Bu Blogda Ara

1 Mayıs 2021 Cumartesi

RIZIKLAR SABAH DAĞITILIR ALANLARA SELAM OLSUN

“Sabah uykusu rızkın önüne konulmuş pusudur…”Doğal yaşamda hayat, sabahın aydınlanmasıyla başlar. Kuşluk vaktine kadar yaşamın en verimli ürünü ortaya çıkar. Öğleye kadar ikinci mesai başlar günün ortasında mesai biter ve sosyal yaşam başlar, onun için insanlar arasındaki ilişkiler çok güçlü duygusallık baskın biz anlayışı egemen ve yaşam mutluluk üzerine oturur.

İslam, insanların doğal yaşamlarını dikkate alarak değerlerini insanlara aktarır. Yani fıtratın sesiyle uyumlu olmak en büyük hedefidir. İslam doğal fıtri eğilimlere ters bir anlayış ve yaşam ortaya koymaz. Onun için İslam’ın hayata egemen olduğu ortamlarda insanlar mutlu ve huzurlu yaşarlar. Eğer bir ortam huzur ve mutluluktan uzak ise oraya İslam yaşam olarak girmemiş demektir. İslam, günlük yaşamı sabah namazından hemen sonra başlatır. İnsanın en zinde ve verimliliğin yüksek olduğu bir anı uykuda ölü olarak geçirmeyi istemez. Onun için İslam’da ibadetlerin sistematik dizimi ile günlük yaşamın programlanması arasında da doğrudan bir ilişki vardır. Sabah vaktindeki namaz, gecenin şükrünü yaparak, güne sağ selim çıkan insanın, kendisine bu yaşamı bağışlayanı hatırlayıp Ona hamd ettikten sonra hayata başlaması için start vermesidir. Bu başlama hareketi sağlam bir temele oturmalı ki, günün diğer kısımları verimli geçsin ve insan ziyana uğrayanlardan olmasın.

Sabah namazı ile başlangıç yapan hayatlar huzurlarından bir şey kaybetmezler. Çocukluğumuzda köyde yaşarken bizim için hayat ortalık aydınlanırken başlar ve akşama yakın güneş batıda ufka yaklaşıp gölgelerimiz ile boylarımız arasında bir ilişki kuramayacak duruma geldiğimizde sona ererdi. Bu günlerin hayatımıza kattığı huzur ve mutluluğu ondan sonra hiçbir sistem içinde yakalayamadık. Gün boyunca tatilde olsakta huzurlu değiliz günde iki saat çalışıp diğer zamanları istediğimiz yerde geçirmiş olsakta mutlu olamıyoruz. Çünkü hayatın mutluluğu için gerekli olan başlangıç noktasını tahrip ettik, başlangıcı Allah’ın belirlediği zamandan başka saatlere kaydırdığımızda hayatımızın kaydığını da idrak edemedik. Sonrasında neden mutlu olmuyoruz huzur bizim mıntıkamıza uğramaz oldu diye dert yanmaya başladık. Sabahın erkeninde hayata başlamayanlar mutluluk hayal etmesinler. Sabah dağıtılan rızkı tepeleyenler hangi rızkı nerede günün hangi saatinde bulmayı düşünüyorlar. Sabah rızıklar dağıtıldığında biz uykuda horul horul yatarken rızkımız bizden uzaklaşıp yol aldığında, hangi eforu harcarsak harcayalım o rızkı yakalamak ve ona ulaşmaktan mahrum kalırız. Onun içindir ki, İslam yaşamı sabahın erken saatinde başlatır ve insanları bu konuda çok ciddi bir ruhi eğitimden geçirir. Öncelikle rahat olmayı, acelecilikten uzak durmayı, rızkın peşinde koşan değil, rızık sana takdim edildiğinde rahatlıkla onu alabilecek düzeyde olmayı ister. Rızık denildiği zaman hemen maddi bir ihtiyaca karşılık gelen nesneler anlaşılmasın, bunlar rızık olduğu gibi insana bağışlanan her türlü maddi ve manevi genişlikler birer rızıktır. Bu rızıkların paylaştırılması gecenin içinden başlar sabaha kadar devam eder,o saatlerde uyanık olanlar bu rızıkları alır fazladan kalanlar da ona ulaşacak diğer talihlileri bekler.

