Bu Blogda Ara

23 Şubat 2021 Salı

GELECEK TASAVVURUNDA ESKİ DİLİN YERİ!

Yeni dünyanın anlam kaymasına neden olan, anlamsız kızgın gergin ve sadece saldırı amaçlı kullanılan ayrıştırıcı dillerin kullanılmasıdır. Yeni bir dünya ikame etmeyi düşünenlerin bilinçaltı saldırganlık güdülerine göre ayrıştırıcı bir dil kullanarak mesaj aktarım isteğinde bulunmaları, aslında onların sürekli değer dejenerasyona uğramasına neden olur.

Yeni dünyanın yeni bir dile ihtiyacı var, yeni dünyayı köhnemiş ve tarih sahnesinden silinmesi gereken feodal fanatizmin diline göre şekillenmesine katkıda bulunmak, aslında insanların eski dünyalarından kurtularak yeni dünyaya kucak açamadıklarını da gösterir. Eski dünyalarından kopamamış olanların gelecek tasavvurları, kendi avuçlarında patlayacak bir bomba olduğunu idrak ederek hareket etmelerinde fayda vardır.
Toplumsal yaşam haritası üzerinde bir yer işgal edenlerin tamamı, dünyanın tüm ağları ile kurdukları iletişim kanallarından, iğnenin deliğinden Hindistan’ı izlerken, onlara mesaj aktarımında kullanılacak feodal bir dil sahibinin yaşadığı, zihinsel körlüğün ve geçmişe dönük çok ciddi bir ket vurmanın habercisidir. Yeni dünyada kullanılacak Dil, paylaşımcı, adil, sorgulayan ama ötelemeyen birleştiren ama ayrıştırmayan, farklılıkları değerli bulan tek tipliğe yol vermeyen, düşünsel yoğunluğu alkışlayan, üretici değerleri anlamlı bulan, yeteneklerin gelişimine katkı sunan, liyakati ve ehliyeti hayatın odağına koyan ideolojik yaklaşımlarla toplumsal yaşamı savurmayan hiçbir dini inancı topluma dayatmayan, kendi bir değer sahibi olsa da nötr davranabilen bir dil olmak zorundadır. Bir toplumun Yönetim kademesinde yer alanlar, böyle bir dil kullandıkları zaman, toplumu oluşturan her ferdin kendine güveni olur ve toplumuyla aidiyet kurar, toplumun bir parçası olduğundan onun için toplumsal yaşam bireysel hazların doyumundan daha öncelikli hale gelir. Yöneticiler için de kendisi değil toplumun mutluluğu esas olur. Böylesi bir yaşama istediğimiz ideal hayatı tanımlamıyor olsa da İngiltere’den örnek verebiliriz. İngiltere’de her çocuk Kraliçe’nin evladı gibidir. Yani kendisini ona ait hisseder bu durum onlarda bir özgüven patlaması yaratır. Dolayısıyla onların yaşamlarında geleceğe dönük bir endişeyi pek göremezsiniz çünkü onlar toplumlarını ve yöneticilerini kendilerinden sorumlu ve böyle hukuki bir görevleri olduğuna inanırlar. Onun için bireysel yaşamlarında çok endişe ve kaygı taşımazlar bu durum onları daha rahat ve endişelerden uzak kaygısız bir hayatın kollarına bırakır. Yönetenler de halkı için olduğunu bilir ve aşırı uçlar varsa onların rehabilitasyonu için kullanılan dil hariç daima kuşatıcı ve yapıcı bir dil kullanırlar bu anlayış onların gelecek tasavvurlarıyla da doğrudan ilişkilidir.
