Bu Blogda Ara

5 Nisan 2021 Pazartesi

KURTARICILARI MI KORUYACAĞIZ SİSTEM Mİ KURACAĞIZ

Bir yönetim Hukuk devleti ise, yakınma ve kendi sorumluluk alanları sınırlı olanlara, Hukuk dışı bir eylemi anlatarak onların beklentilerine göre bir tavır belirlemeye kalkarsa hiçbir zaman onun hayatına hukuka dayanan bir tavır belirleme uğramaz. Bir sistem Hukuk çerçevesinde yaşamını devam ettiriyor, Hukukun belirlediği ölçüler içinde kurum ve kuruluşlarda herhangi bir aksama olmadan sistem işliyorsa, orada her kurum kendi sorumluluk alanlarındaki rollerini en iyi şekilde yerine getirerek, hariçten gazel okuyanların bu eylemlerine açık kapı bırakmaz. Ancak bir ortamda Hukuk dışı olan veya olabilecek düşünce ve eylemler hakkında insanlar yetki alanlarına girmemesine rağmen, söz sahibi oluyorlarsa, orada çok ciddi sistem problemi yaşanıyor demektir. Sistem probleminin yaşandığı ortamlarda sorunlar sorunları doğurur, sorun olmasa da bazen çok sorunlu bir yaşam varmış gibi puslu havalar oluşur. Bu sistem sorunlarını bazı yönleriyle irdelemekte fayda olacağı kanısındayım…

Hukuk devleti kanun devleti demek değildir. Her devletin kanunu vardır, devlet kendi varlığını devam ettirmek ya da yönetime egemen olanların bekasını sağlamak için halkın uyması gerekli olan kanunları bulunur. Bu kanunların varlık gerekçesi de doğrudan tüm insanların menfaatlerini korumak ve yaşamı mutlu kılmak için oluşturulmuş kanunlardan oluşmaz. Bu kanunların önemli varlık gerekçesi güce sahip olanların, bu güce muhalif olanları bastırmak için güç kullandıkları zaman, kullandıkları gücü meşru kılmak için oluşturulmuş birer paçavradan öteye geçmediğini bilmek gerekir. Geçmişte bu topraklarda, kılık kıyafet konusunda yeni gelen bir kıyafete muhalif olanların idam edildiğini hepimiz biliyoruz…Bunlar niçin oldu, güç kendisine muhalif olacakları sindirmek için kanunlar oluşturdu, kanunların özü tamamıyla tek taraflı yapılan bir sözleşme maddeleri gibiydi. O sözleşmeyi siz onaylamamış olsanız da güç sahibi o sözleşmeyi siz onaylamışsınız gibi kuvvet kullanarak muhaliflerini bastırıp imha etti. Bu imha sürecinin meşru olduğunu kanıtlamak için, kanunlara uygun olmayan eylemler olduğunu, bunları cezalandırdıklarını, her şeyin Hukuk çerçevesinde olduğunu anlattılar. Yani diyeceğim o ki, kanunların varlığı bir devletin Hukuk devleti olduğunun göstergesi asla olamaz.

Hukuk devleti, kanunları olan devlet değil, doğru işlerin olması yanlışların olmaması için adaletin herkes için geçerli olduğu ve hukuk önünde hiç kimsenin ayrıcalıklı bir yerinin olmadığı devlet demektir. Hukuk Devletinde, sistem önemli ve sistemin işleyişinin sürekliliği esastır. Şahısların o devlette önemi sistemin sürekliliğine sunduğu katkıyla ilişkilidir. Sistemin işleyişine katkı sunmayan da kendi değersizliğini kendisi ortaya koyar. Sistem onları zaten kendi içinden izole eder. Eğer bir sistemde şahıslar öncelikli algılanıyor ve o şahıslarla sistemin varlığının devamı gündeme geliyorsa, orada zaten sistem diye bir şey yok demektir. Sistemin tüm kurumlarında lakaytlık başlamış kimin eli kimin cebinde belli değilse, hadsizlik had safhaya çıkmış, vurgun talan, şahısları zenginleştiren, istediğine istediği imkanları sunan, istemediğini ölüme mahkûm eden bir yapı varsa, orada sistemin “s”sinden bile söz edemezsiniz. Sistemin işleyişi hukuk çerçevesinde oluyorsa, yanlışların bertaraf edilmesi o kadar zor olmaz. Ama sürekli yanlışların ve pisliklerin çoğaldığı ve yayıldığı bir ortam varsa orada herkesin kendi çıkar ve menfaatlerini korumak için kanunları kendilerine kalkan edinerek, insanları soymak için, kendi yaşamlarını meşrulaştırma çabasından söz edilebilir.

