Bu Blogda Ara

24 Şubat 2021 Çarşamba

“SİZE SÖYLEDİĞİMİ BİR GÜN ANLAYACAKSINIZ”

Çıkar iskelesinden deryaya açılmamış vapurlarda her anlayıştan, ırktan, renkten ve inançtan insan bulabilirsiniz, ancak belli bir çıkarı paylaşmak için iskeleden kalkan gemide ancak çıkardan payı olanları görürsünüz. Toplum yönetimine talip olan siyasal partilerde böyledir. Ya bir grubun çıkarlarını korumak ve onları daha üst düzeyde doyuma ulaştırmayı hedefleyerek iktidar olma arzusu içinde olurlar. Ya da tüm insanların menfaatlerini korumak ve toplumsal huzuru inşa etmek için daha iyi yönetim daha iyi paylaşım daha iyi yaşam ve adalet için yönetime gelmek adına örgütlenirler. Her iki örgütlenme de Demokrasilerde bir siyasi parti örgütlenmesidir. Belli bir grubun menfaatlerini korumak ve kollamak adına örgütlenerek iktidar olma hevesinde olan partilerin anlayış olarak yönetime gelmeleri çok zor olsa da pratiklere baktığımız zaman neredeyse üçüncü dünya ülkelerini yöneten tüm partiler, menfaat iskelesinden denize açılan bir vapuru andırmaktadır.
İktidara gelmeden önce tüm insanların menfaatini gözeterek iktidar olmak isteyen siyasal partiler, İskeleden açılmadan önce herkesi taşıyacağına söz verip denize açıldığında sadece çıkar birliği olanları taşıdığını gördüğümüz vapurlardan hiç de farklı değiller. Çünkü iktidar olmadan parti tüzüklerine yazdıkları manifestolara baktığınız zaman nerdeyse imrenecek duruma geliyorsunuz hele ki bir de seçim beyannamelerine baktığınız zaman ağzınız açık kalabiliyor, ancak o mazbatayı alıp da bir güven oyu aldıktan sonraki icraatlarına baktığınızda acaba acaba dedirtecek soruları sizlere sordurabiliyorlar.
Demek ki, sözlerle kendinizi olağanüstü güzellikler vadeden bir oluşum olarak tanımlamanızın karşılığı icraat alanında sağlaması yapılarak size bir sermaye olarak döneceğini bilmeniz gerekiyormuş. İcraatlarıyla denetimi sağlanmamış hiçbir anlayışın varlık sahnesindeki teorik vatlarının gerçek yaşamda karşılığı yokmuş. Benim şahsi kanaatim odur ki, düşünsel ve zihinsel insani gelişim sürecini tamamlamamış toplumlarda her ne kadar çıkar iskelesinden çıkmadığını iddia eden vapurlar görseniz de onlara binmekte biraz tereddüt etmenizdir.Çünkü,bu tarz siyasal oluşumlar ilkelerden yola çıkmazlar, kendilerince kurallar oluştururlar o kuralları da içinde bulundukları konjonktürel şartlara göre hemen harcamayı göze alırlar, çünkü bunlar daha çok taktiksel hareket ederler yani önceden uzun soluklu bir stratejik planlarına rastlayamazsınız. Stratejik dedikleri de kendi menfaatlerinin nasıl gittiğinin hesabına uygun olup olmadığıdır. Oysa zihinsel ve düşünsel gelişim evrelerini tamamlamış rasyonalite değeri yüksek olan toplumlarda, bu tarz örgütlenmelerin dikkate alındığını bile göremezsiniz, çünkü onlar daha çok yaşam standartlarını bulundukları ortamdan kimler daha yukarıya çıkaracak, sağlık güven ve nesillerinin korunmasında nasıl rol oynayacak, yaşadıkları yerin güvenliği için neler yapacak bunlara bakarak siyasal örgütlenmelere bir değer verirler. Bu durum iktidara gelmek için siyasal örgütlenme içine girecek oluşumların daha dikkatli ve titiz davranmalarını beraberinde getirmektedir. Çünkü bu örgütlenmeler ve liderleri şunu bilirler ki, toplumun onları desteklemesinin arkasında duygusal bağlar değil, daha çok akla dayanan pratik getiriler ön planda