Bu örnekleri de dikkate aldığımız zaman kurulacak yeni dünyanın yeni dili ile gelecek yaşam arasındaki korelasyon pozitif bir korelasyondur. Yani Değişkenlerin değişim yönleri hep aynı olmalıdır. Gelecekte yaşamak istiyorsanız geleceğin diline ihtiyacınız vardır. Geçmişten kopamayan ve geçmişini daima kendisine referans bir dil olarak görüp onların bağımlığından kurtulamayanlar asla gelecek tasavvuruna sahip olamazlar. Kullandığınız dil geçmişten çok öğe barındırıyorsa (yani artışı geçmişe dönük ise) o zaman geleceğe ait vereceğiniz mesajlar daima azalır ve sizin geleceği kuşatma imkânınız olamaz. (+ ve-) Yani bir tarafa olan eğiliminiz artarken diğer tarafa olan eğiliminiz de azalma gösterecektir. Dolayısıyla negatif bir korelasyon bulunur bu yaşamlarda. Oysa gelecek tasavvuru olanlar geçmişteki olumsuzluklarından ders çıkararak, bunları geleceğe aktarmaması gerekir, o zaman Gelecek Yeni yaşam tasavvurunuzun gerçekleşmesi için kullanacağınız dil de o oranda yenileniyor ya da olumsuzlukları atarak geliyorsa bu durumda sizin yaşamınızda olumlu bir transfer göze çarpar. Olumlu geçiş sağlayanların hayatı geleceğe bir iz bırakma hakkına sahiptir. Ama olumsuzluklar ile olumluluklar arasında bir ayrım yapma becerisi olmayanlar daima ideolojik körlük ve feodal yaşamın fanatik dayatmalarıyla ben dedim oldu ya da olacak şeklinde bir yaşama, insanları zorla sokmaya çalıştıklarından ancak nefes darlığının giderek arttığı bir yaşamı gelecek kuşaklarına armağan ederler.
Sosyolojik tahlil yapma becerisi olmayan akademik apoletlilerin girdikleri kafeste aman farklı ötüş olmasın, tüm ötüşler birbirine benzesin yoksa farklı ötüşler beni tanımlayan apoletlerimin gecikmesine ya da bir işe yaramamasına neden olabilir endişesiyle ortaya koyacakları bilimsel çalışmaların adı ancak olsa olsa skolastik anlayışın bilim kiliselerinin engizisyon mahkemelerinin vereceği kararlar için bir bilirkişi raporu olur. Onun da sebebi, yargıcın sonucu ağır olacak ya da içinden çıkamayacağı kararın sorumluluğunu kendi dışındakilere yükleyerek yükün ağırlığını hafifletmesine neden olur. Başka bir marifetleri olacağını sanmıyorum.
Sosyolojik tahlil, özgürlüğünü kazanmış, hakikati ifade etmek için kuracağı önermelerin yargısının ucunun nerelere dokunacağının hesabını yapmadan, doğrudan yargı ile gerçeklik arasında bir bağlantıyı dikkate alarak ileri sürdüğü önermelerini temellendirme becerisi olan hakikate ışık olmak için canhıraş bir tavırla mücadele edenlerin tahlili olmalıdır. Bunları dikkate almayan yöneticiler hangi ortam toplum ve iklimde olurlarsa olsunlar, bulundukları topluma asla huzur iklimi getiremezler ve yeni dünyaya da geçişi sağlayamazlar.
Aslında anlatılacak çok mesele olmasına rağmen konuyu burada keserek şu uyarımı ve hatırlatmamı yaparak satırlarıma noktayı koymak istiyorum. Rabbi Musa’ya dedi ki;” Firavuna git o azdı, ona yumuşak söyle de ki arınmak istemez misin…” “Biz her elçiyi kendi kavminin dilinden gönderdik…” Toplumları iyi anlamanın yolu onların dilini kültürünü yani harsını ekinini beklentilerini arzularını kaçamaklarını iyi bilmekten geçer. Bunların yaşamlarına yönelik ortaya koyacağınız bir çözüm ve sorunları hafifletecek bir dil ve projeniz yoksa, umut tacirliği ile insanların acılarını hafifletemezsiniz; acılar içinde kıvranan bir canlı, kendi acısını unutarak senin anlaşılmayan dilde çaldığın Çat’ça kavalını hiç dinlemez, ayrıca İsveç Senfonisine zaten alışkın değiller. Onlar, kendi dillerini anlayan ve dertlerini dert edinen yönetim erkiyle ancak geleceğe yolculuk yapmayı isterler.
