Bu Blogda Ara

29 Mart 2021 Pazartesi

SAVUNMA SENDROMUNDAN SAVUNMASIZ YAŞAMA

 Liyakatten ne anladığımızı sorgulamaya gerek yok sanırım. Çünkü her anlayışın liyakat anlayışı kendisine destek veren eş, akraba ve yakınlarını milletin sahibi olduğu kurumların başına getirmektir. Böyle olunca da devlet, devlet olmaktan çıkıyor, her siyasal partinin arpalıklardan istifade etmek için bir an evvel devir teslimin kendisine gelmesini bekliyor. Ülkenin politikası ülkenin nasıl daha iyi yönetileceği üzerine fikirler geliştirme ve halkı mutlu etmeyi amaçlayan motivasyonu yüksek fikir ve eylemleri barındırmaktan çok uzaktır. Bir kurumun yönetimine gelenlerin ilk icraatları yolda birlikte nasıl götüreceklerini hesap ettiği adamlarını yanına almak oluyor. Dolayısıyla her gelen bu süreci iyi takip ediyor ve kimse kurumların hakkını verecek ehliyet sahiplerini oralara getirmeyi asla düşünmüyor. Böyle olunca orada arada bir ehliyetli kalmış olanları görürseniz o işi ondan başka çözecek biri olmadığından zorunlu kalış ya da o ortama uyum sağlamıştır.

Mekke’nin fethi sonrası dışarı çıkınca Abbas ve Hz. Ali’nin Kâbe anahtarlarının kendilerine verilmesini istemeleri üzerine Resûl-i Ekrem, Osman b. Talha’ya dönerek bir zamanlar Kâbe anahtarları konusundaki konuşmalarını hatırlattı. Ardından da Kâbe anahtarlarını ona ve amcasının oğlu Şeybe b. Osman’a verip bu anahtarların kıyamete kadar kendilerinde kalacağını söyledi. Bu örnek Allah’ın resulünün emaneti ehline verirken yakınına değil, o işin ehline nasıl teslim ettiğini anlamayanlar, liyakatin ne olduğunu asla anlayamazlar.

Yaşadığımız bugünlerde ülke gündeminden düşmeyen şahsın bulunduğu konum dikkate alındığı zaman ne kadar da ehliyetli kişilere makamların teslim edildiğini görmekteyiz(!)Bu olayın açığa çıkması sonrası şahsın kendini savunurken söylediği bu Kokain değil, pudra şekeri ifadesi tam liyakatsizliğin dip noktasıdır. Bu durum olamaz mı elbette olabilecek hadiseler, insanoğlunun olduğu yerde her şeyi söylemek mümkün, ancak işin ehli ve liyakati dikkate alınarak bu makamlar teslim edilseydi, bunları görmek ve sonrasında savunur durumda olmak mümkün değildi. Ülkenin yönetim alanları ve hiyerarşik yapılanmalardaki mevkilerin dağıtımında horca kullanılan bir anlayışın olduğu inancındayım. Bu işlerden sorumlu olanlara kendi firmalarında bu insanlara bir makam verir misiniz diye sorduğunuzda asla bu adam o işleri nasıl yönetecek, özel sektör farklı diye cevaplar alabiliyorsunuz. Milletin emanetinin bir önemi olsaydı bu makamların nasıl daha hassas korunması gerektiğini görürdük. Liyakat ehlinin söz sahibi olmadığı, ehliyetsiz ve güvenden yoksun olanların kamu alanlarının sorumluluğuna sahip olması demek o toplumun başka bir kötülük aramasına gerek yok demektir çünkü bir toplumun ifsatı için ehliyetsiz ve güvensiz kişiliklerin mevkilerde söz sahibi olması yeterlidir.

Öyle zamanlar oldu ki, bu ülkenin meclisinden vekil olan bir şahsın,” Allah demiyor mu akrabalarınızı ve yakınlarınızı koruyun” diye biz de ayete uygun davranıyoruz farklı davranmıyoruz diyecek kadar pişkin ve yüzü kızarmayan laflar edenlerine şahit olduk. Bu anlayış toplumsal bir gelenek oluşturdu. Ülke yönetimine gelen her politik anlayış, kendi doğruluğunu kendisinden öncekinin yapmış olduğu olumsuzlukları göstererek kanıtlamaya çalışmakta. Bu tür basit ve sıradan anlayışlar çok karmaşık bir toplum yapısı oluşturmaktadır. Yani toplum, her gelen politik anlayış kendi yakınlarını iş başına getirecek liyakatli olsun olmasın fark etmez bu bir kaderdir şeklinde bir anlayışa bürünmektedir. Böylesi karanlık bir yaşam örgüsü o toplumu öyle bir kuşatır ki doğru ve güvenilir olanların gelmesi mümkün olmaz, gelenler olursa da onlar yaratanın bir rahmeti ve mucizesi olarak bilinir. Hatta gazetelerde boy boy gösterilir, geçmişten bugüne, bugünden yarınlara bir efsane gibi anlatılır durur. Nedeni ise, olumsuzlukların bir kader olduğuna teslimiyet, iyiliklerin ise bir mucizeye bırakılmasıdır.

