşıya getirerek onları imha edebiliyor, yani ne ülkelerin geleceği güçlü olsun, ne yönetimler benim isteğim dışında olsunlar diye düşündüğü için, genç nüfusa sahip ülkeleri ciddi bir açmaza sokmaktalar. Bu ülkelerin başında da yine bizim ülkemiz gelmektedir.

Devlet, ülke insanıyla çatışmayacak ve gençliği karşısına almayacak yeni planlar yapmak zorundadır. Çünkü bu gıda pahalılığı krizi gençleri ciddi bir reaksiyona hazır hale getirmektedir. Küresel krizden bahsediliyor, aslında küresel kriz değil bu, bu yenidünya düzeninin plan ve programıdır. Bu programın bizim dışımızda bizi kuşatan kabuk gibi saran bir sarmal olmasını istemiyorsak hem toplum dinamiklerini hem de dünyada oynanan oyunları ve amaçlarını iyi okumak gerekiyor. Biz ancak doğru okuma ve doğru tavırlar geliştirerek bu planın uygulaması için kullanılan bir kobay olmayız. Aksi takdirde bizi imha edecek bir düzenle karşı karşıyayız.

Devlet, böyle global kirli planların içinde kendi insanının olmasını istemiyorsa, o zaman insanın zaaflarını kullanabilecek küresel baronların keşfedeceği açık kapıları kapamak zorundadır. Adaleti esas alarak insanca yaşamanın gerekliliği ve hakça paylaşımın dünya yaşamında olmazsa olmaz bir ilke olduğunu, bunu tüm mazlum mahrum ve garibanların yaşadığı ülkelerde çaba harcayarak, bu güçlerin oyununu bozacak küresel başka bir plan yapmak zorunludur. Bunu yapanlar, yenidünyada gençlerini koruyacak ve o gençlerin ülkelerine sahip çıkacak bir yaşam oluşturmalarına katkıda bulunmuş olacaktır. Yapamayanlar da kendi geleceklerini kendi elleriyle imha edeceklerdir.

Bu olumsuzluklar kemikleşmeden ve toplumun her alanında yaygın olan bir olumsuzluk olarak benimsenmeden, devletin bu alanlarda ciddi çıkışlar ve programlar yapması gerekir. Bu plan ve programların başında da adil yaşamın ve paylaşımın insanın onuru, huzuru ve mutluluğu için kaçınılmaz olduğunu bilerek onun gerekliliğini içselleştirerek uzun soluklu bir hamle başlatması gerekmektedir. Bu hamleler, inandırıcı ve toplumun her alanında hissedilen türden açılımlar olmalıdır. Şu kararlar alındı, şu komisyonda görüşüldü, meclisin şu oturumunda onaylandı gibi sözle ifadesi olup, yaşamda karşılığı olmayan uygulamalar, hayatın dışına atılmalı ve hayatla iç içe olacak yeni uygulamalar yapılmalıdır.

