Bu Blogda Ara

7 Kasım 2018 Çarşamba

Düğün Değil Bayram Değil Eniştem Beni Niye öptü-2 (ABD ŞEYTAN)

ABD Şeytanı yine oynadı oynayacağını, Sosyal medyada ABD'yi oturttuk vs. gibi sarhoşluğun çıldırmışlığını yaşayan ifadelerle sarsılmadığımı söyleyemem. Şunu bir defa daha anladım ki, bizim gibi toplumlar ömürlerinin sonuna kadar sömürülmeye mahkumdur.
Bir şeytan, besleyip büyüttüğü ve yıllarca bu ülkenin içinde insanlarımızı katlettirdiği ve her halükarda desteğini esirgemediği bir terör örgütünün ele başlarının kellesi için neden ödül koyar, alacağı ödül ondan daha büyük olmalı ki, böyle bir şeytanı planı uygulamaya koysun.
Geldiğimiz nokta birçok kirli tezgahların çalışmaya başladı anın habercisidir. Aylar öncesinden Türkiye'nin dar boğaza girdiği dönemde neden böyle bir oyun bizim üzerimizde denenmeye başladı diye bir yazım vardı, yazının özeti şuydu. Türkiye ile Suudi şeytan arasında oluşan gerilimlerin yok olması sulh ile olacağa benzemiyor, ondan dolayı Türkiye'nin kıstırılması gerekir ya da daha farklı yollar da denenebilir. Bunun için Türkiye ekonomik açıdan iyice zayıflatılacak, toplumsal bir kargaşaya yol açacağı zaman, aramızda oluşan buz dağları, ABD eliyle yavaş yavaş eritilmeye gidecek, bunun yolu da ABD ve Suudi'nin Türkiye’ye ekonomik açıdan destek verme gibi vaatlerini beraberinde getirecek. Ancak bu desteğin büyük bir bedeli olacak, o bedel Kasım ayında İran'a uygulanacak olan ambargonun, bir tarafında Türkiye'nin bulunmasıyla ancak olacak, bu sürece gidilmesi için, Şeytan Türkiye'yi aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık diyeceği ama mutlaka bir yere tükürmesi gerektiğine ikna edecek ve İran'a ambargo filen başlamış olacak diye yazmıştım.
Geldiğimiz bu süreçte söylediklerimin bir bir gerçekleşiyor olması hakikaten beni derinden üzmektedir. Cemal Kaşıkçının katledilmesi ve özellikle de Türkiye Suudi Konsolosluğunun seçilmesinin hiç tesadüfü olmadığını gördük. Çünkü Suudilerin ABD'nin dediklerini yapabilmesi ve Türkiye'nin içine düştüğü bu dar boğazdan çıkmasında ve ABD ile müttefikliğinin perçinlenerek devam etmesi için, Suudi ineklerinin sütünün Türkiye kazanına sağılması gerekli. Ancak o zaman Türkiye bir nebze olsun içerideki dar boğazdan çıkma konusunda rahatlayacak ve Şeytanla birlikte yeniden nerede kalmıştık diye bir başlangıç yapacak, çünkü ifade edilenlerden yola çıktığımızda bizim geleneksel müttefikimiz(!) deniyor. Kaşıkçının ABD'nin gözetiminde Suudi yönetimine Türkiye’de yaptırıldı ve sonrasında cinayet yine onun kanallarıyla açıklandı. Bu da gösteriyor ki, ABD bir taraftan da Türkiye'nin eline bir koz verdi ve bununla Sudu kıstır diyecek yolları açtı. Yani anlayacağınız, Türkiye'yle arası bozulan Sudun zoraki flört yapması istendi ve bedel olarak ta Türkiye’ye büyük bedeller ödemesi dayatıldı ve süreç böylece başladı.
Peki bu durumla ne amaçlandı dersiniz. Vehhabilerle arası açık olan İran'ın, Türkiye'yle de arası açık Bir Suudi varken İran'a müdahale etmek öyle kolay olmayacaktı. İşte köprüler istemeyerek te olsa yeniden kuruldu. Ancak bu köprüden geçeceklerin ya da geçmeyecek olanların hepsinin ödemesi ABD musluğundan akacak. İşte, Kaşıkçıyla Türkiye, Suud'u sıkıştırmaya başladı, sebebi onun burada öldürülesini isteyen ABD, Suud'a Türkiye'nin sopayı çıkarmasına gerek kalmadan şartsız ben gelirim yeter ki sen iste diyecek duruma geldi. Bunlar niçin oldu bir bakalım. 