Eğer bir toplum olumsuzlukların ve kötülüklerin bir kader olduğuna inanacak kadar kendi tarafından bir yanlış olduğu zaman onu nasıl gizleyeceğini ama farklı taraftan aynı yanlış olduğu zaman üzerine katarak büyüterek anlatmaya devam ediyorsa, o toplumda yaşam, karanlık oyun kurucuların istek ve beklentilerini çok kolaylaştırır. Çünkü kendilerini içselleştirmiş bir halk olduğundan, yanlışları doğru gibi tüketecek beyin fukaralarının, bunların yaşamalarına kendilerini feda edecekleri zamanlara gelinmiştir. Bu sürecin doğru bir ölçekte değerlendirilmesinin yapılmadığı ve gece ile gündüz arasındaki o keskin çizginin ayırt edileceği bir ortam yakalanamayacağı için mazlum olduğunu söyleyenler, mazlum olma vasıflarını kaybeder ve kötülüklerin yayılmasına katkı sunan bir taşıyıcı zalim durumuna geçerler.

Ülkemiz gerçekliğini dikkate aldığımız zaman, karanlıkların tarih boyunca bu ülkenin insanlarının bir kaderi olarak sunulmasındaki en etkili ve belirleyici faktör, yanlışları onaylayanın halk olmasından kaynaklanmaktadır. Halk, kendi arasında rekabete girişmiş ise, karanlık oyun kurucular galibiyete çok yakın demektir. Her oyun kurucu kendi taraftarını oluşturmadan sahaya inip aktif oyununu oynamayı düşünmez. Onları destekleyen ve yalnız bırakmayan hatta sadece bağırmak ve küfrederek cinnet yaşamaktan başka bir kazancı olmasa da onların arkasından gittiklerinde psikolojik bir rahatlama yaşıyor ve kendilerini terapi olmuş gibi hissediyorlarsa, bu toplumlar hep ezilmeye mahkumdur. Çünkü onların rahatlaması, toplumsal terapi gösteri sezonunu arada bir atlatmalarına bağlıdır. Bu kaotik yaşamdan onları kurtarmaya çalışırsanız, onları çok ciddi bir travmayla karşı karşıya getirirsiniz ve sizin mesajınıza alışamazlar. Alışamadıkları için de sizlere bir kulp takarak doğmadan sizi imha etmeyi de bir görev ve sorumluluk bilinciyle yaparlar.

Toplumsal algılar değişmeden liyakat ve ehliyet gibi değerlerin de yerine oturması mümkün değildir. Doğru-yanlış, iyi -kötü, dürüst-sahtekâr, güvenilir-güvenilir olmayan gibi kavramlar fıtrat genlerinde tanımlandığı şekliyle tanımlanarak herkesin buna ortak bakışını sağlamak ve ortak eylem birliği oluşturmak gerekir. Bu gerçekleşmediği zaman, ortaya çıkacak olan sadece herkesin kendi menfaatini doğru diğerlerini yanlış olarak bilmesi olur. Yaşadığımız toplumda maalesef böyle bir körlüğün yaşandığına aklı başında olan herkes şahit olmaktadır. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için yapılması gereken en önemli ve sürekliliği olan güç Allah’ın ayetinde belirtiği gerçekliğin yaşam alanlarında karşılığının olmasıdır. “Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah sizin durumunuzu değiştirmez.” Rad:11

Yani bireysel değişim ve dönüşüm sağlanmadan toplumsal dönüşüm gerçekleşmez. Toplumsal dönüşüm gerçekleşmezse yönetim sistemi düzelmez, yönetim sistemi düzelmezse toplumsal huzur olmaz. Toplumsal huzur olmazsa barış kardeşlik ve selamet olmaz, bunlar olmadığı zaman da paranoyak yaşayan ve sürekli tedirgin ürkek ve ne olduğu belirsiz varlıklar ortalığı doldurur. O zaman da ne mi olur, karanlık oyun kurucuların bu tür toplumları denek olarak kullanıp deneylerini gerçekleştirmesi kolaylaşır. Deneyler bizim üzerimizde gerçekleştirildiği sürece etimizden sütümüzden ve kanımızdan faydalanacak olanlarda tükenmeyecektir.

Bunları iş olsun ve insanlara laf saymak için anlatmıyorum kendimiz olalım kendimize gelelim, tencere senin dibin kara, kazan senin dibin benimkinden daha kara, diye birbirimizin lüzumsuz seciyelerimizi ortaya koyup onunla bazılarının istek ve beklentilerine uygun davranarak kendimizi yok edeceğimize, ana bileşene yönelelim görelim asıl etkileyici ne imiş…Ana değişkeni bulamayanlar yan değişkenlerle vakit geçirirken, ana değişken yüreğinizi deler ve geçer…Bakalım hayırlısı neymiş demeyeceğim toplu çıkan sözler gibi, görelim ki, Rabbimiz hayırlı olan bir yaşama gözlerimizi ve yüreklerimizi açsın…İşte o gün, liyakat ehli ehliyetiyle karşınıza çıkar, orada kimseye haksızlık ve zulüm olmaz, yoksa bu basitlikleri konuşa konuşa kendimizi mezarlara kadar taşırız hatta herkes kendi ecdadının ne kadar asil ve şecaatle olduğunu anlatarak hayata son noktayı koyar. Son gelmeden önce, aklını başına alarak ilk adımı atanlardan olmak dileğiyle herkese selam ve hürmetlerimle….

