Bu Blogda Ara

21 Mart 2022 Pazartesi

DEMİR TAVA GELMEDEN KÖMÜR TÜKENİRSE!

 Öyle zamanlarım oluyor ki yaşam içinde, kendimi kritik kütle gibi görüyorum… Işıklarda durmaktan yorulmuş olan yayalar kalabalıklaşınca nasıl ışığın yanmasını beklemeden hemen yola dökülerek üzerlerine gelen arabayı hesaba katmadan büyük bir cesaret sahibi oluyorlarsa, ben de öyle durumlarda üzerime gelen tehlikeleri hiç dikkate almadan dalmak istiyorum en tehlikeli noktalara!

Zaman çok hızlı ilerlerken, hayat yolunda her an kırmızı ışık sürekli yanabilir endişesiyle kendimi kritik kütle gibi görüp hayatın her noktasında olmak isteyen, önüne geçilmez kenetlenmiş bir topluluk gibi hissediyorum. Bu duyguların, coşku ve heyecanımı zirvelere çıkardığı bir anda kendimi, kendim dışındakilerle buluşturmak için sokaklara çıktığım an, hayatın tüm ağırlığı üzerime çöküyor ve kendimi tam bir depresif hasta gibi hissetmeye başlıyorum. Acaba benim gibi, farklı yerlerde mani melankolik yaşayanlar var mı diye sormaktan da kendimi alamıyorum. Aslında anlatmak istediğim kendimle yaşarken tam bir mani durumunda kritik bir kütle olup çıkıyorum, âmâ başkaları için yaşamak gerektiğini de düşünerek, diğerleri için düşündüklerimi gördüğümde, bir anda melankolik hasta oluyorum. Elim ayağım tutmaz oluyor ve bunu hak etmeyenler için neden bu kadar kafa yoruyorum diye, neredeyse Âdem aleyhi selama yüklenilen günahların hepsinin sorumlusu ben mişim gibi kendimi kınamaktan gına gelmeye başlıyor.

Merhum Üstat Sezai Karakoç’un, “Her hareket bir insanın ayağa kalkmasıyla başlar ”dediği bu güzel özlü sözü düşündüğümde acaba reel ortamlardaki insanların sürü psikolojilerini hiç dikkate almamış olabilir mi acaba, diye sorgulamaktan da kendimi alamıyorum. Hakikaten, sözler söylendiği zaman çok güzel, ancak bunların yaşam alanında bir testini yapmak istediğinizde, bu güzel sözler çoğu zaman elinizde patlıyor.

Her şeye rağmen kritik kütle olarak kalmaya razıyım, yoksa kendimle savaşmaktan kendimi de imha edebilirim. Beynim, yüreğim, duygularım, duyumlarım hayallerim ve yaşadığım ortam arasında, her an durmayan ve dinlenme molasına hiç ihtiyaçları olmayan savaşların verildiğine tanık oluyorum. Tek bir fert olarak düşündüklerimi, toplum gibi yaşayıp kendim dışında olan olumsuzlukları dikkate almadan ve etkileşimden sarsılmadan bir yaşam ortaya koymaya çalışsam da, fizik kurallarındaki sürtünme kuvveti bazen bizi yavaşlatabiliyor, sonrasında yer çekiminin etkisine yenik düşerek, mücadele ruhumu yaralayabiliyor. Bunlar olur mu yahu diyenlerin olması mümkün, ancak olur mu soruna verilecek cevap ise mümkündür. Neden mümkün, Bir insan olarak Yaşadığımız alan, bizim için verilen özellikleri etkileme gücüne sahip olduğundan böylesi sonuçlarla karşılaşmakta gayet doğal olabiliyor. Ovanın ortasında yapraklarıyla gürleyen bir kavak ağacı düşünün, kendi kökü üzerinde durmasına rağmen öyle olur ki, esen rüzgârın etkileme yönüne doğru eğilir yatar ve rüzgârdan sonra tekrar doğrulur. Ama onun hareketini sağlayan rüzgârdır. O rüzgârın etkileme gücü olmasa, ağacın hareket kabiliyetine şahit olamazsınız. Rüzgârın şiddeti çok olduğunda ağaç bazen kırılabiliyor, toplum ile fert arasındaki ilişki durumu da böyledir.

Fikir insanları, yöneticiler, sosyal ilişki yönü güçlü olması gereken mesleklerin durumu rüzgâr ile kavak ağacı arasındaki ilişki gibidir. Toplum hep uyuma modundaysa, toplumdaki bir yönetici ya da fikir adamı ürettiklerini kime sunması ve ne için mücadele etmesi gerekir çoğu zaman bir paradoks yaşar. Âmâ toplum düşünen sorgulayan doğru ile yanlış arasındaki çizgileri fark eden ve daima bu çizgilerin açıkta olması için çaba harcıyorsa, yöneticileri onlardan bağımsız veya onları hiç dikkate almadan bir yaşam ortaya koymaz ve de koyamaz. Aksi yönde bir tavır geliştirirse, rüzgârın şiddetinin kavak ağacını söküp götürmesi gibi, toplumun rüzgârının da kendisini yok edip imha edeceğini bilir. Onun için kendi yaşamını ve geleceğini durup dururken riske atmaz. Toplumdaki homurdanmalar yönetenlerin ortaya koydukları olumsuzluklardan kaynaklanıyorsa, o halde neden insanlar öylesi yöneticilerine karşı hiçbir ses çıkarmazlar. Zaman zaman insan fizyolojisi içine sindiremediği besinlerin verdiği rahatsızlıklardan kurtulmak için, içine biriken gazları dışarı atıp rahatlamak ister, geğirir ve rahatlar bir daha ki gaz birikmesine kadar. Dolayısıyla metabolizma bu yöntemle yaşamını devam ettirir.