Gelecek tasavvuru ve yeni dünya ikliminden bahsedenlere naçizane hatırlatmam eskimiş figürleri farklı modacıda giydirerek yeni manken diye vitrine koyduğumuzda müşteriyi cezbetmiyor ve albeni oluşturmuyor; hani ya belki bazıları uykusuz kalıyor olabilirler, ben de, rahat uyku çekmek isteyenlere diyorum ki, gelecek dili inşa edelim ve merhamet kanatları ile şefkat tohumlarını her yere ekelim; çünkü burası dünya, yapacağımız iş çok, önemli hatta ahiretten daha önemli, ama ahirette daha değerli, oradaki hayatımızın değerli olması için buraya da önem verelim dedim ….!!!
Erol Kekeç/22.02.2021/23.42
Bir doğa görseli olabilir

21 Şubat 2021 Pazar

HAYRAN OLUNACAK HAYATLAR BEDEL İSTER!

 

Modernite ile gelenek arasına sıkışmış, Batı modern yaşamını hayretle izleyen İslam toplumları kendi köklerindeki değerlerin öneminden ve ciddiyetinden haberleri yoksa, hep başkalarını izleyerek kendilerini ancak iyi bir seyirci olarak tanımlayabilirler. Seyirci bir toplumun hayatındaki başkalarına öykünme ve hayranlık genleri değişmediği sürece kendi yaşamları hakkında hayret edilecek bir çığır açamazlar.
Batı kendi değer sistemlerini kurarken çok büyük savaşlar vererek Kilise ve skolastik yaşamın engizisyon mahkemelerinde verilen kararların boyunlarına takılan iplerini göze alarak bugünkü özgürlüklerine ulaşabildiler. Bu özgürlükler bir bedel ödeyerek, bireysel yaşamın kollarında toplumsal bilinçlenmeye giden yolları oluşturdu. Batının düşünce sisteminin temelinde her ne kadar Descartes’in felsefesi bulunsa da sadece onunla yetinip ona öykünen ve ona hayranlık duyan bir batı oluşmamış, sürekli kendisini yenileyen ve düşünmeye sınır tanımayan bir yaklaşım, gün geçtikçe tüm evreni kuşatacak düzeyde yelpazesini genişletmiştir.
Batının bu hareketli ve sürekli dinamik bir alanda yeni hayranlıklar oluşturan düşünce birikimleri, İslam toplumlarını bunlara hayretle bakıp iyi bir izleyici olmanın ötesine taşımamıştır. İzleyici olmak istemeyip kendisinin de yeni harikalar yapabileceğine inananlar bu harikaları ancak batının bu özgürlükçü dünyasında gerçekleştireceğine inanarak kendi topraklarını terk etmesi, İslam toplumlarını her geçen gün daha bir çoraklaşmaya ve verimsizliğe götürmüştür. Peki soruyorum bu anlayış değiştirilmeden ve kendilerinin de kendi bulundukları ortamda yepyeni ve herkesin onu izlemekten kendisini alamayacağı muhteşem çıkışlar yaparak, harikalar yapacağına inanmadan bu dünyada adlarının anılacağını sanmaları bir uykunun devamı için yeni doz almanın ötesinde bir eylem olabilir mi?
Harika çıkışlar yapacağına inanmayan ve kendilerini tarihten gelen uyuşukluk genleriyle tanımlayan toplumların, böyle bir inançlarının gerçekleşmesi mümkün değildir. İnanılmayan hiçbir hayal gerçeğe dönüşmez. Geçekleşen tüm harika ve muhteşem çıkışlara bakın, hepsinin öncesinde inancın zirvesinde kuluçkaya yatan hayallerin olduğunu görürsünüz. Ancak bizim toplumlara baktığımız zaman herkesin ağzında sakız gibi gevelenen şu söz kendimizi nasıl da tanımlamaktadır. “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın…” Herkesin bir şeyi yaptığı ortamda, senin bunlardan farklı yaptıkların yanlıştır, yani doğruluk çoğunluğun yapıyor olması ve çoğunluğun alkışlamasının onayından geçiyorsa doğruluk kazanıyor. Bu algılar Muhteşem çıkışlar yapacak olanların önüne konulan en önemli duvarlar olduğunu görmek zorundayız. Bu duvarlarla mücadele ederek onları devirmek ve yoluna devam etmek için enerjisini bunlarla mücadele ederek geçirmek istemeyenlerin, hemen bir kuş gibi havalanıp çok uzaklara gittiğine şahit olursunuz. Yani bu uçuşlar, hayranlık oluşturacakların bu topraklarda hayranlıkla izlenecek buluşlarının da bu toprakları terk ettiğini görmek gerekiyor.
