Bu Blogda Ara

6 Mart 2022 Pazar

KÜRESEL NÜFUSU AZALTMANIN AYAK SESLERİ

 Bir tarihin sonuna mı geldik yoksa yeni bir yaşamın başlangıcında mıyız?

Değer sistemlerinin yerini hırs, istek ve sadist eğilimlerin aldığı anlamlı yaşamın dinamitlendiği, yaşam alanlarının imha edilerek doğayla savaşların kızıştığı bir yaşamı sırtımıza sardık gidiyoruz, nereye olduğunu inanın bilmiyoruz ama gidiyoruz öylesine…

Yaşam duvarları kurşunlanırken, yaşam alanlarının kontrolünü ele geçirmek için çırpınanlar, düelloda ne kadar başarılı olacaklarını sansalar da karşılıklı kılıçları çekmiş, birbirinin boynunu uçuracak cengâverler gibi, iki kafanın gitme ihtimali de olabilir, âmâ zarar görmeyen olmayacaktır. Neden ve niçin böyle karanlık tarih notları almaya başladık. İnsanların tüm geçmişleri çok mu karanlıktı ki, geldiğimiz noktada karanlık dönemleri not etmeye başladık… Karanlıklar aydınlığı imha edecek başlangıçlarda olabilir, karanlığın tam ortasında bir yolculuk da yapıyor olabiliriz, hatta karanlığın sonunun yaklaştığını haber verecek aydınlıkların açılmasını da görüyor olabiliriz ama kesinlikle her yönüyle mutlu huzurlu bir yaşamın tüm evreni kuşattığına dair bir iddia da bulunamayız.

Son üç yıl içinde dünyanın çehresi değişti, yeryüzünün kodları ile oynandı, canlıların genetik kodları yeniden tanımlandı, insanın insani özelliklerinin ötesinde ona farklı bir anlam yüklendi… Yeni anlam diye karşılaştığımız aslında anlamsızlıklar üzerine oturtulmak istenen hayatın köşebentleri tamamlanmış ve içinde oynayacak bir sirk maymuna ihtiyaç vardı; bunun adını da alfabenin tüm harflerini imha ederek son harfle adlandırmayı uygun gördüler adına”Z” nesli dediler. Nesiller, güdümlü bir makine olarak düşünüldüğünde, aslında dünyanın tüm çehresinin yeniden tanımlanacağı ve bu tanımın ideal bir tanım olmaktan çok, reel durumu anlatması açısından kullanılan bir tanım olduğu ve olacağı muhakkaktı.

Yenidünyanın yeni kurmayları, sanal düşlerin gerçek figüranları olduklarının asla farkında değiller. Onların bu zaaflarını çıkar malzemesi yaparak onların gafletlerini ranta dönüştürerek, yenidünyanın temeline bunların rahatlıklarından elde edilen birikimleri aktararak gelecek günlerin sağılmış inekler çiftliği olmayacağını kim garanti edebilir. Yani diyeceğim o ki, insanların insan olarak anlam kazanmadığı, akıllı varlık olarak, varlık sahnesinde her geçen gün değer kaybederek, kendine yeni bir tanımın yapılacağı varlık için, yeni yaşamın başlangıcına doğru hızla ilerliyoruz. Bu yaşam, bu hayatı insanlığa reva görenlerin piyonlarının elleriyle gerçekleştiriliyor.

Son yılarlarda tüm yeryüzünde bir tımar edilme evresi başladı. Tımar, insanlığın rehabilite edilmesine ihtiyaç duyulduğundan değil, rehabilite edilmeyenlerin oluşturmak istediği cinnet ve vahşet yaşamlara, insanlığı hazırlıklı hale getirme rehabilitasyonudur. Bu süreç o kadar karmaşık, hızlı ve yıkıcı ilerliyor ki, hiçbir şey bu yaşama ayak uyduramadığı gibi, doğal insanlık geni ile de uyum içinde olmadığını görüyoruz.

Küresel grip diye bildiğimiz ama belli kimyasal oluşumlarla üretilmiş olan biyolojik virüsler, yeryüzünde gerekli ve istenilen zararı veremediğinden dolayı, dünyayı karartmak isteyenler onun veremediği tahribatı ve zararı savaşlar çıkararak vermek istediler. Onun ilk fitilinin alevlendiği yer de Ukrayna oldu. Rusya ve Putin, Küresel cinayet ekibinin kullandığı ve amaçlarına hizmet eden bir piyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu saldırıyı meşru gerekçelerle tanımlayarak, Rusya’nın, Ukrayna üzerindeki denetim alanlarını genişletmeye çalışacaklar. Ukrayna’nın batıdan aldığı destekle yüksek direnç göstermesi, Putin’in sinir katsayılarının artmasıyla kimyasal silahları devreye sokarak bütün bir insanlığı imha sürecine de girilmiş olabilir. Bu süreç daha çok Ortadoğu toplumlarından başlayacak gibi hissedilmektedir. Ortadoğu üzerinde gerçekleştirilmek istenen gecikilmiş planların devreye sokulmasıyla, hedef yaklaştırılmış ve plan uygulanmış olacak gibi görülüyor.