Toplumsal yaşamda kitlelerin içinde de buna benzer ciddi toplumsal gazlar oluşmaya başlar, bu gazlar atılmadığı zaman rahatsızlık sizi yer bitirir. Bunların çabucak boşaltılması gerekir. Toplumlarda oluşan bu gazları boşaltarak insanlara o gazın hiç etkisi olmamış gibi farklı seçenekler sunarak onları normal alışılmış hayatlarına tekrar döndürmenin yolu, yönetenlerin, tebaasının zaafını çok iyi tespit etmesiyle ilişkilidir. Bu zaaflar her gaz birikmesi dönemlerinde ustaca kullanılır ve insanların gazı alınır, toplum yeniden kaldığı yerden iki ileri üç geri adım atmaya devam eder, körler sağırlar birbirlerini ağırlayarak, yol alıp giderler.

Dolayısıyla hiçbir olumsuzluk durup dururken bir toplumun başına gelip talih kuşu gibi konmaz. O talih kuşunun konacağı yuva hakikaten o kuşu ağırlamaya uygunsa talih kuşu gelip orada gönül huzuruyla uykuya dalar. Ataların bazı sözleri, hakikaten yaşam deneyimlerimiz oluştukça, daha bir anlam kazanıyor.” Böyle saça böyle tarak” gibi mesela. Tarağın üzerinde üç dört tane diş kalmış, adam diyor ki, bu tarağı yeni mi aldın, evet peki bunun hali ney dediğinde, siz ona diyorsunuz ki zaten kafamda saç mı var, kafamı kaşımak için aldım diyorsunuz. Yani sizin kafanıza uygun bir tarak almış oluyorsunuz. İşte, hayat tam da böyledir. Tarağın dişleri yoksa sizin kafanızda da saç yoktur, tarak çok güzel ve görkemli ise, kafanızdaki saça önem verdiğiniz için öyle bir tarağı almış olabilirsiniz.

Kendi toplumumuza biraz yaklaştığımız zaman, nelere şahit olmuyoruz ki bu bağlamda. Halk devletin yaptığı zamlardan şikâyet ediyor ama kendisi kiracısına 1000 liraya verdiği daireyi 3000 liraya çıkarıyor. İnsanın alım gücü belli 4000 bin lira maaş alıyor, gelmiş sadece oturduğu evden kira olarak bana 4000 lira vereceksin hayat zorlaştı diyor. Be hey adam(san),hayat zorlaştı diyerek seninle ilişkili olan bir insana hayatı daha da zorlaştıran sensin, sen ona kolaylaştır ki, bir başka yerden de senin hayatın kolaylaşsın. Hale, sebze meyve geliyor, oradan alıp satıyor. Üçe aldıysa 13’e satıyor yahu kardeşim bu nasıl iş, böyle bir satış mı olur dediğiniz zaman, her şey pahalandı, gübre ilaç, nakliye, toplama işçiliği aklınıza gelmeyen gerekçelerle kendisini haklı çıkarmaya çalışıyor. Oysa o bahsettiklerinin hepsini üretici ödüyor ve ürettikten sonra, hale 2,5 liradan vermiş bu da gidip halden alıp getirip tezgâhına koyup satıyor. Kendisi bunu üç liradan almış, Halci kiloda 50 kuruş kazanmış, kendisi de 5 liradan satsa, o ana kadar kazananlardan çok fazla kazanmasına rağmen, gözü aç, raf fiyatını koyuyor 13 lira; be hey Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz bari kendinden birazcık utan, ama nerede!

Bir başka taraftan yönetime bakıyorsunuz, otomatik ayarlama sistemi ile zamlar koyuyor, süratlendikçe zam da süratleniyor. Ne kadar çok tüketirsen o kadar çok ödeyeceksin… Çok çarpık bir algı var orada, mesela bir adam gitse lokantaya bir porsiyon yemek yese sürekli müşteri ise normal fiyattan yer, ama adam her gittiğinde üç porsiyon tüketiyorsa, normal fiyattan pazarlık yapar, satıcı sürümden kazandığı için indirim yapar. Oysa bizim devlet tam bir mantık tutarsızlığı içinde uygulama yapıyor ve herkeste bunu yiyor. Yahu bunlar deli Dumrul’da bile yok… Yani şuraya getirmek istiyorum, rüzgâr çok yıkıcı, kavakta rüzgârla yarış halinde ise, oradan size bir fayda olmaz. Sadece kendi kendinizi yer bitirirsiniz.

Böyle ortamlarda ne kırmızı ışık belli ne yeşil ışık kimin ne zaman nereden geçeceği belli değil, her an karşınıza bir tır çıkıp size toslayabilir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, içimdeki hislerim bana hep kritik kütle teorisine göre yaşamam gerektiğini söyledi, o da bana yalan söylemiş; oysa kırılan sadece benmişim; bunu ancak kütlelerin moloz yığını haline gelen inşaat atıkları gibi, onları toplayıp atacak bir çöp kamyonunun gelmesini beklediklerini gördüğüm zaman anladım.

Fikirler, fikredenler içinde anlam bulur. Bir eserin muhteşemliğini idrak edecek ve onun estetik uyumunu kavrayıp ona muhteşem diyecek süjeler olduğu zaman anlam kazanır. Yani değerlendirme kriterine uygun ölçeğin olmadığı bir yerde, herkes ölçüyü şaşırır ve ölçüsüz bir hayat yaşar. Ölçüsüzlüğün olduğu yerde nesneye dönüşen hayatlardan, siz bir hareket devinim ve tutarlılık beklerseniz sadece beklemiş olursunuz. Onun içindir ki, öncelikle bu toplumda ölçünün şavkının kaydığı görülmeli ve o düzelmeden, olumlu bir yola girmenin imkânsızlığı kavranmalıdır. Ben bunu fark ettiğim anda, kritik kütle teorisinin hayatımda beni yoran en önemli bir kural olduğunu anladım, ondan sonra kendimle barışan beni oluşturmaya çaba harcıyorum. Bilmiyorum ömür yeter mi yetmez mi? Bildiğim bir şey oldu en azından, bir varlık kendisi için Bila bedelsiz ne fedakârlıkların yapıldığının farkına varmıyorsa idrak sahibi olarak, onlar için sarf edilen her eylemin karşılığı sadece ömür tüketir. Ömrünüzü değmeyecek olanlara harcamayın anlamlı hayatlar için harcayabileceğiniz sermayeniz kalsın…

Son olarak şu veciz sözle satırlarımı noktalıyorum.” Demir tava geldi ateş tükendi, akıl başa geldi ömür tükendi…”Rabbim kimsenin aklını ömrünün tükendiği dönemde çalışır duruma bırakmasın… Erken kalkan yol alır, yol almak için, vakit geçmeden, henüz gün batıda seyrederken kendimize gelmenin vakti olsun, yoksa gün batıdan doğarsa yapacak bir şey bulamayacaksınız!

