Bu Blogda Ara

14 Mart 2022 Pazartesi

GÜCÜN TEK ELDE TOPLANMASI İFSATIN KAYNAĞIDIR!

“Onlar harcadıklarında israf eder sınır tanımazlar ama başkalarına verdiklerinde ise cimrilik ederler.” Tüm mahlûkatın yaratanı insanın yeryüzünde güç olmasıyla nasıl bir tavır takınacağını açıkça beyan etmesine rağmen, Yaratıcıya kul olduğunu söyleyenlerin bu doğrultuda gözü kara davrandıklarını görünce bu hususta birkaç kelam etmek lüzumunu hissettim.

Gücü ele geçiren tüm anlayışların, kendi tüketimleri için hiçbir sınır tanımaksızın kendi dışında kalanların ihtiyaç ve imkânlarının sınırlarını belirlediğine şahit olmak, artık hayatımızın bir doğası haline geldi. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz, her toplumda çoğunluğun yaşamı üzerine bir hesaplama içinde olanlar, mutlu azınlıkların yaşamı için hiçbir değerlendirme yapmazlar. Çünkü mutlu azınlıklar her şeye sahip olduklarına ve kâinatın içinde kendilerinin olmazsa olmaz olduğuna inanır ve öyle yaşarlar. Onların yaşamlarını etkileyecek hiçbir olumsuz uygulama onların mıntıkasına yaklaşmamalıdır. Eğer bir kısıtlama ve hesaplama yapılacaksa bu mutlaka mutsuz çoğunlukların yaşamı üzerinde ele alınmalıdır. Onun içindir ki her dönemde asgari yaşam diye, bir gündeme şahit olursunuz. Asgari yaşam standardı demek biyolojik bir varlık olma hakkını kazanmanız demektir. Biyolojik açıdan canlılığını koruyanlara, bunun dışında sosyal bir varlık gibi davranılmasını beklemekte o kadar güç olmaktadır. Çünkü biyolojik olarak yaşamak demek, sizin diğer ayrıcalıklı mutlu azınlıklar gibi, dünya nimetlerinden faydalanacak düzeyde, içinde bulunduğunuz tabakanın dışına çıkarak onlara sahip olma isteklerinizi haklı kılmıyor. Mutlu azınlıkların hayatını etkileyecek bir olumsuzluğun ortaya çıkmaması esas alınarak, sizin yaşam şekliniz onlara göre biçim almaktadır. Dünyanın var olan tüm sistemleri böylesi bir yaşamı özgürlük insan hakları ve demokrasi olarak yaygın hale getirip meşrulaştığı dönemde, mutsuz çoğunlukların talepleri, bu durumda her zaman meşru olmayan talepler içinde yer almaya mahkûmdur.

Yaratıcı, malın mülkün tek elde toplanarak devletleşerek, başkalarına zulmetmesini istemediği halde, adı ne olursa olsun, tüm devletlerde malın tek elde toplanıp başkalarını mağdur etmediği bir yönetim biçimi gösterebilir misiniz? Ne yazık ki, muhafazakârlıktan demokrasiye, teokrasiden sosyalizm ve komünizme, monarşiden oligarşiye, kapitalizmden liberalizme kadar adı ne olursa olsun hepsi bir güç etrafında pervane gibi dönen mutsuz çoğunluklara hükmetmektedir. Mutsuz çoğunluklar mutlu azınlıklara hizmet edip sonunda ezilen tarafta yer almalarına rağmen, bu sistemler buna rağmen yaşamlarını devam ettiriyorsa, mutsuz çoğunlukların bu işte büyük veballeri vardır.

Ekâbir sınıfının yaşam alanı içindeki en üst tüketim sınırını belirleyemeyen, ama en altta yaşayanların ölüm sınırı hakkında rahatlıkla konuşan sistemlerin tümü, miadını doldurmuş olmalarına rağmen, hala yeryüzünde yaşıyorsa bu durum insanlığın, insan olarak yaşadığını sanmasındadır. Siz yaşamınız hakkında sizin yerinize düşünen birilerinin gölgesinde kaldığınız müddetçe, üzerinize güneşin doğmayacağından emin olabiliriniz. Güneşin doğrudan ısı ve ışığından faydalanamayanlar, her daim hastalıklı bir organizmayla varlıklarını devam ettirirler. Dünyanın her yanında yaygın hale gelen bu hastalığın hücrelerinin kurutulması ve yeni bir dünyanın oluşumuna kapıların aralanması için, öncelikle kendi kapsam alanlarımızdan başlayarak kendimizi değiştirerek yola koyulmak zorundayız.

Kendi cinsleri üzerinde egemenlik kurmaya çalışanlar, kendilerini daha konforlu yaşatmak için herkese dağıtılmış olan rızıkları ele geçirerek, onların yaşamlarını zora sokarlar. Ondan sonra bunun adına da kader diyerek büyük bir topluluğu köleliğe mahkûm ederler. Kader denilen şey ölçüdür. Yaratıcı ölçüyü doğru yapmıyorsa o bir yaratıcı olamaz, onun ortaya koyduğu doğru ölçüyü, kendinize göre ayarlayıp sorumluluğu da Yaratıcıya yüklediğiniz zaman, siz yeryüzünden gitmesi gereken necisler sınıfına girersiniz. Yaratıcı hiçbir zaman yarattığı bir canlının acılar içinde kıvranarak yaşamasından zevk alacak kadar gaddar değildir, mutlu azınlıklar gibi… Yaratan merhamet ve şefkat sahibidir. Onun tüm bu olumsuzluklara ses çıkarmıyor gibi görülmesi yanlış anlaşılmasın, onun sünnetinde asla bir değişim bulamazsınız, onun söylediği her söz gerçekleşeceği günü beklemektedir. ”Zalimler gaddarlar ve insanlığı ezen haydutlar için önceden tayin edilmiş bir ecel olmasaydı, Allah onları anında yok ederdi. Allah’ın kanunları günlük değil, o bir plan ve düzen içindedir. O gün geldiği zaman, onun önüne geçecek hiçbir yaratılan bulamayacaksınız. Bazen duyarsınız Yaratıcı bizi hiç mağdur etmedi ne istediysek verdi, tüm düşmanlara karşı bizi galip getirdi, önümüzdeki engelleri aşmamızı sağladı, demek ki bizler yaratıcının halis kullarıyız diye kendisine büyük övgüler dizilmesini isteyen yaratıkları… Oysa Bu Rab öyle bir Allah ki, Kötülük aşılamada üstüne kimse olmayan şeytanın isteklerine bile, karşılık verecek bir Rabdir. “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder…”İstediği şerlerle karşılaştığı zaman, onların kendisi için verilmiş bir hayır ve kendisinin de seçilmiş bir kul olduğuna inanır. Oysa bu yaşam denklemi hiçte öyle işlemiyor, keşke azgınlaşan insan bunu bir anlasaydı.