Sistem hukuk demektir aynı zamanda. Bir sistemin hangi noktasında hangi eylemin gerçekleşeceği biliniyor ve o eylem sonucunda ortaya çıkacak ürünün nerede nasıl değerlendirileceğine dair programlar yapılıyorsa bu bir hukuktur. Dolayısıyla her Hukuk bir sistemdir. “Hak geldi Batıl zail oldu”. Hak, düzendir, dengedir sistemdir. Batıl ise dengesizlik düzensizlik ve hukuksuzluktur. Dolayısıyla Hukukun olduğu yer, Hakka uygun olan yerdir. Orada kimsenin yaşamı ayrıcalıklı değildir. Ayrıcalık ancak emeğiniz ve onun karşılığı olarak size takdim edilecek ödüldür. Kendi toplumumuza bu değerler açısından baktığımız zaman nereye nasıl koyacağımızı şaşırmadığımı doğrusu söyleyemem, darul acayip bir yer olduğunda kuşkum yok ama ne olduğu konusunda net bir tanımlama çok zor. Dün ne idiyse bugün de freni patlamış bir araç gibi labirentin dibine doğru son sürat savruluyor, nerede nasıl duracak bilinmez ama yakıt tükendiği anda büyük bir kayaya toslayacağında şüphem yoktur.