Selam saygı muhabbet hürmet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/19.03.2022/02.43

20 Mart 2022 Pazar

MASKELİ BEŞLER FİLMİ GÖSTERİMDEN KALKMALI (!)

 “…Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. Resul size ne verdiyse onu alın; sizi neden yasakladıysa ona son verin ve Allah'tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. ”Haşr Suresi/7

Allah’ın bu beyanını dikkate almayanların dikkate alınmayacak güne gelmeden önce, bir uyarı ve hatırlatma olması için bugün bu konuda düşündüklerimi siz değerli dostlarla paylaşmak isterim…

İnsan, beşer olarak öyle isteklere sahip ki yemekle doymak bilmeyen bir oburdur. Ne kadar çok elde ederse daha fazlasına sahip olmak ve sahip olduklarıyla yaşam alanında kendisini ayrıcalıklı görme hevesindedir. İnsanın bu özelliklerini bilen yaratıcı bize uyarılarda bulunmaktadır.

Allah böyle düzenlemiştir ve Resulde o düzeni insanlara anlatarak uygulamasını yapmıştır. Bilal’le Ebubekir’i kardeş yapmış ve aralarında bir ayrıcalık ve imtiyaz bırakmamıştır. Bugün camilerde vaizlerde çok duyarsınız onların kardeşliğini anlatanları ve bağıra bağıra Azrail canınızı alacak gibi üzerinize saldırarak onların kardeşliğine vurgu yapanlara şahit olmuşsunuzdur. Ancak onların yaşadığı kardeşliğin zerresi hayatta yokken konuş babam konuş, dilin kemiği yok nasıl olsa söylediğinde dinleyen çok, bir Allah’ın kulu kalkıp kardeşlik yokken bunları neden anlatıyorsunuz cesaretini gösterecek durumda değil. Çünkü onlar konuşacak kendisi de dinleyecek din böyle olmuş ve onlarda öyle alışmışlar.

Malın mülkün paranın belli ellerde toplanarak onların ukdesinde istediği gibi kullanılmasına neden Allah müsaade etmiyor da genele yayılmasını istiyor olabilir? Mal mülk kudret demektir. Kudret güç sahibi olmaktır. Güç sahibi olmak, insanın kendisine ayrıcalıklı bir yer taktim edeceği ve o yeri de herkesin onaylaması için baskı yapma risklerini ortaya çıkarabileceği anlamına gelir. Yani bu olay doğrudan ilahlaşmaya giden ilk adımlardır. Allah kendisinden başka ilahı asla kabul etmez, onun için de, kudrete giden yolların hepsini kapayarak, gücün dağılımını istemektedir. İnsanlar arasında gücün dağılımının önüne geçmek ve belli kişi ve tüzel kuruluşlara ayrıcalık tanıyarak tüm imkânların kullanılmasında onların öncelik sırasının olmasını istemek doğrudan Allah ile savaşmaktır. İnsanların kendi emekleri ile kazanımlarında bile fakir fukaranın hakkının olduğunu ve onların payını, zenginin malının içine koyarak, kazandıklarında bile kudret sahibi olmalarını istemeyen Rabbimiz, başkalarının hakkı olan mal ve mülkün belli ellere taksim edilmesine hepten iyi bakmayacağından zerre şüphem yoktur.      

Yeryüzü firavunları Kudret sahibi olmak için yarış halindeler. Onların yüceliği sahip olduğu dünyalıklar üzerinde ne kadar söz sahibi olmasına bağlıdır. Eğer mal ve hizmetlerin dağılımında istediğinize istediğiniz kadar taksim edip onları da sizin kontrolünüzde evirip çeviriyorsanız, o sizin kendinize olan güveninizi artırmaktadır. O güvenle kötülüklerin yayılmasında tetikleyici bir güç olabiliyorsunuz, iyiliklerin önlenmesi ve durdurulmasında da bir fren olmayı isteyebiliyorsunuz, çünkü kudret sizin elinizde istediğiniz gibi at oynatacağınıza inanıyorsunuz.

Genellikle Hukuktan uzak, kanunlarla yönetilen ve bu kanunlarda güçlünün menfaatlerini korumak amaçlı çıkarılan kanunlarsa, orada her türlü oyunu oynamada kendinizi muhayyer görebiliyorsunuz. Toplumsal düzeni kaosa çevirecek ortamlar oluşturuyorsunuz, siyasal sistemden beklentileriniz yerine gelmediği zaman onları götürüp yerine daha farklı seçenekler oluşturabiliyorsunuz. Tüm bunlar kudret sahibi olduğunuza inanmanızla yaptığınız eylemlerdir. Son yıllarda ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman, hep büyük ve zincir marketlerden şikâyetlerin olduğuna herkes şahit olmuştur. Fiyatların sürekli günlük saatlik değiştiğini ve yerinde duran bir malın, durduğu zaman kadar, neredeyse fiyatının yükseldiğini görüyoruz. Bunun temel sebebi ise bu zincir marketler, sistemin onlara tanımış olduğu ayrıcalıklar doğrultusunda kudret sahibi olduğu anda, kendisine ayrıcalık tanımış olanlara bile meydan okuyabiliyor. Bir anda seni ve düşünemediklerini yok edecek sıçramalar yapabiliyor. Bunların hepsinin temel sebebi, bunların güç olmasına fırsat veren anlayış ve siyasal yönetimler bu işlerden sorumludurlar. Birileri çok işçi çalıştıracağım diyerek her türlü imkânlara sahip olurken, bir iki işçi çalıştıracağım diyerek iş kurmak isteyenlere bu imtiyazları değil, yakın fırsatları bile çok görürseniz, gün gelir imtiyazlı kıldıklarınız sizin de gözünüzü oyar, onu hesaba katmayabilirsiniz, ancak Allah bunları çok iyi bildiği için uyarılarını yapmaktadır. Allah’ı hesaba katmayanların hesabı alenen şaşırdığı çağda yaşıyoruz. Aslında bu çağın adı dijital çağ olmakla birlikte, hesapsız yaşamanın hazına varanların hesapsız yaşayarak gazabı yaklaştırdıkları çağ olarak anılacağından hiç kuşkunuz olmasın. Bu işin sonu gazabın yaklaşarak gelmesidir.                        