Her türlü hainliği mütekebbirliği yapmış olan iblis, ”Rabbim yeniden dirilecek güne kadar bana mühlet ver” dedi ve Allah ona cevaben ”Sen mühlet verilenlerdensin ”dedi. Evet, İçten istenilen iyi ve kötü ne varsa onların karşılığını verecek bir Allah var hayatın her alanında… Elimize geçenlerin, bizim çok iyi biri olduğumuzdan dolayı bize verildiğine inanarak hareket edersek, şunu hiç unutmayalım ki iyiliklerin mıntıkasına ulaşma basiretimiz kalmayacaktır. İnsan kendisinin iyi mi, kötü mü yaptığına yalnız kaldığında vicdanın içerden kendisine seslenmesiyle anlayacaktır. Ancak Vicdanın sesini boğmak istediği müddetçe bufalo gibi çamura batarak yaşam sürecini noktalayacaktır.

Bunları örneklendirmemin sebebi, asıl konumuz hakkında düşündüklerimizi ortaya koyarken, nereden bu bağlantıları kurmamız gerektiğini tetkik ederek doğru sonuçlara gitmemizi sağlamaktır. Yeryüzünde var olan yönetim sistemlerinin hiçbiri kuşatıcı ve merhamet yönü ağır olan bir sistem değildir. Eğer dünyanın her yerinde mutlu azınlıklar, mutsuz çoğunlukların kanını emerek ve onların yaşamları için kuralları onlar koyuyorlarsa, orada adalet ve insanlık hepten imha edilmiştir. Değer sistemi olmayan bir dünyanın değerli olması asla düşünülemez. Onun için önce yeryüzünde değerli olan varlığı ortaya koyarak o varlığın yaşamının değerli olması için tüm çabalar onun etrafında şekillenmelidir. İnsan yaratılış itibarıyla değerlidir. Çünkü Yaratıcı kendi ruhundan üfledikten sonra, onun değerli olduğunu vurgulamıştır. Allah’ın değerli kıldığı bu varlığın, varlığına has olan bu değeri kimse onun elinden alıp, onu değersizleştirme hakkına sahip değildir. İnsanın yapıp ettikleri ile ilgili olan değer, onun eylemsel boyutta kazandığı değerdir. Eyleme dayanan kazanımlar ya onun davranışsal saygınlığını artırır ya da aşağı çeker. Bundan dolayı alacağı karşılık hiçbir zaman yaratılıştan kaynaklanan verilmiş değerini imha edecek bir karşılık olamaz. İşte dünya ölçeğinde kurulmuş sistemlerin tümü, insanın davranışsal kazanımları ile doğuştan getirdiği yaratılışta kendisine verilen değeri birlikte görüp insanı imha yoluna gittiler. Ondan dolayı da yeryüzünde yaşayan insanlar arasında ciddi uçurumlar oluştu. Bir tarafta olağanüstü mutlu azınlıklar, diğer yanda dünyanın neredeyse tamamına yakını olacak düzeyde mutsuz çoğunluklar ortaya çıktı.

Allah’ın tüm canlılar için yarattığı ve verdiği imkânlar, doğuştan gelen haklardır. Onların herkes arasında pay edilmesi ve kimsenin, başkasının hakkına tecavüz etmemesi gerekir. Bundan sonraki kazanımlar ise, eylemlere bağlı elde edilecek imkânlardır. Bu da her insanın kendi yeteneklerini kullanmasıyla elde edeceği imkânlardır. Ancak bunlar hırsızlık uyanıklık hile, kandırmaca şeklinde kazanılamaz, doğal ortamda insani kurallar ve hakikate hizmet eden hukuk çerçevesinde olmalıdır. O zaman bu insanın kazanımları ana sütü gibi helaldir. Bu kazanımlar hiçbir zaman insanlar arasın da uçurumlar oluşturmaz, çünkü sınırsız biriktirme ve harcama hakkını ona vermez. Dolayısıyla mal ve birikimler insanlar arasında dağılır ve bir yerde birikerek devlet olmasının önüne geçilir. Bunu yapmayanlar ve bunların olmaması için mücadele etmeyenler, yönetim sistemlerini bu çerçevede gözden geçirip adaletin tesisi için uğraşmayanlar mutlaka ama mutlaka çok yakın bir dönemde imha olacaklardır. Allah’ın sözünde bir eksiklik ve yalan bulamazsınız. “Zalimler yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini bileceklerdir. Dünya müstekbir güçleri, doğrudan hız limiti olmadan oraya doğru gidiyor. Yeryüzünde adil ve mutlu bir yaşamı isteyen Allah, yeryüzünü ifsat edenlere, mazlumların gücü yetmediğinde ya da mazlumlar kendilerine zulmederek zalimlerin değnekçisi olup onları omuzlarında yükselttiğinde hepsini birden imha eder yerine yenilerini getirir. Bu ona güç değildir.