Bir sistemin iç işleyişi ile ilgili bağlayıcı ve yaptırımı olan herkese aynı şartları sunan bir hukuku olur. Bu tüm kurumlara özgü kendi bünyesinde onun işleyişiyle ilgili de olur. Bunlar bir Hukuktur ve her açıdan bağlayıcılığı olmalıdır. Bizim toplumda bunların tamamı sadece lafı güzaf olarak var, ötesi yok varsa da ötekiler için geçerli(!) Hiyerarşik sistemin nasıl dizayn edildiğine bakıldığı zaman, insanların bu makamları nasıl ve hangi özelliklerinden dolayı işgal ettikleri anlaşıldığında ne kadar ciddi ve hukuki bir sistemde yaşadığımızı(!)da anlamış olacağız. Bu sistemler hep problem yumağıdır. Problemlerin çözülmesi için kimi getirirseniz getiriniz sadece verdiğiniz imkanlar ne kadar çok olursa geriye bırakacakları sorunlar da o oranda büyüyerek ve katmerlenerek devam eder. Yani az imkanlar sunduklarınız sorunları daha fazla büyütemezler, ancak imkânda sınır tanımadıklarınız sizleri içinden çıkılması çok zor problemlerle yüz yüze bırakarak sorunların çözümü için, sınırsız imkân tanıyan halklarına dönerek yine şikâyeti ona yaparlar. Bu durum tamamıyla psikolojik bir eğilimdir. Yani kişi bulunduğu ortamın derinliğini ve karanlığını fark ettiğinde bunun dibinin ne olacağını kestiremediği zaman sizinle sorunları paylaştığını zannedersiniz ama aslı öyle değildir; çaresizliğin getirmiş olduğu bir sığınma noktası olarak adresin sizi göstermesinden size gelir. Yani sistemsizlik sorunların çözümünde hayatın hiçbir noktasında ne zamanınızı ne de sermayenizi tüketmesin, İflas eden tacir gibi ne yapacağınızı şaşırırsınız mal bulsanız sermaye bulamazsınız, sermaye bulsanız emek bulamazsınız, emek bulsanız girişimcilik yönünüz zayıflar, kendi gölgenizden sakınır ve yok oluşun getireceği faturayı ödemeye mecbur kalırsınız. Demek ki, sistem üzere bir yaşamı oluşturmak her aklı başında varlığın sorumluluğudur. Sistem kurulduğunda ne olacak diyemezsiniz, o zaman toplumsal yaşamda sizin sahip olduğunuz mesleki statüleriniz ve doğuştan gelen konumunuz ya da hangi toplumsal katmandan geldiğiniz sizin yaşamınıza ne bir ayrıcalık getirir ne de sizi öteleyen bir durum olur. Toplumsal yaşam içindeki ayrıcalığınız sadece ve sadece bulunduğunuz konumdan dolayı rollerinizi ne kadar iyi oynadığınızdan, o rollerden dolayı kazanacağınız prestij olur. Bu saygınlık dışında sizin herhangi bir ayrıcalığınız olmaz bu da toplumsal yaşamda kenetlenme kardeşlik dayanışma ve hukuk etrafında bir mana bütünlüğünü oluşturur. Hukuktan kaynaklanan mana bütünlüğünün olduğu yerde adalet olur, paylaşım olur, dostluk olur, kaygı kuşku gerilim, paranoyak eylemler, toplumsal cinnet hastalıkları oluşmaz. Herkes yaşamayı severek yaşar, yaptığı işten tat alır, iletişim ve ilişkiler güçlenir aile, akrabalık ve dostluk bağları güçlü toplumsal farkındalık oluşturur. Medeni bir yaşamın örnek toplumu ortaya çıkar. Bunu yapmak çok mu zor asla, bilim adamları bilim adamı olursa, siyasetle ilgilenecekler, sistemin nimetlerini tepe tepe kullanacağı, har vurup harman savuracağı ve itibarını savurduklarıyla doğru orantılı görmezse, Din adamları dinin muhtevasını kendi bulunduğu ortama zarar gelir endişesiyle ağzının içinde dilini yamultmadığı zaman, Eğitimcilerin bir aydınlık açmak için aydınlatma fişeği gibi olduklarını idrak ettiklerinde, en önemlisi, Kurallar büyük hayvanların parçalayıp geçtiği ve küçük böceklerin takılıp kaldığı bir ağ olmaktan çıktığı zaman bu sistem kurulacaktır. Hiç kimseyi etnik kökeninden dolayı dışlamadan ve insan olmanın, herkes için eşit olmak için yeterli olduğu, toplumsal bir algı haline geldiği zaman sistem kendiliğinden kurulacaktır.

Sistemin neden böyle sürekli yanlışlar yaptığını sorgulayamazsak ve sistemle ilgili düşüncelerimizi, sistemin doğru, Hukuk ve adalet referanslı çağdaş bir yönetime geçmesi gerektiğini toplumsal bir şuur ve davranışa dönüştüremezsek hayatımız kurtarıcılar aramak ve kurtarıcıları korumakla geçecek ama asla ve asla biz kurtulamayacağız.

Benim talebim o dur ki, herkesin kendi kurtarıcısını göklere çıkararak, kendisini kurtaracağını   savunarak onların günahsızlıklarını (!) anlatarak destanlar yazacağına, İnsan olmanın alfabesinde adam olmanın doğru bir cümlesini korkusuzca yüreğimizle imzalayarak yazalım ki yüreklere etki bıraksın…Bu dünya böyle gelmiş böyle gider ne yapalım diyenlere son söz olarak diyorum ki, bu dünya bir düzenle geldi ve düzene girecek…Bu dünya böyle gitmeyecek…

Erol KEKEÇ/04.04.2021/21.26

4 Nisan 2021 Pazar

TEKLEMEMEK İÇİN TEFEKKÜR!