ABD, bu bölgede oluşacak yeni oluşumda yanında görmek istediklerini bir anda mutlu etti; birinde para, diğerinde güç ve asker oh değmeyin keyfine gitsin, nasıl olsa sonrasında masrafların faturasını da Suud'a yükleyecek, yani anlayacağımız Suud'un parasını yemek, bizi yolunmuş kuşa çevirmek için tüm çabaları…
Ortak bir hedef göstermesi gerekiyordu onu da hemen oluşturdu. Şii yayılmacılığı Suud, hatta tüm Asya ve Afrika için tehlikeli bir boyut almaktadır, Görüyorsunuz bugün Yemen’deki zavallıların ölümünün tek sebebi Şii yayılmacılığıdır diyecek, ve arkasından İran'a yapılacak müdahalenin birinci ayağını oluşturacak…Tüm İslam geçinen toplumların havarisi ve kurtarıcısı olan bizlerin ağzına öyle bir bal sürecek ki işte onun da ilk örneğini ortaya koydu. Türkiye'nin bu bölgelerin sorumluluğunu alan büyük bir devlet olmasının önündeki en büyük engel, kendi içinizdeki terörün verdiği zarardır. Onun için ben sizin yerinize bu terör örgütünün liderlerinin kellesi için, üç kişiye toplamda 10 milyon dolar ödül verdim. Nerede bulunursa bunların kellesi alınacak…
Yıllardır, APO gidecek terör bitecek diye çığlık atan bir toplumun genetiğine kadar işlemiş olan bu kin bir anda daha da pekişecek ve sonrasında bizim uyarı sistemlerimiz bu kin ve nefretin yönünü değiştirmeli. İşte onun için de PKK’nın şimdiye kadar bitmemiş olmasının tek sebebi bunları Şia olan ve Sünnilerin de daima başlarının belası olan İran Devleti hedef alınacak. İran’da olmasa da İran Hedef gösterilerek İran’ın PKK terör örgütünün arkasında durduğu ve onları koruduğu anlatılarak Ülkenin Sünni dininin Emevi kolu tarafından sevgi ve yalama seanslarıyla karşılanacak. Sonrası işte o zaman çorap söküğü gibi gelecek. Şeytan’ın Türkiye açısından önemi PKK’nın ele başları İran’dadır alınacak denecek, Şii yayılmacılığı sonlandırılacak gibi çakallar duasını okuyarak adam tam anlamıyla yeraltı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının tamamını emecek. Ondan sonra Suud'a diyecek ki, savaş giderlerini 50 yıl şu kadar masraf olarak sen ödeyeceksin, biz olmasaydık seni yaşatmazdı İran diyecek…İran’da giriştiği mücadeleden başarıyla çıkarsa, petrolleri elde edeceği, bir yönetim bırakıp onları da bağrına basacak.
Dönecek Türkiye’ye bak sizin ülkenin varlığının devam etmesi için biz burada bir tampon bölge oluşturalım dışarıdan gelecek terör saldırıları size zarar vermesin yoksa tehlikeli olur, PKK gitti onun için biz daha dostane bir Kürt yönetimini konfederasyon tarzında bunların da gazını almak için burada kuralım ancak sizin kontrolünüzde olacak diyecek…Biz Sınırımızda böyle bir şey istemiyoruz dediğimiz zamanda sus sen öyle yüksek sesle konuşma hakkını nereden buluyorsun bu toprakların tamamı zaten Büyük İsrail’in kurulması için Vaat edilen arzı mevvut toprakları değil mi diyecek ve bizi süt dökmüş kedi gibi görmek isteyeceği günlerin gelmesini hiç istemiyorum…
Benim bu kitabın henüz piyasa çıkmamış basılacak olan ana fikrinden okuduğum budur.
Erol KEKEÇ/07.11.2018

