Bu Blogda Ara

21 Nisan 2021 Çarşamba

KÜRESEL KÜLTÜR VE” Z” NESLİ

 Küresel kültürün, ulusal ve bölgesel kültürleri yuttuğu dönemi yaşamaktayız. Bu gücün etkisini hissettirdiği dönemin bu günler olması, sadece bu dönemle sınırlı bir geçmişinin olduğu anlamına gelmesin…Küresel kültür Modernizmle baskın olmaya başlayan ama dijital çağla zirveye oturmuş bir yapıdır. Küresel kültür, ulusal milli devletler içinde kendisini temsil eden ve kendi genlerini taşıyan yeni kültür biçimleri oluşturmasına rağmen, bu külttürler ne yazık ki, ulusların kendi kültürü gibi sahiplenilmiş ve sindirilmesi de o oranda kolay olmuştur.

Dünya son 50 yılda küresel bir köye dönüştü ve bu köyün de eli sopalı bir çobanı ortaya çıktı. Bu çobanın görevi, patronlarının kendisine verdiği görevi en iyi şekilde yerine getirme üzerine kuruludur. Çoban Küresel emperyalizmi temsilen dünyanın her köşesine giderken kendi meşruiyetini kendisi onaylayarak hareket eder. Başkalarının onun oralarda olmasının meşruiyetini sorgulaması hiç de önemli değildir. Yani küresel emperyalizm tam bir kültür bombardımanı yaşatmaktadır. Evlerinizin her odasında onun davulundan çıkan sesler sizi meşgul etmektedir. Kendi zihinsel süreçlerinizi, iyi bir tahlil ederseniz, zihin duvarlarınızın oluşumunda da onun etkisinin ve kontrolünün olduğunu görürsünüz. Peki, bu zihin duvarlarınızda kuluçkaya yatacak olan yumurta ve sperim sizin kendi genlerinize mi ait yoksa siz farkında olun ya da olmayın, tamamıyla küresel emperyalizmin tecavüzü sonrası orada döllenen küresel kültürün genleri mi gelişmektedir.

Şunu kararlılıkla ifade etmeliyim ki, Küresel güç, küresel köy haline getirdiği dünyamızı kendine göre tasarlamaktadır. Bu tasarımın proje babaları, para kaynaklarına sahip olan, parayı da sayılarla kontrol altında tutan dünya Siyonizm’inin kendisidir. Siyonizm’in bu hesabı yeni başlamadı, yüz yıllar öncesinden tasarlanmış olan bu düşünce proje haline getirilip uygulama sürecine girilmesi, toplumlara kendi öz toplumsal ve kültürel benliklerini kaybettirdikten sonra oluştu. Neden bu kadar beklenmiş olabilir diyebilirsiniz doğal olarak, sizlerin yaşamları atılacak tohumları taşıyabilecek sağlıklı bir taşıyıcı olmadan bunların yapılması emeklerinin boşa gitmesine neden olabilirdi. Ancak Teknolojik gelişmelerin çok hızlı bir trende girmesi bunların işini kolaylaştırmıştır. Teknolojinin zirveye doğru gittiği bu çağın adının dijital çağ olarak ifade edilmesi öylesine olmadı. Yani sayıların her şeyin yerini aldığı ve sayılarla insanların zihinlerinde rahatlıkla karargâh kuracağınız bir döneme gelindi. Fazla duygu ve düşünce boyutlu geniş açıklamalar yaparak insanları meşgul etmenizin anlamı kalmadı. Dolayısıyla Düşünce ve fikir taraftarı insanların ayartılması kolay olmadığı gibi, onları sahip oldukları kemikleşmiş düşüncelerden uzaklaştırmakta öyle sanıldığı gibi kolay olmayacaktır. Âmâ herkesin önüne sayısal bir denklem koyduğunuzda ölçme bareminiz sayılarla oluşan bir barem ise herkesi ortak bir noktada toplayabilir ve onları istediğiniz gibi planlı projelerinizin taşıyanı haline getirebilirsiniz. Bu öngörüler, öngörü olmanın ötesinde pratik yaşam verileri haline geldi.

