Bu Blogda Ara

11 Mayıs 2013 Cumartesi

UYARANI ŞEYTAN ALGISI MÜSLÜMAN


Gücü yetenin gücü yetene saldırdığı bir dünyada, sesiz olmak ya da gücü fazla olanın yanında yer almak, zavallı koyunlara zulmetmektir. Tüm Asya'nın koyun yerine konulduğu ve birileri okyanuslar aşırı gelerek yanı başımızdaki koyunları kesmek istemesine sesiz kalmak ya da biz de burada kesilen koyunların etlerini pazarlayacak ülkeler buluruz şeklinde düşünmek, insan onurunu yaralayan en kötü kirliliklerdendir. Bu durum psikolojik algılardan yön değiştiren bir zalimin, işlediği zulmün gerekçesini oluşturmak için tüm lügatleri karıştırarak meşru gerekçeler oluşturmaya benzer.
Sabah sabah asabi bir şekilde yatağından kalkan evin reisi babanın gömleği ütüsüz diye, kendisi için kahvaltı hazırlayan eşine bir tokat patlatarak kapıyı çarpıp gittikten sonra, mutfakta ağlayan annesini görünce annesinin yanına giden çocuğun anne sana ne oldu diye sorduğunda, annede çocuğa git başımdan it yavrusu diyerek çocuğa bir şamar atmaz mı, çocukta o acı ve gözyaşlarıyla mutfağın kapısında miyavlayan tekire bir tekme atar tekirde çocuğun ayağını cimalar. Bu örnekte kocaman bir dünyanın saklı gerçekliği anlatılmaktadır. Toplumsal algıları köhnememiş varlıklara!
Bu gün, tekmeyi yiyen kedi, çocuk ve zavallı işini zaman zaman aksatsa da kendi görevini yapan kadın suçlu, serseri haydutlaşmış evin reisi kabul edilen Donkişot suçsuz öyle mi? Bütün bir dünyanın adalet anlayışı bu ise alın hepsi sizin olsun istemiyorum, neredeyse çok acıktığımdan bir porsiyonda ben alacaktım, ama almıyorum ve o lokantayı terk ediyorum, taki domuz etine karıştırdığınız soslarla, o domuz etlerini dana etine benzeterek satmaktan vaz geçinceye kadar. Be hey insanlık sana sesleniyorum, İnsan demiyorum görüyor musunuz, insanlığa sesleniyorum, yerin altının üstünden daha kötü olduğunu nereden biliyorsun, böylesi bir dünyanın üstünde yaşamaktansa altında yaşamak daha şereflidir. Allah’ın gücünü hesaba katmayanlar, bir gün o gücün karşısında huzuru divanda durduklarında iğdiş edilmiş bir din anlayışıyla anlatacakları hiçbir gerekçenin kabul edilmediğini gördüklerinde,”keşke toprak olsaydım “demeye fırsatları olmayacaktır.
Büyük Şeytan ABD'nin oyunları ve İsrail Dinozorunun masalları sizi aldatmasın. Bu masalları biz çok okuduk ve dinledik sadece masalların konusu değişmekte, tekerleme bölümleri ve sonuçları hep aynı… Buna rağmen bu kadar masal dinleyen toplumların birer bireyi olarak hala biz yenidünya için gerçeklerden oluşan destanlar yazmayı değil de, bu masalları, beyinleri ipotek edilmiş halklara anlatarak ninnilerle uyutmayı düşünüyorsak tek kelimeyle yazıklar olsun, bu masalların yayılmasına katkıda bulanan, bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden tüm zavallılara…