İnsanın ilahi boyutunu dikkate almayanların tümü, kendini yeryüzünde mutlak güç sanır. Oysa bilmez ki kendisinin güç olup olmadığını onaylayacak olanlar da kendisinin değer vermediği cinsleridir. Aşağıladıklarınızın verdiği değerle kendinizi değerli bulacak kadar basit ve sıradan bir değerlendirme kriterini kendinize ölçü alarak yaşarken, kendinizin erişilmez olduğunu sanmanız komik olmuyor mu sahiden, siz bunu anlayabiliyor musunuz?

Zulmü meşrulaştırarak, zulümle abat olacağını sananların hepsi yerin altında hesap gününün gelmesini bekliyor. Zulmün yerine adaleti, kavganın yerine kardeşliği, savaşın yerine barışı, ayrıştırmanın yerine kaynaşmayı ve dayanışmayı, gaddarlığın yerine merhameti, kanunun yerine hukuku, hırsızlığın yerine emeği, israfın yerine tasarrufu, cimriliğin yerine cömertliği, konforun yerine sadeliği ve mütevazılığı, kötünün yerine iyiyi, firavunluğun yerine istişare ve ortak aklı, mutlu azınlığın yerine mutlu çoğunluğu, asgari yaşam yerine insani yaşamı koyan bir anlayışla dünyaya yeniden yelken açmanın tam zamanı, yoksa bütün bir insanlık yok oluş kıyısının yanı başında doğacak tsunami dalgalarının ortaya çıkacağı zamanı bekleyedursun…

Bu hatırlatmalarım bütün bir insanlığın yok olma sürecinden önce yeniden dirilme mesajı olduğunun bilinmesini isterim. Bir kâhin olarak bunları yazmıyorum, sadece kâinattaki Allah’ın sünnetullahının gerçekleşeceğine yakinen inananlardan olduğum için, bu sürecin hızlanarak geldiğini görüyorum… Hiçbir şey nedensiz değildir. Nuh (as) gibi bende insanlığın haddi aştığını söylüyorum. Ancak Nuh’a (as) o toplumun verdiği cevap, senin o bahsettiğin şeyler ne kadar ne kadar uzak, zaten onların olmasına da inanmıyoruz dediklerini, şu an da söyleyeceklerin olacağını biliyorum. Ancak bu gün Nuh’un(as) gemisinin, adalet hak hukuk ve sadece iyiliklerin taşıyanı olduğunu görmek lazım bunun dışındakilerin tamamı batacak.

“Yer sarsıldıkça sarsıldığı ve içindeki tüm hazineleri dışarıya fırlattığı zaman, insan ne oluyor der: İşte, o gün yer rabbinin kendisine bildirmesiyle içindekileri dışarı atıyor…”Bu gün geldiği an biz aşağı, aşağıdakiler yukarı, gelin o güne gelmeden önce, gurur ve kibirlerimizi ayaklarımız altına alarak kendimize gelelim, o gün kendimize gelecek zamanımız olmayacak…

Son olarak diyorum ki, yeni sistem tüm insanlığın kurtuluşu ve yaratıcının yeryüzünde olmasını istediği bir sistem olmalıdır. Hiçbir din ve ideolojiye dayanmadan sadece Adalet ve hukuk çerçevesinde şekillenmeli tüm farklı düşüncelere insan olarak yaklaşıp ona göre hizmet sunan bir anlayış barındırmalıdır. Bunu yapacak beyinlerin ve dertli insanların olduğuna inanıyorum o dertli insanların tümünü Nuh’un gemisinde buluşmaya davet ediyorum tufan dünyayı kuşatmak üzere…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/13.02.2022/15.42

13 Mart 2022 Pazar

ZAMANLA GEÇMEZ, ZAMANLA GEÇERİZ

Sermayesi ziyan olanların hangi kazancının hesabını yapacaksınız ki? Sermayeden yiyenler bir gün son noktayı koyduklarında ortalıkta kas kavlak kalırlar… Sermaye denildiği zaman, herkesin aklına gelen ilk şey ekonomik kazanımlardır. Oysa insan için en önemli sermaye zamandır. Zamanı sermaye olarak bilip bu sermayeyi kaybetmek istemeyenler, ancak geçen süreyi lehlerine çevirebilirler.

İnsanın en rahat harcadığı ve bir daha elde edemeyeceği sermaye zaman olmasına rağmen, zamana karşı ihanetin en büyüğünü yapar. Zamanı doğru yönetebilmek ve zamanla birlikte yaşamak, zamanın her anını bir kayıp olarak bilip, hayata anlam katmak öyle kolay olmuyor. Hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir durumdur zamanın horlanması ve aşağılanarak ona karşı lakayt tavırların takınılması.

Herkesin kafasında bir düşünce zamanı doğru planlamak gerekir diye, ancak ne zamanı planlama imkânı var, ne de zamana yenilerek hayatına katacağı bir yenilik olur. Zamanı kimse planlayamaz ama zamana göre kendimizi planlayabiliriz. Çünkü zaman kuşatıcıdır, biz ise zamanın içinde bir zerre, zerreler daima zamanın içinde onunla birlikte akıp giderler ancak zannederler ki, zamanı yönetenler kendileridir. Zamanı yöneten ve planlayan ancak zamanı yaratandır. Zamanı yaratanın, zamanı niçin yarattığını bilirsek, zaman hayatımızı kendisiyle birlikte taşır. Bizler zaman treninde yolculuk yaptığımızı düşünürüz ve onun içinde hayaller kurarız, oysa hep geride bulunduğumuz ortamdan haz alarak, onunla boğuşurken kaçıncı tren gelir geçer farkında bile olmayız; ama sanırız ki biz zamanla birlikte yaşıyoruz. Zamanla birlikte yolculuk yapanların geçmişle ilgili eyvah ve ahları olamaz, gelecekle ilgili de erişemeyecek hayalleri bulunmaz. Çünkü zaman geçtiği her istasyondan alacaklarını almasına müsaade edecek kadar taşıdıklarına karşı hoşgörülü ve merhametlidir.