“Z” Kuşağı olarak adlandırılan kuşak büyük oranda böyle bir planın hedefindeki evren olarak tasarlandı. Dolayısıyla bunlar içinden belli örneklemler alarak onların yaşamı hakkında bir rapor oluşturma gereği duymadan, dünyanın tüm Z kuşağını doğrudan evren olarak kuşatıcı faaliyetler geliştirildi. Bu faaliyetlerin hem kapsamı hem de muhtevası bunlar tarafından oluşturulmasına rağmen, sanki Z kuşağı gençleri kendileri tercih yaparak böyle bir hayatı seçiyorlarmış gibi de yansıtıldı. Ancak gençler yaşadıkları bu anlamsız ve hedefsiz yaşamın savrulan kobayları haline geldiklerini göremeden, var olan gelenekselleşmiş yaşamı da dışlama tarafına eğildiler. Yani küresel emperyalizmin küresel kültürünü taşıyacak ve sahiplenecek kobayları böylece oluşmuş oluyordu. Bu kobayların her türlü uyarıcıya açık olan şartlı davranışlara yöneltilecek beyinleri başı boş bırakılamazdı. Onun için hız ve haz döngüsüne göre yaşayan ve sadece tüketime endeksli, üretimi düşünmeyen sanal dünyayı gerçek dünya edinen bir yaşam oluşturmalıyız. İşte, “Z” kuşağı bu yaşama hazır hale gelmiş bir tarla gibiydi. Peki bu tarlada küresel emperyalizm kendi istediği şekilde istediği ürünleri yetiştirmemesi olur mu (!)İşte tek tip yaşamın herkes için gerekli olduğu anlatılarak, küresel kültür genleri bu gençlerle birlikte dünyanın her noktasına ekildi. Böylece eski kültürlerden kalan ulusal ve bölgesel kültürler bir öcü gibi gösterilerek, bu kuşağın toplumun gerçek kültürüyle bağları koparılmak istendi. Büyük oranda da bunda başarılı olundu. Küresel kültür kendi araçları olan internet ve sosyal ağlar yoluyla, bu kuşağı iyice kuşattı. Kuşatılan bu kuşak sabah akşam yani günün her saatinde küresel kültürün etkisi altında kalarak farkında olmadan bir öğrenme gerçekleştirdi. Bu öğrenme zamanla düşünceye dönüştü düşüncelerin sürekliliği yaşama yansıdı ve “z” kuşağının eliyle toplumun her alanına yayılan bir kültür halini aldı. Peki orada iş bitmiş mi oluyordu, hayır asıl amacın gerçekleşmesi için taşıyıcılar da istenilen kıvama gelince, öncelikle toplumda var olan değerle ile bu kuşağın çatışması amaçlandı ve ilk aşama da çok hızlı bir çatışma ortamı oluşturuldu. Ancak Ulusal değerleri baskın olan bizim gibi toplumlar, kendi nesilleriyle çatışma içinde olmaktansa onlarla uyumlu yaşamanın yollarını aradılar, baktılar ki yeni neslin kullandıkları kelime ve kavramlardan tutun kullanılan dile kadar bir farklılık var. Kendiliğinden aralarında oluşan duvarları, yükselmeden yıkmanın yolunu aradılar ancak duvarlar boylarının hizasına kadar yükselmiş olduğundan duvar arkasından birbirlerine seslendiler ama gerekli iletişim kuramadılar ve anlaşılmayan dilde farklı mesajlar yollamaya başladılar. Bu durum yaşamı ciddi anlamda tehdit etmeye başlamıştı ve aileler ciddi bir travma yaşar oldular ya karşılıklı savaş halinde olan kuşaklar ya da yeni nesli kaybetmemek için, onları dillerini anlamak ve zaman kaybı yaşanılacağına onları olduğu gibi kabul edelim dediler ve yaşamın temeline küresel emperyalizm tarafından konulmuş olan dinamitin ucunu ateşlediler. Bu dinamitin patlayarak eski kültürel mirası havaya savurması bir an meselesiydi ve de ciddi bir etkileşimle bu süreçte aşıldı. Yani geldiğimiz noktadan baktığımız da artık küresel kültür dünyayı bir köy haline getirmeyi amaçlarken hedeflediği kültürü de yerleştirmiş oldu.

Küresel kültür, denekleri çok iyi yerden seçmişti. Kimlerin bu kültürün etkisinde kalarak çok rahat içselleştirerek bir taşıyıcı olmanın ötesinde bu kültürün bir havarisi olacağını çok önceden tespit etmişti. Sadece bunu uygulamak için uygun ortamlar arıyordu. Dijital çağ ve teknolojideki hızlı trend bu sürecin kolayca aşılmasını beraberinde getirdi. İşte günümüz çağı ve bundan sonrası, Teknolojik Dijital çağın kodlarına göre biçimlenecektir. Dijital çağın en belirgin özelliği, tek tip, küresel emperyalizmin hizmetinde tüketici bir yaşam oluşturmaktır.”Z” kuşağı bu nesildir. Bundan sonra “Z” nesli, Küresel kültürün hem taşıyanı hem de savunanı olarak tarihteki yerini almıştır. Yani küresel kültürün kullanımına uygun hale gelen günah keçisi sadece “Z” nesli değildir. Ancak en çabuk bu süreci sindirerek benimseyen nesil olma yönünden önemlidir. Önceki kuşaklar, bu dalgalar karşısında direnerek bu nesil ile aralarına dalgaların girmesine fırsat vermeden onları anlamak isteselerdi, bağlar kopmayacaktı. Bağlar kopmadığı zaman her ne kadar anlaşılmayan yönler olsa da en azından anlamak için bir çaba ve gayret harcanarak verilen emek bir önem kazanacaktı. İşte bu süreç çok kavgalı geçti. Onun içindir ki eski kuşaklar gelinen noktada aman ne olursa olsun biz çocuklarımızı kaybetmeyelim onlara sahip çıkalım diye yeniden bir başlangıç yapmak için, çocukların her dediğini kabul etmeyi göze alarak onlara sarıldılar. Ne yazık ki, artık çocuklarımız bir taşıyıcı ve kurban olmuşlar. Bu süreçten elimize geçecek olan küresel kültürü özümseyen çocuklarımızla aynı ortamı paylaşarak ve onların isteklerine olur diyerek, yeni yaşamın formatının bizler üzerinde uygulanmasına da onay vermiş olmaktayız.