Vahşi kapitalizm kendince, kendini kollayacak sloganlar bulmayı da ihmal etmemiştir. Her yönetim kendi iş adamlarını ve zenginlerini oluşturacak ve onlara imkânlar sunarak onları imtiyazlı kılacak ki, kendisi ayakta durabilsin.                                         Oysa hiçbir Firavun, Karunlara dayanarak ayakta kalmamıştır. Âmâ tüm Musalar mazlumların, mahrumların haklarını koruyarak ve zalimlerin zulmüne son vererek, Allah’ın nimetlerini Allah’ın kulları arasında adil paylaştırarak kendiliğinden ayakta kaldılar. Nedeni ise Allah’ın gazabına uzak, Rahmetine yakın olmalarındandır. Dünyada Küresel ifsat şebekesinin kendisini dayadığı büyük Karunlardan biri Bill Gates’tir. Onun güç sahibi olarak kudrette kimseye söz hakkı vermemesi, onun bu kadar rahat ifsat etme gücünün ortaya çıkmasına neden oldu. Daha onun gibi nice küresel Karunlar ifsat içinde dünyamızı cehenneme çevirme peşinde koşmaktalar.

Bunlardan sonra ülkemiz gerçekliğine biraz dikkat çekelim. Osmanlıdan bu yana Anadolu’da ağalık yaygındır; daha çok Doğu ve Güney kesimlerimizde daha belirgindir. Hatta Hatay, Vatan’a iltihak olmadan önce oranın toprakları birkaç kişi arasında paylaşıldı, ondan sonra Meclis fesih edilerek Türkiye’ye katıldı. Aynı durum Aydın Ağalarından biri olan Menderes içinde geçerlidir. Demirel’in döneminde zenginleşenler ayrı, Özal dönemindekiler ayrı Mesut dönemi ayrı, Tansu dönemi ayrı ve günümüzde ise Markalaşmış(!) beşli de bunlara bir örnektir. Yani mal ve mülkün belli ellerde toplanmasına göz yuman yönetimler, kendi bekalarını devamlı kılabilmek adına, kapitalizmin, toplumları imha eden bu formülüne sığınarak kendi varlıklarını tehlikeye atıklarını göremediler. Siz belli kişileri doyurmak ve onların sürekli verimli olması ve karlarına kar katmaları için hesaplamalar yaparsanız, onların dışındakiler o kadar önem ve ehemmiyet oluşturmaz. Çoğunluğun elinden malı alıp belli kişilere imtiyazlar tanıyarak onlar için fırsatlar yaratırsanız, genel çoğunluğu imha edersiniz. Genel çoğunluğun imha olduğu bir yerde ifsat başlar, ifsatın ortaya çıktığı yerde toplumsal gazap kaçınılmaz hal alır.

Bir devlet kendi halkına şüphe ve tedirginlikle yaklaşırsa, o halk o devleti sahiplenmez. Bir halk devleti sahiplenmezse, orada devleti yönetenlerin devamlılığından söz edilemez. Mesela bizim ülkemizde, Bir özelleştirme için temiz dürüst ve güvenilir bir vatandaş özelleştirme idaresine başvurup bir yeri almak istese, bunun için de bankalara özelleştirmeden alacağı yerin gelirlerini teminat olarak verse, bu kesinlikle kabul görmez ve muteber değildir. Ancak özel iltimas tanınanlar için aynı durum söz konusu olmaz. Çünkü onların dirhem paraları olmasa bile, sistemi yöneten anlayışlar onları hep korumuş ve korumaktalar. Onlar için tüm devlet bankaları musluğu sonuna kadar açarlar, süreyi uzatırlar, teminat almalarına gerek yoktur, zaten onlar bilinen malın mülkün ellerinde toplandığı makamlar olduğu için, yine mıknatıs gidi diğerlerini de rahatlıkla çekerler. Yani yönetim istemleri kendi elleriyle kendi tetikçisini ya da kendi kucağında celladını besleyip büyütürler hiç farkına varmazlar. Zorda kaldıkları zaman da, ekonomik gücü elinde tutanların gayri meşru kışkırtmaya dayanan eylem söz ve davranışlarını mercek altına alarak, tüm olumsuzlukların faturalarını onlara kesmeye çalışırlar. Bunları yaratanlar, daha sonra olumsuzluklarla karşılaştıkları zaman biz bilmiyorduk, böyle olur mu, en azından şöyle olmaları gerekmez miydi deme lüksleri olamaz. Allah’ın net olarak ortaya koyduğu bir hükmü hiç sayacaksın, sonrasında kalkıp bahanelere sarılarak kendini temizlemeye çalışacaksın. Öyle olmuyor bu işler kendisini mırrığa sokarken önemli değil buradan çıkınca temizleriz diye düşünenlerin, hepsi ağzına kadar o çamura battığında bağırmaya başlayarak onları oraya çekenin başkaları olduğunu söylemesi sahiden ne kadar inandırıcı olabilir.