Zaman treni sürekli ring yapmaktadır. Onun sürekli beklediği bir istasyon yoktur, uğrar yolcularını alır ve devam eder, hangi yolcu hangi istasyonda inecekse, onları indirecek kadar bize süre tanır. Dolayısıyla biz onun kontrolünde yaşarken bizi kapsayan ve bizimle ilgili tüm detaylar onun elinde iken, biz bu halimizle kalkıp onunla ilgili planlar yapma derdindeyiz. Hiçbir zaman küçük beyinler kendilerini kuşatacak bir değer için, yapacakları planların işleyeceğini sanmasınlar.

“İnsan hüsranda ancak İman eden, Salih amel yapan, birbirine hakkı ve sabrı hatırlatanlar müstesna” derken, zamanın insanı nasıl öğüterek bir un haline getirdiği de bura anlatılmaktadır. Biraz tefekkür buradaki incelikleri bize gösterecektir. “Zamana yemin olsun ki, ”diye yemin eden zamanın sahibi, burada çok ince bir noktaya yoğunlaşmamızı istemektedir. Yemin olsun ki, bu zaman sizi alıp götürüyor, ancak siz hala istediğiniz taşıta bineceğinizi sanıyorsunuz, hangi taşıta binerseniz bininiz, bindiklerinizin hepsi bu zaman treninde taşınmaktadır. Yani sizi de sahip olduklarınızı da, sizi koruduğunu sandıklarınızı da zaman taşımaktadır. Sizi istediğiniz yerde değil, bizim ona söylediğimiz yerde bırakacaktır. Geride kalıp bu trene binmeyenler veyahut ta sonrakine bineriz diye bekleyenler, tanıdığımız süreyi boşa geçirdiklerinden, sonrakine telaşlarıyla binerek ruhi bir bunalımla neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamayacak düzeye gelebilirler. Onun için benim size tavsiyem, Önce benim bu söylediklerimin ciddiyetini anlayın ve beni zamanın sahibi olarak kabul edip iman edin, ardından Salih davranışlarda bulunun, yeryüzünde herkesin her canlı ve cansızın faydasına olacak eylemler yapın; yoksa bir daha geriye dönme imkânınız olamaz.

Bunları size hatırlatan her şeyin sahibi ve her şeyi tasarrufuna alan Allah olduğumu anladığınız anda zamanla olan savaşınızı durdurur, onunla barış içinde yaşarsınız. Zamanla barışanların hayatı arı duru ve anlamlı geçer. Anlamsız hayatların egemen olduğu yerde herkesin “zamanla” olan bir sıkıntısı olduğu asla unutulmamalıdır.

Zaman, her şeyin ilacı diyerek kendimizi aldatırız çoğu zaman. Oysa zaman ilaç değil, bizim ne acayip varlıklar olduğumuzu ortaya çıkarıp aynaya bakıp kendimizle olan savaşı sonlandırmamızı istemektedir. Çünkü zaman bir ana gibidir, hiçbir yavrusunun acı çekmesini istemez, ondan dolayı herkesi uyandırıp kendisiyle birlikte süresi içinde yolculuk yapmalarını istemektedir. Zamanın bu kuşatıcı ve merhamet taşıyan yanını görmeyenler onunla olan savaşı kaybettikleri gibi sorumlu olarak ta hep onu gösterirler. Mesela, Yanlış zamanda doğdum aslında ben bundan 50 yıl önce doğacaktım veya keşke eski günlerim bana geri verilse ben bilirim ne yapacağımı diye hayıflandığımız anlar hepimiz için çok olmuştur. Ancak bunların hiçbirisi sorunun zamanın sırtına vurulmasını gerektirmiyor. Çünkü zaman kimseye iltimas geçmediği gibi kimseyi ötelemez, herkese aynı imkânları sunar. Kimisi içinde bulunduğu ortama uyum sağladığını sanır orada yaşar, kimisi gelecekle ilgili hayaller kurarken zamanın gelip geçtiğinin farkına varmaz, bir de bakmış ki saçlar beyazlamış bel bükülmüş ömür dediğin batan güneş gibi kızıllıklara gömülmüş muhteşemliğini yitirmiş, acınacak halde yeni günlerin gelmesini bekler. Oysa gelen her gün farklı bir gün ve kendisi de önceki günlerde olan kendisi olmadığı için, acaba bu iki unsurun birbiriyle aşılanması tutar mı tutmaz mı oda bilinmez; bir de bakmışsınız kuruyan bir dal olup çıkmış…

Her doğan bulunduğu zamanla en iyi aşı yapılacak durumda olmasaydı, yaratıcı bu canlıları öyle yaratmazdı. Ben şu zamanda doğsaydım bilirdim ne yapacağımı diye hayıflanan bizler, kendimize karşı en büyük yalanı söylediğimizin farkına varsak belki dirilir kendimize geliriz. Ne yazık ki, insan alışkanlıklarının kurbanı olduğu halde bu alışkanlıkların elinde harcanan bir zavallı olduğunu göremediği için, zamanla arasındaki savaşı bitirmeyi bir türlü beceremez.

İnsan mekân odaklı, zaman kuşatıcılığı içinde bir kobay gibi kullanılan varlık olduğunu kendisine reva gördüğü zaman, bu mekân değirmeninde zaman adındaki değirmencinin çarkından çıkan bir una dönüşecek. Bu varlığın bir un gibi savrulan yaşamını tane olarak tünelin sonuna kadar koruyarak götürmesi yine kendi elindedir.