Bundan sonraki aşama, hep birlikte cümbür cemaat, küresel kültür emperyalizminin dişlileri arasında nefes nefese bize tanınan hayatı sürdürerek yaşamın son noktasını beklemek olur. Hayır böyle kolayca pes etmek yok diyorsanız, bunun yolu ne pahasına olursa olsun, yaşamımızı kolaylaştırıyor diyerek dayatılan her tüketim nesnesinin bir tüketen kölesi olmaktan çıkarak, insani bir duruş ve kendi toplumsal genlerimize ait toplumsal kimliğimizin gereği olan rollerimizi komplekslere girmeden yaşayacağız. Biz yaşarsak ne olur ki demeyelim çok şey olur. Küresel emperyalizmin hayat damarlarının canlılık bulduğu ulusal ve bölgesel kültür kodları daha baskın olmaya başlar. Dolayısıyla baskın olan kim ise onun diğerini gölgesine alacağı muhakkaktır. Bizi kendi evimizde yabancılaştırarak bu ev senin değil, senin evin bu diyenlere dur diyeceğiz. Bir kişinin ayağa kalkması bir hareketin başlangıcıdır. Ama bir hareketin kervan haline gelmesi için herkesin atını alıp kervana katılması gerekir.

Nazım’ın deyimiyle,” Sen yanmasan, ben yanmasam, o yanmasa nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” Aydınlık yarınlara varmak ümidiyle, herkesi küresel emperyalizmin dilini konuşmaktan ve onun belirlediği yaşamı kültür diye bir elbise gibi giyinmekten beri olmaya davet ediyorum, inanıyorum ki sizler zaten berisiniz…Selam ve dualarımla!

Erol KEKEÇ/21/04/2021/0019


 

 

 

20 Nisan 2021 Salı

ÖRNEK ÖNDER MUHAMMED (as)

 “Sen yüce bir ahlak üzerindesin” Kutsal davanın örnek önderi böyle bir ahlak üzerine olması gerekir. Yani “onun ahlakı Kur’an’ın kendisiydi,” sözünün yaşamında anlam kazandığı bir önder kutsal davanın lideri olabilir. Bu dava kutsaldır diye herkesin ağzından düşürmediği ancak neyin davası olduğunu insanların anlamakta zorlandığı dava ile bu davanın, kıyasın aynı kurallarına göre değerlendirilmesi insanlığın ne olduğunu bilmiyor olmaktan kaynaklanabilir.

“Sen yüce bir ahlak üzerindesin” Bu ahlakın kodlarını çocukluğundan beri yaşayarak elde ettin. Çocukluğundan aldığın bu terbiye, gençlik yaşamını biçimlendirdi. Gençlik yaşamındaki olgunluk düzeyin seni Risalet’i taşıyacak duruma getirdi. İşte ondandır ki,” Sen yüce bir ahlak üzerindesin, o ahlaka sahip olmayanlar bu davayı omuzlayamazlar. Senin etrafında toplanacak olan insanlar da senin ahlakınla ahlaklanacaklar. Sen en iyi bir örneksin. Senin çocukluğun gençliğin ve tüm hayatın insanların içinde geçti, onlar senin yaşamına şahitler. Bu şahitliği yapanlar senin onlara sunacağın değerlere sırt dönerlerse, şunu bil ki, onun sebebi sen değilsin çünkü senin güvenirliğin onlar tarafından perçinlenmiştir. Ancak onlar bile bile hakkı yalanlarlar. Sakın ha onların yaptıkları sana acı vermesin çünkü sen yüce bir ahlak üzerindesin…