6 Kasım 2018 Salı

BİZ KENDİ DAŞIMIZLA VURULDUK KİMİN DAŞI DİYE ETRAFA BAKTIK



Hayatımızı, hep kendi daşlarımızı yiyerek serüvenimizi tamamlayarak geldik. Kendimden başlamak istiyorum hayata, ilkokuldaydım nenemin bahçesinde çok güzel bir dut ağacı vardı, âmâ dut tek beden üzerine yükseliyordu, dalları ve tırmanma imkânı olmadığı için bir şeylerle vurup dutunu dökmeniz gerekirdi. Ben de etrafıma baktım bir sırık ya da değnek bulamadım, orada bulunan bir daşı kaptığım gibi duta attım ve dut beklerken kafama öyle bir darbe yedim ki anlatamam. Kendimden geçtim yarım saat orada oğundum ve kendime geldiğimde ağlayarak ve bağırarak etrafa saldırmaya başladım…Kim attı ulan bu daşı çıksın ortaya yoksa yakarım vs. diyerek küfürler savurmaya başladım ancak kimseyi bulamadım, sadece kendi sesimi dinledim. Oysa amacım oradan dut yemekti o iştahla oraya o daşı fırlattım kendi daşımın bana dönüp kafamı yaracağını ve beni ummadığım şekilde sinirli ve saldırgan yapacağını hiç düşünmemiştim.
Aradan yıllar geçti ve o dutun altına gittiğimde bu olay aklıma geldi ve anladım ki, o daş benim daşımdı ama ben faili hep dışarıda aradım, o gündür bu gündür de o acının kaynağını sorguladım, ne zaman ki kendi daşımı yediğime inandım işte o zaman rahatladım ve kendime geldim.
Şöyle bir bakıyorum da sanki ülkemizin kaderi de benim kaderim gibi hep kendi attığı daşlardan kafası yarılıyor ayağa kalkamaz hale geliyor ama kim bu daşları attı diye hep başkalarını arıyoruz. Yıllardan beri herkes dut yemek(!) için öyle daşlar attılar ki, dutları döktü taşlar, ama dut kalmayınca daş atmaktan da bıkmayınca, atılan daşlar dut dökmeyince, döndü kafalara çarptı o acılarla sinirli ve gaddar bir halde kim bu daşları atıyor, biz görmüyoruz ama birileri bu daşları atıyor diye bağırmaya başladık…Oysa yediğimiz birinci daşın acısı geçince kendimize gelsek anlayacağız hep kendi daşlarımızı yediğimizi ama nafile…
Ben anladığımda gençliğimin sonu, düşünmeye başladığımda güz mevsiminin sararmış ve yavaş yavaş dökülmeye başlayan yaprakları gibi yerimde durmakta zorlandığım zaman oldu. Neden kendi daşımı yediğimi hiç düşünmek istemedim diye hep hayıflandım, oysa kendi daşımın bana zarar vereceğini o gün anlasaydım belki daşın nasıl ve nereye atılacağının yolunu öğrenmiş olacaktım, ya da o işlerin daşla olmayacağını çözecektim. Ne bileyim hayat, insan anlamaktan bitap düştüğü zaman sanıyorum pişiriyor da, herhalde gideceği yere yaklaştığında kendi iç alemi ile hasbihalini yaparak vicdanen rahatlamasına sebep olabiliyor olabilir.
Neyse fazla uzatmak istemiyorum aslında, âmâ biz toplum olarak hep kendi attığımız daşlar, istediğimiz yemleri bize dökmeye gücü yetmediği zaman neden acaba neden, başımıza düşen taşların başkalarının attığı daşlar diye kendimizi avutuyoruz. Benden bir hatırlatma olsun istiyorum yaşadığım hayattan elde ettiğim tecrübemi paylaşıyorum, bilirsiniz tecrübe hayatta yenilmiş ve yaşanmış kazıkların bileşkesidir.
Yönetim mekanizması kendi menfaatleri için attığı daşları kafasına yedi, bu daşlar acaba nereden geliyor diye bağırıyor, toplumun attığı daşlar dut dökmüyor kendi kafasına geri dönüyor, bunlar da o dutun arkasında mutlaka sürekli bize daş atan biri var diye kendini avutuyor…Be arkadaşlar hala anlamayacak mıyız kendi daşımızla vuruluyoruz,  bu kafayla bu daş bizim beynimizi hep ezecek, bir kendimize gelelim; atmadığımız daş bize olumsuz dönmeyecek en azından kimden ne kadar daş atıldığını göreceğiz.
Ben kendi daşımla vuruldum o kendi daşıyla vuruldu, sen kendi daşınla vuruldun, biz kendi daşımızla vuruluyoruz, siz kendi daşınızla vuruluyorsunuz, onlar kendi daşlarıyla vuruluyorlar, Neden bu kadar daş yemeye alıştık…
Attığımız daşlar ürküttüğümüz kurbağayı değmeyecek ama kendimizi yok edecek neden bu kadar daşlamaya ve daş yemeye alışkanlık yaptık acaba bir görüşü olan var mı dersiniz…?
                                      Erol KEKEÇ/06.11.2018