Erol KEKEÇ/28.03.2021/22.17


28 Mart 2021 Pazar

İNSANİ YÖNETİM İNSANİ YAŞAM

Mantıkta kavramlar arasındaki içlem kaplam ilişkisinden yola çıkarak toplumsal yaşamı biraz değerlendirirsek, yönetim sistemlerinin yapılanmasındaki tutarsızlık ve sığ olma durumu, sadece insanlığa zulüm ve gözyaşı getirmenin dışında bir marifete sahip olmamıştır.
Kaplamları en üst düzeyde olan ve aynı zamanda cins olan bir kavram kendisinin üstünde daha üst bir cins yoksa bunları sadece kendisiyle tanımlarız ve bize yeni bir bilgi vermezler. Ör. varlık kavramının daha üst bir kaplamı olmadığından, varlık nedir dediğiniz zaman, varlık varlıktır şeklinde bir cevapla karşılaşırsınız, yani bu varlık, kendi içinde birçok alt cinsler barındırır. Yani kaplamı en çok olan, varlık kavramı kendi içine giren, kaplamındaki tüm kavramların özelliklerini barındırır. Ama onlardan sadece birine ait bir özellikle asla tanımlanamaz. Oysa İçlemi en çok olan bir kavram, en özel bir kavramdır. İçlemin fazlalığı demek, özelliği daha uç noktalarda olan özellikli bir kavramdır; özel bir duruma karşılık gelen kavramdır. Bu açıklamaları dikkate alarak yönetim sistemleriyle alakalı biraz yorumlamalar yaparsak, şu gerçekleri giderilmesi gereken bir hastalık olarak tüm siyasal sistemlerde görmek mümkündür.
İnsani değerleri temel kıstas olarak dikkate almayan tüm sistemler, hangi düşünce, din ve ideolojiye dayanırsa dayansın kuşatıcılıktan ve mutluluk getirmekten çok uzaktır. Modern yönetim sistemlerinin ortaya çıkması ve şekillenmesi daha çok Batı kökenli olmuştur. Bu Sistemler, sistematik şekillenme sürecini tamamlayarak, varlık sahnesinde kendisine bir yönetme alanı bulduğu için bunların evrensel ve olmazsa olmaz yönetim sistemleri olarak algılanmasına neden olmuştur. Bu bakış açısı onların geniş halk kitleleri ve değişik toplumlar tarafından alınmasına ve kendisine huzur getirmesi için başvurulan kurtarıcı iksir olarak görülmesini beraberinde getirmiştir. Ancak bu beklentilerin %100 olmasa da oralara yakın bir düzeyde fiyasko ile sonuçlandığına hep birlikte şahit olmaktayız. Çünkü bu sistemlerin istisnasız hepsi, kendi özel halini genel kuşatıcılık genlerine sahip bir değermiş gibi sunmaktalar. Bu sunuş şekli sunum aşamasında patolojik bir süreçle geldiği için, gelecek yaşamlarda meydana getireceği travmaların hesabını yapmaktan da acizdir. Dünyanın tamamı dikkate alınarak bir genel araştırma yapılsa ve bu araştırma tam tümevarım içeriğine sahip olsa, orada şunu rahatlıkla görmek mümkün olacaktır. Ülkelerin yönetimleri hiçbir zaman, tüm halkını kuşatacak insani bir yönetim olma becerisini ve başarısını yakalayamayacaktır. Onu yakalayabilmesi için alışılmış kalıpları parçalamak gerekecek, biliyorum çok iddialı laflar ediyorum, alışılmış ve genel özellikler barındırdığı iddia edilen en sade ve özgürlükçü yönetim sistemlerinin zihnimizdeki oluşum şekline baktığımızda, dışarıdan gelen düşünsel spermlerin bizlerin zihin duvarlarında kuluçkaya yatarak orayı kendisine bir mesken edinmesiyle, bizler tarafından benimsenen ve asla ondan geri dönülmemesi gereken bir anlayış olarak bizlerin yaşamına mührünü vurdu. Yani diyeceğim odur ki, insani olmayan tüm yönetim sistemleri, geneli özellerin içine hapsederek, tüm farklılıkları belirlenmiş kalıplarda standartlaştırma hevesindeler. Örneğin, Bitki kavramının kaplamında olan, odunsu otsu, odunsu olanları Meyveli, meyvesiz, ayrıca meyveli olanları, Elmagiller, Turunçgiller; Turunçgilleri de Limon, portakal, Mandalina, Greyfurt, Mandalinayı da Finike şeklinde özelleştirerek kaplamdan içleme doğru sıralayabiliriz. Ancak burada İçlemi en fazla olan, yani özellikleri diğer kavramlara göre daha fazla olan Finike Mandalinasının içlemi en fazla olan bir kavram olduğunu biliriz. Yani bitki yerine Finike mandalinasını koyarak, onu besleyerek diğer tüm bitkileri beslediğimizi sanmak ve öyle inanmak ne kadar mantıksız ve bir o kadarda basit ve sıradan ise, İnsani mutluluğu getirecek olan siyasal yönetimler de böyle bir handikabın ve tutarsızlığın içinde çamura battıkça batan bir hal almıştır.