Bir davanın önderliğini üstlenenlerin, davadan önce yaşamlarıyla herkes tarafından doğruluğu hususunda ittifak edilen bir yapıya sahip olması gerekir. Ahlaki bir duruş oluşturamayanların, kutsal değerleri temsil makamında olmaları, kutsal değerlerin değer kaybına uğramasına neden olur. O değeri kendiliğinden barındırsa da o ahlak yoksunu yaşamlar onunla özdeş olduklarını iddia edip durdukları sürece, kendilerinin inandırıcılığını kaybetmekle sınırlı kalmazlar. Temsil makamında olduklarını iddia ettikleri değerlere de ciddi bir erozyon yaşatırlar. Bizim toplum için bu söylediklerimize herkesin rahatlıkla şahit olacağını düşünüyorum. Ahlak yoksunu olanlar ve o yaşamlarıyla kendilerinin örnek alınması gerektiğini vurgulayarak, sloganik ifadelerle insanlara hitap ettiklerinde, kendilerini anlatmış olmuyorlar, doğrudan değerlerin bir temsili makamında olduklarını vurgulayarak, değerleri baş tacı yaptıklarını söylüyorlar. Böylece değerlerin kutsallığından kendilerine bir pay çıkarırken, aslında kendi basit sıradan ve ahlak yoksunu yaşamlarıyla değerleri örtüştürerek kendi seviyelerine çektiklerini idrak etmezler. İşte, Kendi bulunduğumuz toplumda İlahi değerler böylesi bir ahlak yoksunluğunun eliyle vitrinde sergilendiği için o değerlerin sırtına ahlak yoksunlarının rüsvay yaşamlarının faturası yüklendi. Toplumsal bilinç düzeyi düşük cehalette bilge olan insanlar da bunu kullanarak kutsal değerlere bir saldırı yapmayı kendilerince meşru ve doğal görmeye başladılar. Bu sürecin yaşanmasındaki etken faktör, doğrudan ahlak yoksunu olanların gafletlerini örtmek için bu değerlerle kendilerini özdeşleştirerek faturayı değerin sırtına vurmalarıdır.

Allah’ın davasına sahip çıkanların, yaşamlarındaki bu tutarsızlıklar, yüce bir ahlak sahibi olanlara yerlerini bırakmadığı sürece, yeryüzünde Hakkaniyete dayanan bir yaşamın tüm insanlığa ışık saçacak düzeyde kabul görmesi de cazibesini kaybedecektir. Ancak bu kaybediş davanın kendisinden kaynaklanan bir etken olmayıp, yaşam alanlarındaki ciddiyetsiz sıradan anlamsız yaşamların bu değerler içinde bir yer edinmesindendir.

Muhammed (as)’in hayatı tüm bu boşluklara yer vermeyecek düzeyde bir Güneş gibi herkes tarafından kabul görecek bir yüceliğe ve örnekliğe sahipti. İşte, Risalet böyle güçlü azimli yüce ahlak sahibi insanın omuzlarına yüklendi ve o ağırlığın altında eridi.” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” Uyarısı beni ihtiyarlattı diyen bir elçinin yaşamından söz ediyorum. Ruhi bir olgunluğa ulaşmış, ahlakın zirvesinde yaşayan ve herkesin nazarında emin bilinen ve güvenilir kişiliğe sahip bir elçi ancak bu davayı anlatacak ve ona öncülük edecek yaşama sahip olabilir.

Allah’ın Resulü elçi olarak geldiği dönemde, Mekke’de Müşriklerin azılı yöneticileri onun davasına karşı gelmişlerdi. Bu karşı duruş onun kişilik ve karakteriyle hiçbir ilgisi yoktu çünkü onlar da biliyorlardı ki, toplumlarının en güvenilir şahsiyeti bu davadan bahsediyordu. Ancak böyle bir şahsiyetin getirdiği değerler yeryüzüne adaleti, barışı kardeşliği, hakkaniyeti hâkim kılar ve zulmün her türlüsünü ortadan kaldırır vahşilikleri, gaddarlıkları hırsızlıkları talanı ve tefeciliğin her türlüsü olan ribayı hayattan al aşağı ederdi. Yaşamlarının devamı zulümlerinin büyüklüğüyle doğrudan ilişkili olan Velid Bin Muğireler, Ebu Süfyanlar, Ebu Cehiller gibi kurumsallaşmış zulmün elebaşları bundan doğal olarak rahatsızlık duyarlardı ve de öyle oldu. Bunların rahatsızlık duymalarının sebebi, Allah’ın elçisinin getirdiği sistemin, onların sistemlerini al aşağı edeceği endişesine sahip olmaları ve gelecekte de bunun gerçekleşeceğini görmüş olmalarıydı.