İslam toplumlarında yeni yaşam iksirleri acaba aklın kullanılmasında mı yoksa burhan olarak bize ulaştırılan kalın kaplı kitapların içinde mi saklı yoksa bunların dışında Batının ortaya koyduğunu kendimize uygun hale getirmemizde mi gizli diye düşünerek, âmin denilmeyecek dualara insanlardan âmin demesi için boş bir çabanın içinde ömürlerimizi tamamlama derdindeyiz…
İslam toplumlarını geçmişten günümüze ve geleceğe taşıyacak değer sistemi, öncelikle onları ayakta tutacak omurganın sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasıyla mümkündür. Omurganın yerlerde süründüğü bir ortamda, hangi tedavi yollarını uygularsanız uygulayın omurgayı etkilemeyecek tüm çabalar boş ve anlamsız bir uğraş olarak size dönecektir. Her toplumun ve düşüncenin kendi yaşam alanıyla ilgili kuluçka doğma ve harekete geçme evreleri birbirinin aynı olmayabilir. Ancak Batıda böyle oldu o zaman bizler de böyle yaparsak ancak iyileşiriz ve çok hızlı bir gelişme gösteririz diyenler, sadece kendilerine uygulanan yanlış tedavi yöntemleriyle kendilerini ölüme mahkûm edebilirler.
Bir psikolog ABD’de birisiyle konuşurken onun gözünün içine bakarak onu dinlemesinin doğru bir davranış olduğunu düşünür ve gözlerini kendisinden kaçırdığı zaman da onun yanlış bir iş yaptığına karar verir. Bu uygulamanın aynısını bizim toplumda da uygulayıp aynı sonucu alacağınızı umduğunuzda 180 derece farklı bir tabloyla karşılaşırsınız. Çünkü bizim toplumda konuştuğunuz kişinin gözlerinizin içine bakarak sizi dinlemesi utanılacak bir tutum olarak görülür ve utanmıyor musun bir de gözlerimin içine bakıyorsun diye karşıdaki kişiye sert bir çıkışta yapılabilir. Âmâ kişi kafasını yere eğerek dinliyorsa terbiyeli uslu biri olarak görülür. Bir davranış biçiminin belirlenmesinde bile aynı uyaranlar farklı sonuçlar verebiliyorsa, toplumların yaşamlarında aynı süreçlerin izlenmesi gibi bir dayatmayı öngörmek ve onu mutlak bir kurtuluş reçetesi gibi algılatmak hakikaten insanlık kitabının imha edilmesinden başka bir şey olamaz. Onun için İslam toplumları çok ciddi olarak aklın hipnotize evrelerini tepeleyerek geçmek zorundalar. Bu sürecin sağlıklı atlatılması ancak omurganın kıyam ederek ayağa kalkmasıyla, farklı tedavi yollarından istifade etmek için çaba harcayabiliriz yoksa diğerlerinin tümü anlamsız geçen zamanları daha bir anlamsız hale getirerek, loş ortamda çalınan meyhane müziklerinden farksızdır.