Yani bir ideolojinin kendi kafa yapısına göre oluşturduğu bir yönetim algısını, kendisine uyan, uymayan, benimseyen, benimsemeyen herkese dayatarak onun mutlak kurtuluş reçetesi olduğunu iddia etmesi, ne kadar basit ve sıradan olduğunun da göstergesidir. Nasıl ki bitki, altında sıralanan kaplamındaki tüm bitki türlerinin özelliklerini içinde taşımasına rağmen, onlardan sadece biriyle tanımlanması mümkün değilse, İnsanlık için oluşturulacak yönetim sistemi de böyle bir kapsayıcılığa sahip olmak zorundadır. Bu kapsayıcılık özelliklerini barındırmayan tüm sistemler insanlık için bir kurtuluş reçetesi asla olamazlar. Onun için bizlerin kafası yorulacaksa, tüm insanlığın kurtuluşuna ve herkese mutluluk getirecek ideal adil bir düzenin nasıl kurulacağı ve hangi özellikleri ilke bilerek oluşturulmasının gerekliliği hakkında kafa yormak olmalıdır. Bunun yolu hakkında biraz ipuçlarını paylaşabilirim aslında.
İnsani Sistem, Kesinlikle bir dayatma sistemi olamaz. Sadece insanların genetik fıtrat kodları dikkate alınarak, yaratılan bu varlığın donanımının ne olduğunu idrak ederek, o donanımın içindeki yazılımlara göre denklemler kurmak olmalıdır. Bu denklemlerin içinde asla ideoloji, İnanç, inançsızlık vs. gibi düşünsel kültürel yaşam dikta edilemediği gibi, yaratılıştan gelen ve insanların sonradan kazanma gibi bir seçim haklarının olmadığı, cinsiyet ve renk gibi biyolojik yönlerinin de tahrifatlara uğratılarak yönetim sistemlerinin manifestosunda yer alması mümkün değildir.
Yönetimin omurgası, hangi düşünce, inanç, ideoloji, ırk ve cinsiyet olursa olsun, onların yaşamlarına mutluluk, huzur, barış ve hakkaniyet eksenli dünya nimetlerini, adil paylaşım kodlu bir denklemle, yerli yerine oturtarak halkı rahatlatmak olmalıdır. Her düşüncenin kendi varlık ve kimliğini başka düşünce ve inançlara dayatmadan ve onlara baskı kurmadan açıklama ve tanımlama hakkının olduğunu bilerek, ona yaşam alanları açmak ve onları korumakla görevli olduğunu bilmek zorundadır. İdari mekanizma yönetim, en üst kimlik olan ve diğer alt cins kavramlara göre daha genel kavram olan, insan ve adalet kavramlarıyla kendisini tanımlamak zorundadır. Bu iki kavramın sağına, soluna, önüne ve arkasına herhangi bir ideolojik ve inanca dayanan bir ekleme yapılırsa yönetim belli bir kalıba sokulmuş olur. Kalıba giren sistem hangi kalıba girdiyse o kalıba uyanların hayatını rahatlatırken, kalıbın dışında kalanlara da hayatı zorlaştıracaktır. Bu cihetten baktığımızda, tarafsız ve insanın, sadece insani yönleri dikkate alınarak ortaya konulduğu zaman, yönetim kuşatıcılık özelliğinden dolayı tüm ideoloji ve inançların üzerinde yer alır. Sebebi ise kaplamı en fazla olan bu kavramın içeriğinin kendi yapısına uygun tanımlandığı ve doldurulduğu içindir.
Devlet, bu tanımlamayı net, anlaşılır ve zorlaştırmadan, objektif kriterler ölçeğinde yaparak, çelişkisiz ve tutarlı önermelerle iddianamelerini iddia olmaktan çıkarıp, uygulanacak bir teoriye dönüştürdüğü zaman, insan gibi insan olarak yaşayacaklar dışında, herhangi bir itirazın, sistemi delmeye ve bozmaya dönük çabaların olacağına inancım yoktur. Çünkü insan fıtratı, kendisine dayatılmadan kendisini rahat tanımlama imkânı bulduğu ortamları daha çabuk benimser ve onu içselleştirerek genel geçer bir sistem olmasına büyük katkı sunar…Olumlu yanları anlatarak polyanacılık yapma derdinde değilim, bu sistemi delecek anti sosyal ve psikotik tipler