Allah’ın elçisi Muhammed(as) o topluma öyle bir çıktı ki, mazlumlar ezilenler, köleler, kadınlar onun mesajına kulak kabarttı. Çünkü onlara yenilik getiriyordu. Köleleri özgürlüğüne kavuşturan bir mesaj yankılanıyordu. Kölelere özgürlük vaat ediyordu. Umeyye Bin Haleflerin makamları sarsılıyordu. Bilal o toplumun ayak takımı değil bundan böyle, Kişilik sahibi İzzetli bir insan olarak yaşayacak ve barış dininin mensuplarını Allah’a çağıracaktı. Diri diri toprağa kızları gömülenler bu utançla yaşamaktan kurtulacaklardı. Borçlandıkları tefecilerin borçlarını ödeyemeyen mazlumlar, bu borçlarının karşılığı olarak kızlarını tefecilere vermek zorunda kaldıkları utançla yaşamaktansa onları küçük yaşlarda toprağa gömerek kendilerince bir çıkış yolu arayıp vahşet bir geleneğin zulmünden kurtulacaklardı. Haksızlıkların önüne geçilecek ve dışardan Mekke’ye tacir olarak gelenler, kimsesi olmadığı zaman Mekke’nin bu zalimleri tarafından talan edilmeyeceklerdi. Ensesi kalın ve göbeği şişkin olanlara ayrı bir yasa mazlumlara ayrı bir yasa uygulanmayacaktı. Eğer birinin eli kesilecekse hırsızlık için bu herkese uygulanacaktı. Yani Zalim despotlar bu dini kabullendiklerinde tüm bunların başlarına geleceğini bildikleri için direndiler. Ancak bu direniş onların ecellerini geciktirmediği gibi, saltanatlarının da devamını sağlamadı. Bir kadının mal gibi kullanıldığı ve erkeğin istediği gibi kullanacağı bir paçavra olmaktan çıkacak ve kadına insani bir onur ve kişilik kazandırılacaktı. Tüm bu gelişmeler, bu dini kabul edenlerin çoğalmasıyla ve Müslümanlar bir güce ulaştıklarında, zalim müşriklerin karşılaşacağı acı sonun bu olduğunu çok iyi biliyorlardı. Onun için her türlü yola baş vurdular hatta Muhammed(as) ile anlaşma yoluna bile gittiler. Bir gün Allah’ın Resulüne gelerek, Ey Muhammed! biz senin getirdiğin dine girelim ancak bizi bu çulsuzlarla bir arada mı tutacaksın, bizler Mekke’nin ileri gelen eşrafıyız malımız mülkümüz çocuklarımız güçlü ve bizlerin kabileleri de çok güçlü biz şimdi bu kölelerle nasıl bir arada duralım, eğer bunlarla bizi aynı yerde tutacaksan hiç olmazsa biz geldiğimizde onlar olmasın, onlar yanına geldiklerinde de bizler burada olmayalım diye bir teklifte bulundular. Resul bunların bu isteklerini düşünmeye başlamıştı ki, Rabbi onu hemen uyardı,” Onların hidayetinden sana ne Allah dileyene hidayet verir, oysa sen onların iman etmesi için nerdeyse göğe bir dayanak yapıp oradan mucize getirecektin, yeri delip oradan bir delil getirmek isteyecektin sakın bilmeyenlerden olma…” buradaki ince noktayı inşallah idrak edenlerden oluruz.

Bu din, özgürlük eşitlik adalet, hakkaniyet üzerine oturan tamamıyla toplumsal yaşamı konu alan bir dindir. Bireysel ibadi eylemler, yüce bir ahlak sahibi olabilmek için Allah ile konuşma buluşma ve murakabe anlarıdır. Bu haller yaşanarak Yüce bir ahlak sahibi olmaya doğru pişer ve olgunlaşırız bu olgunluk süreciyle toplumsal yaşam içindeki rollerimiz başlar. Toplumsal roller oynanırken murakabe anlarının bir yaşam olarak dayatılmadan, insanların insanca yaşayacağı ortamın koşullarının iyileştirilmesi için mücadele verilmelidir. Allah’ın elçisinin bu mücadeleyi başlatacak olması kaygısı zalim müşrikleri perişan etti. Yoksa sabahtan akşama kadar Erkam’ın evinde ibadet edip suya sabuna dokunmadan yalvarıp yakarsalardı, müşrikler bundan zerre bir endişe duymazlardı hatta onları Mekke için en güvenilir insanları olarak başka toplumlarla mukayeseli yarışmaları olduğunda onları temsilen bunların olmasını isterlerdi. Ancak görüyoruz ki, dinin hayata dokunması gerekiyor. Açlar için bir çözümü olmalı, tefeciliği ortadan kaldıracak bir formül üretmeli, herkesi hayata döndürmeli, malı belli ellerde toplanan bir devlet olmaktan çıkarmalı, İnsanlar arasında renge, cinsiyete ve imkanlara göre oluşan bir eşitsizliği ortadan kaldırmalıdır. Yani diyeceğim o ki, Din bir kurtuluş huzur, sükûnet ve barış oluşturmalıdır. İşte Allah’ın elçisi böyle bir güzelliği insanlığa yaşatmak için seçilmiş ve Risalet sorumluluğu İnsani bir duruşla olgunlaşarak bu mücadeleyi sırtlanmış yüce ahlak sahibi örnek bir önderdir. Bu örnekliği kendilerine bir rehber olarak benimsemeyenler bu din adına söz söyleme hakkına da sahip olamazlar. Muhammed (as)’in getirdiği din yaşatırken, cahilleri rehabilite ederek hayata kavuştururken, ümitleri yok olmuşlara umut verirken, bugün İslam alemi olarak bilinen topraklarda, insanların elinden bunların hepsi alınmış ve insanlar biyolojik yaşamlarını devam ettirmek için yaşam savaşında hep kaybedenler arasında yer alıyorsa, İslam’dan bahsetmek bir utanç durumudur.