 Tefekkürün koordinat alanları içinde yapılması gerekeni yapmamak, insanlık alfabesinden ismini bilerek ya da bilmeyerek imha etmektir. İnsanlık alfabesinde isimlerinden tek harf bırakmayanların, insanlığın ne olduğunu tanımladığı çağda yaşıyor olmak, hakikaten yüreğimi ne kadar sıktığını söylemek dilime ağır gelmeye başladı…

Siz hala anlamayacak mısınız, hakikati görmüyor musunuz, göğe yüzünüzü çevirip bir bakın, göz orada aradığını bulamadığından yorgun ve bitap düşerek geri dönecektir, hala akletmeyecek misiniz, gezin görün sizden önceki yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün…Evet Bu kısa hatırlatmalar bize tefekkürün hayattaki yerinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Tefekkür yoksa sorgulama olmaz, sorgulamanın olmadığı yerde, tanıma, tanımlama ve kritik yapabilme becerileri gelişmez. Bunlardan yoksun olan varlıkların doğru bildiklerindeki yanlışları fark etme imkanları olmaz. Basiretten yoksun yaşayan bir varlığın “basara” fiilinden gelen gerçeklikle örtüşür bir eylem oluşturmasını beklemekte tam bir komedi olur.

Tefekkür, İnsanın insan olma özelliğini ortaya çıkaran en önemli vasfıdır. Bu vasıftan yoksun olanların uyuşturucunun vermiş olduğu hazla gökyüzünde uçuyormuş gibi kendisini düşünmesi aslında onun akılcı bir çıkarıma dayanan tefekkürden çok ama çok uzak yaşadığının da kanıtıdır. Tefekkürün siyah bir sera tabakası gibi bir toplumun üzerine kâbus gibi çöreklendiği ortamlarda, düşünme ve sorgulama çok ciddi bir masraf olarak görüldüğü için hareketsiz ve beyinlerin işlevinin olmadığı yaşamlar önemli bir kapsam alanı oluşturur. Bu kapsam alanlarındaki fertlerin yaşam üzerine söyleyecekleri hiçbir meseleleri olamaz, çünkü onlar şartlandırılmış bir kobay hükmündedir. Kobaylar ancak gelen uyarıcılara tepki göstermeye şartlandırılmışlardır. Şartlı beyinler her ne kadar kendilerini algı yönü yüksek bilişsel bir varlık olarak tanımlıyor olsalar da bu işleve sahip olmadıklarından dolayı öyle tanımlanmış olmaları onların yaşamının öyle olduğunu ortaya çıkarmaz. Bunu tanımlayarak öylesi hayatların yaşam ekseni üzerinde ne kadar tehlikeli bir boyut oluşturduklarını da aslında ortaya koymak istiyorum. Kendi genetik kodlarına uymayan her yaşam o kodlara uygun yaşayanlar için bir tehlike oluşturur. Yaşam alanı düzgün bir süreç takip eder. Bu eksen üzerinde, kendi fonksiyonlarını ihmal eden ya da var olma gayesiyle uyuşmayan davranış ve düşünceler geliştirenler o eksen üzerinde devam eden yaşamın güzergahı için hep engelleyici bir özellik oluştururlar. Engellerle boğuşan genetik kodlamaya uygun yaşayanların bünyesi yıpranır, hedefe sarf edecekleri enerjiyi, güzergâh üzerindeki olumsuzlukları bertaraf etmek için kullanacaklarından, hep heder olan kesimde yer alırlar. Ondan dolayıdır ki, tefekkürü hayatlarından çıkarmış olanlar, olumlu olumsuz ortaya çıkan her türlü farklı ve yeni anlayışların karşısına bir duvar gibi dikilirler ve duvarın arkasında neyi niçin korumak zorunda olduklarını bilmeden bir savunma refleksi geliştirirler. Bu varlıklar kendi doğal tabii yaşamlarına dönerek tefekkürle tanışarak analiz tetkik ve kritik yapma melekelerini geliştirmedikleri sürece, statükoların her dönemde kurtuluş havarileri olarak imdadına yetişirler. Tefekkürün koordinatlarının dışında kalanlar için doğrunun ölçüsü kendisine yakın olması ve kendisinin beğendiği birinin ortaya koyacağı eylem olması yeterlidir. Sevmediği ve yakın olmadığı birinin ortaya koyacağı eylem de ne kadar hakikatle örtüşürse örtüşsün kendisinin benimsemediği birinin eylemi olacağı için yanlışlıktan asla kurtulamayacaktır. Değer ölçüsü diye bir kıstasın olmaması bu yaşamları her zaman toplumda ön plana çıkarır ve onların sesi hep yüksek çıkar.