Geçmişlerindeki tahlili doğru yapanlar bugün olumlu bir hayat ortaya koyarlar. Bugünleri sağlıklı olanların gelecek dönemleri etkileme ve onlara bir ufuk açma çabaları çok olumlu sonuçlar doğuracağı muhakkaktır. Bizler İslam toplumları olarak geçmişlerini kutsamış, onları dokunulmazlık zırhına alarak, bugünün ne olduğunu ve nasıl yaşadığını sorgulamadan, geleceği koruma altına almak için her yanını yüksek haşin ve dikenli tellerle kuşatmaya çalışıyoruz. Bu durum biz de kendi inine kapanmış yumak kirpi gibi hayattan kopan ya da bu zilletten kurtulmak için bulunduğu coğrafyayı terk eden, geride de inşaatlardan arta kalan moloz yığınları gibi kalan, kalabalıkları bizlere armağan etmektedir. Bu da ciddi bir akım problemini ortaya çıkarmakta ve reaksiyon gerçekleşmemektedir. Reaksiyonun gerçekleşmediği yerde de Tüm eğitim, hukuk, kolluk siyaset ahlak gibi, en önemli laboratuvarlarımız işlevsiz kalmakta ve öylesine ürünler ortalığı doldurmaktadır. Ortaya çıkan ürünler de bugün yaşadığımız hayatı bizlere sunuyorsa bundan dert yanmak bizlerin hakkı değildir. “İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Emeği değerli olan ve o emekler uğruna can verecek kadar cesur olup özgürlüklerine gölge düşürmeyenler, bugün ortaya çıkıp ciddi tahliller yapabilirler diğerleri boş sözleriyle laf olsun torba dolsun türünden, sorumluluktan uzak beyinsel mastürbasyon yaparak rahatlamak için bizlerin gündemini işgal etmekten uzak olsunlar…Bizler Sorunluluklarının gereğini yapabilecek düzeyde özgürce karar verebilen ve kendi iradeleriyle yeni bir yaşam alanının oluşumunu kendi ortamlarında oluşturmak için, gece gündüz demeden koşturanlarla hayatın her noktasında kol kola ve yürek yüreğe insanlığın dirilmesi ve aydınlanması için yürümeye hazırız ama diğerleri bizim zamanımızı bize bıraksınlar daha fazla hayatlarımızda katliam yapmasınlar.
Batının batan gemisinde yolculuk yapmaktan haz alanlara ve o yolculuğu da kutsal yolculuk olarak takdim edeceklere çağrım, kendileri olmaktan utanç duyanlar başkalarının oluşturduğu kimlikle varlıklarını asla meşrulaştıramazlar. Kendi varlıkları meşrulaşamamış olanlar yeryüzünde bir cazibe merkezi olamayacakları için, hayranlık duyacakları hayattan uzaklaşıp kendi hayatlarını hayran olunacak bir yaşam haline getirmeleri gerekir. Bunun Yolu günümüzde Nuh’un Gemisine binerek orada neslin devamı için yeni yaşamın tohumlarını deli sulardan kurtarıp sular çekildiğinde yeryüzüne yayılmaktır. Böyle bir hayata evet diyenler varsa yola çıkalım ve bekleyelim…” Sabah yakın değil mi…” Muhakkak ki senin Rabbin sözünde durandır.”
“Aklını kullananlar için bunlarda çok büyük örnekler vardır. Ey insan hakikati anlayarak onunla yoğrulup o uğurda insanlık için bir aydınlatıcı olmaktan seni alıkoyan nedir…” Ey insan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki sen, Rabbine varan bir yol üzerinde çabalayıp durmaktasın nihayet ona varacaksın…” İnşikak:6
Erol KEKEÇ/21.02.2021/12.45-13.56
SANCAKTEPE/İST
Bir açık hava görseli olabilir

GELİN BU DÜNYAYI DEĞİŞTİRELİM!

Yönetenlerinin itibarlarını, israflarıyla tanımlayan toplumlar, helak olmaya mahkumdur.
"Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz."İsra:16
İslam toplumu olarak bilinen toplumların, istisnasız hepsinin, yöneticilerinin mal varlıkları araştırılsa sanıyorum dünyadaki tüm açları rahatlıkla o açlıktan kurtaracak düzeydedir. Bir günde Afrika’da 20 bin insan açlıktan ölürken, bu yöneticiler, nasıl bir İslam toplumları ise onların yöneticileridir.
Aşırı doyumsuzlukların temelinde bilinçaltındaki doyurulmamış aşırı isteklerin olduğunda kuşku yoktur. Zenginlikler içinde yaşayan toplumlara baktığınız zaman onların yöneticilerinin hayatları ülke insanın normal yaşam akışından farklı bir özellik göstermez. Nedeni ise aşırı doyumsuz olmamalarıyla alakalıdır. İslam dünyası olarak bildiğimiz ülkelerin tüm yöneticileri hem kendi ülkelerinin hem de dünyadaki zenginlikte ilk sıralarda yer alanların arasında bulunuyorsa ne taraftan ele almaya çalışsanız da mutlaka tutarsızlıklar ve ele avuca alınmaz yaşamlarla karşılaşıyorsunuz.