Devletlerin varlığı ve devamı onu sahiplenen kendi insanlarının katkısıyla olur. Kendi insanlarını başkalarının yönettiği ve yönlendirdiği dünyada ülkelerin gelecekleri tehlikede demektir. Bu tehlikeleri fark etmek ve bu konularda bilgi paylaşımında bulunan aydınlarımızın çabaları yönetici sınıfın dikkatini çekmesi gerekiyor, şayet dikkate alınmıyorsa, yönetim eliyle geleceğimiz karanlıklara taşınır. Biz ülke olarak yönetimden gelen mesajların hep doğruluğuna inanmış ve o mesajları ileten medya organlarını da sorgulamadan tasdik eden bir toplumuz. Bilgi dağarcıklarımız da sadece o duyduklarımızla sınırlıdır. Teba ve onların biraz daha üstü sınıfta bile bilgi birikiminin kaynağında bu saydıklarımız vardır. Aydın entelektüel insanlarımız bile, televizyon ekranlarında kör dövüşü yaparak bir kısmı bu olumsuzlukları örtmeye çalışırken bir kısmı da bunlara karşı görüş beyan ederek tahterevalli oynar durumdalar. Toplumdan ne kadar taraftar toplayacağız bizim oyunumuz ne kadar tutuyor caba diyecek gibi bir algı ile toplumsal yaşamın sürekliliği, nesiller ifsat etmeden devam etmez. Zihin kalıpları farklı şekillere bürünmeden, arzu ve istekler değiştirilmeden, aile ve eğitim yaşamınız kontrolünüzün dışına çıkarılmadan, toplumsal çatışa üzerine bir yaşamın sinir uçları aşındırılmadan size bu hakkı tanımazlar ve de tanımıyorlar. Ancak bu aşınma kodlarını ele geçirdikleri zaman sizin varlığınızın devam etmesi pek bir tehlike oluşturmuyor, çünkü onlar sizin rutin dışı bir çabanızda, bu gediklerden sizi ele geçirecek duruma gelirlerse sizin toplumsal varlığınızın devamını isterler. Yenidünya düzeninin tüm plan ve programı bu şekilde düzenlenmiştir. Onun için bu düzen İnsanlığı imha etmenin yeni adıdır. Bu düzen ellerinde patlayabilir. Alvin Toffler’in deyimiyle, ”Dünyayı nasıl Bir Gelecek Bekliyor ”eserinde 31 yıl önce okuduklarım arasında, üç kutuplu yenidünya düzenine doğru bir gelecek var. Bu üç kutuptan biri ABD’nin öncülüğündeki Batı, Rusya ve Çinin Öncülüğündeki Kuzey Bloku ve Müslümanların yaşadığı ülkelerden oluşan üçüncü blok… Bu Blokun başında Türkiye, Pakistan, İran gibi ülkeler Türki Cumhuriyetler ve diğer Afrika’daki mazlum halklar Arap ülkeleri ve güney Asya’daki Müslüman ülkeler diye bir kapı aralıyordu. Geldiğimiz noktadan baktığım zaman Yine en iyi noktada bizim ve bizimle yan yana yürüyecek ülkelerin dünyanın kurtuluşuna katkı sunacak ülkeler olduğu inancındayım. Onun için bizim aydınlarımızın sadece akademik apolet almak için birkaç makale yazarak onlarla kendilerini avutmaktan çıkıp, sorumlu duyarlı ve geleceğe katkı sunacak bir havari olarak kendilerini konumlandırmaları gerekir diye düşünüyorum. Dünyanın tüm halklarına adalet üzere kurulacak ve herkesin bu yaşamda mutlu ve huzurlu olma hakkının olduğu ülkelerin zenginlikleri kendilerinin olduğu onlara anlatılarak onları da harekete geçirecek bir aydın olarak mücadele etmeleri hem gerekli hem de kaçınılmaz ve zorunlu olduğunu düşünüyorum. Yenidünya düzenindeki yerimizi sadece yönetimlerin belirlemesini beklemeyelim yöneticilerin çabalarına katkı sunmak olsun işimiz gerektiğinde düzeltici bir fonksiyon üstlenelim…

Geleceği iyi yönetemeyenlerin nesilleri heba olacaktır. Bugünü dikkate almayanların da geleceği yönetecek ekipler içinde yer almayacağı kesindir. Onun için diyorum ki biz dünyanın yeniden kurulacak düzeninde Adalet üzerine oturacak bir hayatın temsilcileri olarak kendimize gelelim, sadece laf söylemek için konuşan ve yazanlar olmanın dışında, dertli bir insan olarak omuzlarımızda insanlığın sorumluluğunu taşımaya aday olalım ki, Hesaplarımız kolay olsun…

“İnsanların hesabının görüleceği gün yaklaştı, ancak onlar daldıkları gafletle hala yüz çevirmekteler…”Rabbim bizi idrak edenlerden eylesin Ramazanın hayrı bize dirilmeyi getirsin…

Selam muhabbet ve dualarımla…

BAHADIR HATAYLI/01.04.2022/02.15

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!