Bazen duyarsınız güç zehirlenmesi oldu diyenleri, hakikaten güç bir zehirdir. Ancak insanlar bunu şifa sanırlar. Şifa olan güç, mutlak gücün yeryüzündeki kullarına zulmetmeyen onlara merhametle yaklaşan, adaletten asla sapmayan, Ben yanlış yaparsam bana ne yaparsınız diyen Ömer gibi güç sahiplerine karşı korkusuzca, ya Ömer Vallahi seni şu kılıcımla düzeltirim diyebilecek cesarette ve yürekte hakka şahitliğini adam gibi yapan EBU Zer’in bu çıkışından sonra secdeye kapanarak, Rabbim sana şükürler olsun ki, yanlış yaptığım zaman halkım içinden beni düzeltecek vatandaşlarım var diyecek kadar bir damla su olduğunu anlayan güçlerin sahip olduğu kudret, şifadır. Diğerlerinin tamamı zehirdir.

Kendi ülkemizde bu     zaafların hepsini yaşar olmamıza rağmen hala zaaflarımızın arkasında hikmet aramak nasıl bir duygu bunu anlamakta çoğu zaman zorlanıyorum ve aklım yerinde mi acaba diye kendi kendimi çek etmek zorunda kalıyorum. Gücü ele geçiren maskeli beşler filminin sinemalarda gişe rekoru kırdığı bir ortamda, başka filmlerin yapılması için finansal kaynak bulunmadığı için, farklı filmler oynamayacağından, her geçen gün sinemaların kapısına kilit vurulacağından kuşkunuz olmasın, çünkü kimse artık maskeli beşler filmine ilgi duymuyor(!)!

Bazen insan konuşmadığı zaman içinde ciddi bir sıkıntı duyuyor, işte ben de bu sıkıntıları atarak rahatlamak için yazarak kendimle yüzleşmeye çalışıyorum.                                         Bundan iki ay önce, parası olanların paralarını mevduat hesaplarına yatırmaları devletimiz tarafından özellikle istendi. Dövizin kur seviyesini aşağılara çekmek için… Ayrıca kur korumalı mevduat diye bir de anlaşılamayan dilde bir ıslık(!) çalıyordu, ben biraz meraklıyım nasıl oluyor bu acaba diye                                                             karıştırdım birçok yeri, karşıma tek bir cümle çıkıyordu özet olarak. Zenginler ellerindeki parayı bankaya yatırsınlar, üretim önemli değil(!)Yeter ki Döviz kuru biraz dinlenmek için uykuya geçsin o kadar koştuk olmadı bari bir devlet garantili mevduat enjektörü ile bir aşı yapalım ki, döviz uykuya dalsın istendi. Peki, soruyorum hakikaten bunda ülkenin genel çıkarları nerede, âmâ maskeli beşler filmindeki seyircilerin ve beşlilerin menfaatleri bayağı var, döviz almayın paranız zarar ederse devlet garantisi var denildi ve yine tek elde yani belli cenahta mal mülk toplandı sonuç, Cem Karaca’nın dediği gibi, ”bindik bir alamete gidiyok kıyamete…”Bunları söylemediğim zaman Hz. Ömer’in bana ne yaparsınız dediği durum gibi olmamasına rağmen, ifade edemeyeceksem kendimle savaşırım onun için kusura bakmayın söylemek zorundayım…

Amacımız gücü belli ellerde toplayarak fesatın çıkmasına sebep olmak değilse, o zaman neden üretici olan, tarım hayvancılık, arıcılık, fabrika sahiplerine, devlet garantili destekleme ve alım sözü vererek insanlarımızı üretime yönlendirmedik. Bu gün yaşam üzerimize binen kaliteli semerlerden üçüncüsünü sırtlanmak gibi ağır gelmeye başladıysa(!) bunların sebebini dışarıda veyahut ta başaklarında aramayacağız, aynanın karşısına geçip önce kendi yüz hatlarımızda oluşan gerilim çizgilerinde nelerin saklı olduğunu anlayarak, yeniden kendimize geleceğiz. Bunu yapabilecek olanlar hayata yeniden başlama şansını hala koruyor demektir.

Makalemizin başında Rabbimizin bize uyarıda bulunarak beyan ettiği sözü ile sonlandırmak istiyorum ki, bundan sonra bu ayetin hayatımıza katacağı bir değer olması için… Şair Lebid’in dediği gibi, “Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkûmdur. Yok, olmaya mahkûm olanlar, Allah’ın arzında dengeyi korumaları zorunludur. Dengeyi bozanlar veya dengenin bozulması için uygun ortam oluşturanlar, dengeyi bozmuş gibi gazaba sebep olurlar… Göklerin ve yerin Rabbi çok bağışlayan merhamet sahibi tek hükümran olan Allah’ın huzurundaki hesaplarımızın görüleceği günler çok yakın, kendi ellerimizle kendimizi gazaba atmayalım…

“…Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. Resul size ne verdiyse onu alın; sizi neden yasakladıysa ona son verin ve Allah'tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. ”Haşr Suresi/7

Selam ve hayır dileklerimle…

Erol KEKEÇ/20.03.2022/00.025

18 Mart 2022 Cuma

GEÇMİŞİN İSTEĞİ VE POLİTİKANIN KISKACINDAN ÇIKMALI EĞİTİM

Gelişmemiş devletlerin eğitimden anladıkları, standart örgün öğretim kurumlarında geçirilen zamana bağlı olarak, oralardan alınmış olan diplomalardır. Diploma sahibi olmak eğitimli olmanın en belirgin özelliğidir. Mesleki yeterlilikten anlaşılan da, meslek eğitiminin verildiği kurumlara hiç uğramadan ve o meslek hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan sertifika sahibi olmaktır. Son yıllarda ülkemizde de bu alanda mesleki yeterlilik sertifika programları olduğundan fazla rağbette, neden niçin, onu alanlar ne işe yarıyor bilen anlayan ve gören yok… Ancak bir mesleğe iş başvurusunda bulunduğunuzda o sertifikalara sahip olmanız şart, ancak o meslek hakkındaki tecrübe deneyim, ilgi ve alakan o kadar önemli değil… Esas önemli olan senin sertifikan da değil, işin aslına bakarsak peki nedir önemli olan diye sorabilirsiniz; sertifikaların kimler tarafından verildiği ve hangi kurumlara böyle bir hakkın tanındığı ve onların bu işten ne kadar kazandığıdır asıl önemli olan…