İnsan merak ediyor bu ülkelerin yöneticileri kendilerini dindar ve aynı zamanda Müslüman olduklarını söyleyerek böyle bir hayatın debdebesiyle varlıklarını kanıtlamaya çalışıyorlarsa, söyler misiniz itibarı ve izzeti insanlardan gasp ettikleriyle ne kadar elde edebilirler?
Allah şehirlerin anası olarak tanımladığı şehre, Medeniyetlerin beşiği olan bir şehir olarak isim vermiyor, kutsal bir şehir olarak adlandırılsa da medeniyetin beşiği olmada asla bir özellik taşımıyor. Medeniyetin ilk ve temel dinamiği adalettir. Onu tamamlayan unsurlar ise, hak, hukuk, saygı, sevgi,kardeşlik,dayanışma ve insanlar arasındaki iletişimin güçlü olmasıdır. Binalarınızın yere çakılarak gökyüzüne tırmanması, tüm doğanın beton çöplüğüne çevrilmesi, tüm sahilleri en debdebeli yalılar haline getirmeniz, kullandığınız arabalarınızın en lüks araçlar olması, uçakların en alasına sahip olmanız, yeryüzünde doymayıp gökyüzünü işgale başlamanız hiçbir zaman medeniyetin ölçüsü olamaz. Öyle olmuş olsaydı, Mekke Arap Yarımadasında en gözde ve tüm ticaret kervanlarının merkezinde bulunmasına ve hatta Rabbimizin şehirlerin anası olarak adlandırmasına rağmen medeni bir yer olmadığını görüyoruz. Çünkü kuralsızlık gasp başkalarının mallarını rahatlıkla alan Ebucehiller gibi bedeviler vardı ve adalet yaşamın kıyısında bile yoktu. Oysa Allah’ın Resulü Mekke’den Yesrib’e göçünce buranın ismi sonradan değişti ve Medine olarak adlandırıldı. Yani Medeniyetin temeli atıldı. Medine-tül Münevvere olarak yeni bir isim aldı…
Yesrib’te yeni bir hayat başladı bu hayatın temel dinamiği kimseye haksızlık yapılmayacak, kimden olursa olsun kabile ve dinine bakılmaksızın oluşturulan kurallara herkesin uyması gerekir. Herkesin kendi hukukuna göre, herhangi bir cürümden dolayı yargılanacağı ama oradaki hüküm neyse ona uyulacak ve asla kimseye iltimas tanınmayacak, açlar doyurulacak, ülke savunmasında tüm vatandaşlar ülkesini savunacak, yani herkes birbirinin hakkını gözeterek hukuk karşısında oluşturulacak ortak yaşam birliğine uymak zorundadırlar. İşte bu devletin, medeniyete giden ilk yol işaretleri belirtilmiş oldu. Allah’ın Resulü daha sonra O şehrin adını medeniyetin beşiği olarak Medine diye adlandırdı. Değerli okurlarım kıl çadırlarda da yaşasanız orada adalet varsa o yer dünyanın en medeni yaşam alanıdır. Ondan dolayı İslam dünyası diye bildiğimiz bu Hadari bedevi toplumların, kendilerini anlatmak için gökyüzüne uzanan gökdelenler sahibi olmakla Medeni olacaklarını sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü medeniyet Adaletle gelir. Adaletin olmadığı yerde Dünyanın tüm kazanımlarına sahip olsanız da, bedevi Hadari bir toplum olmanın ötesine gidemezsiniz.