olacaktır. Bu da onların bu sorunların detaylı bir analizini yaparak manifestolarını onun üzerinden oluşturmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Biz ve bize benzeyen toplumlarda siyasal oluşumlar ya öncekilerin yaptığı yanlış ve olumsuzlukları tekrarlamayacağını anlatarak kendisini tanımlar, ya da ezilen hakları gasp edilen ötekileştirilen gruplar varsa onlara dayanarak varlık sahnesine çıkmaya çalışır ama beraberinde kuşatıcılık mesajları vermeyi de ihmal etmez. Ancak şunu anlayamazlar ki, bir gruba dayanarak varlık sahnesinde kendisini tescillettirmeyi düşünenler o mührü yedikten sonra biz şunları şunları da hesap ediyorduk gibi yaklaşımları onların gerçeklikten ve ciddiyetten ne kadar uzak olduklarını da gösterir. İfade edilmemiş hayali haklar ile ifade edilmiş korunaklı yaşamlar kesinlikle aynı terazinin kefesinde değerlendirilemezler. Korunaklı ifade edilenler daima yaşamın içinde hep 2-0 sıfır önde başlarlar yönetime yakınlık karşılaşmasında. Onun için bizim gibi ülkelerin yönetim kademesini işgal edenler her dönemde patolojik bir vaka olarak ele alınıp incelenmesi gerekir. Neden patolojik dediğimi merak etmiş olabilirsiniz, sözleriyle icraata dönüştürülmek istenenler birbirini desteklemiyorsa oradaki gözenekler her zaman virüslerle kuşatılır, virüslerin kuşattığı gözeneklerden faydalı bakteriler olduğunu iddia ederek ortaya koyacağınız yaşam tarzının mutlaka en ince ayrıntısına kadar detaylı tahlilinin yapılması gerekir. Bu tahlil bağımsız laboratuvarlarda olmalıdır.
Son bir yıl içinde ülkemiz içinde yeni kurulan siyasal partilere bakarsanız ya bir kızgınlık sonucu ya paylaşım problemi ya ikinci adam olmama arzusu ya da eften püften meselelerle topluma yenilik getireceğini iddia ederek ortaya çıkmış olduklarını görürsünüz. Onların Parti tüzüklerindeki beyannamelerinin hakikaten toplumsal yaşamın omurgasıyla ne kadar ilişkisinin olup olmadığını anlamak istiyorsanız, toplumun dilini ne kadar bildiklerine ve toplumda öncelikli çözüme kavuşması gerekenin ne olduğunu, ülkede sorun olarak görülebilecek temel ilk on sorunun öncelik sırasına göre ne olmalıdır deseniz, acaba ortaya ne koyacaklar doğrusu çok merak ediyorum. Bunu neden söylediğimi de açıklayayım, Siyasal oluşumlar devletin imkanlarından istifade etmek ve başkaları çok götürdü sıra bize ne zaman gelecek ya da bize bir şey kalmıyor tedirginlikleriyle Milletin alın terini hesapsız kullanabilmenin hesabının yapıldığı yerler olmamalıdır. Siyasal oluşumlar, bu alanda çok ciddi emek harcayan, yaptığı iş dışında oradan bir beklentisi olmadan, ülke insanının ortalamasının yaşam standardının dışına çıkmadan yaşamını devam ettirecek ve ülke insanını öncelikle mutlu etmek ve onlara güven duyacakları bir yaşam ortamı oluşturmak hedefli olması gerekir. Diğer tüm yapacakları bunların üzerine kurulmalıdır.
Yani Ülke yönetimine gelecek olanlar o alanda en hassas ve liyakat ehli, merhametli, duyarlı, kucaklayıcı, ötekileştirmeyen, tüm insanları vatana aitlik kimliği ile değerlendiren, verilen emaneti en şeffaf bir şekilde ve hassasiyetle kullanan ve hesabını da rahatlıkla verebilen emin olmalılar. Emanete ihanet edebilecek olanlar asla ve kat’a devlet
yönetiminin hiçbir kademesinde olmamalıdır. Bal tutan parmağını yalar anlayışında olanlar varsa, onların o parmaklarını acımadan kırabilmelidir.