olmayacak mı, elbette olacaktır. Bunların olması sistemin omurgasının hedef alındığı anlamına gelmez. Her varlık kendi içinde uyumsuz olanları dışlayarak sürü olarak yaşamlarını devam ettirir ya da o uyumsuzlar zamanla o ortama alışarak rehabibilite olarak uyum sağlarlar. İnsan da bundan farklı değildir. Halifelik, Demokrasi, Totalitarizm, Teokratik yapı veya inançsızlık üzerine kurulan Anarşizm ve Agnostik karışımı bir yönetim, sosyalizm vs. Bunların hepsi kendisini en doğru diye tanımlayan idari yönetim biçimleridir. Oysa bunların hiçbirisi en üst noktaya, kaplam olarak İnsanı ve Adaleti koymadığından, içlemi fazla olan bir kavramın altına, kaplamı daha fazla olan kavramları yerleştirerek denge ve düzeni bozduklarından, işin öncesinde nakavt olarak harekete geçerler. Böylesi çıkışların sonradan düzeleceğini düşünerek onlara yaşam hakkı tanımak, aslında bu hakkı tanıyanların yaşam haklarını imha etmektir. Bu idari sistemlerden yeni bir idare çıkar mı diye bunlar üzerine fazla kafa yormanın anlamı, elinizdeki temiz sularınızı tıkanan ve devamlı pislik taşıyan logarın sularına katarak, onu sağlıklı hale getireceğimizi söylemek gibi komiktir. Alışılmış ve dayatılmış tüm ezberleri bozarak, zihin duvarlarımızda önceden var olan veya yaşam alanından uzaklaşmış ama belli bir dönem varlığı olmuş tüm yönetim anlayışlarını zihin duvarlarımızdan süpürüp atacağız, oralar kanasa da orayı güzelce bir tedavi ettikten sonra, yeni kodlama sistemiyle beynimizin donanımlarındaki çalışmayan bölümleri ve aksaklıkları gidererek, fıtrattan gelen yazılımı yeniden deneyeceğiz ve göreceğiz ki ortaya herkesle ve her düşünceyle rahatlıkla reaksiyona girecek bir denklem önümüzde oluşacak. Bu denklemin bilinmeyenleri çok değil, bilinenleri fazla, bilinmeyenleri çözmenin yolu da net ve açık…”Eşyanın bilgisinin Ademe verilmesi sadece bir kişi olarak algılanmamalı, “Ademin belkemikleri arasından tüm insanlığın sülbünü çekip çıkarıp, Ben sizin Rabbiniz değil miyim diyen Allah’a, evet sen bizim rabbimizsin, biz şahit olduk…”Rabbimiz bizden önceki atalarımızın yaptıklarından dolayı bizi sorumlu mu tutacaksınız demeyesiniz diye sizden söz aldık…”Bu hakikatler bize şunu çok iyi anlatmaktadır. Yani Âdem gibi, eşyanın tüm bilgisi size de verildi, doğru nedir, yanlış nedir; iyi nedir, kötü nedir; güzel nedir, çirkin nedir vs. gibi kavramlar insanların verdiği anlama göre tanımlanmadı. Onlar aslında öylelerdi, biz sadece bize kodlanan o kodları doğru çalıştırdığımızda hakikati bulduk. Çalıştırmadığımızda battıkça battık, bugün dünyanın içinde olduğu durum gibi…
Evet dünyanın yeni bir yönetim modeline ihtiyacı olduğu kesin, bu model ortaya çıkarılmazsa insanlık kendi hırslarının ve arzularının kurbanı olarak can verecektir. İnsanlık yok oluş kıyısının yanı başında can çekişirken, bize mi kaldı bunlarla uğraşmak diyemeyeceğimiz için, bu sorumlulukları her aydının idrak ederek kendine düşen sorumluluğu kaldırması bir zorunluluktur. Yeni dünyanın yönetimi var olan yönetim anlayışlarından farklı ve herkesi kucaklayan ama Ahiret hayatının sorularıyla insanları dünyada sıkıştırmaya çalışmadan, mutluluk ve adalet kapılarını herkese açan “İnsani sistem ve İnsani yaşam olacaktır.”
Bu sistemin oluşumu için el ele gönül gönüle, şartsız düşünsel birikimlerini insanlık ve doğadaki tüm yaratılmışlar için ortaya koyacağız.
Kâinat denkleminde kurulan Tevhidin insanlık yaşamında oluşması için mücadele edenlere ne mutlu, onları gönülden ve yürekten selamlıyorum…Aliya’nın bir sözüyle bu makalemi noktalıyorum… “Tevhid, aynı duygu ve düşünceye sahip olanların oluşturduğu birlik değil, farklı düşünen, inanan ve inanmayan insanların oluşturduğu birliktir.”
Erol KEKEÇ/27.03.2021/22.04
Bir doğa ve ağaç görseli olabilir