Biz bu masalın neresindeyiz diye düşünenler olabilir, hemen söyleyeyim; biz bu masalın hem yazılmasında, hem okunmasında, hem de masallarla insanların uyutulmasındaki tüm aşamalarda aktif rol aldığımızdan, bizim masalımız yazıyorlar haberiniz olsun… Masalın ilk tekerleme bölümünü de şimdiden hazırlamışlar, Kaf Dağında bir zatı muhterem yaşardı, dünyanın neresinde bir hadise olsa hemen ayağa kalkardı, kılıcını çektiği gibi yer yerinden oynardı, kılıcın bir ucu mısırdan çıkardı, sonrasında cin çarpmış gibi yerinde titrerdi, sıtma olduğunu kabul eder kabuğuna çekilirdi. Yani kısaca düşmana gösterip geri çekerdik, ardından masallarımızı anlatmaya devam ederdik ne günlerdi ya keşke böyle korkusuz muhterem kahramanlara hep sahip olabilseydik, şimdi ne filmler çevirirdik. Bunu anlayıncaya kadar nice ikiz kuleler bombaladık ama nihayet bunu başardık.
Geçenlerde birilerinin boş çerçevesine talip olanların gazete manşetlerinde dolaştığını gördüğümde hakikaten söylemek gerekirse çok da şaşırmamıştım. Çünkü boş çerçevelerle çizilmiş olan hayatların, ne kadar doğru mantıklı ve çelişkisiz bir hayatı ortaya koyacaklarını beklemek o kadar aptallık olurdu. Bunun için burada kimin boş kimin dolu olup olmadığı beni çok da ilgilendirmiyor. Ancak bir değer ve misyon adına bunlar var olduklarını söyledikleri anda, benim kapsam alanıma girdiklerinden beni ilgilendiriyor, o zaman dayanamayıp bir anda bu dünyanın dışında başka bir dünya olsa oraya anında gitmek istiyorum. Bu konuyla bunun ne alakası var demeyin sakın, boş işler ve tutarsız dağarcıklar hep birbirleriyle hısımlar. Toplumsal algıların uyarıcı noktasını oluşturanlar hep bu saydıklarım olduğundan bunları sorgulamadan bir yol alamayacağımızı düşünüyorum. Uyarıcı bir kaynak olmadan duyum gerçekleşmez, duyumun gerçekleşmesi için elinizdeki kaynak böyle saçmalıklardan ve karanlık dehlizlerden yansıyan karmaşık bir ışık kümesinden oluşuyorsa, zaman algılarınız bunların dışında biçimlenmez. İşte ben de bu saçma sapan oluşan algıları sizlere hatırlatarak yaşadığımız dünyadaki bilgilerin ne kadar doğru bilgilerden oluştuğunu anlamanız için sizlere biraz kapı aralamaya çalıştım.
Bu gün dünyanın var olan uyarıcı kaynağı tamamıyla şeytanın fısıltılarından oluşmaktadır. Şeytanın fısıltılarını nasıl algılarsınız bunun şekli nasıl olur, o ayrıntılara girmeyeceğim, onları siz çok iyi bilirsiniz, ben sadece unuttuğunuz bu gerçekliği hatırlatarak, Evin reisi olan uyarıcı kaynak babayı görmeden, duyumunuz kesinlikle gerçekleşmez. O duyumunuz gerçekleşmediği zaman da toplumsal algılarınız tutarlı olmaz. Bu durumda nasıl bir tablo ile karşılaşırsınız, yorumunu onurlu yorumculara bırakıyorum…
Şunu unutmamak gerekir ki, bize düşen görev Necaşi’nin tavrını ortaya koymaktır. Pragmatik menfaatlerden dolayı bir insanlığın kanı üzerinden pazarlıktan kaçınmaktır. Bunu beceremeyenlerin kanının bedelsiz satılacağı günler yakın demektir.
10.04.2013(14.20-15.45)
ESENEVLER-ÜMR/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