Köy yaşamları fıtri yaşamlar için tahsis edilmiş mekanlar gibi, hayat üzerinde çok olumlu izler bırakmaktadır. Köyümüzde sabah erkenden yazlı kışlı dış kapılar hemen açılır ve içeriye gece inen rahmetin gelmesi ve içeriyi kuşatması istenirdi. Bu davranış neden ve niçin yapıldığı belki bunu yapanlar tarafından pek bilinmiyordu, bilinse de yeterli bir alt yapısı yoktu ancak gelenek olarak devam eden güzel bir eylemdi. Bu eylemin huzura giden en önemli bir yol olduğunu, bugün ki şehir yaşamından bunaldığım zaman anlamaya ve sorgulamaya başladım. Burada yaşam saatlere sıkıştırılmış mesai saatleri diye belirlenen o zaman aralığına göre çalışmak zorundasın, ancak o zaman aralığında senin maddi manevi bir rahatsızlığın dikkate alınmaz, verimli olup olmaman değil, mesaide ne kadar kalıp kalmadığın önem arzeder.Yani ne sen çalıştığın işten haz alarak çalışıyorsun, ne de ortaya çıkardığın sonuç insanlara haz vermektedir. Peki bu sonuç neden hep böyle olmasına rağmen devam ediyor diye bir sorgulamada yapılmaz. Oysa kırsal yaşamdan gelen, yaşama başlangıç anımız ve çalışma saatlerimiz dikkate alındığında, işte geçirilen zaman mı yoksa işte verimli geçirilen zaman mı önemli bunlardan hiç ders alınmaz. Herkes verimliliği insanın ruhi açıdan olumlu ve olumsuzluğu dikkate alınmadan, iş ortamında geçirilecek zamanla doğru orantılı olarak görmektedir. Durum böyle olunca yaşamın hep karanlık yönü ile karşılaşmak en doğal süreç olmaktadır. Karanlık ortamlarda helal rızık aramakta, güneşin göbeğinde gül yetiştirmek istemeye benzer sadece yanarsınız. İşte böylesi hayatlarda rızık aramak için yola çıkanlar ne gittikleri yolun ne olduğunu ne de kendileri için rızık olarak takdim edilenler gerçekten helal olan rızık mı onu anlamakta zorlanırlar ve sadece elde etmek isterler. Bu çırpınış insanları çırpındıkça batan bufalalar gibi çamur deryasında boğar.

Sabah uykusuyla rızkın dağılımına şahitlik yapamayanlar, rızık diye yeryüzünde tüm haram lokmaları midelerine indirerek, aydınlık ve huzurlu bir hayatı sadece düşlerler ama ona kavuşamazlar. Aydınlık hayatın yakıtı, sabah alınmalıdır. Sabah alınan yakıt halis ve arı durudur aynen ana sütü gibidir. Bundan mahrum kalmak ile köpeklerin yaşamları arasında bir benzerlik göze çarpar.Köpeklar gece boyunca hep havlayarak oraya buraya koşuşturur dururlar ancak bu havlamaları onlara bir rızık getirmez. Çünkü onlar güneş tam doğarken derin bir uykuya dalarlar. Ondan sonra her gördüklerine kuyruk sallayarak bir şeyler isterler, onlar verirse yerler vermezlerse aç kalmaya mahkûm olurlar. Çünkü köpekler kendi başlarına bir yiyeceğe ulaşamazlar. Bu durum sadece köpeklere özgüdür diyebiliriz. Diğer hayvanlar, karınlarını doyurmak için mutlaka bir bekleyişte olmazlar, en kestirme yoldan avlarına saldırırlar. Bu özellik köpeklerde pek görülmez, olsa da çok nadir ve bu özelliği sarsacak düzeyde değildir. Onlar kendilerine yemek verene sadık kalırlar ve hep ondan beklerler. Onun içinde sahibi olmayan köpeklerin yaşamının neredeyse yarıdan fazlası aç olarak geçer. Elde ettikleri de onları idare edecek türden değil sadece canlılıklarının devamını sağlayacak boyuttadır. Neden insanla benzerlik kurduğumu merak edenleriniz olabilir. Sabah Güneş doğmadan rızıklarını aramak için yola çıkmayanların neredeyse tamamı başkalarına bağımlı yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Kendi başlarına bir işin üstesinden gelemezler, daima birilerinin kendisine iş vermesini ve ceplerine bir şeylerin girmesini isterler. Yani rızkın sahibi ile doğrudan bağlantı kuramazlar, onun için çok yorulurlar ama yorulmuşlukları onlara bir şey bağışlamaz. Sabah teşekkürü ile yaratıcıya hamd etmeden uyuyarak günün içinde kalkıp bir iş yerine gidip orada geçireceği mesaiden sonra ay başında ona bir maaş verildiğinde o maaşı veren kişiyi rızkın sahibi olarak görme ve ona yönelme farkında olmadan bir davranışa dönüşebilir. Bu eylemin zamanla alışkanlık haline gelmesiyle kişi o işten çıktığı zaman rızkının kesileceğine de inanmaya başlar ve işvereni doğrudan rızık sahibi olarak görür. Bunlar sabahla birlikte, yürekleri açılmayanların içine düşeceği bunalımlı hayat tablolarından birer örnektir.

