Birçok zorluğu yaşamak,iradeyi kusursuzlaştırır,hiçbir zorluk yaşamamak varlığı mahveder.Sivri uçlarda yürümediyseniz tehlikenin ne olduğunu nereden bileceksiniz.Son sürat bir araçla tüm araçları sollayıp,şaranpole yuvarlanacakken,birden direksiyonu düzeltip yol almadıysanız,bir kazanın vücutta sardığı o korku titremelerini nasıl anlarsınız.Açlık sınırının altında bir kuru ekmeğe muhtaç olupta yavrularınız dizinizin dibinde sizden bir çikolata istediği zaman girecek bir delik aramadıysanız,fakirliğin ne olduğunu anlayamazsınız.Gecenin saat birinde yapayalnız yollara düşüp,bir dolmuşa el kaldıracak cesaretiniz olmadığı bir günü görmediyseni,anlaşılan daha çok pişeceksiniz.Birileri size ikramda bulunmak için çağırdığında,cebiniz boş olduğundan,ben bu günlerde rejim yapıyorum diyerek açlıktan karnınız ağrımadıysa,daha çok başınız ağrıyacak demektir...
Kara sevdaya yakalanıp,kanser hastası gibi bir deri bir kemik kalmadıysanız,anlaşılan daha çok sevdalar yaşayacaksınız.Yakalandığınız bir hastalıktan kurtulmak için varınızı yoğunuzu satıp bu hastalığı def edeyip diyecek kadar ağrılarla tanışmadıysanız,tüm ağrılar sizi bulacak demektir.Borçlanarak atacağınız her adımda,ödeyeceğiniz borçların,nasıl ödeneceğinin hesabını yapmadıysanız,anlaşılan daha hesabı çok şaşıracaksınız.Bu zorlukların içinden gelen insan,elbette feleğin çemberinde pişerek yaşar.
Zorluk duvarına balyoz sallamayanlar,daha çok zorluklarla karşılaşacaklar demektir.Şunu unutmamak gerekir ki,"her zorlukla beraber bir kolaylık vardır"ruhsal sıkıntının ardından bir ferahlama gelir,doğum yapan kadın dünyaya yeniden gelmiş gibidir.Çünkü ancak zorluklar insanı yumuşatır ve daha bir keskinleştirir,bileyi taşları gibi...Şunu unutmamak gerekir ki,zorlukları aşan her insan,olunmazlıkları aşacak ve dağların zirvesine oturacaktır.
Ne oldu da böyle oldu diyenler,zorlukların acılarını hiç hissetmemişlerdir.Onları hayatta,daha çok ne olacaklar bulacaktır.Keşke gitmeseydim,böyle olmasaydı,daha farklı olurdu gibi,avunma sendromlarını tekrarlayıp,yeni bir hayat felsefesini düşlemekten aciz bireylerin yorulacakları zaman henüz bitmemiştir.Çok çetin geçen kıştan sonra baharda yine çiçekler açmıştır, yaz geldiğinde meyveler olgunlaşıp tat vermiştir.Tek mevsimin yaşandığı bir yıl nasıl ki yoksa,sadece zorlukların altında inim inim inleyen insanlarda olmayacaktır.Önemli olan,zorlukları hiç hayal edilmeyen çetin kışlar gibi,hesapsız karşılaşılan zamanların mutlaka bir gün son bulacağına inanılmış olmasıdır.
Nede olsa Güneş doğuyor ve Dünya dönüyor,bazen Güneşin sıcaklığı bazen de Dünyanın karanlık yönü insanı kuşatmaktadır.Bu denge evrensel kurallar bütünüdür,bu kuralları hayatına ilke edinen insanlar kurtulacak ve Güneşin doğumu gibi yeniden başlayacak her şeye...Ancak ah vahlar arasında inleyen bireyler ise dünyanın hep karanlık yanı içinde yaşayacaklardır.
Elveda etmek gerek dünden kalan çeyrek zamana,hoş geldin diyoruz,zorluk duvarını tırmanarak çıkanlara,saflaştı iradeniz,şimdi kararınız sizin elinizde,karanlıkları delecek süreyya yıldızı doğmak üzere,samanyolundan yıldızlar döküldü önünüze,dimdik duracaksınız artık ayakta,bileyi taşı gibi keskinleştirseniz de diğer insanları,kaybetmeyeceksiniz artık hayatınızdan bir zerreyi,çünkü iradeniz kusursuzlaştı dönmek yok geri...
yıl:12.03.2004
saat:19.10-19.50
kadıköy/ist.