Bu yaşamlarla Muhammed (as) ne ümmet olabiliriz ne de o dinin içinde olduğumuzu iddia edebiliriz. Yaşadığımız topraklarda dünyaya kazıklar çakarak, kazıklar kavmi olarak adlandırılacak duruma gelip İslam toplumu olarak kendimizi isimlendirmek tamamıyla yalandır. “Müslüman, İnsanların elinden dilinden emin olduğu insandır. Bu eminliği yakalayarak İnsanların davranışlarını düzeltmek için bizlere bakarak kendilerine çeki düzen verdikleri bir saat gibi işleyen hayatımız yoksa, Muhammed(as)’in ümmetiyiz demekten utanç duyalım…Muhammed(as)Bir rahmet elçisidir öldüren yakan yıkan yok eden biri değil, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olmak için canla başla, onlar merada otlanırken onlar adına onlardan habersiz kafa yoran yürek tüketen geceleri ağlayan Rabbine el avuç açarak, Rabbim bunlar cahildir bunları affet diyecek kadar merhametle dolu bir insandır. Bu yol, Muhammed (as)’i evlerimize yaşamımıza her anımıza davet ederek onun getirdiği hükmün gereklerini canlı olarak yaşayarak hayata yeniden başlayalım. Yoksa “… Allah Bizi giderir yerimize başka bir topluluk getirir…”” Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan Allah için mücadele ederler bu Allah’ın bir lütfudur onu herkese vermez…”

“Şayet Allah’ı sevdiğinizi iddia ediyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin…” Allah’ın sevdiği kullardan olmak dileği ve temennisiyle dua ve selamlarımla…

Erol KEKEÇ/20.04.2021/01.04




19 Nisan 2021 Pazartesi

KUTLU DAVANIN ÖRNEK ÖNDERİ

Yeni bir dünyanın kurulması için eski zihinlerin bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir. Var olan kalıplardan çıkmış olanlar ancak o kalıpların belirlediği ölçüler içinde, bulundukları kalıplar içinde bir taşıyıcı olabilirler. Taşıyıcı olanlar yeni bir dünyanın nasıl kurulacağıyla ilgili yaratıcı bir düşünce geliştiremedikleri gibi gerekli eforu da ortaya koyamazlar.

Muhammed (as)’in Mekke toplumundaki eğitilme dönemine o günün koşullarıyla bakamayanlar, bugünün bakışıyla o dönemden aldıkları bulgularla günümüze ait sorunları çözmek için farklı ortamlar sunamazlar. Muhammed(as) doğmadan önce babasını kaybetti, altı yaşında annesini ve sekiz yaşında da dedesi Abdulmuttalib’i kaybetti. Böylesi bir yaşama buradan baktığımız zaman acınası bir yaşama ilk adımı atan ve insanlığın yaşamına yeni bir devrim getirecek insanın nasıl bir sıkıntılı süreçte hayatını devam ettirdiğine şahit oluruz. Ancak bunun altında yatan hikmetin ne olduğunu tefekkür edip hikmet gözüyle baktığımız zaman rahmet dolu bir hayatın önderinin eğitim ve terbiye yolunun nasıl da ıstıraplı bir süreçten geçerek yetiştirildiğini anlarız.