24 Mart 2021 Çarşamba

AŞAĞIDAN YUKARIDAN YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR

 Üçüncü dünya ülkelerinde siyasal yönetimler birçok uygulamasını popülizme yönelik yaptığı için inandırıcılık yanı pek ilgi görmez. Ondan dolayıdır ki kendisini yırtsa da ne geçen zamanı ne de sarf ettiği enerjiyi geri toplayabilir. Toplum menfaatine ve insanların yarınları için alınacak kararlar ayak üstü ya da siyasal iktidarların sadece kendi istekleri ile yapılacak işler değildir. Ayak üstü ya da akşamdan sabaha alınan kararlar ve kanun hükmünde kararnamelerin tamamı günü kurtarmaya dönük çıkışlardır. Sosyolojik olarak değerlendirilecek bir gerçekliği ve hakikati de barındırmaz.

Yıllar öncesini hatırlıyorum da toplumun haberinin olmaması gerektiğine inanılan politik uygulamalar mesela zamlar gibi, ayrıca ihtilal yönetimleri ihtilallerini sabaha karşı geceden sonra duyururlardı. Hemen arkasından toplumu kuşatırlardı uymayanları da en ağır şekilde cezalandırırlardı. Gece baskınlarından bir örnek şu an aklıma geldi,12 Eylül’ün sonrası önümüzdeki yazdı, ilkokulu bitirmiştim o yaz köyümüzde pamuk tarlalarına gider gelirdik akşam erken vakitlerde herkes evine gelirdi. Bizim köy sınıra 6 km civarında ayrıca bizim köy ile sınır arasında sınır güvenliği için çok denetimler yapılırdı, o dönemde herkesin ürküp evinden çıkamadığı bir Yüzbaşı vardı Halk lakabını Gavur Hasan koymuştu…Gavur Hasan denen Yüzbaşının sınır boyundaki köylere çektirdiği işkenceleri bugün sanki yaşıyormuş gibi aynı hassasiyeti taşıyorum. Bir çobanın yanında cipi ile durur bu nedir ne işe yarıyor dedikten sonra, çobanın köpeğini kafasından kurşunlayan bir Gavur Hasan’dan bahsediyorum bunlar Hikâye ve masal değil çocukluğumuzda bu acıları iliklerine kadar hisseden biri olarak yazıyorum. Bizim sınır Bölgesindeki köyümüz tamamıyla akrabalarımızdan oluşur amcamlar ve biz. Âmâ sınır bölgesindeki köyler tamamıyla Kürt köyleridir hatta bizim köyün karşısındaki dağın adı Kürt Dağıdır. Kürt dağının etekleri bizim tarafta kalır yukarı kısımları Suriye bölgesinde uzanır. Bizim köy Türk Köyüdür Köyümüzün merkez mahallesinde bir iki aile var Kürt olan. Bunları neden mi anlatıyorum, Kürt köylerinden isimlerini burada zikretmeyeceğim bu köylerden bazılarında bu Gavur Hasan’ın yaptığı aşağılayıcı işkenceler dilden dile anlatılırdı. Hatta o köylerden Rahmetli Babamı ziyarete gelen çok insan olurdu çünkü bölgede bir kanaat sahibi kişiydi. Bir gün onlardan birisi, Lo vallahi Cuma dayı bizim köyde erkekleri soydular don atletle bıraktılar hep avratları sırtımıza yükleyip belli bir yere kadar götürüp getirmemizi istediler taşıyamayanları coplarla feci şekilde dövdüler her iki üç günde bir gelir Gavur Hasan bunları bize yapar. Şu kadar silah getireceksiniz, yahu bizde bu kadar silah yok nereden getirelim desekte laftan sözden anlamıyor, vallahi ben parayla silah alacağım onun istediğini vermek için, yoksa bizim anamızı ağlatıyor diyerek dert yanıp babama bunları anlatırken dinlediğim günü, sanki şu an gibi anımsıyorum…

Böylesi bir sürecin karanlık tezgahlarının neredeyse buna bazı yönleriyle benzerlerini günümüzde yaşadığımızı görünce içim sızlamaya başladı. Yıl 2021 ama kafa hala Orta çağ Feodalitesinin beynini taşıyor. Nedense bu toplumda bir gelenek olmuş her gelen yöneticiler, halktan gizledikleri ve halkın fazla haberdar olmasını istemedikleri konuların resmileşmesini hep gece vakti yapıyorlar. Bu da insanı ister istemez bazı düşüncelere götürüyor.

Yine Bu İstanbul sözleşmesini ele alacağım, bu sözleşmenin meclisten geçmesi için yapılan oylamada dört farklı partinin oy birliği ile bunu geçirdiklerini çok iyi hatırlıyorum…O dönemin iktidar partisinin grup sözcüsü tüm partilere ayrı ayrı teşekkür ederek çok büyük bir iş başardıklarını anlatıyor ve hepsine bu davranışlarından dolayı şükranlarını iletiyordu. Yani bunun üzerinde çok düşünüldüğü ve herkesin çok ciddi bir sorunu çözmek için hamle yaptığı söyleniyordu ve bugünlere kadar da yılmaz savunuculuğunu iktidar partisi yapıyordu. Hatta bundan dolayı bazı eleştirilerinden dolayı İktidar partisinin kadın kolları Ülke genelinde mahkemeye vermek için Abdurrahman Dilipak aleyhine mahkeme koridorlarında izdiham oluşturmuşlardı ve bunun üzerinden de bir yıl yeni geçiyordu ki, İstanbul Sözleşmesi olarak üyeliğimiz bulunan, kadına şiddet sözleşmesinden ülkemizin çekildiği, cumhurbaşkanlığı sözcüsünden yazılı bir açıklamayla beyan edilmişti. İster istemez insanın aklına çok sorular geliyor, üzerinde çok durulduğu çok araştırmalar sonrasında bu anlaşmanın onaylandığını söyleyen iktidar partisi sözcüleri şimdi bunun tersini söyleyerek bu sözleşmenin hükümlerinin geçerli olmadığını söylüyorlardı. Sahiden merak ediyorum bunu onaylayanlar sizseniz bunu rafa kaldıranlar kim, rafa kaldıranlar sizseniz, bunu yürürlüğe koyanlar kimdi…(!)Her ikisi de sizseniz biz sizin hangi eyleminize inanıp güvenelim, siz bile yaptığınız eylemin doğruluğuna inanmazken ben niye size inanayım…