Küresel salgınla bu savaşlar arasında bir bağlantıyı nasıl kurduğum merak edilebilir. Putin, Rusya’nın ikinci Stalin’i, yayılmacılık baskı zulüm onun açısından o kadar olumsuz bir durum değil, şimdiye kadar ortaya koyduğu tavır, onun bu iş için seçilmiş ve özel ilişkiler kurulmuş biri olduğunu ortaya koyuyor. Putin, her geçen gün biraz daha gerilim yaşarken, küresel şebekenin isteklerini de yaklaştırmaktadır. Adı konulmamış savaşlarla insanları imha etmek yeryüzünde kabul görmeyecek bir eylem olacağı için, böyle bir çılgın eliyle amaçlarını gerçekleştirmeyi seçtiler. Bunun için tüm alt yapıyı kurdular, corona salgın sürecinin tamamlanmak üzere olduğu bir aşamada, bu savaşı devreye soktular. Bu savaş, Putin’in çılgın hedeflerine hizmet edecek düzeyde çekici hale getirildi ve ortalık gerildi sonrasında bu savaşın fitili alevlendi.

Birinci dünya savaşının tüm koşulları oluşturulmuştu, amaç hastalanmış olan bir İmparatorluğu ortadan kaldırmaktı, ancak savaşın nedenlerine baktığımızda hiçte öyle bir durum söz konusu değilmiş gibi görülüyordu. Ancak savaş sonrasında koca bir imparatorluktan geriye 783.562 km² toprak parçasına sıkıştırılmış ve etrafı leş sürüleriyle doldurulmuş bir Millet bırakıldı. Herkesin dilinde, Avusturya Macaristan veliahtının bir Sırplı öğrenci tarafından öldürülmesi savaşın çıkış nedeni olarak gösterildi. Ancak bu sadece görünen ve asla alakası olmayan bir durum olmasına rağmen, yıllarca bizler Tarih kitaplarında hep öyle okuduk. Yarın da bu durumu, Putin’inin çılgın davranışı ve yayılmacı tavrı dünya nüfusunun yarıya yakının imha olmasına neden oldu diye, sonraki nesiller okuyacaklar. Küresel akıl, kendi programlarını uygularken hiçbir zaman olayların oluşumunda ve tetiklemesinde kendi oyunlarının anlaşılmasını istemediği için, kimse onu gündem yaparak konuşmayı bile düşünmemektedir. Oysa bu savaş aslında Arap baharı ile yapılmak istenenin gerçekleşmesini bozan Türkiye ile biraz gecikmiş oldu. Suriye ile yaygınlaştırılmak istendi ve tüm Ortadoğu ve Güney Asya’ya kadar tırmandırılacak ve ardından uzak doğu Asya’ya kadar uzanacak olan Asya bozkırlarında Türki cumhuriyetler üzerinde de devam edecekti. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaşta bunlardan birisiydi.

Şunu açıkça ifade etmekte fayda vardır, Yemen Hariç, Suriye, Libya ve Azerbaycan üzerinde kurulacak oyunların hepsinin bozulmasında Türkiye’nin büyük bir rolü vardır. Caydırıcı bir işlev üstlenmiştir. Ukrayna’ya Rusların saldırısında da Türkiye’yi bu işin içine doğrudan çekerek şu ana kadar gerçekleştirmek istedikleri hedeflerini daha kısa yoldan sonuca götürmeyi denediler; ama ne yazık ki, şu ana kadar bunların hepsinde başarısız oldular. Kendi içinde çok olumlu politikalar izlememiş olan iktidar dışarıya karşı devlet aklını devreye sokarak ciddi bir mesafe aldı. İHA ve Si HA’larla da ben de varım diyebilecek bir duruşa ulaştı. Avrupa ülkelerinden, İktidara muhalif kesimlerden aldığım bazı bilgiler bizim hakikaten göğsümüzü kabartmıyor değil… Tüm Avrupa da Ukrayna saldırısında Ruslara karşı koyan ve onların hava güçlerine ciddi zarar veren Bayraktar SİHA VE İHA’larının gündem olduğu anlatılmaktadır. Hatta hepsinin bunları almak için bir an evvel girişimde bulunacakları anlatılıyor…