Acaba Muhammed (as) neden okuma yazma bilmeden anasız babasız ve en yakın dünyadaki koruyucusunu kaybederek böylesi bir çetin yolculuğa çıkarılmış olabilir. Mekke şehrinin sokaklarındaki kültürden uzaklaştırılarak, bir süt anneye teslim edilir, çölün ortasında rüzgârın her an yolları kaybettiği ve kum fırtınalarının gözleri kamaştırdığı bir yerde acaba neden yaşama zorlanmıştı. Çocukluğu neden buralarda geçmeliydi. Mekke kültüründen ve yaşamından uzakta yepyeni bir yaşama başlayacak olan bir insanın, zihin duvarları yeniden bağımsız şekillenmeli, doğanın vahşi ortamında yollar kaybolsa da hikmetle bu yolları yeniden inşa edecek bir zihin ve yürek iklimine kavuşması gerekirdi. Allah’ı azimuşşan öyle bir eğitim modeli ortaya koydu ki, o çöllerde yapayalnız iyice pişen olgunlaşan ve yürek gözüyle olaylara bakıp onları tefekkür ettikten sonra nasıl en iyisi ortaya çıkarılabilir, onunla ilgili tüm eğitimleri burada onun yüreğine nakşetti. Hiç okuma yazma bilmiyordu altı yaşına kadar doğal hayatın içinde acılarla onu yoğurdu. Böylesi bir ruhi eğitimden sonra Mekke’ye onu getirdi. Ancak Mekke’deki yaşamın içinde de o kültürle yoğrulmasını istemedi, aldı onu koyun çobanlığına götürdü. Koyun çobanlığı Muhammed (as)in hayatında önemli bir yere sahip oldu. Çünkü koyunları otlatan ve onları korumakla görevli bir çobanın, gelecekte içinde olacağı toplum içinde acılar ıstıraplar duyacak bir olgunluğa erişmesi gerekiyordu. Muhammed (as) böyle bir ruhi eğitimle olgunluğa erişecek ve Allah’ın terbiyesinde aklen ve fikren dünyayı yeniden inşa edecek yapıya kavuşacaktı. Yani diyeceğim o ki, Muhammed (as) hayatını kendi ruhi ve ufku yolculuğuyla elde ederek yepyeni bir zihin ve yürekle geleceği inşa etmek için bu hazırlıkları yaparak yola çıktı. Bu olgunluğa sahip olduktan sonra ancak hayatın gerçek yüzüyle karşılaşacaktı.

Okuma yazma bilmeyen biri acaba neden böyle bir yolculuk için seçilmiş olabilirdi. Eski yaşam tarzıyla büyümüş ve o değerleri içselleştirmiş olan biri yeni ve farklı ortamlar oluşturmakta aciz kalırdı. Ondan dolayı Muhammed(as) bir harf okuma bilmiyordu, yani geçmiş kültür kalıplarından arınmıştı, anne baba ve dede sevgisinden ve onların korumasından da uzak büyüdü ki, onların kendisi üzerinde bir etkisi oluşmasın, yani yepyeni bir yaşam için olağanüstü bir güzellik ortaya koyacaktı. Böylesi büyük bir davanın yeryüzünde insanlığa mesajını katıksız aktarması için, onun önderinin de arı duru bir yürek ve ufku gelişmiş sabır dağlarından yıkılmaz bir azamete sahip olması gerekirdi. Yüce yaratıcı elçisine bu görevi vermeden onu öyle bir pişirdi ki, yarınlarda karşılaşacağı tüm sorunların altından kalkabilecek dirayeti göstermeliydi.

Koyunları otlatan onlar için bir sorumluluk duyan, kendisi karnını doyururken onlar için acı duyan ve onlara gelecek bir tehlikenin önüne geçmek için çaba harcayan birinin olduğundan hiç haberleri yokken, onları düşünen biri yarınlarda toplum için aynı sorumlulukları taşıması için böylesi bir olgunlaşma sürecinden geçmesi gerekiyordu. İşte Muhammed (as) böyle hazırlanmıştı yükleneceği sorumluluğa…