Bu örnekleri vermemdeki gayem Medeniyetin kökeninden yola çıkarak İslam Dünyası olarak bilinen Bu Bedevi toplumların hayatını biraz tahlil etmektir. Kendi köklerinden habersiz ve hayatlarını uydurmaya çalıştıkları yaşamın üzerine oturduğu yaşam, bu değerlerin nasıl ortaya çıktığından habersiz ne olduğu bilinmeyen dünya mezbelesi üzerine oturuyorsa kalkıp kendimizi İslam’la İfade etmekten utanç duymak zorundayız. İslam Dünyası olarak bildiğimiz ve bizim de içinde olduğumuz bu dünyanın tüm yönetenleri istisnasız bedevi bir yaşamın sorgulamayan ve kendilerini tanımlamaktan aciz zavallıların akıllarını peşinen satın aldıkları bir mirasın üzerine oturduklarından, böylesi bedevi bir yaşamın yönetenleri olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. İslam’ın girdiği gönüller sömürülmek istemezler sömürmek isteyenlerin hipnotize seanslarına da asla inanmazlar. İşte, o zaman Allah’ın yeryüzündeki imaratına katkı sağlayacak, insanlığın huzuru ve mutluluğu için çalışan insanlık ailesi yeniden şekillenmeye başlayacaktır. Eğer bu oluşum gerçekleşmiyorsa, İslam toplumlarının kullanım sürelerini henüz tamamlamamış olmaları gerçekliğinin olduğunu görmekteyiz.
Allah’ın yolu bellidir da Huuktur.Hukuk ölçüdür o da kaderdir. Bu ölçüye dikkat edilmezse Allah bu yaşamları asla dikkate almayacak ve onların duası gökyüzünde bulut olmadığı halde yağmur bekleyenlerin durumuna dönecek. “Siz en sevdiğiniz (bağlandığınız kendinizi onunla anlattığınız itibarınızın şerefinizin o olduğunu düşündüğünüz ve o olmazsa bir hiç olduğuna inandığınız çok değer verdikleriniz var ya adı ne olursa olsun ister bir nesne ister bir süje olsun fark etmez, yani sizi siz olmaktan alıkoyup kendisiyle sizi tanımlayan her şey Allah’ın dışında)şeyleri Allah için(yani Allah’ın yeryüzünde istediği adil ve huzurlu bir yaşamın oluşması ve insanların hiçbir baskı olmaksızın doğrudan hak ile iradeleri arasına herhangi bir aracının girecek cesaretinin kalmayacağı şekilde mücadele edip insanlığın huzuru ve mutluluğu için)harcamadıkça kesinlikle birre iyiliğe hakikate kavuşamazsınız ”Bu uyarı, sanıyorum hayatımızın rotasının ne ve nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır.
Ey İslam dünyası olarak bildiğimiz dünyanın karanlık yönünün hiç aydınlıkla yer değiştirmediği yerin, yaşayanları! Kural belli, Allah bizi yok etmek isterse, kimleri iş başına getirip bizi kimlerle imha edip azaba bizi duçar ettiğini daha ne zaman anlayıp bu karanlık dünyamızı ne zaman aydınlatmayı düşünüyoruz, yoksa bu karanlıkları Cebrail’in bize müjdeli haberi getirdiğini düşünerek mi sonlandıracağız?
Ama lakin fakat gibi bağlaçlarla kuracağınız her cümle hayatın tam ortasına atılan bir kurşun gibidir.” Kalk ve doğrul” herkes bu ayetin kendisine indiğini düşünerek yaşamı ve hafızasına doldurduğu tüm eskimiş yükleri atıp sıfır km olarak hayata başlamadığı sürece, hep Kaybedecek. Kaybedecek çok şeyi olanlar asla hakikat yolunun yolcusu olamazlar.
İnsanları münzevi bir hayata ve bir lokma bir hırka hayatına davet etmiyorum, Hayatın odağında adaleti tesis ettiğimiz bir hayatın yeryüzün her yanına yayılması için mücadele edelim o adaleti tesis etmeyen ve adil olmayan kim olursa olsun isterse Kum kentinden gelen yarım metre sakallı Ayetullah bir molla olsun asla dikkate alınmamalıdır. Yoksa sömürülmek kendi irademizle tercih ettiğimiz kaderimiz olur. İnsan bu kaderi değiştirecek güçte olduğuna inandığı gün dünyanın çehresi değişecek ve yeryüzünde yeni bir dünya kurulacak….
Gelin bu dünyayı değiştirelim…!
Erol KEKEÇ/20.02.2021/20.40-21.38
Fotoğraf açıklaması yok.
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!