Biz ve bizim gibi ülkeler eğer toplumsal huzur barış istikrar güven kardeşlik ve mutluluk istiyorlarsa, dışarıdan gelebilecek tehlike paranoyasından öncelikle kurtulmaları gerekir. Kendi içlerinde güven ve mutluluk olanları, dışarıdan gelebilecek tehlikeler teğet geçer ama kendileri olmayanlar ise bu korkuların esiri olarak kendilerinden habersiz reseptörlerini dışarıya çevirerek mutsuzlukta zirve yaparak paranoyak bir yaşamın sürekli taşıyanları olup çıkarlar. “Siz doğru yolda olursanız yoldan çıkmış olanlar size asla bir zarar veremezler…”
Yeni bir açılım olacaksa, Kuşatıcı, dikey, menfaat iskelesine asla yanaşmayacak, yönetimi bir hobi olarak yapacak ama buranın çıkar devşirme ve nemalanma merkezi olmayacağına inanacak ve bunu da yaşamında kanıtlayacak, oraya gelebilmek için milyonlarca paraları parti başkanlarına aktarmayacak sadece ülkesinin daha mutlu ve herkesin güven içinde yaşayacağı bir yer haline gelmesi için önceki konumuna farklı bir prestij yüklemeden bir hizmetkar olarak gece gündüz insanların içinde yaşayacak, insanlar olmaları gerekir. Dokunulmazlık diye bir zırhın arkasında kendini anlatmayacak herkesten önce oraya gelir gelmez kimsenin menfaatini gözetmeden herkes için faydalı olacak yasaların yapılmasında ve uygulanmasında önden koşacak adam gibi adamlar olursa yeni oluşumların varlık sahnesindeki yeri çabuk fark edilir aksi durumda gelen ağam giden paşam ne fark eder, biz zaten gideni uğurlamaya geleni alkışlamaya alışmışız; sizi de alkışlayacak kadar birileri elbet olacak…
“Bizim özlemlerimiz, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşamak bu sevda bizim,” bu sevdadan bizi ayıran ve bu sevdaya olan aşkımızı kurşunlayan kim olursa olsun hepsine birden “Ben sizi güçlü olan çok bağışlayan Allah’a çağırıyorum aşırı gidenlerin ateşlikler olduklarında şüphe yoktur, size söylediğimi bir gün anlayacaksınız, o gün keşke benim kavmim Rabbimin beni nasıl nimetlendirdiğini bir bilseydi…” Buyruğu ile noktalamak istiyorum… “Sen hatırlat! Muhakkak ki öğüt iman edenlere fayda verir…”
Erol KEKEÇ/23.02.2021/22.30
Bir 2 kişi ve ayakta duran insanlar görseli olabilir

23 Şubat 2021 Salı

GELECEK TASAVVURUNDA ESKİ DİLİN YERİ!

Yeni dünyanın anlam kaymasına neden olan, anlamsız kızgın gergin ve sadece saldırı amaçlı kullanılan ayrıştırıcı dillerin kullanılmasıdır. Yeni bir dünya ikame etmeyi düşünenlerin bilinçaltı saldırganlık güdülerine göre ayrıştırıcı bir dil kullanarak mesaj aktarım isteğinde bulunmaları, aslında onların sürekli değer dejenerasyona uğramasına neden olur.

Yeni dünyanın yeni bir dile ihtiyacı var, yeni dünyayı köhnemiş ve tarih sahnesinden silinmesi gereken feodal fanatizmin diline göre şekillenmesine katkıda bulunmak, aslında insanların eski dünyalarından kurtularak yeni dünyaya kucak açamadıklarını da gösterir. Eski dünyalarından kopamamış olanların gelecek tasavvurları, kendi avuçlarında patlayacak bir bomba olduğunu idrak ederek hareket etmelerinde fayda vardır.