Mekke’nin en zengin ileri gelen ailesinden olmasına rağmen acı ve ıstıraplarla yaşayarak geleceğe hazırlanan ve zihin kalıpları tüm etkilerden ve yaşamlardan bağımsız şekillenen bir dirayetle inkılapçı bir elçi geliyordu. Farklı bir yaşam ve hayat ancak böylesi bir önderin örnekliğinde şekillenebilirdi. Muhammed(as)hayatının bu yönünü dikkate almayanlar bulundukları dünyanın tortularından kurtulmadan, onun getirdiği mesajın taşıyıcısı olamazlar. Allah’ın Resulü şöyle uyurdu, kötülüklerden Allah’ın korumasıyla hep uzak kaldı, Mekke’deki putlara Allah onu yaklaştırmadı vs. gibi ona ait olmayan ve tamamıyla Allah’ın kontrolünde olan bir elçiyi kendilerine örnek aldıklarını söyleyerek bir anlamda kendi sorumluluklarını da yok saymaktadırlar. Muhammed (as) kendi iradi olgunluğa eriştikten sonra Allah kırk yaşında ona böylesi bir görevi verdi. Ancak o yaşa kadar tamamıyla insani bir duruş sergiledi ve hayatını kendi iradi kararlarıyla biçimlendirdi. Bu duruşa sahip olmak için çaba harcamayanlar, Allah’ın elçisi koruma altındaydı, biz kim o kim gibi kendilerini kurtarmaya çalışırken, Allah’ın Resulüne büyük bir iltifatta bulunmuş olmuyorlar aslında. Doğru biz kim o kim, Allah’ın seçilmiş elçisi ama kırk yaşında başladı o süreç. O yaşa gelinceye kadar yaşadığı hayat toplumda örnek bir model oldu, Muhammed-ül Emin olarak isimlendirildi. Bu ismi ona verdiren onun Risalet’i değil, yaşamındaki örnek insani duruşuydu. Bu duruş onun hayatına çok rahmet taşıdı. Bunlardan biri ve ilki, Yirmi beş yaşında Mekke’nin en zengin taciri Olan Hatice’yle evlenmesi oldu. Malını korumak ve malını daha da çoğaltmak için eşinden ayrılan kadın, malından tüm varlığından vazgeçerek Muhammed(as) ile evlenmişti. Muhammed (as)’in kişiliği öyle bir oturmuştu ki, etrafta herkesin hayranlık duyduğu bir gençti. Bu gence hayran olanlardan biri de Hatice’ydi, Hatice bu hayranlığını tüm malını hizmetine sunarak onunla evlenmeyi istemişti. Bu evlilik Hatice’ye hem bir ayrıcalık kazandırdı hem de kırk yaşından sonra ona göz aydınlığı çocuklar bağışlattı. Muhammed (as) bu yola öyle bir donanımla çıktı ki, gelecek onun ufkuyla şekillendi, Mekke’nin kapitalist ve puta tapan toplumundan yepyeni bir hayatın örnek modeli çıktı, toplumu inşa etmek durup dururken olmadı, Ebubekir gibi Sıddık dost onun Risalet’inden önce ona bağlanmıştı. Osman Onun en samimi dostlarındandı. Abdurrahman bin Avf, Zübeyir ve Talha gibi isimler ve daha sonra bunlar İslam tarihinde önemli yeri olan sahabeler, Muhammed (as)’in insani kimliğiyle kendisine dost olanlardı. Bu oluşumun nasıl bir süreçten geçerek şekillendiğini ve dünyaya meydan okuyan bir medeniyet haline geldiğini bilmeyenler, hayatla ilgili söyleyecekleri doğru bir duruştan yoksun olurlar.

Günümüzün Müslüman ve sorumlu alim ve aydınları, Muhammed (as) Risalet öncesindeki hayatını iyice anlamak zorundalar. Onu hep Risalet’iyle tanımlayarak Risalet'in yüklediği sorumlulukla anlamaya çalışırlarsa, istenilen bir yaşam için model olamazlar. O yaşamın modeli olan Muhammed (as)’in hayatı günümüze taşınmalı, nasıl bir eğitim ve olgunlaşma aşamasından geçerek öylesi bir toplum ortaya çıkardığı iyice idrak edilmelidir. Emin vasfı Örnek bir medeniyetin temelini oluşturmaktadır. Allah bu ismi ona vermedi isim onun gençliğinde ortaya koyduğu eylem ve düşüncelerinden dolayı toplumun ortak kanaati olarak ona taktim edildi ve öylece Risalet’e doğru yavaş yavaş hazırlandı.

Kırk yaşına geldiğinde il vahiyle karşılaştığında vücudunu bir tedirginlik sarmıştı. Acaba bana bir şeyler mi oluyor yoksa cinler mi bana musallat oldu gibi endişeleri de vardı. Oysa onun geçmiş yaşamı böyle bir kutlu davanın omuzlarına yükleneceği örnek bir önderi hazırlamıştı. İşte o örnek önderin yaşamını örnek alırsak bugüne ait söyleyeceğimiz çok fazla mesajımız olur. Ama onun yaşamından habersiz sadece onu Risalet boyutuyla tanırsak, bizler bu davanın canlı tanıkları olmaya güç yetiremeyiz. Bu dava onurlu ve uğruna gözümüzü kırpmadan yürüyeceğimiz bir davadır. İnsani kimliğimizle ayağa kalkalım Müslümanım demeden önce insan olarak nasıl yaşanılır ve Muhammed (as) nasıl yaşadı ona bir bakalım ve onu kendimize örnek alalım ki, bizler de birer emin olarak bilinelim…Sonrasında bu eminlik vasfının kimlere ait olduğu ve hangi yaşamın bir armağanı olduğunu insanlar anlayacaklar ve bize yöneltecekleri sorularla bizim davamızı anlayacak kapıyı onlar aralayacaklar…O zaman fevç fevç insanlar hakikatin yolunda bir yolcu olacaklar bu çok zor değil biz insan olalım Muhammed (as)’in gençliğini ve Risalet öncesindeki hayatını, kendi eğitim ve olgunlaşma felsefesi bilelim ve kendimize gelelim başka söze gerek kalmayacaktır.

Muhammed (as)’a bugün dost olmayanlar onun kutlu davasının bir neferi olamazlar…Selam ve Muhabbetle…

Erol KEKEÇ/19.04.2021/0014


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!