Sabah namazı ve sonrasında hayata başlamak rızkın kimden geldiğini ve nasıl verildiğini anlamaktır. Bu ruhi eğitimden mahrum kalmak, rızkın bulunduğu her ortamı rızık sahibi olarak algılamaya neden olur. İnsan söz ve düşünceleriyle bunu inkâr etse de yaşamın içindeki tutum ve beklentilerine baktığınızda böyle olduğunu rahatlıkla anlarsınız. Nasıl ki, köpekler kendilerine yiyecek verenlere kayıtsız şartsız itaat ederek ona kuyruk sallarlarsa, insan da kendisine iş ve aş vermede bir araç olanları, doğrudan işin kaynağı olarak görür ve onlara bağlanmaya başlar. Bu durum insanı hakiki maddi ve manevi helal rızıklardan uzaklaştırır. Bu rızıklara alışkın olmayanlar için her yol mübahlaşır.Her yolun meşru olduğu hayatta, mutluluk ve huzur kapıları kapanır, insan yaşadığı ortamda patlamaya hazır fitili tutuşturulmuş dinamit topuna döner ve her ortama stres ve gerilim götürür. Sonrasında da helal haram deme ver Allah’ım, kulun ne bulsa her zıkkımı yer Allah’ım diyerek alıştığı hayatı mutluluğa çevirmeye çalışır ancak beyhude çırpınışlar olur.

Sabah deyip geçmeyeceksin, sabaha kement atmayanlar, rüzgâra çadır açanlardır. Rüzgâra çadır açanların evi asla huzur bulmaz, çünkü çadırlarının hiçbir zaman sabit bir kazığı olmayacaktır, çadırları sabitlenmemiş olanların ruhen sükunete ulaşmaları mümkün olabilir mi?

Sabah namazı ile başlayan hayat, sabır,sebat,dayanma,merhamet,sadakat,hakkaniyet,dürüstlük,adalet sevgi, saygı ve hoşgörü ile ilk adımını atan bir hayattır. Bu hayatın üzerine konulan ağırlıkları bu hayat çekebilir. Diğer hayatlar bu ağırlığın altında bunalır ve her şeyi birbirine katarak karanlıklarda kaybolmaya mahkûm olur. Çünkü rızkın sahibini tanımadığından rızıklar dağıtıldıktan sonra rızkı fazla olanların yanında çalışarak onlardan payına düşeni alırken onları ilahlaştırarak kendine de ihanet eder. Dolayısıyla karanlıklarda kalmak böylesi yaşamların kaçınılmaz sonudur.

Sabah aydınlığı ile başlayan hayatlara selam olsun, onlar günün ilk ışıklarını günün sonuna kadar avuçlayanlardır. Bu ışıkları söndürmeden hayatın her noktasını aydınlatmak için rızkın sahibi ile yapılan antlaşmaya sadık kalarak tanımadığı insanların huzur ve mutluluğu için mücadele edenlere, yarın doğacak apaydınlık bir güneş ve huzurlu bir günü armağan ediyorum…Selam muhabbet saygı sevgi ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/01.05.202101.59


30 Nisan 2021 Cuma

FARKLI DÜŞÜNENLERİN OLUŞTURACAĞI TEVHİD’E ADIM ADIM!