Neden gece vakti sabaha karşı bu karar alınır, Merkez Bankası başkanı kaç ay oldu ki başkanlıktan alındı. Bir ülkenin milli varlığını yönetmeniz için oraya getirenler sizi, her şeyi hallaç pamuğuna çevirmeniz için oraya getirmedi. İstikrar, ekonominin güvencesi  diyordunuz, bu söze güvenen insanlar öyle bir görevi tevdi etti ise, Milleti canından bıktırmak için bu görevi vermedi…Geldiğimiz noktada canından bıkan bir toplum var, bir de fanatik bir eli balda bir eli yağda yukardan insanlara bakan işini çok iyi bilen bir koymadan birçok şeyi kökünden süpürüp götürenler, bir de gariban samimi ne dersen de onun kafasındaki sevgiyi kimsenin yıkamadığı ama yaşam sınırlarının çok altında yaşayan her şeyi bir kader olarak gören insanlar var…Ayrıca bunların dışında bir elinde ayna bir elinde cımbız her ortamda çalıp çalıp oynayan kapısında köpek bağlı olanlar var onlar her zaman asil ırktan gelenler olarak pastanın en iyisi bunlarındır…Her taraf kan revan olsa hiç ilgilerini çekmez ama sesleri o kadar yüksek çıkar ki, İğdiş edilmek istenen Merzifon merkepleri gibi t….kları iki taş arasına alınmış gibi öyle anırırlar ki sanarsın  bu ülkenin tek ezilenleri onlar; oysa bunlar her dönemin tek hücreli amipleridir. Bunlar belirleyici asla olamazlar belirgin bir kimlikleri yok ki belirleyici olsunlar. Âmâ şunu ifade etmekte fayda var, imkansızlıklar içinde bunalanların vereceği kararlar dağları bile yerinden oynatır. Onların sesinin tonuna iyi dikkat etmek gerekir. Onların sesine yürekten bakamayanlar, provokasyon olsa bile ananı da al git diyecek tavrı bunlara gösteremeyeceklerdir. Çünkü bunlara gösterilecek en küçük bir karşı refleks tüm dengeleri alt üst edecek büyük bir debiye sahiptir. Bugün geldiğimiz nokta da toplumsal iradi debi çok yüksektir. Önüne çıkacak tüm engelleri bir bir devireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın…En güçlü insan haklı olduğuna inanan ve öyle gören insandır.

18 yıl size destek verdik ki, Dinimizi Bayrağımızı ve devletimizi korumanız için…Biz size bu kadar fırsatı sizin güllük gülistanlık bir ortamda yaşamanız ve ülkenin biri rektör ve Biri Dekan olan iki bilim adamı olarak bilinen adamı sizin mahdumunuzun atının yularını tutarak poz versinler diye bu fırsatı vermedik…Diyen insanların çoğaldığı bir toplumda kurallar ve korkular yerini kuralsızlığa ve korkusuzluğa bırakır.

Yolların köprülerin yapılması çok anlamlıdır ancak insan yaşadığı zaman, insanın yerde süründüğü bir ortamda, insani değerlerin ırzına geçilmemesi için kaçacak delik aradığı bir yerde onlar hiçbir değer ifade etmez. Bunları yaptığınız zaman görevinizi yerine getirmiş olursunuz ama bunları, gelecekleri ipotek altına alarak yaparsanız insanlara şunu sorma fırsatı verirsiniz. Bir insan neden geçiş garantili bir iş yaptırır, öyle bir ticaret olur mu, ticaret ise bir tüccar bile bile zarar etmez, devlet yönetimi ise ben seçtim diye benim onayımdan geçmeden beni ve torunlarımı bana sormadan kim beni borçlandırma hakkına sahiptir. Eğer böyle bir durum yok ise o zaman şöyle bir durum ortaya çıkar, bu ödeme garantisi ancak fifti fifti olursa bir insan bu kadar zararlı bir iş yapabilir diye kafa yorar peki haklı olur mu, bilmediği ve tatmin olmadığı konuda kafa yormak en doğal hakkı olur…

Bugün sorgulamalar yapılıyorsa toplumda bunların mutlaka geçmişe dönük alt yapıları olduğundandır. Hiç kimse durup dururken her şey çok güzel ise böyle bir sorgulamayı yapmayı kendisine ihanet görür.

Peki ne oldu da bir anda insanların böyle bir rüzgâra kapıldığını anlatıyorum…Ben topluma ve toplumdaki insanların tepkilerinin öncesindeki güdülere baktığımda, herkesin kendince haklı ve tutarlı bir nedeninin olduğunu görüyorum, en azından bu nedenler yönetenlerin bahanelere sarılarak kendilerini yeniden aklama taktikleri türünden değil…Bir yönetim ciddi bir erozyona uğrarken bazı kuralları çıkardığını yeni anayasa yapacağını, gelecekte çok güzel günlerin geleceğini söyleyerek böyle bir sürece girmesi inandırıcılıktan çok uzak olacağı gibi sadece antipatik tutum ve eylemlerin çoğalmasını tetikler. Son dönemdeki çıkışların hiçbiri gelecek seçimlerde iktidarın oyuna bir artı olarak yansımayacaktır. Zaten öyle bir ihtimal olsa iktidar bugün erken seçime gider hem de gözünü kırpmadan…Ama şunu rahatlıkla söylemeliyim ki, ister erken ister vaktinde bir seçim olsun bu toplumsal kaosa giden yaşamda iktidar kaybetmeye aday olacaktır. Bu sürecin oluşumunda yerel yöneticilerden üst yönetime kadar herkesin payı vardır. Belediyecilik gönül işi diyerek başlanılan işler insanların gönüllerini yıktı ve geçti…Ben şahsen kendi adıma söyleyeyim açık ve net söylüyorum yaşadığım ilçenin Belediye Başkanı bana 10 kilo altınla gelse dese ki, bir oyla kaybedeceğim Allah’ım şahit olsun ki bu kafada oldukları sürece dönüp bakarsam namerdim…Yani anlayacağınız herkes benim gibi düşünüyor, sakın ortalıkta bağıranların çağıranların ve megafonu elinde tutanların çıkardığı sesler sizi aldatmasın söylediklerimi bir gün anlarsınız…Üçüncü yıl olmuş ben bu başkana oy vermek için ilçe değiştirmiştim acele olarak gibi ikametgahımı da buraya aldım. Ancak Başkanlıktan bu yana bir randevu alamadım, randevu sebebini de söyleyeyim nasıl bu bölgede daha güzel işler yapılır kültür sanat aile ve gençlere yönelik ihtiyacınız olursa her konuda bila bedelsiz destek olacağımızı söylemek için bir randevu almak istedim, özel kalemine kaç defa yazdırdım adımı ve soyadımı da ve beni de tanıyan biri olmasına rağmen, böyle bir durum gerçekleşmiyorsa böyle gönülleri alıp götürün kör kuyuya atın bize lazım değil…