Tefekkür, savunma güdülerini yatağına gönderir, yeni uyarıcılarla beyne doğrudan girme imkânı sunar. Beyne gelen ışınlar orada bir elektriklenme yaparak yürekle doğrudan bağlantı kurmaya çalışır. Yürekle beyin arasında bir akım geçişi sağlanırsa, işte bu çok tehlikeli bir durum olur. Tüm köhnemiş statükolar, beyin ile yürek arasında akımın geçişini sağlayan bir izdivacın vuku bulmasından hep rahatsız olurlar. Bunun için de o yolların tıkanması için ellerinden ne geliyorsa onu arkalarına bırakmazlar. Bu izdivacın gerçekleşeceği düğünün merasim alanı doğrudan tefekkür alanıdır. Tefekkür alanı istila edilen bir yerde, insan fıtrat kodlarına dönemeyeceği için orada sarsıcı bir akım gerçekleşmez. Bu akımdan mahrum kalan toplumlarda insan olarak gördüğümüz ama yaşamda insanın bir karşılığına denk gelmeyen bu varlıklar ne sona yakın olduklarını anlayabilirler ne sömürülmekten vücutlarında işleyişi sağlayan kanın tükendiğini fark edebilirler…Böylesi dramatik bir yaşamın figüranı olarak yaşayan objeleri uyandırmak için hep birlikte tefekküre giden tüm yolları açmaya çalışalım.

Tefekkürü olmayan ne bir ibadet ne bir iş ne bir buluş ne bir cemaat olma algısı, yaşam alanı içinde yerine oturmayacaktır. Tefekkür, dışardan hafızaya yerleştirilmiş bilgiler ışığında o bilgilerin sınırı içinde tekrarlar yapma edimi değildir. Tefekkür, kâinat kitabını doğru okuyarak kitabın içinde olan mikro kozmos insanın kendi yaratılış gayesini ortaya çıkarmak ve o gayenin çabasının ne kadar olduğunu ve sürecinin vardığı noktanın neresi olduğu üzerinde yürek ve beyin yormaktır. Bu gayreti gösterebiliyorsak tefekkürün kapsam alanı içinde bir yerimizin olduğunu iddia edebiliriz. Tefekkür bir sona nokta koymak ve bir başlangıca yeni bir adım atmaktır. Son ve başlangıç aslında hayat çizgisi üzerinde karşılaşılacak koordinatları keşfetme becerisidir. Bu becerilerden uzak sadece yuvarlanan varlıkların yaşam üzerinde belirleyici yönlerinin olması, bütün bir insanlığın yaşamın son basamaklarında didindiğinin göstergesidir.