 Neden insanlar aynı bakışa ya da bir şeye aynı noktadan bakmaya zorlanır. Hatta bakmayanlar dışlanır ve yaşam içinde onlara farklı gözle bakılır. Bu anlayış özellikle son 30 yıla damga vuran bir anlayış olup çıktı. Hatta bizim toplumda da bu tarz dayatmaların gün geçtikçe daha bir yayıldığına şahit olmaktayız. Ekonomik ve siyasal gücü elinde bulunduranlar her zaman doğrulukta kendilerine rakip tanımazlar ve her şeyin kendi etraflarında dönmesini isterler. Kendilerine uydu olmayanlar olursa onları da normalden sapan sapkın eylemler olarak adlandırırlar. Durum böyle olunca bu anlayışların etrafında birikenler de bu gücün farklı isimlendirdiği yaşamlarla savaşmayı bir erdem bilirler. Sosyal paylaşım ağlarında sizlerde benim gibi çok şeye şahit olmuşsunuzdur mutlaka, farklı olmak isteyenlere büyük bir taraftar kitlesinin ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerle onları potansiyel düşman edindikleri ortadadır. Bu da gösteriyor ki, farklılıkların imha edilmesinin legal ve doğal bir süreç olarak meşru zeminlere oturtulmaya çalışıldığını görmekteyiz.

Ç.Darwin’nin tabii seleksiyon olarak adlandırdığı, güçlü olanların zayıfları tüketerek yaşamlarını devam ettirdiğini söylediği anlayışın değişik boyutlarda cereyan ettiği görülmektedir. Darwin’in sınıflandırmasında fiziki güce bağlı bir seleksiyonun olduğu anlatılırken, günümüzde daha çok megafonu elinde bulunduran güç, en önemli güç olarak diğerlerini imha etme yoluna gitmektedir. Yani güçler de kendilerine şirk koşulmasını istemiyorlar. Tek güç kendileri ise diğerleri bu gücün etrafında pervane olup bir uydu olması gerekir. Olmuyorsa tabii(!) seleksiyona uğramak zorundadır. Doğruluk, kurumsal gücün nimetlerini kontrol ediyor olmakla eş anlamlı hale geldi. Yani kurumsal güçler her ortamda gayri meşru ve tutarsız eylemlerde bulunsalar da onların kurumsal bir yapı olmaları eylemlerini meşru zeminlere oturtmaya yetiyor. Mesela kolluk güçlerine ait bir görevli kendi görevsel alanıyla alakalı imkanlardan faydalanarak,o imkanları kendi menfaatlerini korumak amaçlı kullandığında ve o güce dayanarak başkalarına zulmettiğinde, bulunduğu görev itibarıyla öncelikli suçsuzluğu kanıtlanmaya çalışılıyor, suçluluğu ancak suçsuzluğu kanıtlanamazsa devreye giriyor. Bu örnek bile, kurumsal alanda bir görev üstlenmiş olmanın insana ayrıcalıklı bir makamı taltif ettiğini göstermektedir.