Bu örnek bizim ülkemizde esasla bu işlerin ne kadar ilgisinin olmadığını gözler önüne koymak için yeterli olsa gerek. Prosedüre uygun olduktan sonra sizin yapacağınız işin, alacağınız sertifikanın içeriğinin ne olduğu hiç önemli değil, önemli olan kanuni mi değil mi, eğer kanuni ise her şey tamam demektir. Belge sahibi olmanın, işin ehli olup olmadığınızın göstergesi sayıldığı bir yerde, deneyimlerinizin tecrübenizin işinizi severek yapmanızın, işiniz üzerine çığır açacak bir zenginliği barındırmanızın hiçbir önemi ve ehemmiyeti yoktur. O belgeyi alabiliyorsanız mesele tamamdır. En iyi ekonomist olabiliyorsunuz, hukuk hakkında tek söz sahibi oluyorsunuz, bunun en güzel örneklerinden biri şu anda canlı olarak varlığını sürdürmektedir. Bundan 35 yıl önce Sivas Cumhuriyet üniversitesinde bir araştırmacı bilim adamının, ismi önemli değil, zakkum ağacından kanserin bazı türlerinin iyileştirilmesini yapabileceğini ve bu çalışmaların da devam etmesi gerektiğini söylemesiyle, o günün bilim kilisesinin ülkemiz içindeki piskoposları tarafından aforoz edildi. Ve o insan soluğu ABD’de aldı tam bir beyin göçü gerçekleşti. Peki, bu kadar set olanlar nerede dersiniz o günün Türkiye Ontoloji enstitüsü başkanı Top sakallı Topuzun, şiddetle karşı çıktığı, bunun bilimsel olması için ABD’deki şu dergide yayınlanırsa ve oradaki kurul bunu onaylarsa, biz ancak kabul ederiz, yoksa bitkilerden tedavi ürettiğinizi söylediğinizde dünya size güler ve maskara olursunuz. Bilim piyasasında saygınlık kaybederiz bu konuşmalar yapılmamalı, devlet bunun için gerekli önlemi almalı diye TV kanallarında bir oradan bir başka yere geziyordu. O gün Bitkisel çalışmaları dışlayan bu Top sakallı, bugün tam sakallı olarak bitkisel Tedavileri ve alternatif Tıbbın faydalarını anlatarak programlar yapıyor, yönetime yakın olan TV kanallarında… Yani anlayacağımız Bilim ve Bilim adamlarının doğrulukları da güce ve imkânlara sahip olanlara göre yörüngesini yeniden çizebiliyor. İşte eğitim için yapılan faaliyetler ve o alanda alınan sertifika ve diplomalar da bundan farklı değildir.

Eğitim ve kültürel birikim nasıl elde edilir, bunu anladığımız zaman resmi ortamlardan alınan diplomaların Devletin kurumlarında bir işe girmek veya diplomaların nerden alındığına bakan, kariyer düzeyiniz nedir diyerek gerilek gururla insanları işe alacak olan, Bazı İK diye bilinen ama insan kaynağını anlamaktan aciz batı ağzıyla işe alım yapan simsarlar tarafından değer ifade eder. Ama Gaziantepli Mennan Usta kimseden diploma almadı, ama tüm uluslararası fuarlara girişi yasaklanmıştı, çünkü gördüğünü aynı anda yapıyordu o Antep’in sanayisinde el yordamıyla yetişerek eğitim almış; ilkokul okumuş bir dehaydı. Tüm bunları ve daha nice örnekleri biliyor olmamıza rağmen, gelişmemiş ülkelerin eğitim anlayışının ne anlam ifade ettiğini anlayan var mı? Ben yıllarca Eğitim ile uğraşan ama eğitim değil doğrudan bilgi aktaran bir trafoyla okulların kuşatıldığı ortamda, eğim öğretim yapan biri olarak şu ana kadar bir eşey anlamadım.

Dini eğitim müesseslerimiz de bundan farklı değil, binlerce hafız yetiştirdik diye övünür dururuz, hafız yetiştirmedik, boş bir diskete dışarıdan ses yükledik onların açma düğmesine basınca dinliyoruz. Resmi Okul müfredatını, tamam başkaları yaptı diye, eleştirilere bir nebze olsun hak versem de, hafızlık konusundaki ezberleme ve belleği doldurmanın adına eğitim diyerek, okuduğunu anlamayan anlamsız söz dizimi haline getirilen bir kitabın lafızlarını okuyanların seslerindeki ahenkle transa geçip rahatlatılan bir ortamda, hangi eğitim ve anlaşılan bir kitabın hayata ne kadar dokunduğunu anlatabilirsiniz.

Eğitim hayata dokunmadır. Hayatın işlevsiz kalan uçlarını açarak, oralardan yaşama bazı elektriklenmelerin gelmesine katkı sağlamaktır. Oysa bizim gibi gelişmemiş toplumların istisnasız hepsinde Eğitim, hiçbir anlamı olmayan ama insanların çok değerli bulduğu kâğıt parçasından ibaret olan o diplomalardan başka bir şey değildir. Üniversite de okurken Hukuk sosyolojisine gelen hocamız sınıfın geneline bir soru sormuştu, arkadaşlar içinizde ders notları dışında hiç kitap okumayan var mı diye, Sınıfın tamamından bir arkadaş hayatı boyunca o güne kadar hiçbir kitap okumadığını söylemişti ve o arkadaş ertesi yıl okullarda felsefe dersleri anlatmak için öğretmen olarak atanmıştı, arkadaşımız tam otuz yıldır, devlet okullarında öğretmenlik yapıyor, sonradan kendisini geliştirmediyse, öyle bir anlayışın nesle vereceği ne olabilir. Onun atamasını sağlayan, sadece o diplomaya sahip olmaktır. Yani diyeceğim o ki, eğitim herkesi bir okuldan mezun edip ona bir kâğıt parçası vermek değildir. Eğitim, Mennan ustalar, Oktay Sinanoğlular yetiştirebilmektir. Cemil Meriç gibi bir entelektüel beyniniz yoksa nasıl bir eğitim ki, çağ ileri giderken biz geçmişleri örnek vererek, örnek göstereceğimiz yenileri bulamaz olduk. Demek ki, gelişmemiş ülkelerdeki eğitim kurumları farklı işlevler için hizmet etmektedir. Eğitim kurumlarının bu işlevsel yönünü anlayarak ortaya çıkarıp, onu bertaraf etmediğimiz zaman, gelecek dönemler çok daha olumsuz vakaların yaşanacağı bir yer haline gelecektir.