(E.Kekeç)
Bu Blogda Ara
12 Ocak 2009 Pazartesi
25 Aralık 2008 Perşembe
DOĞRULARDAN BİR KESİT
Doğruyu bir kenara atıp gerçeğe karşı geldiğin zaman, zararını görmeyebilirsin, fakat zamanla yok olursun. Kalıplaşmış alışkanlıkların fanatik yandaşları, kendi dışındaki hiçbir düşüncenin doğruluğuna kolay kolay inanmaz. İnanmadığı bu değerlere karşılaştığı her ortamda da karşı gelmekten kendini alamaz. Çünkü doğru yarınlarda yükselecek bir değer olduğundan, devekuşu gibi bunların kafaları kuma saplı iken yok olup giderler. Tek insan olmayı amaçlayan kişilerde, doğrunun düşmanıdır. Ona göre doğru sadece kendisidir. Kendi dışında var olan tüm değerlendirmeler birer safsatadan ibarettir. Onlar böyle düşünedursun, tek adam kostümüne bürünen, yaşayan bir doğru göstermek mümkün müdür? İşte gerçeğe karşı gelen kim varsa bir gün yok olacaktır.
Bu hipotezimizin doğruluğunu birkaç örnekle açıklamak mümkündür. Piramitleri yaparken binlerce insanın kanını toprağa akıtan despot firavun zulmüyle yok olup gitmedi mi? İsrail oğullarına yaptığı zulüm zirvelere tırmandığı bir anda, karşısında kendisini doğruya hakka, adalete ve ışığa çağıran bir insanla karşılaştı kendi sarayında. Üstelik onun ekmeğini yiyerek onun yanlış olduğunu söylüyordu. Bu kurtarıcı Musa’dan başkası değildi. Fravun Musa’nın karşısına çıkarken, zulmettiği halkı yanına alarak gitmesi gerekirdi, yoksa halk bir anda Musa’nın peşine takılabilirdi. Bunun için firavun güzel bir yutturmaca ile halkın kucağına yeniden oturdu. Hemen aklında sihirli bir cümle doğdu. Ey İsrail oğulları! Musa’nın muhakkak ki sizin dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde bozgunculuk yapmasından endişe ediyorum. Firavun’un bu sihirli çığlığı, zulmünden bıktığı halkı yeniden Firavun’a monte etti. Ancak Firavun’un yaptığı bu manevralar ne kendisinin yaşamasını ne de doğrunun yok olmasını sağladı.
Tarihi dönemleri bir bir geçerken hemen hemen her dönemde, Hitlerden Nazilere, Çavuşeskuya, Saddam’a vs. bu tarz manevralara rastlamak mümkündür. Peki, neden insanlar böyle kötü bir sonu kendilerine reva görürler. Her insanın tabiatında iki yön vardır, yaratıldığı torağa ait olan yön ve insan olma özelliğini ona kazandıran ilahi ruhsal yön. Bazı insanlar, hatasız olduklarını her şeyi anlayabilecek ve kavrayabilecek gücü kendinde bulundurduğuna inanır. Böyle düşünen varlıklar, yaratılmış olduğunu değil de, yaratıcının kendisi olduğuna inanarak tüm eksikliklerden uzak olduğunu, paranoyak eylemleriyle zorla kabullendirmeye çalışır. Bu insanlar psikolojik yönden yansıtma mekanizmasına çokça başvururlar. Hatalı olan başkası, yalan söyleyen diğerleri, zulmeden kendi dışındakiler, böyle düşünerek hatasızlığı oynamaya başlar. Hiçbir eleştiriyi otokritiği aklından geçirmez. Çıplak Kral hikâyesindeki gibi birgün bir çocuk kalkarda anne bu kral çıplak derse, ona da çıplak olmadığını zorla benimsetmek zorundadır, yoksa birgün yok olur. Bu tip varlıklar şeytanla el sıkışmışlardır, Âdemin doğru olacağını hiç düşünmezler.
İlahi ruhsal yönü öne çıkanlar ise,hata yapabileceklerini,onların hatalarını düzeltecek eleştiri mekanizmalarının mutlaka aktifleştirilmesi gerektiğini düşünürler.Böyle bir anlayış ve felsefe ile hayatlarına yön verdiklerinden,hakaret içermeyen hiçbir eleştiriden rahatsızlık duymazlar.Bunlar doğruyu nerede görürlerse paylaşmasını bilirler.Akıllarını herhangi bir klik ve fraksiyona ipotek olarak emanet bırakmazlar.Hayatlarını görüntülemek istedikleri ekran doğruluk cetvelidir,kimsenin ne yandaşı ne de taraftarıdırlar,insan olarak yaşamanın formülü çok pahalıya mal olsada mutlaka onu uygularlar.Hak ve adaletten asla ayrılmazlar,gidecek olan kendi ayaklarından biri bile olsa…Özlemi çekilen bu atmosferi bulmak için çıkanlar yola,unutmasınlarki hedef doğru ve net ise,bu hedef uğruna katlanılacak acıların hepsi kutsaldır.