Toplumsal yaşam haritası üzerinde bir yer işgal edenlerin tamamı, dünyanın tüm ağları ile kurdukları iletişim kanallarından, iğnenin deliğinden Hindistan’ı izlerken, onlara mesaj aktarımında kullanılacak feodal bir dil sahibinin yaşadığı, zihinsel körlüğün ve geçmişe dönük çok ciddi bir ket vurmanın habercisidir. Yeni dünyada kullanılacak Dil, paylaşımcı, adil, sorgulayan ama ötelemeyen birleştiren ama ayrıştırmayan, farklılıkları değerli bulan tek tipliğe yol vermeyen, düşünsel yoğunluğu alkışlayan, üretici değerleri anlamlı bulan, yeteneklerin gelişimine katkı sunan, liyakati ve ehliyeti hayatın odağına koyan ideolojik yaklaşımlarla toplumsal yaşamı savurmayan hiçbir dini inancı topluma dayatmayan, kendi bir değer sahibi olsa da nötr davranabilen bir dil olmak zorundadır. Bir toplumun Yönetim kademesinde yer alanlar, böyle bir dil kullandıkları zaman, toplumu oluşturan her ferdin kendine güveni olur ve toplumuyla aidiyet kurar, toplumun bir parçası olduğundan onun için toplumsal yaşam bireysel hazların doyumundan daha öncelikli hale gelir. Yöneticiler için de kendisi değil toplumun mutluluğu esas olur. Böylesi bir yaşama istediğimiz ideal hayatı tanımlamıyor olsa da İngiltere’den örnek verebiliriz. İngiltere’de her çocuk Kraliçe’nin evladı gibidir. Yani kendisini ona ait hisseder bu durum onlarda bir özgüven patlaması yaratır. Dolayısıyla onların yaşamlarında geleceğe dönük bir endişeyi pek göremezsiniz çünkü onlar toplumlarını ve yöneticilerini kendilerinden sorumlu ve böyle hukuki bir görevleri olduğuna inanırlar. Onun için bireysel yaşamlarında çok endişe ve kaygı taşımazlar bu durum onları daha rahat ve endişelerden uzak kaygısız bir hayatın kollarına bırakır. Yönetenler de halkı için olduğunu bilir ve aşırı uçlar varsa onların rehabilitasyonu için kullanılan dil hariç daima kuşatıcı ve yapıcı bir dil kullanırlar bu anlayış onların gelecek tasavvurlarıyla da doğrudan ilişkilidir.
Bu örnekleri de dikkate aldığımız zaman kurulacak yeni dünyanın yeni dili ile gelecek yaşam arasındaki korelasyon pozitif bir korelasyondur. Yani Değişkenlerin değişim yönleri hep aynı olmalıdır. Gelecekte yaşamak istiyorsanız geleceğin diline ihtiyacınız vardır. Geçmişten kopamayan ve geçmişini daima kendisine referans bir dil olarak görüp onların bağımlığından kurtulamayanlar asla gelecek tasavvuruna sahip olamazlar. Kullandığınız dil geçmişten çok öğe barındırıyorsa (yani artışı geçmişe dönük ise) o zaman geleceğe ait vereceğiniz mesajlar daima azalır ve sizin geleceği kuşatma imkânınız olamaz. (+ ve-) Yani bir tarafa olan eğiliminiz artarken diğer tarafa olan eğiliminiz de azalma gösterecektir. Dolayısıyla negatif bir korelasyon bulunur bu yaşamlarda. Oysa gelecek tasavvuru olanlar geçmişteki olumsuzluklarından ders çıkararak, bunları geleceğe aktarmaması gerekir, o zaman Gelecek Yeni yaşam tasavvurunuzun gerçekleşmesi için kullanacağınız dil de o oranda yenileniyor ya da olumsuzlukları atarak geliyorsa bu durumda sizin yaşamınızda olumlu bir transfer göze çarpar. Olumlu geçiş sağlayanların hayatı geleceğe bir iz bırakma hakkına sahiptir. Ama olumsuzluklar ile olumluluklar arasında bir ayrım yapma becerisi olmayanlar daima ideolojik körlük ve feodal yaşamın fanatik dayatmalarıyla ben dedim oldu ya da olacak şeklinde bir yaşama, insanları zorla sokmaya çalıştıklarından ancak nefes darlığının giderek arttığı bir yaşamı gelecek kuşaklarına armağan ederler.
Sosyolojik tahlil yapma becerisi olmayan akademik apoletlilerin girdikleri kafeste aman farklı ötüş olmasın, tüm ötüşler birbirine benzesin yoksa farklı ötüşler beni tanımlayan apoletlerimin gecikmesine ya da bir işe yaramamasına neden olabilir endişesiyle ortaya koyacakları bilimsel çalışmaların adı ancak olsa olsa skolastik anlayışın bilim kiliselerinin engizisyon mahkemelerinin vereceği kararlar için bir bilirkişi raporu olur. Onun da sebebi, yargıcın sonucu ağır olacak ya da içinden çıkamayacağı kararın sorumluluğunu kendi dışındakilere yükleyerek yükün ağırlığını hafifletmesine neden olur. Başka bir marifetleri olacağını sanmıyorum.