Dünyadaki stratejik hareketlerin neredeyse tümü böylesi bir anlayışı kendisine örnek almıştır. Dünyanın kolluk gücü ABD’nin dünya ülkelerine bakışına baktığımızda onunla aynı görüşte olmayanları düşman ilan ettiğini ama aynı görüşte olup onun bir dediğini iki etmeyenleri ise geleneksel müttefik olarak gördüğünü biliyoruz. Bu demektir ki, her ortamda yönetimler artık farklılıkları yok ederek tek tip bir toplum istemektedir. Bunu neden istiyor olabilirler diyebilirsiniz; çünkü dünya tek gözlü canavarlara miras kalacakmış gibi, bir yaşama kulaç atmaktayız. Farklı bir gözün varlığına tahammül edemeyecek kadar dünyanın tek elde toplanmasını isteyen güçler, tüm toplumlarda böylesi bir anlayışın gelişmesine ve yayılmasına çaba harcamaktalar. Geçmişteki feodal anlayışların çağdaş şekli, dijital kontrol sistemiyle insanlığın tek tipleştirme sürecine boyun eğdirilmesidir. ABD’de iki farklı parti var ve tüm düşünceler bu ikisi içerisinde barınmak zorundadır. Çünkü farklılıkların kontrolü zordur, onun için tüm dünya da farklılıklar yavaş yavaş imha edilerek tek tipleştirme yoluna ciddi bir kaynak aktarılmaktadır. Ülkemiz gerçeği de son beş yıl içinde buna benzer ciddi bir ayrışmaya doğru yol almaktadır. Muhalifler, millet İttifakı, İktidar ve koalisyon ortakları da Cumhur ittifakı adı altında farklılıkları birleştirme yoluna gitmektedir. Bunun neresi niçin olumsuz olsun diyenler olabilir, ancak ben böylesi oluşumların çok ciddi patolojik bünyeler ve psikotik zihinler barındırdığına inanmaktayım. Böyle bir bünye olmamış olsa, farklılıkların yaşaması için çaba harcayan oluşumların çoğaldığına şahit olursunuz. Oysa bunun tam aksi bir durum var ve belli güç merkezleri etrafında uydulaşan kendi varlıklarını tehlikeli görüp onu dillendirmekten çekinen milyonlar oluşmaya başladı. Tüm bu oluşumların geri planına bakarsanız böyle bir çaresizliğin, farklılıkları ortadan kaldırdığına şahit olursunuz.

Eğer bir toplumda toplumu oluşturan farklılıklar birbirini tehlike olarak görüp, kendisine uymayanı kendisine uymaya zorluyorsa orada çıldırmışlığın her haline örnek bulabilirsiniz. Bir anlayış kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayanları hep kontrol altına alıp onları gözetleyerek kontrollü bir gürültüden yana olmak istiyorsa, mutlak referans kendisinin olduğunu iddia ediyor demektir. Oysa hiç kimse bir başkasının yaşamı ve dünyaya bakışı için belirleyici ölçü olamaz. Ölçüler ancak ortak noktalardır. Ortak birleşim noktası ve kesişim kümesi her ortam için aynıdır ve asla değişmez. Kesişim kümesi tüm yaşamların ortak paydasıdır ve herkes bu ortak paydayla eşitlenir sonrasında ortak yaşam kurallarının uygulanacağı ortamın oluşumuna katkı sunar. Yeryüzünde insan sayısı kadar düşünce vardır ancak tüm bu farklı düşüncelerin ortak paydası olan insan da bunları birleştirmek mümkündür. İnsan Yeryüzüne gönderilen en şerefli varlıktır sebebi ise, kendi kararlarını kendisi verebilecek ve ayrım yapabilecek zihinsel bilinç yönüyle donatılmış olmasıdır. Bu bilinç, insanı bir sayı doğrusunun iki ucunda bulundurabilir. Sıfır noktasını bir hiçlik kabul edersek, eksi ve artı uçlara doğru kendisini ifade ediyor olması insanın kendi iradi seçimine göre hareket ediyor olmasının da göstergesidir. Dolayısıyla insan tek boyutlu bir varlık olarak ele alınamaz. İnsanın bu özelliği dikkate alındığı zaman, insanı bir düşünce etrafında toplamaya çalışmak ve farklılıkları potansiyel tehlike görüp onları sürekli aşağılar olmak ne kadar acı bir durumdur. Yani diyeceğim o ki, sayı doğrusunun hangi tarafında bulunursanız bulununuz, her iki uçta diğer tarafı yok etme peşinde olmaktadır. Sıfır noktasında olup hayatları bir hiç olan amip gibi yaşayan ve bir nesne olmanın ötesine geçemeyenler tehlike oluşturmazlar. Çünkü gücü elde tutanlar etraflarındaki kalabalıkların ya kendi tarafında olmasını ya da bir hiç olarak sıfır noktasında bulunmasını istemektedir. O zaman tek tip bir yaşam ortaya çıkmaktadır. Bu da bir rahatsızlık vermez ve istenilen hedefe hizmet eder.