Bunları anlatmamdaki amaç, siz ne kadar kendi ayaklarınız üzerinde durursanız, sizin dışınızdakilerin sizinle alakalı hesapları da o oranda boşa çıkacaktır. Şükür diyorum Rabbime bize bu düşünme ve anlama gücünü verdiği için… Küresel gücün tüm oyunlarını bozabilecek dirayetin bizde olduğuna inanıyorum… Biz Millet olarak bunların altından kalkabiliriz. Yeter ki Mütekebbirleşmeden, ortak aklı kullanarak istişare ile bunları bir araya getirip tüm düşüncelerden ve farklılıklardan faydalanmasını bilelim…

Dünyanın başlangıcı yeniden inşa sürecinde, biz bu sürecin dışında kalırsak kaderimizi başkaları belirleyecek. Başkalarının belirlediği kader, bizim için yaşanılmayacak düzeyde acı veren bir keder olacaktır. Sonuç olarak diyorum ki, bu bir Rusya Ukrayna savaşı değil, dünyayı yeniden dönüştürmek için, ortamı uygun hale getirip nüfusu yeniden ayarlama savaşıdır. Dünya bu riske girer mi diyebilirsiniz, savaşlar onların yaşam alanlarında olmadığı için, onlar açısından risk değil, istemediklerini ortadan kaldırma girişimdir. Her ne kadar yaşamlarımızla ciddi anlamda Allah’ın istediği Müslümanlar olmasak ta, İsim olarak verilen bu değerle bir savaştır. Büyük kayıplar bizim coğrafyamız üzerinde hesaplanmaktadır.

Bağımsız özgün erdemli tutarlı ortak akla dayanan İnsani duruşumuzu, millet ve devlet olarak ortaya koyup kimsenin uzantısı ve tarafında olmayacağız. Mazlum olanlara insani yardımlarımızı esirgemeyeceğiz, âmâ bu savaşın çılgınlığının bizi de etkileyecek bir ortam oluşturacağı için, Putin’i bu savaştan geri çekmeye ikna etmenin yollarını bulmalıyız. Çünkü bu şahıs dünyayı cehenneme gömeceklere yol açıyor…

Güç kuvvet kendisinde olan Allah’ım sen aziz ve muktedirsin tüm zalimlerin zulmünü başlarına geçir, mazlumlara katından destekçiler gönder… Âmin…

Bahadır Hataylı/06.03.2022/02.06

5 Mart 2022 Cumartesi

MENFAAT İNİNDEN TÜNELİN SONUNA VARILMAZ


Çıkarlarını korumak ve sizden nemalanmak için yanınıza sağdan ve soldan gelen şeytanın uşakları, hep dost kılığında karşınıza çıkarlar. Şeytan dostlarını öyle bir eğitmiş ki, onların kim olduklarını ve iç dünyalarını anlayıncaya kadar sizin ne içiniz ne dışınız kalır şavktınız kayar.

Çağımızın en melun özelliği, kimin kim olduğunu anlamakta çok zorluk çekmenizdir. Yaşamın odağında menfaatler ve çıkar, temel belirleyici etken olarak bulunduğu sürece, sizin gördüklerinizden yola çıkarak bir yargıda bulunup ona göre yaşamınızı yönlendirmek istemeniz, çoğu zaman sizi büyük bir hayal kırıklığına uğratabilir. Sizin yanınızda menfaatlerine hitap eden bir şey varsa siz yeryüzünde bir melek olursunuz ve sizden daha iyisi dalda kaysı, ama çıkarlarına uygun olmayan bir olumsuzlukla karşılaşırlarsa, siz onlar için hiç anlam ifade etmeyen bir yaratık bile olamazsınız, tüm ipliğinizi çingene pazarında satışa çıkarırlar…