Herakleitos’un deyimiyle, ”İnsan bir ırmağın suyu ile ikinci kez yıkanamaz, sular akar gider ve onun arkasından hep yeni ve farklı sular gelir. İnsanın da durumu her an değişmektedir. Onun ruh hali, ruh haline bağlı bedensel değişimlerin oluşması da sürekli farklılık gösterir. Dolayısıyla her şey sürekli değişim halindedir. Bu değişimle birlikte devam etmeyenler değişimin değiştirdiği varlıklar olup çıkarlar. Çok duyarsınız hepimiz de bunu söylemişizdir. Değişim kaçınılmaz diye, oysa değişim kaçınılmaz demek, başkalaşmak ve dün farklı iken bu gün daha farklı olmak olmamalıdır. Değişim değil devamlılık esastır. Devamlılıkta geçtiğiniz yerin coğrafyanın, iklimin, zamanın kültürün sizi biçimlendirip ya da sizin onlardan alacaklarınızı alarak yolunuza devam etmeniz söz konusudur. Oysa değişimde genellikle gece gündüz gündüz de gece gibi bir başkalaşma vardır. Onun içindir ki, değişim kavramının yerine devamlılık ve süreklilik kavramını kullanmayı daha uygun görüyorum.

Devamlılık zamanda bir yolculuktur. Hangi durakta ne zaman durulacak ne kadar beklenilecek bunların farkına vararak, doğumla ölüm arasında kendisine biçilmiş olan ömrü istenilen yerde ve ortamda geçirecek titiz bir eylem barındırır. Yani içinde gelişim vardır. Gelişme bir organizmanın geçen zaman, tüketilen imkânlar ile ne kadar fiziken ve ruhen belli bir aşamaya gelip olgunlaştığını gösteren süreçtir. Bu olgunlaşma, bir gelişim demektir. Ancak batıdan devşirme kavramlarla tanımlama yaptığımız zaman, çok farklı kavramları kullanmak zorunda kalacağımız muhakkak.

Toprağa ekilen bir fidanın o toraktan aldığı gıda su ve geçen zamanla dallarında gövdesinde oluşan gözle görülür büyüme onun değişmesi değil, olması gereken yere doğru yaptığı yolculuk sonrasında kazandığı kazanımlardır. Bu da bir gelişmedir. İnsan içinde yaşam denklemi böyle kurulması gerektiğine inanıyorum. Gençlik değişiyor bakın nerelere geldik, dün neydik bu gün ne olduk gibi hayıflanmaların hiçbirisi sorun çözmeye ve kendimizi anlamaya dönük iç hesaplaşma değildir. Sürekli kaybeden bir varlığın sona yaklaştıkça artan korku ve gerilimlerine bağlı oluşan endişeleridir. Endişelerin çoğalması, endişesiz bir yaşamı bizlere sunmayacağı muhakkaktır. O zaman nasıl davranmalıyız ki bunlardan uzak olalım diyenler olabilir, ben naçizane şunları söyleyebilirim.

Kaybolan yıllarımızın ardından mersiye söylemeyi bırakacağız, atalarımızın kahramanlıklarını anlatan destanlarla transa girip ulaşılması güç hipnoz seanslarının etkisinden uyanacağız. Bugüne ait olduğumuzu ve yarınlara kavuşamayabileceğimizi idrak ederek yeni bir hayat denklemi kuracağız. Zamanın bize ait olmadığını, bizim zamanın içinde olduğumuzu ve onunla birlikte yolculuğa devam etmediğimiz takdirde gelen zamanın bizimle doku uyuşmazlığı yaşayacağımızı bileceğiz. Dolayısıyla şafakta başlayan bir hayat düzeneği kuracağız, geceyi gece, gündüzü gündüz olarak yaşayacağımız bir yaşam formülü oluşturacağız bunu da bilimsel tahliller sonrasında ne kadar faydalı sonuçlar ortaya çıkardığını ölçerek yaygın hale getireceğiz. Zamanı çok kullanmanın iyi iş yapmak ve çok üretim yapmak olmadığını anlayacağız, hangi zamandan daha verimli faydalanacağımızı anlayacağız, zamanla yarışmayacağız, kendimizi zamandan en iyi faydalanan konuma getireceğiz. Bir işi yapmayarak sonraki güne bıraktığımızda, bizden o işi bekleyenlerden değil, zamanı bize tahsis eden zamanın sahibine karşı mahcup olacağımızı düşünerek her şeyi vaktinde yapacağız. Kurallara göre yaşam felsefesi değil, zamanın bizim için çok iyi bir değerlendirme ve not verme yönünün olduğunu, o zaman içinde o işi yapacak imkân bulamadıysak, giden zamana ihanet ettiğimizi tüm insanımızın içselleştirmesine katkı sunacağız.

Bunları yaparsak ve yaşamda karşılığının olacağı geleneği başlatabilirsek, değişimler bize teğet geçer, onlara ihtiyacımız olmaz; çünkü biz zamanla birlikte yolculuk yapacağımız için sürekliliği olan bir yaşamın gelişme boyutunda yer alacağımızdan değişim çığlıkları bizde karşılık bulmayacaktır. Gençliğin değişimi sorgulanmayacak, bizim çizmeleri giyip geldiğimiz yerde bir duraklama olursa onlar o çizmeleri giyerek yola kaldığımız yerden devam edecekler. Ancak bizler Tarihi kahramanlıklar ve destanlarla bir hayat kurmaya çalışırsak zaman trenini kaçırmış olacağımızdan gençliğin o trende yerini aldığını gördüğümüzde aramızda bir daha ulaşma imkânımız olmayan istasyonlar ve zaman olduğunu göreceğiz. Ondan dolayıdır ki, zamana yenilmiş bizler, önce zamanla aramızdaki ilişkiyi yeniden gözden geçirelim ve kendimize gelelim diyorum, yoksa bu Zaman treni bizi imha edecek…