Bu coronalı dönem, böyle bir toplum oluşturmak istemenin adının kaotik ortamlar yaratarak hedefe yaklaşma taktiğidir. Yani dünya doğrudan mekanik araçlar gibi güdümlenmiş robot tarzı canlılar yaratmak istiyor. Yapay zekâ ile çok değişik alanlarda düşünme üretecek canlı organizmaya gerek kalmamaktadır onlar açısından, peki bu kadar canlıyı doyurmak ve yaşatmak anlamlı mı hayır o zaman bunların büyük bir çoğunluğunu ya imha edeceğiz ya da yaşayacaklarsa güdümlenmiş mekanik robotlar haline getirilmelidir. O zaman biz maksimum fayda elde ederiz minimum harcamamız olur dolayısıyla dünya nimetlerinin hepsini elimize geçiririz ve Musa’nın Rabbine seslenen Firavun gibi, bizde Göklerin Tanrısına ulaşmak için kuleler yaparız ve kendi egemenliğimizi deklare ederiz diyen tağutların dünya sinemasındaki son film gösteriminin gişe hasılatı yerlerde sürünüyor. Yeni dünya düzeni dedikleri düzensizliğin, “üzerine varsan da ondan uzaklaşsan da dilini sarkıtıp soluyan köpek” gibi hangi taşı kaldırsan altından çıkıyor olması, sakın kimseyi umutsuzluğa sevk etmesin, finansörü dünya baron güçlerinin olduğu son filmin dünya sinemalarındaki gösteriminin sondan önceki çırpınışları yaklaşmaktadır. ”…Ancak iman edenler Salih amel işleyenler ve Allah’ı çokça anan ve zikredenler hariç, zalimler yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini bileceklerdir.” Şuara/227 “Bu bir haberdir ancak her haberin bir gerçekleşme zamanı vardır…”

Bu dünya ölçeğinde bizim yapmamız gereken, dünyanın şavktı kaymış ölçüsüyle hayatı ölçüp biçmeyi bırakarak, mutlak adaletin sahibinin isteklerine göre yeni bir dünyanın tasavvurunu inşa etmek olmalıdır. “Allah adildir, adil olanları sever ”Yeryüzüne adaletin Güneşinin doğması için adil yaşayıp hesapta mahcup olanlardan olmamayı ümit ederek selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/29.04.2021/23.24


29 Nisan 2021 Perşembe

DÜNYANIN YENİ DÜZENSİZLİĞİ VE ALGI KÖRLÜĞÜ

 “Sağlık Bakanının bir konuşmasından alıntıyla başlamak istiyorum, ”Yeni dünya düzenine hazırlıksız yakalandık birçok insanımızı kaybettik…” diyor sayın bakan. Hakikaten bu sözü neresinden ele alırsanız alınız, her yanında bir avutulma ve dayatılan bir projenin planlı ve programlı uygulamasının olduğunu görmekteyiz. Bu kadar basit mi diyeceğinizi biliyorum. Doğru bu kadar basit olmuyor zaten, her gün insanların ölümleri ve hastalığa yakalanmasıyla sarsılıyoruz ve ciddi korkularla toplumsal travmalar yaşıyoruz bunun neresi basit…

“Yeni dünya düzeni ”açıklaması bu işte neredeyse toplumun tamamının kendisinden haber beklediği ve onun söyleyeceklerinin toplumda rahatlama, korku ve endişe yönünde bir karşılığının olacağı kişinin böyle bir cümle sarf etmesi hiç de öylesine değildir. Bu söz içinde çok sular barındırır. Yani bu hamur çok su çeker.Aylardır,dünyada yeni bir sistemin kurulması için önce bir kaos ortamı oluşturarak bu kaos ortamının insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin aynı zamanda ölen ve daha ne kadar öleceği belli olmayan insanların ölümleri üzerinden ciddi bir korku yayıldı. Bu korku aslında planlı bir algı yönetiminin parçasıydı. Korkuyla bağışıklık sistemleri zayıflayan insanların, bu korkunun etki alanından çıkarılması için onlar üzerinde her türlü isteklerinizi gerçekleştireceğiniz ortamlarda oluşmuş oldu. Aşı sürecinde, aslında yaygın hale getirilen ve tedirgin yaşayan insanların bir an önce bu karanlıktan kurtulmak için, üzerlerinde denenecek her türlü denemeye açık hale geldiklerini görmekteyiz, yani bir denek olarak kullanılmayı korku ve ölümle iç içe yaşamaktan daha eftal görmeye başladılar. Bu sürecin oluşumuna katkıda bulunanlar, kurumsal ve statüsel prestiji olanlar tarafından gerçekleştirilmeli ki ölümler ve hastalar olsa da süreç acılı ama isyana dönüşmeden atlatılmalıdır. Bu sosyolojik bir dönüşüm sürecinin alanda uygulanan planlama modelidir.