Her vilayete bir üniversite, neden niçin ne adına diye elbet sorma hakkımız olmalı… Biz üniversiteye girdiğimiz dönemde 23 Üniversite vardı Ülkenin tamamında ve meslek kolları daha yaygın, insanlar okula gidemeyeceklerini anladıkları zaman bir meslek sahibi oluyor hayata başlıyor yaşama katkı sunuyordu. Ortaokuldan bir mesleğe yönelememiş olsa bile, lise sonrası en azından hayata atılacak zaman buluyordu. Geldiğimiz noktada Üniversiteye giriş sınavı TYT’de barajın kaldırılmasının anlamı boşta öğrenci kalmasın, herkes üniversiteli olsun ve en azından bir beş yıl daha, işsizlik oranına bu nüfus yansımayacak ve işsizlik TÜİK raporlarında düşük çıkacak. Ama bunlar 18 Yaşını geçtiği için öğrenci sayılmazsa doğrudan işsizler ordusu içine gireceği için, işsizleri bir beş yıl daha öğrenci olarak bekletip beş yılsonunda işsiz bıraktığınızda acaba mutluluğu mu artıyor ki, hayata beş yıl kayıpla bu çocukları hazırlıyoruz diye soranlar olmuyor. Yani insanları yaşamla mücadeleye hazırlamayan, beynin işlevlerini harekete geçirmeyen, değişik bakış açıları yaratmayan, toplumsal yaşam içinde insana insan olmanın bilincini kazandırmayan bir Eğitim, eğitim olamaz.

Gelişmemiş ülkelerin en büyük bahtsızlıkları, ülke yöneticilerinin kendilerini toplumun sahibi olarak görmeleridir. Bir yönetici, topluma kendisine ait bir mal ve eşya gibi baktığı ortamda, eğitimden bahsetmek zaten başlı başına bir açmazdır. Eğitim sahipli bir eşya için değil, nerede ne zaman nasıl davranacağı belli olmayan, algılayan seçebilen ve tepki gösteren gerektiğinde kendi aklını her şeyin üzerinde tutan bir insan için gereklidir. Hayvanlarla ilgili eğitim için burada bir şey anlatmayacağım. Bizim için önemli olan, bu gelişmemiş ülkelerdeki nesillerin bir bellek gibi görüldüğü ve bu eşyasal belleğin istenilen bilgilerle doldurularak ona bir diploma vermekle onu eğitmiş olmadığımızdır. Eğitim, ehliyeti, liyakati, yeteneği, motivasyonu içselleştirmeyi, sorumluluğu ve farklılıkları ortaya çıkarıp az zamanda çok büyük işlerin yapılmasını sağlar. Heder olan nesillerin önünü keser, onları verimli ortamlara kanalize eder. Medeniyet yarışında mücadele eden ve toplumsal kimliklerini bireysel ferdi kimliklerinin çok üstünde tutarak, toplumsal değerler içinde kendisine anlam yükleyen nesillerin oluşumuna katkı sunar. Eğitim, zamanı geçirecek ortamları kaldırır, zamanı doğru ve yerinde değerlendirecek zamanla yarış içinde genç dimağlar oluşturur. Çevremize tarafsız bir gözle sorumluluk sahibi insanlar olarak baktığımız zaman, hakikaten bizim ülkemizin de bu gelişmemiş ülke kriterlerine uygun bir eğitim modeline sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?