9 Mayıs 2013 Perşembe

EY ALLAH’IN KULLARI! KARDEŞ OLUNUZ



Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka “Onu ne alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.”Hud suresi:8

Rabbimizin bu ayetine aklıselim ile bir bakarsak, ne gerçeklerle karşılaşacağımızı hep birlikte göreceğiz. Son dönemde ülkenin içinde bulunduğu karanlıkları bir anda aydınlığa çeviren Rabbimize şükrü unuturda gerçekleşmekte olan hadiselerle ilgili alaylı yorumları yapmaya çalışırsak, Allah bizimle nasıl alay eder anlayamayız. Bu durumlarla karşılaşmadan önce bir hatırlatayım da aklıselim olan insanlarımız bu olayların hakikaten ne büyük bir vahamet taşıdığını görsünler istedim.

İçinde bulunduğumuz fırsatları bir nimet olarak değerlendirmezsek, daha sonra ne bu fırsatlarla karşılaşırız ne de şükredecek zamanımız olur. Yıllara dayanan bir karanlık ülkenin her köşesinde, her evin üzerinde bir kâbus gibi onları kuşatmış, evlerden acılı feryatlar yükseliyordu. Allah öyle bir fırsat verdi ki, bu kâbusları hep beraber dağıtalım ve mutlu olarak kalan yaşamımızı devam ettirelim diye. Ancak bu fırsatları gurur ve kibir sorunu haline getiren bazı zavallılar, kibirden oluşturdukları kulelerin sarsıldığı endişesiyle etrafı toz dumana yeniden çevirme derdindeler. Mantıklı ve insan olarak düşünme melekelerini kaybetmemiş her bir fert bu tuzakların tekelinde kendi canına kıymaz. Bölündük parçalandık yok oluyoruz, kim bizi yok edebilir, bunlar kim ya çapulcular çıkmışlar ülkeyi satmaya ve parçalamaya çalışıyorlar diye çırpınanlar, şunu iyice kavrasınlar ki, o parçalanmış beyinlerle bu hakikati anlayamazlar. O zaman bize düşen görev de rabbimize dua etmek olur.”Rabbimiz içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eyleme”diye yalvarmalarımızı sürdürmekten geri kalmayız.

Şans diye bir şeye inanmam ancak önümüze çıkan fırsatları değerlendirmemiz gerektiğini düşünürüm. Bu gün o fırsatları değerlendirme günüdür. Birileri avazı çıktığı kadar bağıracak, bu bağırmalar toplumun duygusal ve ajitasyona açık olan yönüne hitap etse de bunu atlatmak zorundayız. Bu gün belli bir zamana kadar, Rabbimiz bu azabı kaldırdıysa, nasıl oldu ya birden bazı şeyler durdu diye, provokasyona açık senaryolar oluşturmaya gerek yoktur. Böyle olması gerekiyordu, Allah da böyle murat etti. Önemli olan bu zaman sürecinde bu tanınan fırsatları olumlu ve verimli bir sürece dönüştürebilmek olmalıdır. Bekleyin de görün, bak neler olacak her şeyiniz elinizden gidecek gibi, sindirilmeden söylenen çakma laflar kimsenin lehine sonuçlanmayacak bunları bilelim. Biz bir aileyiz, bu ailenin fertleri arasında kim yanlış yapacak diye ya da birinin yanlış yapmasını beklemek için pusuda durmak, bu aileye yapılacak en büyük ihanettir. İhanetlerin bedellerini bu topraklarda yaşayan hiçbir ailenin çocuğu ödemek zorunda değildir. Bunu anladığımız gün alaylı ve dalgalı yaşamlardan kurtulup çarşaf gibi masmavi denizlerde kulaç atacağız.

Bu yaşanılan güzellikleri Allah’tan başka kimse alıkoymaya gücü yetiremez. Uyanalım ey dostlar, Allah bize bir fırsat verdi, kendi iç muhasebemizi yapmak ve yıllardır yapılan yanlışların bir daha yapılmaması için, ancak bizler gurur ve kibir abidelerimize zarar verilecek endişesiyle direncimizi devam ettirirsek, şunu bilelim ki, gelecek olan azap aralıksız olacak ve önlenmesi de imkânsız olacaktır. Çepeçevre kuşatılmadan biz yanlışları kuşatalım, hayatlarımızda hakikatin kuşatmasını gerçekleştirelim. Bu kuşatma gerçekleştiği zaman o kaleleri delecek hiçbir, silah bulunmayacaktır. Siz kendi aranızda bir elin parmakları gibi kenetlenirseniz, yoldan çıkmış olanlar ve bu kaleyi delmek isteyenlere Allah asla fırsat vermeyecektir. Önemli olan bizlerin hayatlarındaki ve kafalarındaki, kuşatılmış alanların özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu özgürlük alanlarımızı bizim dışımızda birilerinin at koşturmasına arz edersek, şunu unutmayalım ki, kuşatılmış olan bizleri de Allah’ın azabı bir daha terk etmemek üzere kuşatacaktır.

Bu satırlarda kısaca gizemli bir üslupla anlatmaya çalıştığım konular, toplum olarak hayati bir önem taşıdığı için, kin, nefret, kibir, buğz, ihanet, şövenistlik, kendini bilmezlik, holiganlık vs gibi anti sosyal davranışlardan bir an evvel kurtulmak gerekir. Bunun yolu, İnsanlık okulunda ırksal ve etnik unsurlara bakılmadan herkesin birlikte aynı sınıfta aynı sıralara oturmasından geçer. Bu okul Medine devletinde nasıl kuruldu ise bu gün kurulması daha kolaydır. O gün kabilelere dayanan devletler varken, bu gün farklı ırklara dayanan devletlerin olduğu bir çağda dokusu insaniyet, düşüncesi İslamiyet olan bir beraberliğin adını toplum olarak her ferdin yüreğine yazalım ki, geldiği zaman hiç gitmeyecek olan Allah’ın azabından beri olalım.