Hiçbir çağdaş ve dijital planlama şekli, bundan böyle doğal ve kendiliğinden gerçekleşen bir serbest süreç şeklinde olmayacağı ortaya çıkmıştır. Dijital çağ hem dönüştürme aracı olduğu gibi, dönüştürmek istediklerinin de istenmeyen farkındalık oluşturmalarına neden olduğu için, kontrollü dönüşümler sürecine girmiş bulunmaktayız. Bundan önceki süreçler daha çok bölgesel ulusal ve lokal düzeyde gerçekleştiği için kontrollü bir kaos ortamına gerek duyulmadan, etkileşim ve medya yoluyla serbest bir süreçle istenilen hedeflere varılmıştır. Ancak Global bir değişim ve dönüşüm söz konusu olduğu zaman bu sürecin tamamıyla kontrollü bir yolla yapılması gerekiyordu. Ondan dolayıdır ki, her ülkenin kendi yönetimleri bu süreçte aktif ve etken rol üstlenmiş gözükmektedir. Sayın Sağlık Bakanının yukarıdaki açıklaması da bu söylemlerimizi kanıtlar boyutta söylenen bir sözdür.

Bilim adamlarının Yeni dünya düzeninde ikna edici bir rol üstlenecekleri hiç aklıma gelmezdi. Algı yöneticileri, amaçlarına ulaşmak için, Okullar, dini mabetler ve medyadan çokça istifade ederler. Dünya baron yeni dünya düzen kurucuları, ulusal yöneticilerin ağızlarından çıkan mesajlardan önce, medya yoluyla ortalığı karıştırdılar ve insanları korku travmasına soktular, sonrasında böyle bir travmanın gerçeklik olup olmadığını alanındaki uzman bilim adamlarıyla teyit ettiler, bilim adamları siyasal erkin önünde gibi bir algı oluşturuldu ve siyasiler, sorumluluklarını hafifletmek için, karar öncesinde dosyayı Bilir kişiye yollayan Hakimler gibi davrandılar. Karar verdiklerinde de doğrudan sorumlu olmaktan uzaklaştılar ve bilim adamları topluluğunun görüşüymüş gibi topluma lanse ettiler. Böyle olunca bilim doğruyu söyleyen tek kurum olarak kabul gördüğü için, program bilim adamları eliyle altın tepside insanlara sunulan bir zehire dönüştü. Yani algıları yönetmek ve onları biçimlendirmek belli kayıplar vermeyi ve ortamı kaosa çevirip arkasından aydınlık bir sürece sokuyormuşsunuz gibi algılanması gerekiyor.Coronalı süreçte bu saydıklarım aşama aşama uygulandı ve böyle bir sürece insanlar hazırlandı. Biz çocukken çeşitli taktiklerimiz vardı hayatın içinde amaçlarımıza ulaşmak için…Mesela bir göl veya göl gibi birikinti oluşturan sularda balık yakalamak istediğimiz zaman, önce o suyu iyice bulandırırdık içine girer o yana bu yana koşardık ve su iyice bulanınca dışarıya çıkar balıkları izlerdik. Balıklar teker teker baygın halde suyun yüzüne çıkarlardı bizde onları tutar tutar alır karaya atardık. Yani önce karıştırırdık sonra istediğimiz amacımıza ulaşırdık. Oysa balıklar o bulanık sudan kurtulacaklarını sanarak ellerimize gelirlerdi, oysa biz onların baygınlığından ve zaaflarından faydalanarak onları soframıza götürürdük. Biz 10 yaşın altında köyde bunları düşünerek yapabiliyorsak, dünyaya yeni düzen vermek isteyenler insanları bir balıktan daha mı değerli görüyorlar sanıyorsunuz…