İnsanlık alemi yenden dirilmek ve kâinatın sonu gibi görülen bu kaotik yaşamı insanlık lehine yeniden düzenlemek istiyorsa, tefekkürün tam odağına otağ kurması zorunludur. Tefekkürden yoksun varlıklar, insan olduğunu bilsekte, bu özellik insan olmanın belirleyici en önemli vasfı olduğundan bundan yoksun yaşadıkları için farklı varlıklarla aynı kalıpta görülürler. İnsan düşünen canlı dememizin sebebi, hayatı tefekkür üzere kurulu, yaşam hakkında kendi iradesiyle karar verebilecek ve bulunduğu evreni hem yeniden imar edecek ve kendi dışındaki varlıkların yaşam alanlarını da koruyacak akıllı bir varlık demektir. Bunlardan yoksun olduğu zaman yaşamın gayesi olmadığı için kendisi için tayin edilmiş sonu yaklaştırır. Âmâ bir gaye için yaşayan tefekkürü hayatın vazgeçilmezi gören varlık olduğu zaman kâinata bir renk gelir ve yaşam dallanır budaklanır filiz verir ve farkında olmadan ne sonlar geride kalır. Tefekkür insan hayatının sonunu sona doğru iteleyen ve sürekli sonla arasına bir mesafe koymaya çalışan kendisine taktim edilmiş en büyük ikramdır. Bu ikramı tepeleyenler tepelenerek can vereceklerdir.

Ey insan! Seni sana getirecek bir denklemi sana sunuyorum. Bu denklemden korkma tüm problemlerini bu denklem çözer senin…Buna kendini kapadığında kendin için hazırladığın zindanın gardiyanlarının seni o zindana iyice hapsederek kapıyı üzerine kilitleyeceği günü beklemeyi unutma!

Sen aydınlıklar inşa edecek bir güce sahipsin, bu güç yaşam otağını kuracağın hayatın tükenmeyen tüm rahmetini içinde taşır. Bu rahmete eriştiğin gün karanlıkların sana veda ederek uzaklaştığına şahit olacağın gündür.

Şimdi karanlıkları delerek aydınlığa çıkmanın tam zamanı, unutma kendini, kimseye bırakma yüreğini, beynin akım için çok gerekli bunlar seninle ise bağlan tefekkür prizine oradan aldığın akımı dağıt hayatının her noktasına bakarsın yeniden doğmuşsun hayata…

Erol KEKEÇ/03.04.2021/20.04


3 Nisan 2021 Cumartesi

KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA ÇAĞRI

 Çıkarlarına iman ettikleri halde Allah’a inandığını sananlar şirk dinine iman ettiklerinden Yüce Rabbimiz der ki,” Ey İman edenler Allah’a ve Resulüne iman edin…” Yeryüzünde iman etmeyen hiçbir insan yoktur, ancak iman ettikleri ilahları birbirinden farklı sadece…Kimisi hiçbir şeye inanmadığını iddia eder ancak doğaya iman eder, kimisi atalarının ruhunun aralarında yaşadığını ve kötü durumlarda onların yardıma geldiğini düşünerek ona inanır. Kimileri her şeyin sahibi bir ve tek olan yegâne güç ve kuvveti bir varlığa vermeyi kendilerinde bir kompleks edinerek kendi akıllarını kendilerine bir ilah edinirler…Kimleri kendilerini bir hiç kabul eder nesneleştirerek gören ve gözetleyen bir varlığa değil de köhnemiş onlarla birlikte oturan kalkan ama hiçbir işe yaramayan zanlarını tahminlerini yaratıcı olarak görüp, ona iftira atarak Yaratan Allah’a inandığını iddia eder. Yani yeryüzünde o kadar farklı inanış şekli ve türü var ki bunları burada anlatmaya gerek yoktur. Ancak bir ve tek olan yegâne güç ve kuvvet sahibi Mülkün tek sahibi zerreden küreye her şeyin ruhu elinde olan ve o istediği zaman o ruhları katına çağıracak olan Allah’a iman iddiasında bulunmak fazla olmasına rağmen, ona yakinen teslim olmuş inananlar o kadar hayatın ortasında göze çarpmaz…