“Onlar Hakkı ve sabrı tavsiye ederler,” “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki. ”Bu iki uyarının inceliklerinde makalemi sonlandırmak istiyorum. Hakkı tavsiye, düzen denge virt, doğruluk hakikat, her zaman ve ortamda değişime konu olmayacak herkesi kuşatan mesela zaman nasıl herkese aynı olmasına rağmen bizim bulunduğumuz ortama göre bazen çok uzun bazen kısa bazen çekilmez oluyor gibi algılanıp onu kendimize göre yeniden yorumluyorsak. Hakta böyle olmamalı hak herkes için haktır değişmez onu anlatmak ve yaşamak zorundayız, ne güç ne kuvvet, ne imkânların fazlalığı, onun farklı yorumlanmasına asla açık değildir. Onun için hakkı tavsiye etmek demek, zamanla ilişkileri iyi olmak ve barışık yaşamaktır. Hakkın tavsiyesinde ve yaşanmasında zorluk ve engelleyici unsurlarla karşılaşmak mümkündür, bunlara göğüs gererek yolunuza devam ederken düşmemek ve trenden inmemek için direnmeniz gerekir, işte bu da sizin için gerekli olan erzaktır. Yani sabırdır. Zamana yemin eden zamanın sahibi, bizleri düne ahlar vahlar çeken, yarınların hayalini kuran, bu gün de uykuya dalıp uyuyanların helak olduğunu anlatırken yine bize merhametinden yol gösteriyor.

Zaman treninde yolculuk yapmayanların, gelen hangi trene bindiklerinin pek bir anlamının olmadığını anlamaları, gençlik gitti gibi ahlar vahlar arasında korku ve tedirginlikle çekilmez bir yaşama imza attıkları zaman anlamaları boş ve anlamsızdır.

Zamanla geçmiyor, zamanla geçiyoruz bunu anlayalım artık, ne zaman doğrulup insan ve omurgalı bir varlık olduğumuzu anlayarak yaşayacağız… Zamanı rumuza tesir eden bir dost bilerek yola çıkmaktan korkmayalım, yoksa zamanla ruhsuz kalan kadavralarımız değer taşımayacak…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/12.03.2022/21.30


12 Mart 2022 Cumartesi

YARATILAN YARATICI TARAFINDAN BAKAMAZ

 Bir soruyla bu gün yazıma başlıyorum, Hakikaten bu dünya yaşamı bittikten sonra gelecekte çok ciddi bir hesabın olduğuna inananlar, dünya yaşamında günah ve yanlış defterlerinin kabarmasını isterler mi?        

İnsandır olabilir diyenlerin olabileceğini biliyorum ben de size yakın düşünmüyor değilim, çünkü imtihanın bir anlamı olmaz o zaman… Ama şuna kesin olarak inanıyorum ki, yeryüzünde bütün bir evrene zulmeden ve doğanın dengesini bozan bir yaşamın kuşatıcılığından söz edemezsiniz. Yaratıcı yeryüzünde bir canlı yaratacak, o canlı yaratıcının belli bir düzen ve ahenk içinde sistemli olarak yarattığı bu âlemi fesada uğratacak ve düzeni bozacak… Peki, Yaratıcının işi gücü yok sırf iş olsun ve yarattıklarını cehenneme atıp onların yanmasını izlemek için, hem böyle bir âlem yaratacak sonrada bu âlemin düzenini bozacak varlıklar yaratacak, bu düzeni bozanları tutup cehenneme atacak onla mutlu olacak sadist bir Yaratıcı…(!)Yaratıcının böyle bir eyleme ve kendini kanıtlamaya ihtiyacı yoktur. Siz onu takdir ve takdis etmeseniz de o Hamt edilmeye layık tek varlıktır.

Bu örneği vermemdeki amacım, Yaratıcı yarattı bir kader çizdi biz onunla uğraşıyoruz, önceden belirlenenleri oynuyoruz diyebilecek olanların bu tutarsızlığını ortaya koymaktır. Tüm âlemlerin rabbi her şeye muktedir olduğu halde, biz onu tanımlarken yanımızda olan bilgi ile tanımlamaya çalıştığımız için, işin içinden çıkamaz duruma geliyoruz. Yaratıcının bize verdiği bilgilerin tümü bizim bilmemizi istediği kadardır, ondan fazlası bize verilmediği için bu koca kâinat içinde bizim dışımızda bildiklerimizin ötesinde nelerin olduğunu bilmiyoruz. Onları bilmiyor olmamız onların olmadığı veya bizim kafamızdaki bilgi ile uyuşmadığı için inkârını gerektirmiyor.

İnsanın bu inkârı yönünün her zaman devrede olması, onun çok kötü bir tuzak içinde olduğunu da ortaya çıkarmaktadır. Çünkü insana verilen bilgi ve donanımlar, onun ilahlık iddiasında bulunmasının önüne geçecek kadar sınırlı olduğundan insana haddini de bildirmek istemektedir. Ancak insan bu haddi çoğu zaman aşarak, kendisini yaşadığı evrenin tek belirleyen gücü olarak görme gafletine dalabilmektedir. Bu gafletle birlikte kurtuluş imkânı olmayan yanlışlar göletlinden su içmeye başlar bu suyu içtikçe susuzluğu artar ve bir türlü doyuma ulaşmaz hale gelir.

İnsan, ne tarafından bakarsan bak tutarsızlıklar üzerine oturttuğu bir hayatı kendisi devam ettiriyormuş gibi, çılgınlıklarını sürdürmeyi ve onları genişletmeyi bir marifet bilerek yaşar. Ne zaman nerede son nefesini vereceğini bilmediğimiz bir hayatın sahibi biz olmadığımıza göre, bu canlılığımız devam ettiği sürece, yeryüzü bizden sorulur gibi hırsla her şeye sahip olarak yaşamaya bir anlam verebiliyor muyuz? Gerekçe oluşturmaktan bahsetmiyorum, çünkü kendimizi haklı kılmak için her türlü gerekçeyi oluşturup kendimizi savunmak ve akla uygun marifet ortaya koymada üzerimize hiçbir canlı yoktur. Bir taraftan geçici dünya deriz, oysa geçici olan biziz, biz geçici olduğumuz halde onun ömrünün bize göre daha uzun olduğu ortada iken buna rağmen nasıl olurda bile bile, kurulacak ilişkiyi hesapsızca yaparız.45 kiloluk bir insan ağır sıklette güreşen 120 kiloluk bir güreşçi ile güreşerek onu yıkacağına inanması gibi, ömrü insandan daha uzun olan dünya ile bir yarışa giren insan da bu müsabakayı hep kaybeden tarafta yer alacaktır.