Yaşadığınız dünyada boynu bükük ve mahcup biri olarak yaşamak istemiyorsanız, her daim uyanık ve diri olacaksınız. Uyanıklıktan kastım kurnazlık anlamında tilki olmak değil, doğru ile yanlışı ayırabilecek düzeyde ayık ve bilinçli olmaktır. Bu uyanıklık sizde yoksa attığınız her adımda sırtlan ve çakallar içinde yara almadan yaşamak, bahtınıza çıkacak bir lütuf olur. Çağımızın en sahtekâr çok kişilikli yaratıkları, mangalda kül bırakmadan savururlar, kendileri neredeyse doğruluğun yörüngesinde otururlar, tüm doğru adımlar onların onayından geçer, yanlış yaşamların içinde asla bulunmazlar, önemli kahramanlar ve kabul gören insanlarla mutlaka bir soy bağları vardır, ondan dolayı bu kadar da cesur olduklarına sizi ikna etmeye çalışırlar, âmâ bilmezler ki her türlü pislikleri nasıl da ortalığa dökülmektedir. Konuştukça çirkeflikleri daha bir su yüzüne çıkmasına rağmen, sizi aldattıklarını ve çok büyük kara geçtiklerini hesap edebilirler ama siz siz olup kendinize gelmezseniz, bu sansarlarla aynı havayı teneffüs etmek zorunda kalırsınız.

Kültürel değerler, bir anlam kaymasına uğramadan önce belki kendinizi bu kavramlarla tanımladığınız zaman yanlış anlaşılmalara sebep olmayabiliyordunuz, ancak geldiğimiz nokta itibarıyla tüm anlamsızlıklar kendilerini anlamlı kılma yarışına girdiği için, kendisini kabullendirmek adına kaç takla atacağını kestiremiyorsunuz. Bunları siz anlamadığınız zaman sizlere kaç takla attırıp hayatınızı yaşanmaz kılacaklarını da bilemiyorsunuz. Ondan dolayıdır ki, size kardeş dost ve sırdaş gibi yaklaşıp sizin imkânlarınızı kullanırken size sırdaş olanlar, kendileri öyle bir fedakârlık yapamıyorlarsa şuna emin olabilirsiniz ki, dost diye yanınızda barındırdığınız gözü kırpmadan çıkarı için sizi imha eder.

Aynı uyarıcı farklı kişiliklerde aynı davranışlarla farklı beklentiler ortaya çıkarabilir. Karşıdan baktığınızda can ciğer kuzu sarması sandığınız arkadaşlıkların, hiç de öyle kuzu sarması olmadığını, menfaatler ortaya çıktığı zaman görebilirsiniz. Biri candan severken, diğeri çıkarını gizleyerek aynı sevgiyi taşıdığını iddia ederek birlikte yol yürüdüğünüzü sanırsınız, bir yerde yorulduğunuzda ya da yol iki çatal olduğunda sizlerin aynı amaç uğruna mücadele etmediğinizi anlarsınız.

Menfaat ininde bir araya gelenler, menfaatlerine bir leke düşeceğini anladıkları an aynı inde sizi boğarlar. Ondan dolayıdır ki, tarihte Uhut savaşında, savaşı kazanmış olan Müslümanların tekrar savaşı kaybetmelerinin gerekçesi çıkarlar ile ideal değerlerin aynı ortamda bir araya gelip birbirini imha etmesi olduğunu görürüz. Menfaatlerini kaybedeceklerini düşünenler, herkesi kendileri gibi menfaat pazarında dolaşıyor sanırlar. Ondan dolayıdır ki, bir yola çıkıldığı zaman yolcuların yola çıkma hedeflerini iyi anlamazsanız o yolun bitmesi düşünülemez. Yolun her noktasında bir sorunla karşılaşırsınız, karşılaştığınız sorunlar sizleri yer bitirir. Dolayısıyla sorunsuz bir yol oluşturmak sizin kendi elinizde, insanların iç dünyalarında ne taşıdıklarını akılla değil de duygularla anlamak ister ve duygusal bakışla çözümlemek isterseniz, şunu biliniz ki sizi çözümleyecek ve anlayacak başka beyinlere hasret kalırsınız.

İnsan, İnsan olma hüviyetini kazanamamış sadece beşer kimliği ile evrende bir yer kaplıyorsa, ondan insani bir duruş ve evrende insani bir hacim oluşturmasını beklemek sadece sizi bekletir, ötesi olmaz. Onun içindir ki, yaşadığımız ortamda nelerle, nasıl, ne adına muhatap olup ilişki kurduğumuzu ve ilişkilerimizi belirleyen dinamikler nelerdir, onları en ince ayrıntılarına kadar tahlil ederek yolculuk yapmak her aklı başında insan evladı için elzem ve gereklidir. Bu tahlil yeteneğini ve irdeleme beyin gücünü yitirenler, her an her yerde tsunami gibi kötülük dalgalarıyla karşılaşacağını hesap etmelidir. Menfaat dalgaları sizlerin irfan ve arifane duygularını, kahpelik inceliğiyle delip içinize sızıp sizi yaralamayı çok iyi becerirler.