Medine ye gelen Allah’ın Resulü, ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz, derken herhangi bir ırk, din, düşünce gözetmeden bu mesajı vermişti. Bu gün uygulanması gereken pratikler bu mesaja uygun oluşturulmalıdır. Bu söylemi anatomisinin eksenine alan her devlet içinde huzur, barış ve kardeşlik dokularını barındırır. Tüm olumsuzluklara rağmen bu omurganın sağlığına kavuşup ayağa kalkması için çırpınan ve cesur adımlar atarken, hakkı ölçü olarak kabul eden “Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan “mücadelesini sürdüren yiğitler şunu bilsin ki, kınayıcıların kınamasından korkmadan yürümek; Allah’ın bir lütfüdür, onu ancak dilediği kullarına verir. Allah her şeyi görür ve bilir. Kim ne için mücadele ediyorsa bir daha düşünsün, kimin hicreti neye ise onu alır. İnşallah bizim bu Hicretimiz, karanlıklardan aydınlığa, şirkten Tevhide, delaletten Hakka, ırkçılıktan insaniyetçiliğe, savaştan barışa, ayrılıktan silme olur, duasıyla herkesi, azabın uğultularının duyulmaya başladığını görmeye ve uyanmaya çağırarak satırlarıma son veriyorum…

Yer içindekileri dışarıya fırlattığı zaman, insan ne oluyor der, oysa bu gün anlattığımızda”senin o anlattıkların ne kadar ne kadar uzak”diyenler, ne oluyor demeden, kalkın hep birlikte bir şeyler yapalım ve Hakkın divanında adam gibi ayakta duralım…
08.05.2013(17.00-18.10)
ESENEVLER-ÜMR/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

8 Mayıs 2013 Çarşamba

NEDEN ÇALDIN!