Yaratıcıyı yaratılanların görebileceği ve anlayabileceği pencereden bakarak tanımaya çalışmak onun hakkında bütüncü bir bilgiyi bize vermeyecektir. Çünkü biz elimizdeki imkânlarla ve sahip olduğumuz genetik donanımlarımızda yüklü olan yazılımla ancak alabileceklerimizi alabiliriz. Bunun ötesinde neler var neler yok onları bilme imkânımız asla olmayacaktır. Onlara sahip olacak olsak o zaman yaratıcı bizi yaratmış olmaz ve bizler de bir yaratılan değil yaratıcı olmamız gerekir. Oysa bizim doğum ve ölüm çizgimiz belli ve bu durum ne kadar canlı varsa hepsi için geçerli olan bir kanun olduğuna göre, bizim mutlak bilgiye ulaşma imkânımız olmayacaktır. Çünkü yaratıcı değiliz yaratılanız da ondan… Yaratılan tarafta olmamıza rağmen yaratıcı tarafına geçip bizimle ilgili bilgilerin kaynağına ulaşmak istediğimiz zaman haddi aşarak ilahlık taslamaya başlarız ki, bu durum bizim kendi elimizle kendimizi imha edeceğimiz anlamına gelir. “Yeryüzünde birden fazla ilah olmuş olsaydı yeryüzünüm düzeni bozulur ve yeryüzü fesada uğrardı ”ayeti tecelli etmiş olurdu.

Halden hale geçen insan, anlık saniyeleri birbirini tutmuyorken, kendi ruh dünyasının devamlılığını sağlayamıyor olmasına rağmen, kendi dışındaki âleme bir düzen vermeye çalışması sizce de ne kadar tutarlı olur. Kâinatı düzene koyan ancak ve ancak, kendisi doğmamış, doğrulmamış, öncesi, sonrası olmayan her zaman ve her ortamda bulunan ve onda asla bir değişim ve başkalaşma hissetmediğiniz güç olabilir. O güç de yerin ve göklerin Rabbi Allah’tan başkası değildir.

Aklıma deli sorular gelmiyor değil, onları burada ele almak ne kadar mantıklı olur bilemiyorum ancak konumuzun daha net ortaya çıkması açısından bazılarını sorgulamak istiyorum. Haşa yaratıcı zalim mi, yoksa yapacak başka bir şeyi yokta sürekli varlıklar yaratarak inşa ettiği cehennemde onları yakarak mutlu mu olmaya çalışıyor veyahut ta yarattığı varlıklardan bazılarını da cennete koyarak onların rahat yaşamalarından kendi de mi hoşlanıyor… Dünyayı yaratarak burada bazılarını güçlü kılıp, bazılarına imkân verip bazılarına da acı çektirerek bundan ne anlıyor gibi, haşa kafanızda soruların döndüğünü tahmin edebiliyorum… İşte tüm bu soruların cevabını cevaplama merkezi olmadığımı da biliyorum. Yaratılan olarak var olup yaratıcı tarafına geçip sorular sorduğumuz zaman, yaratılanların hiçbirisi yaratıcı tarafından olaylara bakarak onların altından kalkamaz, çünkü yetileri ve sahip olduğu bilgi ve birikimler onu çözebilecek nitelikte değildir.

İnsan, yaratılmışların içinde hem en tepe noktada bulunmakta hem de en alt seviyeye inebilmektedir. Bu iniş ve çıkış tamamıyla kendi marifetlerini ortaya koymasıyla alakalıdır. İlk dönemden bugüne kadar böyle olmuş bundan sonra da böyle olacaktır. Bu sürecin bir dengeye oturması mümkün değil mi o zaman diyebilirsiniz, elbette mümkündür. İnsan kendi yetilerini ve sorumluluk alanının çerçevesini kendisine bahşedilmiş akılla doğru anladığı ve tanımladığı zaman doğru bir yörüngeye oturur; ancak doğru tanımlayamadığı zaman nerede olması gerektiğini anlamadığı için ortaya koyacağı bütün eylemleri hakikatten uzaklaşarak onu ve kazanımlarını ifsat derecesine indirecektir. Dünya hayatında bu karmaşa ve kaosların yaşanmasının temelinde de insanın kendi sorumluluk alanlarını doğru tespit edememiş olması ve hırsını frenleyecek bir mekanizmayı aktif hale geçirememesinden kaynaklandığını görmekteyiz. Dünya kalıcı değil derken, hakikaten onun kalıcı olmadığına inanan ve bir gün kendi iradesiyle bırakıp gideceğini bilen bir varlık, bu kalıcı olmayan hayat için kendisini erişilmesi güç bir ilah olarak sahneye çıkarır mı?

Demek ki insanın içinde, yaratılan olarak kendisini kabul ettiren değerlerden çok, yaratıcı olarak varlığını devam ettirmek isteyen bir güç onu yönetmektedir. Hırs ve ihtiraslar, daima süreklilik arzular ve doyumsuzdur. Doyumsuzluğun temelinde müstağnileşme vardır. Bu müstağnilik, insanın kendisini kendisine yeter duruma getirir. Kendisini yeterli hisseden ve her şeye sahip olacağını ve her şeyin belirleyen gücü olarak kendisine bir rol biçen insan, rotadan çıkmış varlıktır bu durumda bulunacağı seviyenin en altına iner ama kendisine sorarsanız, çok güçlü ve erişilmesi zor bir varlık olup çıkmıştır. Oysa insanın yok oluşa en yakın olduğu zaman, kendisini çok güçlü gördüğü ve insan olma makamının en altına indiği zamandır.