Bu karamsarlıklar arasında insana huzur hiç yok mu o zaman, ne yapalım nasıl yaşayalım ki, ne üzülen ne de üzen olalım diyeceğinizi tahmin edebiliyorum… Yaşadığımız dünyanın içinde bulunduğumuz çağının en belirgin yanlarından biri, her tür olumsuzluklarla karşılaşacağınızı hesap ederek, onların olma olasılığının çok olduğunu, olumlu bir tavır ve sonuçla karşılaşırsanız onun da bir mucize olduğunu hesap ederek yaşarsanız, en azından fazla üzülmeden yaşamınızı devam ettirebilirsiniz. Bu duygular içinde emin adımlarla yola koyulduğunuzda, yollar uzasa sonuç gecikse ya da yol yarıda kalsa bile, en azından ruh dünyanızda sarsıcı dalgalanmalara neden olmaz kaldığınız yerden kalkar devam edersiniz. Herkese kaldığı yerden yoluna devam edecek güce sahip olmasını temenni ederken, menfaat ininden gelenlerle aynı hedefe yol aldığımızı sanan zavallı beyin ve yürek yorgunlarından olup, duygusal bağlılıkların kurbanı olmadan dosdoğru yürüme gücünü bize bağışlayan mutlak güç sahibinden yolumuzu aydınlatmasını umut ederek herkesi selamların en güzeli ile selamlıyorum…

Erol KEKEÇ/04.03.2022/23.15

1 Mart 2022 Salı

POLİTİK CAMBAZLAR SİYASETE GÖNÜL VEREMEZ


Siyaset bir toplumda, inançlar ve insanların zaaflarının açığa çıkacağı duygusallıklar üzerinden yapılıyorsa, orada siyaset yapılmıyor demektir. Bir siyasi lider hiçbir zaman, insanların doğal yaşam alanlarıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirdiği zaman, onlar için ayrıcalıklı bir ortam oluşturduğu vehmine kapılmamalıdır. Siyasetin temel amacı, toplumsal yaşamı en üst düzeyde nasıl yaşanabilir, onların yollarıyla ilgili çalışmalar yapmak, toplumsal birlik, kaynaşma, toplumsal süreklilik ve toplumsal yaşamın işleyiş kurallarını, herkese aynı yakınlıkta olmak kaydıyla doğru uygulamaktır.

Siyasetçi, kendi görev alanını ve görevinin amacını doğru algılarsa, kendisini toplum içinde farklı bir yerde görmemesi gerektiğini çok iyi anlar. Toplumdan ayrı bir yere çıktığını düşünen ve çıktığı yerden topluma bakarak, toplum için bir takım lütuflarda bulunuyormuş gibi davranırsa, o siyasetçi olma kimliğini kaybetmiş demektir. Siyasetçi, içinde yaşadığı toplumun bir aynasıdır. Aynı zamanda toplum da, siyasetçilerin hem terazisi hem de aynasıdır. Siyasetçi toplumsal yaşam içindeki yaşamdan etkilenmiyorsa hiç kendisini tartmıyor demektir. Hayatında bir değişim düzeltme ve yenileme yapmıyor dediğim dedik çaldığım düdük diyorsa, hiçbir zaman aynanın karşısına çıkmıyor demektir ki, aynada kendisini görmezse ancak böyle davranabilir.

Siyaset, Boşta kalmış insanların kanunlara dayanan gücün arkasına sığınarak güç sayesinde yaşam koşullarını erişilmez kılmak ve kanunların tanımış olduğu kanuni imkânları kendi çıkarlarını korumak ve çoğaltmak için kullanmakta değildir. Siyaset, toplumsal yaşamı kucaklamaktır. Toplumdaki insanları ideolojik, etnik köken ve inançlara göre sınıflandırıp ötekileştirerek kendisine yakın bulduklarını kollamak diğerlerini düşman bilmek hiç değildir. Siyaset, İdealizmin reel yaşama aktarılmasıdır. İdealleri olmayanların siyasete girmesiyle siyaset kirlenir. Gördükleri ve sahip olduklarının, hayatını anlamlı kıldığını düşünen ve onunla mutlu olup kimliğini sahip oldukları ile tanımlayanlar, siyasete girdikleri zaman siyasetin çıtasını çok aşağıya çekerler. Siyasetin çıtası ideallerle yukarı çekilir, reel toplumsal yaşam ile doğal yaşamın kanunlarına uygun davranmakta, siyaseti sürekli hale getirir ve devamlılık ortaya çıkar.