Sosyolojik tahlil, özgürlüğünü kazanmış, hakikati ifade etmek için kuracağı önermelerin yargısının ucunun nerelere dokunacağının hesabını yapmadan, doğrudan yargı ile gerçeklik arasında bir bağlantıyı dikkate alarak ileri sürdüğü önermelerini temellendirme becerisi olan hakikate ışık olmak için canhıraş bir tavırla mücadele edenlerin tahlili olmalıdır. Bunları dikkate almayan yöneticiler hangi ortam toplum ve iklimde olurlarsa olsunlar, bulundukları topluma asla huzur iklimi getiremezler ve yeni dünyaya da geçişi sağlayamazlar.
Aslında anlatılacak çok mesele olmasına rağmen konuyu burada keserek şu uyarımı ve hatırlatmamı yaparak satırlarıma noktayı koymak istiyorum. Rabbi Musa’ya dedi ki;” Firavuna git o azdı, ona yumuşak söyle de ki arınmak istemez misin…” “Biz her elçiyi kendi kavminin dilinden gönderdik…” Toplumları iyi anlamanın yolu onların dilini kültürünü yani harsını ekinini beklentilerini arzularını kaçamaklarını iyi bilmekten geçer. Bunların yaşamlarına yönelik ortaya koyacağınız bir çözüm ve sorunları hafifletecek bir dil ve projeniz yoksa, umut tacirliği ile insanların acılarını hafifletemezsiniz; acılar içinde kıvranan bir canlı, kendi acısını unutarak senin anlaşılmayan dilde çaldığın Çat’ça kavalını hiç dinlemez, ayrıca İsveç Senfonisine zaten alışkın değiller. Onlar, kendi dillerini anlayan ve dertlerini dert edinen yönetim erkiyle ancak geleceğe yolculuk yapmayı isterler.
Gelecek tasavvuru ve yeni dünya ikliminden bahsedenlere naçizane hatırlatmam eskimiş figürleri farklı modacıda giydirerek yeni manken diye vitrine koyduğumuzda müşteriyi cezbetmiyor ve albeni oluşturmuyor; hani ya belki bazıları uykusuz kalıyor olabilirler, ben de, rahat uyku çekmek isteyenlere diyorum ki, gelecek dili inşa edelim ve merhamet kanatları ile şefkat tohumlarını her yere ekelim; çünkü burası dünya, yapacağımız iş çok, önemli hatta ahiretten daha önemli, ama ahirette daha değerli, oradaki hayatımızın değerli olması için buraya da önem verelim dedim ….!!!
Erol Kekeç/22.02.2021/23.42
Bir doğa görseli olabilir

21 Şubat 2021 Pazar

HAYRAN OLUNACAK HAYATLAR BEDEL İSTER!

 

Modernite ile gelenek arasına sıkışmış, Batı modern yaşamını hayretle izleyen İslam toplumları kendi köklerindeki değerlerin öneminden ve ciddiyetinden haberleri yoksa, hep başkalarını izleyerek kendilerini ancak iyi bir seyirci olarak tanımlayabilirler. Seyirci bir toplumun hayatındaki başkalarına öykünme ve hayranlık genleri değişmediği sürece kendi yaşamları hakkında hayret edilecek bir çığır açamazlar.
Batı kendi değer sistemlerini kurarken çok büyük savaşlar vererek Kilise ve skolastik yaşamın engizisyon mahkemelerinde verilen kararların boyunlarına takılan iplerini göze alarak bugünkü özgürlüklerine ulaşabildiler. Bu özgürlükler bir bedel ödeyerek, bireysel yaşamın kollarında toplumsal bilinçlenmeye giden yolları oluşturdu. Batının düşünce sisteminin temelinde her ne kadar Descartes’in felsefesi bulunsa da sadece onunla yetinip ona öykünen ve ona hayranlık duyan bir batı oluşmamış, sürekli kendisini yenileyen ve düşünmeye sınır tanımayan bir yaklaşım, gün geçtikçe tüm evreni kuşatacak düzeyde yelpazesini genişletmiştir.