Hırsızların çoğaldığı, cellâtların uykuya daldığı bir dönemde, herkes korkudan kaçacak delik aradığı bu günlerde hırsızlara soru sorma hakkı da bana kaldı. Be hey adam! Neden çaldın, hırsızlık yapıp yapmadığını sormuyorum. Benim lügatimde savunma kavramlarına yer yoktur. Çaldın mı çalmadın mı diye sormayacağım, çünkü adı duyulmamış dehlizlerden savunma gerekçeleri toplamanı istemiyorum.
Ben ne hakimim ne de savcı, fakat adaletin timsali olan Ömer(r.a)in neferiyim. Nasıl soru sorulacağını ondan öğrendim. Önce bir suç oluşturup, o suçu üstlenecek suçlular oluşturmak bizim felsefemizde yoktur. Canları tatlı çektiği için tatlı çalan üç tane küçük çocuğun ömürlerinden fazla mahkûmiyet cezası aldığı Patagonya’nın hukuk sisteminden bir şey anlamayız. Pozitif hukuk diye, insanların yaşamını negatiflikten öteye götürmeyen, bu beşeri hukukları anlamayacak kadar zekâ özürlü olduğumu söylesem yerinde olur.
Adaletin tecelli ettiği bir dünyayı görsem, ayakta alkışlamaya ahdim var. Ancak öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, nehirlere küçük sular karışmıyor, her ağaca kuşlar konmuyor, neden mi; adalet o kadar güçlü ki, adaletin keskin kılıcından korkanlar ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Adalet deyip geçmeyeceksin, adaletin terazisini belirleyen sırtınızdaki, postun derisinin kalınlığıdır. Beşeri kanunların tümü, Montaine’nin dediği gibi,”küçük böceklerin takılıp kaldığı, yırtıcı büyük hayvanların parçalayıp geçtiği, örümcek ağlarından farklı değil… Farklı olduğunu söyleyenler varsa anlatsın da bize görmek ne kadar nasip olmadıysa da belki duymak nasip olur.
Nice cambazlar bilirim hep denizi överler ancak, denize girdikleri hiç görülmemiştir. Bu yaşamlara çokça şahit olduğumdan yerimde duramıyorum. Kalemi aldım elime son sürat ilerliyorum, ilerde nelerle karşılaşırım onları da hesaba katmadan son sürat gaza basıyorum. Neyle karşılaşırsam karşılaşayım hiç umurumda değil, benim işim düşünmek, yazmaksa kalemin görevi. Kalemi yazdıklarından dolayı cezalandıracaklarsa, işte o zaman içime atarım, sesiz çığlıklarımı Selda Bağcanın “adaletin varmış dünya”(!)türküsü eşliğinde kolbastı oynayarak kendimi rahatlatmaya çalışırım. Selda Bağca gibi sesim olmasa da o boru sesime umarım katlanırsınız.
Bir köylü yıllar öncesinde, balık avlama mevsimi dışında balık avlamaya çıkmış, balık tutma mevsimi dışında balık avlamanın cezasını bildiği halde, bir kış geçmiş olmasına rağmen çocuklarına bir tane balık yedirememenin ızdırabıyla, cezayı hiç hesaba katmamış. Almış ağını birden suya serpmiş, o anda görevlilerce etrafının sarıldığını gören köylü, ya ağalar kusura bakmayın şeytana uyduk loo demez mi?
Kim dinler köylüyü, yıllarca Patagonya’daki tüm şeker fabrikalarının içini boşaltan mali müşavir oymuş gibi, alır götürürler ve mahkemeler sonrasında mahkûmiyete mahkûm ederler. Köylünün mahkûmiyeti biter ve ceza evinden çıkar. Patagonya’nın hukukçuları karar verirken vicdandan çok cüzdana göre karar verdiklerinden, tahliye olan köylünün durumunu duyduklarında, nasıl olmuş yahu buna da pes doğrusu diyerek timsah gözyaşlarını akıtmaya başlarlar. Böyle adalet olur mu diye bir de öz eleştiri yaparlar…
Doğru, elbette öyle adalet olmaz. Ancak Patagonya da adaletin ne olduğunun bir tanımı olmadığı için oluyor işte. Patagonya’nın adaleti şöyle dursun, biz neferi olduğumuz Hz Ömer’in dönemindeki adaletten kısaca bir örnekle konumuzu sonlandıralım. Ömer’e hırsızlık yapmış bir adam getirilir. Ya Emirel müminin bu adam hırsızlık yaptı,el kesme cezasını uygulayacak mıyız,diye Hz Ömer’e bir soru yöneltilir.Emirel müminin hırsıza dönerek,ey adam sen neden hırsızlık yaptın diye sorar.Onun hırsızlık yapıp yapmadığını sormaz.Çünkü hırsızlığa neden olan şartlar ortadan kaldırılmadan,o şahıs hırsız muamelesi görmez.Adam konuşmaya başlar,Ey Ömer!vallahi çocuklarım evde perişan,patronum kaç aydır hakkımı vermiyor,bu durumda ben hırsızlık yapmasaydım çocuklarım açlıktan öleceklerdi,ben de bir baba olarak buna göz yumamazdım deyince;Ömer(r.a)ın gözünden yaşlar dökülmeye başlar.Hemen bu adamın patronunu çağırın der,patronu çağırırlar,Ömer(r.a) adamın söylediklerinin doğru olup olmadığını patronuna da sorar,patron da cevaplar.Ey Ömer!Vallahi doğru söylüyor,son dönemde işlerim iyi gitmediği için hakkını vermekte zorlandım ve veremedim der.Ömer(r.a) patrona dönerek der ki:”Bu adam bir daha hırsızlık yaparsa onun kolunu değil,vallahi senin kolunu keserim der.”
Evet, dostlar çalmaya neden olanları ortadan kaldıracak bir adalet mekanizmanız yoksa hırsızların ancak sayısı artar ve hırsızlık meşru bir eyleme dönüşür, sonrasında adı”Bal tutan parmağını yalar”atasözü gibi karşımıza çıkar. Öyle bir yaşama bürünürüz ki, ey adam neden çaldın diyecek cesarette ve yüreklilikte adamları bulmakta da zorlanırız… O günlerle karşılaşmamak için benim gibi bir deli çıkmış soruyor işte:
Ey adam!”neden çaldın”.
07.05.2013(16.35-17.45)
ESENEVLER-ÜMRANİYE/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!