Medeni diyebileceğimiz düzeyde kanunları insani olan toplumlarda siyaset daha çok hukuk çerçevesinde devam eder. Bu hukukta siyasetçilerin belirlediği kurallardan oluşmaz, o alanda uzun soluklu çalışma yapmış bilim adamlarının birçok kez denemeleri neticesinde oluşmuş, sonuçlarının etkisinin herkese dokunduğu ya da kimseye olumsuz iz bırakmadığı kurallardan oluşur. Buna göre hareket etmek medeni toplumlardaki siyasetçilerin temel görevidir. Siyasetçiler birlikte yaşadığı toplumun savunma ihtiyacını yerine getirmek, yaşam kalitesini arttıracak ortamlar açmak, Fırsat eşitliğinin çeşitliliğini çoğaltarak dezavantajlı kimse bırakmadan, imkânları herkese sunmaya çaba sarf etmek, Kucaklayıcı davranarak, kendisini seçip seçmemesine bakmaksızın herkese hizmeti ve hoşgörüyü esas alarak toplumsal birliği korumakla görevlidir. Bunları görev tanımı içinde doğru algılamayan siyasetçiler, siyasetçi değil, sadece politik cambazlık peşinde koşarak kendi menfaatlerini toplumun genel menfaatleri gibi sunarak, onları arkasına alıp rahat hareket etme derdindedir.

Medenileşememiş toplumlarda kanunlar gücü ele geçirmiş iktidar sahiplerini korumak ve toplumla aralarındaki ayrışmanın aşılmaması için kullanılır. Toplumdan ayrılması onu yücelttiğini düşünüyor olmalılar ki, kendini seçenlerden kendisini korumak için kanunlar ve güvenlik birimleri oluşturarak farklı bir yaşam tarzını oluşturup, onu korumaya çalıştıklarını da bilmezler. Onlara sorsan her şey Millet içindir, kendileri için yapıyorlarsa namertler, ne hikmetse kendileri erişilmez fildişi kulelerinde yaşamaya başlarken, içinden çıkıp geldikleri toplum yerlerde sürünürken onlara dua etmekte de asla bir tereddütte düşmezler, hatta yedi canlı olsalar, altısını yöneticilerine verirken biriyle sürünerek yaşamayı göze alırlar… Çünkü onlar için önemli olan onları temsil edenin güllük gülistanlık bir hayatı olursa onlar da ondan kendilerine bir pay çıkarabilirler… Ama yönetenler pejmürde bir ortamda yaşarlarsa, bu onlara hiç yakışmaz çünkü yöneten her türlü haklara sahiptir. Onlar, Tanrının yeryüzündeki gölgesi olarak görülür ve o gölgeye dokunanı ateşe atmak imanİ ve ibadi bir görev haline gelir. Bunu yapmak için kanun hukuk gerekmez herkes kendince bu hakkı yerine getirebilecek meşru haklarının olduğuna inanır. Dolayısıyla böylesi ortamlarda her an bir başkasının yaşam hakkının elinden alınabileceği göze alınmalıdır.

Politik oyun kurucularını siyasetçi olarak gören toplumlar başlarına gelene katlanmak zorundadırlar. Politikanın içinde çok kişiliklilik de barınır, dolayısıyla sizin içinizde iken farklı vaatlerde bulunan, sizin içinizden makama geçtiği zaman farklı davranıyorsa, buna gücenme hakkınız olamaz; çünkü birçok kişilik ve kimliğinden, bulunduğu yere en uygun olanını oynamak zorundadır politikacı… Politikacı uzun soluklu bir bilimsel raporun uygulayanı değildir. Günlük tıkandığı yeri nasıl aşarım diye düşünür, günlük ve anlık düşünceleri toplumsal yaşamın uzun soluklu koruyucu kuralları haline getirmeyi de bir marifet bilir. Sonrasında buna itiraz edenler de kamu düzenini yıpratmakla suçlanarak ötekileştirilip, toplumsal yaşam içinde kuduz mikrobu taşıyan biri gibi dışlanarak aforoz edilir. Bu toplumlar medeniyetten yoksun oldukları gibi, bunları yöneten politikacıların da buraya medeniyet getirmesi mümkün değildir. Bu politikacıların olduğu yerde medeniyet olmaz, medeniyet varsa, oradaki yöneticiler, siyaset bilen insanlardan oluşur. Siyasetin toplum yaşamını cendereye alma yeri olmadığını anlamayanlar, toplumsal hayatı cehenneme çevirirler.