3 Kasım 2018 Cumartesi

Müslümanca Yaşama Üzerine Bir Hatırlatma-6



Yaratılış özüyle iyice yoğrulmadan, üzerindeki toprağı atmaya çalışan bir tohumun o toprağın altından yeryüzüne filiz çıkarması nasıl ki imkânsız ise, insanın kendini tanımadan kendi yaratılış fıtratındaki kökleşme sürecini tamamlamadan bir duruş sahibi insan olması da mümkün değildir.Toprağa atılan bir tohum önce yerin derinliklerine kadar fıtratıyla hasbihal etmek için temlik, yani damarlar oluşturur, orada sağlam ve dayanıklı bir zemin oluşunca, onun verdiği güç ve kuvvetle, üzerindeki toprağı al aşağı eder ve yeryüzüne çıkar. Kainattaki bu dengeye bakın ki, onun gelişimi, kocaman bir beden, dal budak yaprak, derken, tomurcuk, çiçek ve meyveye dönüşüp ihtişamlı büyüsünü ortaya çıkarması için aldığı gıdaları sadece gövdesinde bırakmıyor, en uç noktalarındaki bir dalın ucundaki tomurcuğa kadar adil olarak görevini yerine getiriyor. Bu durum o ağacın bünyesine yerleştirilen fıtrat donanımına uygun adalet mekanizmasına göre tecelli etmektedir. Bu örnekten alacağımız ve çıkaracağımız önemli bir uyarı olduğunu bilerek yolumuza devam etmeye çalışalım.
İnsan kendi yaratılışını, nasıl böyle gelişerek, dünyanın yörüngesini değiştirecek duruma geldiğini görmeden ve kendisine bu donanımları yükleyen yaratıcı ile arasındaki muhabbeti kurmadan, atacağı her adımda yeryüzünü ifsat etmekten başka bir eylem ortaya koyamayacaktır. Nereden geldiğini bilenler, nasıl ve niçin yaşayıp nasıl bir sonuca hazırlıklı olmaları gerektiğini idrak edebilirler. Bu melekeleri gelişen insanın ancak yeryüzünde bir duruşu ve yaşamının anlamı olabilir. Yaşamı anlamlı kılacak insanların hayatlarında görülecek değerler tüm insanlığın yaşamına ışık olacak evrensel değerler olur.
İnsan yaratılmışlar içinde bir duruş ortaya koyacak tek canlıdır. Bu duruş onun akıl ve muhakeme vasıflarından kaynaklanır. Akıl insanın insani donanımına yüklenmiş insani bir yazılımdır. Eğer bu yazılıma uygun hareket etmezseniz, her zaman ve her ortamda zikzaklar çizen, nerede ne zaman nasıl parçalanacağı ve hangi kazalara sebebiyet vereceği belli olmayan bir yaşamın kurbanı olmaya hazırlıklı olmalısınız.
Müslümanca yaşamak, şahit olmaktır. Hakkı ayakta tutmaktır. Merhametli olmaktır. Adaleti ikame etmektir. İnsanların tamamını inanç ve düşüncelerine takılmadan yeryüzü ölçeğinde ahiretteki hesaplarını dürüyormuş gibi davranmadan aynı yakınlıkta ve aynı ölçüler içinde dikkate almak gerekir. İnsanları bu dünyanın varlıkları olarak değil de farklı bir atmosferin varlıklarıymış gibi ve kendimizi de oradaki bir hesap memuru gibi düşleyip, burada yapılması gerekenlere göre konumlandırırsak yanlış yapmaktan kendimizi arındıramayız. Doğamızla barışarak yeryüzünde bir omurga sahibi olarak yaşamak zorundayız. Omurgasızlık tamamıyla duruş belirleme disklerinin dağılmasından ve içindeki bilyenin taneciklerinin çarkın dışında kalması ve yaşamsal donanıma uygun hareket etmemesinden kaynaklanır.