İman, belleğe yerleştirilen bir bilginin tekrarlanması olmadığını bilmek gerekir. İman sadece inandık demek değil, o inancın hayatın rotasında yön tayini yapabilmesidir. Hayatın yönünü inanılan gücün istekleri doğrultusunda çevirememek inançtan uzak bir yaşamın göstergesidir. Bir aracın farlarının ampulü patlamış ise bu arabanın bu karanlıkları rahat gideceğini nasıl ki iddia etmek mümkün değilse, hayatın içinde yön buldurmayan iman, iman olamaz ondan dolayı insan, inandığı gücün ne olduğuna iyi bakması gerekir. Karanlık bir yaşamın kurbanı olan varlıklar Allah’ın nurundan yararlanamamış nesnelerden başkası değildir. Allah’ın nuru hayata yön vermiyor ve yaşamı aydınlatmıyorsa orada hayata Hükmeden bir yaratıcı yoktur. Hayatın ipleri başka ilahların eline geçmiştir. “Allah, İman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan alıp aydınlığa götürür. Küfredenlerin (hakikatin üzerini örterek o hakikatin ortaya çıkıp insanların ondan etkilenmesini istemeyenler) dostu da tağutur. Onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. Onlar ateş ile arkadaşlar, sarmaş dolaş birlikte yaşayacaklar ve onlar orada ebediyen kalacaklardır.” Bakara:257

Bu uyarı hakikaten ben Allah’a iman ediyorum diyenlerin yürek duvarlarını param parça etmesi gerekir, etmiyor ve orada hala isteklerin ve arzuların spermleri kuluçkaya yatmışsa yeni yavruların oluşmasına ve büyümesine hizmet ediyorsa, iman iddiası o yüreği patlatmamışsa O da Allah’ın acıması ve rahmetinin bir eseridir. Ey insan! Kerim olan, Yerin ve Göklerin rabbi ve tüm kâinatın ruhunu elinde tutan Mülkün tek sahibi Allah’a karşı seni bu kadar duyarsız ve hissiz yaşatan ve kendi pisliği içinde boğan nedir. Yarınlar çok yakın dünler çok uzak, bugün yaşamın önünde yaptıkların ortada bunlara rağmen hala kendini masum kılarak bahanelere sarılmak en büyük meziyetin olmuş. Hesap çok çetin…

Yaratıcı Allah’tan başkasına inananların inandıkları, onların önünü aydınlatmaktan uzaktır. Nur ancak Allah’tandır. Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru mu olur. Allah nur üzerine nurdur. O hep aydınlatır ve neyin doğru, neyin yanlış, neyin ne olduğunu ancak onun ışığı tanımlar. Onun ışığının yansımadığı yaşamlar, karmaşık kaos denklemlerine göre kendilerine bir yaşam formülü icat ederler ancak bu formül onların sorunlarını çözemediği gibi, sadece var olan sorunlarının kapsamının ve ağırlığının artarak devam etmesini sağlar. Bu inancımdan dolayı diyorum ki, Yaratıcının hesaba katılmadığı hiçbir düşünce ve uğraş, ne kadar iyi ve güzel ambalajlanarak sunum sahnesinde yerini alsa da içi kurtlanmış bir cevizden farsızdır. Kimse kimseyi aldatmasın demeyeceğim, çünkü bu hususta ancak herkes kendisini aldatır. Kendimizi aldatmayalım, o kendimiz bizim irademize teslim olmuş irade, mutlak iradenin isteklerine göre eğitilmiyorsa, onu eğiten onun rabbidir. O halde herkes kendi rabbini sorgulasın acaba benim mürebbim kimdir diye…

Parayla mutlu olup sükunete eriyor ama Allah’ın buyruğu senin damarlarında bir kıvılcımlama meydana getirip seni senden almıyorsa, Allah senin nasıl mürebbin olabilir ki…Hesapsız yaşamak ne olursa olsun gelsin haneme, “ne olursa olsun ver Allah’ım, haram helal demez bu kulun yer Allah’ım” diyen yaşamların hangi noktasına acaba Allah’ın hükmettiği söylenebilir. Allah Kitap sayfalarında inanılması gereken bir söz dizimi değildir. Allah yaşama hükmeden hayatın sınırlarını kendisinin belirlediği merada en üst düzeyde mücadele ederek yeryüzünden zulmün yok olması için çalışan ve herkesin adil yaşaması için öncülük yapan biri olarak mukaveleye karşılıklı anlaşarak imza atmamızı isteyen, merhamet sahibi mülkün tek sahibidir.