Ondan sonra Hocam davaya ihanet olmaz öyle olur mu diye bir de kahve ağzıyla konuşmuyorlar mı işte ona bitiyorum…Hangi dava ne davası nerenin davası sizin yemenizin götürmenizin lüks yaşamanızın toplumun bir kesiminin can çekişmesinin adı dava bana böyle bir davadan gram lazım değil alın hepsi sizin olsun…Bunları ben yaşıyorsam ve böyle konuşuyorsam toplumun reflekslerini görmenizi hiç istemiyorum…Bu toplum Merhum Ecevit’in DSP’sini %21’lerden %1 çekmişti olur ki belki biraz düşünülür o kadar olmasa da öyle bir sonuç görünüyor…Yaşa padişahım çok yaşa, Bir peygamber gelseydi Peygamberimizden sonra Vallahi o RTE olurdu, peygamberimiz bile yanlış yaptı ama biz o yanlışları yapmadık,RTE Allah’ın tüm vasıflarına sahiptir diyenlerin dediği gün sesini çıkarmayanlar ev haydi oradan sen kimsin kaç kuruşluk bir varlıksın ben bir damla suyum bunu hala anlamadınız mı rabbim beni buraya olağanüstü olduğumdan değil, bir imtihan olarak getirdi inşallah o imtihanı başarıyla yarın huzurunda vereceğimiz hesapta mahcup olmadan bu görevi layıkıyla bize yapmayı nasip eder…Yanlışlarımız olursa ki olur biz bir insanız bilerek asla yanlışa yönelmeyiz bilmeyerek yaptığımız hatalarımız olursa sizden helallik istiyoruz ve rabbimiz de bizi bağışlasın deseydiniz bu gün bu endişeleri taşımayacaktınız…Ama o günler çok çafcaflıydı,herkes överek toz kondurmuyordu. Bir vatandaşın doğal isteklerine olan o şedit öfkeyi bu tuzak kurup göklere çıkaranlara göstermeyenler zaten kaybetmişti bugün sadece işin pratiği gözle görülür oldu…tam on dokuz yıldır yazıyorum hiçbir karşılık beklemeden sadece insanlığa faydalı olalım diye ancak uzaktan kaval çalar gibi çaldık bazen rahatsızlık verip karşılığının bedelini hakimlerden aldık…Bazen de  bizi yakinen tanıyanlar hocam Allah için uyarıyor herhangi bir beklentisi olmadığı gibi kimseye göbekten de bağlı değil diyerek bizleri savunmak zorunda kaldılar, herkese bu fedakarlıklarından dolayı teşekkür ediyorum…

Kocaman bir 18 yılın kavşak noktalarında iktidarın neden oraları rahat dönemediğini anlatmaya çalıştım…Kendi kurallarını kendileri koyanlar, toplum kuralları diye pazarlasalar da er ya da geç öyle olmadığını anlayacaklar. Toplum için oluşturulan faydalı eylemler oldu bittiye getirilerek gece vakitlerini seçmez…Şeffaf bir ortamda en uygun zamanda ve üzerinde detaylıca düşünülerek kritiği yapılarak getirecekleri ve götürecekleri hesaplanarak yapılır. Bunun dışında yapılanların tümü kendi bekalarını ve varlıklarını korumak ve bilinmeyen gizli yönlerinin açığa çıkmasını önlemek maksatlı yapılanlar olur. Bu da geldiğimiz nokta da ne kadar problemli bir anlayış olduğunu göstermektedir.

Çok zorlu bir sürecin kötü yönetiminin faturası hep başkalarına kesilmemeli, başkalarına saldırarak kendilerini temizleyeceğini sananlar bu tutumlarla her gün daha fazla kirli bir görünüm oluşturduklarını anlamak zorundadırlar. Çatışma kültürünün olumsuzluğu en üst ağızdan dile getirilmesi ve kardeşlik tohumlarının etrafa saçılması gerekli…Yoksa 12 Eylül ihtilalcilerinin yaptığı ile yapılanların farkının olmadığı dillendirilir ve yaygınlaşırsa bu taş çok kuş avlar…

Her konuda düşünsel birikimini aktarmaya çalışan birinin bu kadar acılı bir reçeteye şahit olması bunları dillendirmesini gerekli kıldığını herkesin bilmesinde fayda vardır. Ama bu da ya bu işler böyle olmaz diye saldırı okları kınından çıkarılırsa ne olacağını şimdiden söyleyeyim! Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor…”

Erol KEKEÇ/24.03.2021/00.35


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!