Kâinatın dengesinin bozulmasındaki en önemli etken olarak, insanın varlık sebebi ile yaşam arzusu arasındaki çatışmaların olduğunu görürsünüz. Varlığının gerekçesi belli, bu varlığın yeryüzünde yapacakları da çizilmiş olmasına rağmen, bu varlığın içindeki hırs ve mütekebbirlik arzusu onu bulunduğu ortamdan alaşağı edip onu uçuruma yaklaştıracak bir hayat denklemini ona sunmaktadır. Bu denklemle her türlü sorunların üstesinden geleceğini düşünen insan, hayatı yaşanmaz hale getirip bütün bir âlem için karanlık bir ortamı kendi cinslerine armağan eder. Bunun sebebi olarak arayışlara başlar, çünkü kendisinin burada bir sebep olacağını hiç düşünmez. Ben çocukken nenemin bahçesinde dutlar yeni olmuştu onları aşağıya dökmek için, yerden taş alıp ağacın dalına attığımda taş geri dönüp kafama çarpmıştı ve ben orada kısa bir süre baygınlık yaşadıktan sonra kalkıp etrafa bağırıyordum bu taşı kim attı; beni öldürecektin diye bağırıyordum, tabi ki etrafta kimse yoktu beni duyan benden başka, âmâ sorunun kaynağı benim dışımdaydı, oysa ben kendi attığım taşı yemiştim. İşte insan kendi acziyetini görmeden hırsının esiri olursa, yanlışların odağında olmasına rağmen kendinde asla bir kusur bulamaz ve mutlak doğru olarak yeryüzüne kurtarıcı olarak geldiğine inanır. Bu inanış geniş kitlelerin de desteğiyle acıların altından kalkamaz duruma gelir büyük bir topluluk…

Hırslarının esiri olanlar hesap vermeyi değil, hesap görücü olarak kendilerine bir yer taktim ettiklerinden, attıkları her adım insanlığı biraz daha karanlıklara ve uçuruma yaklaştırır. Yarınlarda hesap var diyerek yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların, kendileri yeryüzünün her türlü imkânlarından faydalanırken yaratıcının her canlı için verdiği rızıkları ele geçirerek konforlarını artırırken, zavallı ve zayıf düşenlerin hayatları onları hiç etkilemiyorsa, bunlar asla yarın hesap var sözüne inanmamışlardır. Hesap, hesabı şaşırtır sizi daha ince ve ayık davranmaya götürür. Bir insan, aşağıladığı cinsleri kendisine bir değer vermediği zaman bir hiç olduğunu bildiği halde, neden kendisine değer vermesini istediği varlıklara acı çektirmekten zevk alır?

İnsan diye bildiğimiz varlık, kendi varlık gayesini ve varlığının donatılarını ve nelere sahip olacağını ve neleri elde edemeyeceğini anlamadığı sürece insan değil, ancak biyolojik bir canlı olup aklın ne işe yaradığını idrak edemeyen bir yaratık olur. Onun içindir ki insan olmak öyle kolay değildir. İnsan olmak, önce yaratılan olduğunu ve kendisi için çizilen sınırlar içinde, varlık gayesini anlayarak verimliliğin doruğunda tüm âleme faydalı olarak yaşamak demektir. Bunun için sahip olmaya çalışan bir yaratık değil, değeri kendisinden olan sorumlu bir varlık olarak yeryüzünü imar eder.

İmaratta yer almayan, tek hücreli canlılar gibi amip olarak yaşamak, insanlığın ne olduğunu idrak edememektir. İnsan, yeryüzündeki yaşamın düzene konulması için yaratıcının kendisine bahşettiği akılla, yeryüzü terazisini dengeye getirmek için mücadele eden ve adaletten asla ayrılmayan çifte standartçı olmayan, tüm canlılara yaşam hakkı tanıyan hepsine merhametle yaklaşan yeryüzünde yaratıcının tayin ettiği halifedir. Yeryüzünün hilafet görevini unutanlardan ancak yeryüzünde bir despot zalim ve haydut olur. Haydutların ilahlık yarışına girdiği dünyamızın yeniden aydınlanması ve tüm canlıların huzur içinde yaşaması için, insanı diriltelim ki, insanlık ortaya çıksın, yoksa hepten bizler yeryüzünü parselleyen yerel, bölgesel ve küresel zalimlerin oyuncağı olarak yok olmaya mahkûm olacağız. İnsanlık için geri sayım başladı. Bu sayı dizisinin sonunda insanlık, Yaratıcının tarafına geçip bizleri yönetmek isteyen haddini bilmeyen yaratıkların eliyle şeytanın karargâhında eğitim amaçlı kullanılan bir kadavra olarak tarihteki yerini alacaktır.

Bir coğrafyanın imkânları orada yaşayan tüm canlıların hakkıdır. Onların hepsinin rahat yaşaması gerekir, âmâ yeryüzü ilahları ve onların yakınında olup ilahlara her türlü desteği esirgemeyenlerce gasp edilen bu imkanlar, bunların dışındakilere hayatı yaşanmaz kılarken, onların mutlu olacaklarını sanması, sadece bir halüsinasyon görmedir.

İlahlık iddiasında olmadığını söyleyenlere, gerçek yaşamlarındaki ilahlık makamlarının onları götürdüğü çıkmazları gösterecek aydın kimlik ve kişilik sahibi şahsiyetli duruş ortaya koyan insanlara ihtiyaç vardır. Bunlar da ortalığa çıkmadığı zaman insanlık hepten yok olacağı günü bekleme sürecine girmiş demektir.

Zihin yürek ve yaşam üçgeninde ciddi sorgulamalar yaparak, geleceğin huzurlu ve mutlu nesillerine yeni bir dünya bırakmak isteyen tüm gönülleri selamlıyorum ve herkese selam dua ve muhabbetlerimi iletiyorum…

Erol KEKEÇ/11.03.2022/14.50

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!