Yukarıdaki ağaç örneğinde olduğu gibi, insanlar da yaşamın herhangi bir noktasında güç ve kuvvet sahibi olarak yer işgal ettiklerinde, kendi varlıklarının devam etmesi için, türlerinin varlığının devam etmesini de sağlamaları gerekir. Sadece ben var olayım ve herkes benim varlığımı gündem yaparak onunla meşgul olsunlar diye bir beyinsizlik içinde olursa, bunun bedeli kendisini imha etmek olur. Nasıl ki, bir ağacın tek başına bedeninin bir anlamı yoksa, insanlık aleminde bir varlığın odunlaşarak kendisini koruyacağını sanması da çok aşağılık bir tavırdır. Yeryüzünde yaşayan tüm cinslerinin varlığının devam etmesi için, yaratıcının kendisine bağışladığı imkanları kullanması, kullanmayı düşünmesi ve yakınında olanlara da harcaması kaçınılmazdır. İnsan ancak o zaman ne adına yaşadığını anlar ve omurgalı bir varlık olarak kendi duruşunu ortaya koyar.
Adil olan bir yaratıcının ruhundan üflenen varlığın hayatında adil olmayan yaşam belirtileri kök salmaya başlamışsa hayat kendi donanımlarının ötesinde, sahte, sanal ve yalancı bir dünyanın yazılımına göre işletiliyor demektir. Kendi köklerinden gelen ve ruhuna üflenmiş olan bir yazılımı hayatınızdan çıkarıp tamamıyla fesada gitmiş yaşamların size dikta ettiği programlara göre kendi duruşunuzu ve yaşamsal hareketliliğinizi belirliyorsanız, nereye ve kim adına yolculuk yaptığınızı yolun sonuna gelinceye kadar siz de anlamazsınız. Bunun en anlaşılır yolu ve tavır konulmasının şartı; insanın yaratıldığı öz ile, ruhuna üflenen yaratıcının yaratma gerekçesini anlamaktan geçer.
Kendi arkhesini anlamaktan aciz bir beyin, varlık evreninin içindeki yerinin neresi olduğunu ve hangi yörüngede yolculuk yaparsa bu varlık evreninde, o evrenin tevhidi bir yasaya göre hareket etmesine katkı sunacağını kavrarsa bir anlam ifade eder. Bu gerekçeyi anlamayan bir varlık, dünya zindanın daha da kararmasına kendisi de sadece katkı sunar. Bu yaşamsal paradokstan kurtulmadan hangi iklime ve coğrafyaya nasıl bir fidan dikeceğimizi düşünmek sadece geçen zamana biraz daha olumsuz katkılar sunmak olur.
İnsan yeryüzünün halifesidir. Burada halifelik makamında bulunmak yaratıcının yeryüzündeki naibi olmaktır. Yani yaratıcının merhametini, adaletini, şefkatini, Rezzaklığını ve kimseye zulmetmemesini, tüm canlıların haklarını gözettiğini bilerek, ona uygun bir görev üstlenmektir. Yeryüzünün halifesi olan İnsan! Senin bu durumdan aşağı yuvarlanmanın hangi yollardan geçtiğini bilmiyor musun? Bu kadar beynimi ve zihnimi zorlayarak kalp atışlarımdan gelen enerji ile zihnimden gelen oklar birleşince sana bir şeyler anlatacağımı bil. Bu anlattıklarım hakikatin kendisi, ancak sen hala reel yaşam farklı ama diyerek, amalarını çoğaltarak kendini temize çıkarma derdindesin. Reel yaşamda olsa, hakikatte olsa, yaratıcının yeryüzündeki naibi olan ve hilafet görevini üstlenen varlık, hakikatin sahibinin buyruklarını gönül kapısından içeriye koymalı, kendisinin bile anlamadığı amalar üzerine kurduğu bir hayatın sahte ve gaddar acımasız paçavralarını, bir zindanın giriş kapısı olarak algılayıp en derin çukurlara gömmeli. İşte o zaman yolculuk başlar…
Adalet mekanizmasının tüm kollarını açarak, benlik zindanından çıkıp, hakikat okyanusunda Nuh’un gemisinde bir yolculuk yapmak için, hep birlikte yeryüzü yaşamlarının ihtişamlı gemilerinden inmek için, ey kaptan! gelen limanı beklemeden durdur gemiyi, inecek var diyecek yürekliliği taşıyor muyuz…?
                                                             Erol KEKEÇ/02.11.2018


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!