Dünya yeni bir düzene doğru gidiyor, Bakanın dediği gibi bu süreç bizleri ciddi anlamda baygınlaştırdı, kimileri bilerek bu işi yaparken geniş halk yığınları ise bu işin sadece kurbanları olmaktadır. Peki insanların biyolojik olarak yaşadıkları bu virüs yok mu diyorsunuz diyeceğinizi biliyorum. Ben virüsün olup olmadığını sorgulamıyorum bu oluşumun bir planın uygulaması olarak kaos ortamları oluşturarak insan beynini uyuşturduklarını ve her an tehlikenin kendisini yakalayacağını düşünerek, insanları birbirinden uzaklaştırma ve bireyciliği zirveye çıkarma çabası olduğunu söylüyorum. Bu virüsün laboratuvar kökenli olduğuna inanıyorum. Çünkü kontrollü dönüşüm için gerekli olan kaos ortamının etkileyicilerini siz oluşturmak zorundasınız. Yani bağımsız değişkenin, doğrudan Yeni Dünya düzeni kurmak isteyenlerin avucunda olduğuna inanıyorum. Bu değişkene karşı ortaya çıkan davranışları yönlendirmek için, tüm zeminler, algı yönetimi aracıları eliyle uygun hale getirildi. Bugün yaşadığımız temiz oksijen soluyamama mağduriyetimizin arkasında bu güçler var. Sizler seve seve bu işe evet demezseniz sizi böyle bir maskeye hapsederek istediğimiz havayı size soluturuz. Yani yaşamınız bizim elimizde diyecek kadar müstağnileşen Yeni dünya düzeni Baronları, İnsanlığın varlığının devamı üzerine bu oyunu kurmaktadır. Bill Gates’in aylar önce ”Bu hastalık ne zaman son bulacak bir takviminiz var mı sorusuna, tüm insanlık aşılandığı zaman sona erecek ”diyen bu açıklamasının hiç de öylesine söylenen bir söz olmadığına inanıyorum…Her şey Planlı ve programlı yeni bir dünya düzeninin oluşumuna hizmet etmektedir. Buna aykırı davranacak yönetici ve bilim adamlarının nasıl bir baskı ile karşı karşıya olduklarını doğrusu düşünmek bile istemiyorum.

Yeni dünya düzeninin programlanmış yeni kodlama sisteminde, önce medya ile propaganda yapacaksın ve tüm evrene tek bir kanaldan yayılan bilgiyi aktaracaksın, arkasından oluşacak korkuların şiddetine göre kaos ortamları oluşturacaksın, kaos ortamlarının getirdiği karanlıklar şiddetlendiği zaman bu karanlıklardan insanlığı kurtarmak adına, amacına hizmet eden araçlarını kurtuluş reçetesi gibi sunarak herkesi bir taşıyıcı durumuna getireceksin…Bunlar olmazsa ne yapacaksın uymayanları ya uluslarının kanuni dayanaklarıyla suçlayacaksın, ya da uluslararası dolaşım yasağı gibi korku senaryolarını yayarak ufaktan ufağa razı etmeye çalışacaksın… Her durumda insanlık üzerine oynanan oyunlar hümanizm ve hoşgörü adıyla dünya sinemalarında sahnelenecek ve seyirciler koltuktaki yerlerini alacaklar…

Oturduğumuz koltuklar, bizlerden hıncını almaya çalışan cellatların yüksek voltajlı elektrikli sandalyeleri olduğunu unutmayalım…Yeni dünya düzeni, İnsanı düşünmeyen sadece İlahlaşma yarışında olanların firavunluklarını kanıtlama düzeni olacaktır. Yeni düzen değil, biz kendimiz olarak yaşamak istiyoruz…

Erol KEKEÇ/29.04.2021/00.13


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!