Batının bu hareketli ve sürekli dinamik bir alanda yeni hayranlıklar oluşturan düşünce birikimleri, İslam toplumlarını bunlara hayretle bakıp iyi bir izleyici olmanın ötesine taşımamıştır. İzleyici olmak istemeyip kendisinin de yeni harikalar yapabileceğine inananlar bu harikaları ancak batının bu özgürlükçü dünyasında gerçekleştireceğine inanarak kendi topraklarını terk etmesi, İslam toplumlarını her geçen gün daha bir çoraklaşmaya ve verimsizliğe götürmüştür. Peki soruyorum bu anlayış değiştirilmeden ve kendilerinin de kendi bulundukları ortamda yepyeni ve herkesin onu izlemekten kendisini alamayacağı muhteşem çıkışlar yaparak, harikalar yapacağına inanmadan bu dünyada adlarının anılacağını sanmaları bir uykunun devamı için yeni doz almanın ötesinde bir eylem olabilir mi?
Harika çıkışlar yapacağına inanmayan ve kendilerini tarihten gelen uyuşukluk genleriyle tanımlayan toplumların, böyle bir inançlarının gerçekleşmesi mümkün değildir. İnanılmayan hiçbir hayal gerçeğe dönüşmez. Geçekleşen tüm harika ve muhteşem çıkışlara bakın, hepsinin öncesinde inancın zirvesinde kuluçkaya yatan hayallerin olduğunu görürsünüz. Ancak bizim toplumlara baktığımız zaman herkesin ağzında sakız gibi gevelenen şu söz kendimizi nasıl da tanımlamaktadır. “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın…” Herkesin bir şeyi yaptığı ortamda, senin bunlardan farklı yaptıkların yanlıştır, yani doğruluk çoğunluğun yapıyor olması ve çoğunluğun alkışlamasının onayından geçiyorsa doğruluk kazanıyor. Bu algılar Muhteşem çıkışlar yapacak olanların önüne konulan en önemli duvarlar olduğunu görmek zorundayız. Bu duvarlarla mücadele ederek onları devirmek ve yoluna devam etmek için enerjisini bunlarla mücadele ederek geçirmek istemeyenlerin, hemen bir kuş gibi havalanıp çok uzaklara gittiğine şahit olursunuz. Yani bu uçuşlar, hayranlık oluşturacakların bu topraklarda hayranlıkla izlenecek buluşlarının da bu toprakları terk ettiğini görmek gerekiyor.
İslam toplumlarında yeni yaşam iksirleri acaba aklın kullanılmasında mı yoksa burhan olarak bize ulaştırılan kalın kaplı kitapların içinde mi saklı yoksa bunların dışında Batının ortaya koyduğunu kendimize uygun hale getirmemizde mi gizli diye düşünerek, âmin denilmeyecek dualara insanlardan âmin demesi için boş bir çabanın içinde ömürlerimizi tamamlama derdindeyiz…
İslam toplumlarını geçmişten günümüze ve geleceğe taşıyacak değer sistemi, öncelikle onları ayakta tutacak omurganın sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasıyla mümkündür. Omurganın yerlerde süründüğü bir ortamda, hangi tedavi yollarını uygularsanız uygulayın omurgayı etkilemeyecek tüm çabalar boş ve anlamsız bir uğraş olarak size dönecektir. Her toplumun ve düşüncenin kendi yaşam alanıyla ilgili kuluçka doğma ve harekete geçme evreleri birbirinin aynı olmayabilir. Ancak Batıda böyle oldu o zaman bizler de böyle yaparsak ancak iyileşiriz ve çok hızlı bir gelişme gösteririz diyenler, sadece kendilerine uygulanan yanlış tedavi yöntemleriyle kendilerini ölüme mahkûm edebilirler.
Bir psikolog ABD’de birisiyle konuşurken onun gözünün içine bakarak onu dinlemesinin doğru bir davranış olduğunu düşünür ve gözlerini kendisinden kaçırdığı zaman da onun yanlış bir iş yaptığına karar verir. Bu uygulamanın aynısını bizim toplumda da uygulayıp aynı sonucu alacağınızı umduğunuzda 180 derece farklı bir tabloyla karşılaşırsınız. Çünkü bizim toplumda konuştuğunuz kişinin gözlerinizin içine bakarak sizi dinlemesi utanılacak bir tutum olarak görülür ve utanmıyor musun bir de gözlerimin içine bakıyorsun diye karşıdaki kişiye sert bir çıkışta yapılabilir. Âmâ kişi kafasını yere eğerek dinliyorsa terbiyeli uslu biri olarak görülür. Bir davranış biçiminin belirlenmesinde bile aynı uyaranlar farklı sonuçlar verebiliyorsa, toplumların yaşamlarında aynı süreçlerin izlenmesi gibi bir dayatmayı öngörmek ve onu mutlak bir kurtuluş reçetesi gibi algılatmak hakikaten insanlık kitabının imha edilmesinden başka bir şey olamaz. Onun için İslam toplumları çok ciddi olarak aklın hipnotize evrelerini tepeleyerek geçmek zorundalar. Bu sürecin sağlıklı atlatılması ancak omurganın kıyam ederek ayağa kalkmasıyla, farklı tedavi yollarından istifade etmek için çaba harcayabiliriz yoksa diğerlerinin tümü anlamsız geçen zamanları daha bir anlamsız hale getirerek, loş ortamda çalınan meyhane müziklerinden farksızdır.