Yeni kuşakların kitaplarla ilişkilerinin olmadığını hep anlatıyoruz, oysa yeni nesillerin okuma konusundaki seçimleri bizimle farklılaştı. Bizim okuduklarımızı ve bizim okumada kullandığımız aparatları şu an kullanmıyorlar. Onlar daha çok dijital ortamlardan faydalanıyorlar. Ellerinde bir kitap taşımayı değil, âmâ içinde kitabın da yer aldığı bir küçük telefondan bu işlerini çözebiliyorlar. Peki, bizim okuduğumuz kitaplarla benzerlikleri nasıl diye bakarsak, işte orada çok büyük farklılıklar göze çarpıyor. İlgi alanlarımız ve hayata bakış kriterlerimiz farklılaştı. Yeni nesiller kendi yaşamları devam ettiği sürece imkânların onlara hizmet etmesi gerektiğini düşünürken, eskiler sahip olduklarını koruyarak ve daha fazla da katarak sonrakilerin de buna sahip çıkarak, onu korumaları gerekir mantığıyla hayata baktığı için, önemli ve önemsizler de böylece değişmiş oluyor. Bu bakış algısı eğitim standardımızın belirlenmesinde de etkili olmaktadır. Eskiler eğitime, kendileri gibi birinin yetiştirilmesi gerektiğine bakıyorlardı. Yani ölçü sadece kendileriydi, kendi dışlarında ortaya çıkacak bir doğrunun kabullenilmesi öyle kolay olmuyordu. Babası yat deyince yatan kalk deyince kalkan bir dediğini iki etmeyen oğlum çalışma ama bu okulda beş yıl bekle, filanın çocuğuna yakışmadı demesin kimse… Yeter ki seni benim çocuğum gibi herkes görsün; diye eğitime bakardı. Devlette Bu algıdan farklı düşünmüyor. Çocukları okuttuk,okuma yazma çok iyi, ülkemiz kalifiye elaman noktasında Avrupa’da şuraya geldi buraya gitti vs. Övünebilmek adına nesilleri heba etmeyi tercih edebiliyor. Çoğu zaman da yanlış politik anlayışların kurbanı olarak nesillerin hayatı kararabiliyor.95 ile 2000’li yıllar arasında Liselerdeki Kredili sistem uygulamasının ortaya çıkardığı nesiller, eğitimde ciddi bir kopuşun yaşanmasına neden oldu.2003 ten sonra ki politik anlayış, Liselere giriş sınavları için önce LGS, SBS ve sonrasında da TEOG diye sınav sisteminde sürekli yaptığı değişimlerle Ortaokuldan Liseye geçişte çocuklara ciddi anlamda sarsıntı yaşattı. Yükseköğretime geçiş sınavlarında yaşanan çeşitlilikler de sınav müfredatının içinde yapılacak iyileştirmelerden çok, yapılacak sınavın adının değişmesiyle sınavın yüksek kalitede bir sınavmış gibi yansımasına neden oldu. Dershanelerin kapatılması diye başlayan süreç uzun bir süre insanları iyice sarstıktan sonra şimdi dershaneciliğin alası yeniden yapılmasına rağmen, kimse dershanelerle ilgili bir çift söz etmiyor. Yani günlük yatıp kalkıp aklınıza gelen her şeyi bir neslin geleceği üzerinde denemek isterseniz sağlıklı sonuçlar asla alamazsınız. Dershanecilik eğitimin önündeki en büyük engel olarak ifade ediliyordu, ne oldu da bu engel, engel olmaktan çıktı. Geçmişte MEB’de çalışan resmi bir öğretmenin aldığı maaşın en az 5 ile 10 kat arasında değişen oranda fazladan maaş alan bir dershane öğretmeni, şimdi geçim derdine düşmüş ve MEB’de çalışan bir öğretmenin aldığı paranın yarısını alamaz duruma gelmiş. Şimdi soruyorum eğitimin kalitesi bir taraftan aşağı çekilirken, öğretim kurumu olan dershanelerdeki öğretmenlerin yaşam standartlarının aşağıya çekilmesinde siyasi politik anlayışın bir etkisi olmamış mı dersiniz, yoksa bu siyasi algının yanlış eylemleri mi, bu sonuçları ortaya çıkardı. Yani bu anlayış kurum sahibi patronların kazançlarını arttırırken emekçilerin emeklerinin karşılığını alamaz duruma getirdi. Sebebi ise bu karmaşık süreçte, önümüzü görmüyoruz diyerek çalışanlarını korkutan patronlar, emekçilerinin haklarını kısmayı kendisi için bir hak olarak gördü. Diyeceğim o ki, siz günlük üzerinde düşünülmemiş ve hırsla istediğiniz bir düşünceyi toplum yaşamında uygulamaya koymak isterseniz, hem maliyetin hem de manevi ve nesiller üzerindeki olumsuz faturasının altından kalkamazsınız. Kalite ve kalifiye insan yetiştirmezsiniz, sadece ve sadece sistemin işleyişini engellemeyecek düzeyde nesillerin enerjisini biraz daha farklı alanlarda harcayarak sizin üzerinizde yoğunlaşmalarının önüne geçersiniz ama asla mutlak kaderi önleyemezsiniz. Mutlak kaderin içinde yer alacağımıza inanıyorsak o kaderin iyi ve kötü olması insan elinde olmasına rağmen insan böyle olumsuz bir sonun içinde olmayı neden arzular.

Bizim ülkemiz gelişmemiş ülkelere daha yakın olduğu için, onların eğitim mantalitelerinde olması gereken değişimlerin tümü bizim ülkemizde de olmalıdır.

 

Ülke yönetimine gelen farklı politik anlayışların kendi siyasi rantlarını arttırabilmek için, okulları ve eğitimi bir deneme laboratuvarı olmaktan çıkarmak gerekir. Bunun önüne geçilmediği sürece bizim okullarımız bir eğitim kurumu olma hüviyetini kazanamayacaktır. Üniversitelerimizde devletten maaş alabilmek için, siyasi iktidarların kendi adamlarını, akademik çalışma yaptırıyormuş gibi, oralara doldurarak kara trenin vagonları gibi işlevsiz bir yığın akademisyen ortaya çıkarır. Her ile bir üniversite anlayışı böyle bir süreci zorunlu kıldı birazda… Kâğıt üzerinde mesleki itibarı tescillenmiş akademisyen ve bilim dışı bilim adamları türedi. Bu işe kendisini vermiş hakikaten tüm özverisi ile yanlış eğitim anlayışı içinde, doğru çalışmalar yapan Bilim adamı akademisyenlerimizi saygıyla karşılıyorum. Benim söylemlerim, politik algıların, kendisini savunur bilim adamları yaratmak mantığının içinde kalanlar içindir.

Ülkemiz için şunun altını özellikle çiziyorum. Resmi ideolojinin eğitim konusunda üzerini çizdiği satırları bulalım ve onların üstünü değil altını çizelim. Eğitimi, siyasi partilerin tıkandığı yerde hemen başvuracakları yazboz tahtası olmaktan uzaklaştıralım. Devletin, politik iktidarlara göre değişmeyecek, bilimsel raporlara dayanan ve uzun soluklu uygulama gerektiren sürekliliği olan planlamaları içine alınmalıdır. Bunları yapmak devletin asli görevidir. Bunu acilen ve ivedilikle çözüme kavuşturacak ve uygulaması olan bir program haline getirmesi zorunludur. Devlet bunu yapmayacaksa, yarınlar bizim uzaktan bakacağımız ve önümüzden hızlıca geçecek terene benzeyecektir.

Ne bizler bakıyor olalım sadece, ne de gelecek nesillerimiz heba olmasın diyorsak, tüm sorumluluk sahibi düşünen idrak sahibi aydın entelektüel bilim insanlarını bu sorumluluğun altında bir tuğla olmaya davet ediyorum… Yarınlarımız olmayacak bu günümüz olmazsa, nesillerimizin yarını bizim bu günümüzdür bunu unutmayalım…

Uçlarda gezerek sizlere rahatsızlık verdiysem kusuruma bakmayınız, selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/18.03.2022/02.26

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!