Üçüncü dünya ülkelerindeki yöneticiler tamamıyla çıkarlarını korumak üzere şartlı olarak yönetime gelmiş ve gözleri onun dışında başka bir şey görmeyen cambazlardan oluşur. Cambazlar ile cambazları seyretmek için gelen izleyiciler arasında nasıl bir ilişki var ise, bu toplumlardaki politikacılar ile yönetilen halk arasında da öyle bir ilişki vardır. Sirkte bulunan cambaz nasıl özel bir yapıya sahip ise, orada kimsenin o işi yapma beceresi nasıl yoksa bu toplumlarda yöneticilere de öyle bakılır ve onların dışında bir başkası bu işe yöneldiği zaman seyirciler tarafından imha süreci, kanuni güce gerek kalmadan hemen devreye girer. Her şey Vatan Millet ve devlet adına yapılır, çünkü devlet ile yönetimde olan politikacı aynı anlamı taşır. Onlara göre devlet yöneten, yöneten de devlettir. Dolayısıyla devlete karşı yapılacak saldırılar da kanuni olarak cezalandırılacak bir gerekçeye sahip olduğundan hemen devlete asi olarak adlandırılıp katli meşru hale getirilebilir. Bu toplumların karakterini, Hz. Yusuf dönemindeki halk çok iyi ortaya koyuyor. Önce Yusuf’a inanmakta zorlanan ve onu dışlayan halk, ne zaman ki ona uyduğunu söyledi ve onu gözlerinde yücelttiler, ondan sonra başka birinin onun yerini almasının mümkün olmadığına inandılar. Hatta Yusuf (as)’dan sonra, Allah kesinlikle bir başkasını göndermez diye yemin ederek, sapıklıklarında zirve yaptılar.

Üçüncü dünya ülkelerinin kaderi, siyaset adıyla politikacıların kurbanı olmak olmuştur. Bu toplumlarda insanların yaşam kalitesini yükseltecek çalışmalar olmaz, varsa yoksa yöneticilerinin hayatının kalitesinin yüksek olması önemlidir. Çünkü onlar zaten kendilerini yönetenleriyle özdeşleştirerek, ha sen yemişsin ha ben diyerek kendileri acından ölse de, yönetenleri işkembesini şiirmiş ise onlar da tok olduklarına inanır. Çünkü kimlik kişisel olmaktan çıkmış, toplumsal bir hüviyet kazanmıştır. Burada akılcı tutum ve davranışlar neredeyse yok gibidir. Duygular şaha kalkar, aşırı gerilim olur, bakışmalar bile insanlar arasındaki refleksleri hareke geçirmek için yeterli olabilir. Dolayısıyla insanların yaşamını düzenleyen kurallar objektiflik esasından uzak, ortama kişilere ve yönetimi ele geçiren politik anlayışa göre şekillenir. Ondan dolayı da herkes birbirine kuşkuyla bakar, toplumsal bağlayıcılık ve mana etrafında kaynaşma yok denecek kadar pısırık olur. “Gemisini kurtaran kaptan” deyimi toplumsal algının ne boyutta olduğunu ortaya koyması açısından çokça kullanılan bir söz olduğuna şahit olabilirsiniz. Bal tutan parmağını yalar gibi veciz sözler, insanları bağlayıcı bir hukukun olmadığını, herkesin sahip olduğu mevki ve makamın kazandıracağı imkânlardan rahatlıkla istifade edeceği meşru bir hak haline gelir. Oysa medeni toplumlarda İnsanlar bulundukları makamdaki rollerini oynayarak oradan elde ettiği kazancı ile başka taraftan ihtiyaçlarını karşılar ya da oradan karşılayacağı bir şey varsa herkesin sahip olduğu şartlarda istifade eder. Burada bal tutan parmağını yalayamaz, o parmağı hukuk kırar. Hukukun kıramayacağı bir parmak varsa, orada icrayı idare edemeyen bir siyasetçi var, ya da kırılacak parmağa gerekli cezai müeyyideyi uygulayacak hukuk sistemi işlevini yerine getiremiyordur veyahut ta işlevini kaybetmiş yeniden yapılanması gerekecektir.

Tüm bu açıklamaları yapmamdaki amacım, politik kurnazlıklarla toplumsal idareyi ele geçirmiş olanlar, kendilerini siyasetçi olarak tanımlıyor olsalar da siyaset ile politik algılar birbiriyle çok farklıdır. Siyaset, seyisten gelir. Bir atın tımarı nasıl yapılır, onu rahatsız etmeden ve kimseye tekme atıp başkasına zarar vermeden nasıl rahatlatılır; onu çok iyi bilmek ve uygulamak kaçınılmazdır. Bir atı tımar edemeyenler toplumsal yaşamı nasıl rehabilite edebilirler ki! Atları birbirine düşüren seyis nasıl ki seyislik görevini yerine getiremiyorsa, toplumsal barış, kardeşlik, toplumsal hukuk, toplumsal paylaşımcılık, toplumsal hedef birliği, yaşam kalitesinin getirdiği toplumsal mutluluk vs. yoksa orada yönetici siyasi bir yönetimi icra edemiyor demektir.