Donanımı Allah’tan olan bir yürek ve beynin yazılımını, yeryüzü firavunlarının yaptığı yaşam, asla Allah’a iman üzere devam etmez. Dünya ve içindekilerin önemini bize anlatan Rabbim, ahiretin de kıymet ve değerini en ince noktasına kadar anlatırken, dünyayı değerli bilip son da sanki burada olacakmış gibi dünyaya tapanların, Allah’a iman iddiası sadece ve sadece kendisiyle alay etmesidir. En büyük zulüm insanın kendisini aldatmasıdır. Çünkü kendisini aldatan varlık doğrudan Allah’a şirk koşan varlıktır. Allah’a şirk ise en büyük zulümdür. Şirkin kapısının aralanması insanın kendisini avutmasıyla başlar, avutulan bu varlığın hayatındaki bu avutucu isteklerin çoğalmasıyla şirk kapısı sonuna kadar açılır, açılan bu kapı ancak dünyalıkların üzerinde yatan kalkan bir müşrik ortaya çıkarır. Müşrikler mümin değildir. Mümin olduğunu sanan dünyaperestlerin hayatına şirk mi daha fazla kök salmış, yoksa Allah’ın ışığı mı bunu ayırt etmenin yolu, değerli olanın önemli olan dünya hayatına feda edilip edilmemesiyle çok rahat ortaya çıkar. Ahiret bizim için çok değerli diyen varsa, bu dünyaya hiç önem vermeyip kendisini münzevi bir yaşama adamış ve dünyanın imaratındaki rollerini yerine getirdiğine şahit olmuyorsanız, inanmayınız çünkü yalan söylüyordur. Dünyanın imaratının önemi, yeryüzünde kulluk mukavelesine attığımız imzanın bize yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu bilerek imzalamamız için tüm insanlık adına, ben sizin Rabbiniz değil miyim diye, bize soru sorulduğunda, hep birlikte Rabbimiz biz şahit olduk sen bizim rabbimizsin dedik…İşte o gün bir sözleşme yaptık, rabbimiz bizi atalarımızın yaptığı hatalardan dolayı sorumlu mu tutacaksınız demeyesiniz diye hepinizden kendi iradenizle yaptığınız sözleşmeye uymanız gerekmez mi…Hayır hayır, siz arkanızdaki değerli bir günü bırakıyorsunuz ama önünüzdeki görülenlere iman ediyorsunuz…Peki gördüğünüz dünyalıklara iman ettiğiniz halde bir de Allah’a iman ettik demeye utanmıyor musunuz? Allah’a imanın olduğu yerde huzur sükûnet, kardeşlik Barış, hakkaniyet adalet, insanların sadece ecelden öldüğü, ailelerin dağılmadığı, çocukların beyinlerinin yüreklerinin öldürülmediği, yaşlılarının baş tacı yapıldığı kurdun kuşun dağdaki bir arının hakkının verildiği sükûnet yurdu olmanız gerekmez miydi? Bunlara rastlamıyorsanız o zaman acaba neye inanıyorsunuz hala mı sorgulamayacaksınız…

“Size Allah’ın gazabına uğrayanları haber vereyim mi de: Onlar tüm amelleri boşa gittiği halde hala kendilerini Salih bir yolda sananlardır…” “Ey İman edenler! Allah’a ve Resulüne iman edin…

Erol KEKEÇ/03.04.2021/01.24


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!