Geçmişlerindeki tahlili doğru yapanlar bugün olumlu bir hayat ortaya koyarlar. Bugünleri sağlıklı olanların gelecek dönemleri etkileme ve onlara bir ufuk açma çabaları çok olumlu sonuçlar doğuracağı muhakkaktır. Bizler İslam toplumları olarak geçmişlerini kutsamış, onları dokunulmazlık zırhına alarak, bugünün ne olduğunu ve nasıl yaşadığını sorgulamadan, geleceği koruma altına almak için her yanını yüksek haşin ve dikenli tellerle kuşatmaya çalışıyoruz. Bu durum biz de kendi inine kapanmış yumak kirpi gibi hayattan kopan ya da bu zilletten kurtulmak için bulunduğu coğrafyayı terk eden, geride de inşaatlardan arta kalan moloz yığınları gibi kalan, kalabalıkları bizlere armağan etmektedir. Bu da ciddi bir akım problemini ortaya çıkarmakta ve reaksiyon gerçekleşmemektedir. Reaksiyonun gerçekleşmediği yerde de Tüm eğitim, hukuk, kolluk siyaset ahlak gibi, en önemli laboratuvarlarımız işlevsiz kalmakta ve öylesine ürünler ortalığı doldurmaktadır. Ortaya çıkan ürünler de bugün yaşadığımız hayatı bizlere sunuyorsa bundan dert yanmak bizlerin hakkı değildir. “İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Emeği değerli olan ve o emekler uğruna can verecek kadar cesur olup özgürlüklerine gölge düşürmeyenler, bugün ortaya çıkıp ciddi tahliller yapabilirler diğerleri boş sözleriyle laf olsun torba dolsun türünden, sorumluluktan uzak beyinsel mastürbasyon yaparak rahatlamak için bizlerin gündemini işgal etmekten uzak olsunlar…Bizler Sorunluluklarının gereğini yapabilecek düzeyde özgürce karar verebilen ve kendi iradeleriyle yeni bir yaşam alanının oluşumunu kendi ortamlarında oluşturmak için, gece gündüz demeden koşturanlarla hayatın her noktasında kol kola ve yürek yüreğe insanlığın dirilmesi ve aydınlanması için yürümeye hazırız ama diğerleri bizim zamanımızı bize bıraksınlar daha fazla hayatlarımızda katliam yapmasınlar.
Batının batan gemisinde yolculuk yapmaktan haz alanlara ve o yolculuğu da kutsal yolculuk olarak takdim edeceklere çağrım, kendileri olmaktan utanç duyanlar başkalarının oluşturduğu kimlikle varlıklarını asla meşrulaştıramazlar. Kendi varlıkları meşrulaşamamış olanlar yeryüzünde bir cazibe merkezi olamayacakları için, hayranlık duyacakları hayattan uzaklaşıp kendi hayatlarını hayran olunacak bir yaşam haline getirmeleri gerekir. Bunun Yolu günümüzde Nuh’un Gemisine binerek orada neslin devamı için yeni yaşamın tohumlarını deli sulardan kurtarıp sular çekildiğinde yeryüzüne yayılmaktır. Böyle bir hayata evet diyenler varsa yola çıkalım ve bekleyelim…” Sabah yakın değil mi…” Muhakkak ki senin Rabbin sözünde durandır.”
“Aklını kullananlar için bunlarda çok büyük örnekler vardır. Ey insan hakikati anlayarak onunla yoğrulup o uğurda insanlık için bir aydınlatıcı olmaktan seni alıkoyan nedir…” Ey insan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki sen, Rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın nihayet ona varacaksın…” İnşikak:6
Erol KEKEÇ/21.02.2021/12.45-13.56
SANCAKTEPE/İST
Bir açık hava görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!