Bir yönetici, eğer toplumun bir kısmının sahip olduğu inançlar ve düşünceler üzerinden siyaset yapıyorsa bunun adı siyaset olamaz. Çünkü siyaset toplumdaki tüm insanları avantajlı duruma getirebilme sanatıdır. Toplumdaki grupları birbirine karşı avantajlı duruma getiren bir yönetici siyasetçi değil, olsa olsa politik kurnazlıklarıyla kendi ikbalinin kökleşmesini sağlamaya çalışıyor demektir. Buna en güzel örnek te firavundur. Firavun kendi halkını parçalara böldü, Kıptiler avantajlı duruma geldiler, İsrail oğulları ise avantajlı değildi. Hatta çoğu zaman öldürülüyor, öyle bir zaman geldi ki erkek çocukları ve erkekleri toptan öldürüldü. Firavunun buradaki temel amacı kendi bekasını sağlamlaştırmak için halkı fırkalara bölerek onlar birbiriyle uğraşırken kendisinin hedef olmaktan çıkarılmasını sağladı. Üçüncü dünya ülkelerinde ki yönetimlerin istisnasız hepsinin içinde firavunluk geni taşındığı için bakın hep insanlar birbiriyle uğraşır kimse yönetimin onları ne hale getirdiğini bilmez. Bu durum onların sömürülme katsayılarının artmasına neden olduğu gibi, yöneticilerinin de ömürlerine ömür katar. Bu zulmü sonlandırmanın tek yolu var, farkındalık bilinçlenme, toplumsal barış kaynaşma ve hedef birliği oluşturmaktır.

Siyaset, yöneticilerini seçerken ideal ve reel yaşamı kaynaştırarak, hukuk çerçevesinde bir yaşamı devamlı kılmak ve herkesi yönetimin şemsiyesinde gölgelendirecek, gücü ele geçirince menfaatlerini korumak için değil, adaleti tesis etmek için kullanacak yöneticileri belirlemeye, dikkat eder. Tarafsız olması çok önemlidir. Bir yönetici her tür inanç ve ideolojiden olabilir ancak onun uygulamaları bundan bağımsız olmak zorundadır. Yöneticilerin uymaları gereken yasalar daha önceden bilimsel ahlaki ve insani kriterlere göre objektif olarak oluşturulması gerekir ki, keyfi uygulamaların faturası kabarmasın. Yasama yürütme ve yargı birbirinden bağımsız olmadığı zaman kimsenin hakkı garanti altında değil demektir. Yasalar, tüm inanç ve yaşam tarzlarını dikkate alarak yapılmalıdır. Yasaların temeli ve üst çatısı insan, aradaki bölümlerde, yaşam tarzları ve inançlar yer alır. Âmâ hiçbir inancın bağlayıcılığı, bir başkasına baskı kurma hakkına sahip değildir. Bunu sağlayacak olan siyaset kurumudur. Siyasi olanlar kendi toplumunda ötekileştirici bir politika takip ederse, o politik anlayışa sahip olanlar gücün getirmiş olduğu rahatlıkla kendi dışında kalanların yaşam hakkının olmadığına bile inanabilir. Onun için siyasiler her ortamda söylemlerini iyi seçmek ve uygulamalarına dikkat etmek zorundadırlar. Padişah bir başkasının bahçesinden bir meyve koparırsa habersiz, adamları bahçeyi yağmalarlar sözünün gerçek olmaması için, siyaseti bilmek ve siyasi davranmak gerekir. Bunun yolu kuşatıcılık kucaklayıcılık doğallık, adalet ve etik değerlere dikkat ederek ne olursan ol yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil, ister Yahudi, ister Mecusi ister putperest ol ne olursan ol yine gel diyerek herkesi kucaklayan siyasetçiler hukuka göre davranıyorlarsa bilin ki, o ortama medeniyet gelmiştir.

Medeniyetin kuşatıcılığında yönetilen bir halk ve yönetimi medeni esaslar üzerine kuran hukuk, toplumun aynası olup adaleti omurga bilen, yöneticilerin yönettiği devlete hasret kalmışlar olarak, o güne kavuşmak ümidiyle, herkese mutlu gelecekte yaşamanın nasip olmasını diliyorum…

Selam ve sağlık dileklerimle…

Bahadır Hataylı/01.03.2022/00.40

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!