Yıl:16.03.2004
Saat:13.30—14.15
Kadıköy(F.B.Merkezi)İst.
(E.Kekeç)
Bu hipotezimizin doğruluğunu birkaç örnekle açıklamak mümkündür. Piramitleri yaparken binlerce insanın kanını toprağa akıtan despot firavun zulmüyle yok olup gitmedi mi? İsrail oğullarına yaptığı zulüm zirvelere tırmandığı bir anda, karşısında kendisini doğruya hakka, adalete ve ışığa çağıran bir insanla karşılaştı kendi sarayında. Üstelik onun ekmeğini yiyerek onun yanlış olduğunu söylüyordu. Bu kurtarıcı Musa’dan başkası değildi. Fravun Musa’nın karşısına çıkarken, zulmettiği halkı yanına alarak gitmesi gerekirdi, yoksa halk bir anda Musa’nın peşine takılabilirdi. Bunun için firavun güzel bir yutturmaca ile halkın kucağına yeniden oturdu. Hemen aklında sihirli bir cümle doğdu. Ey İsrail oğulları! Musa’nın muhakkak ki sizin dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde bozgunculuk yapmasından endişe ediyorum. Firavun’un bu sihirli çığlığı, zulmünden bıktığı halkı yeniden Firavun’a monte etti. Ancak Firavun’un yaptığı bu manevralar ne kendisinin yaşamasını ne de doğrunun yok olmasını sağladı.
Tarihi dönemleri bir bir geçerken hemen hemen her dönemde, Hitlerden Nazilere, Çavuşeskuya, Saddam’a vs. bu tarz manevralara rastlamak mümkündür. Peki, neden insanlar böyle kötü bir sonu kendilerine reva görürler. Her insanın tabiatında iki yön vardır, yaratıldığı torağa ait olan yön ve insan olma özelliğini ona kazandıran ilahi ruhsal yön. Bazı insanlar, hatasız olduklarını her şeyi anlayabilecek ve kavrayabilecek gücü kendinde bulundurduğuna inanır. Böyle düşünen varlıklar, yaratılmış olduğunu değil de, yaratıcının kendisi olduğuna inanarak tüm eksikliklerden uzak olduğunu, paranoyak eylemleriyle zorla kabullendirmeye çalışır. Bu insanlar psikolojik yönden yansıtma mekanizmasına çokça başvururlar. Hatalı olan başkası, yalan söyleyen diğerleri, zulmeden kendi dışındakiler, böyle düşünerek hatasızlığı oynamaya başlar. Hiçbir eleştiriyi otokritiği aklından geçirmez. Çıplak Kral hikâyesindeki gibi birgün bir çocuk kalkarda anne bu kral çıplak derse, ona da çıplak olmadığını zorla benimsetmek zorundadır, yoksa birgün yok olur. Bu tip varlıklar şeytanla el sıkışmışlardır, Âdemin doğru olacağını hiç düşünmezler.
İlahi ruhsal yönü öne çıkanlar ise,hata yapabileceklerini,onların hatalarını düzeltecek eleştiri mekanizmalarının mutlaka aktifleştirilmesi gerektiğini düşünürler.Böyle bir anlayış ve felsefe ile hayatlarına yön verdiklerinden,hakaret içermeyen hiçbir eleştiriden rahatsızlık duymazlar.Bunlar doğruyu nerede görürlerse paylaşmasını bilirler.Akıllarını herhangi bir klik ve fraksiyona ipotek olarak emanet bırakmazlar.Hayatlarını görüntülemek istedikleri ekran doğruluk cetvelidir,kimsenin ne yandaşı ne de taraftarıdırlar,insan olarak yaşamanın formülü çok pahalıya mal olsada mutlaka onu uygularlar.Hak ve adaletten asla ayrılmazlar,gidecek olan kendi ayaklarından biri bile olsa…Özlemi çekilen bu atmosferi bulmak için çıkanlar yola,unutmasınlarki hedef doğru ve net ise,bu hedef uğruna katlanılacak acıların hepsi kutsaldır.
Yıl:16.03.2004
Saat:13.30—14.15
Kadıköy(F.B.Merkezi)İst.
(E.Kekeç)
10 Kasım 2008 Pazartesi
DÜZENLERE GÖRE DİZİLMEK!
Aristokrasi=Paşakrasi
19/10/2008
AHMET ARGUN (Arşivi)
Avrupa aristokrasisi yerini demokrasiye bırakalı yıllar oldu. Bizde ise paşakrasi yerini demokrasiye bırakmaktan yana zorlanıyor
Aristokrasi: (Yunanca en iyinin hükümdarlığı = Aristo - en iyi + krasi- hüküm sürmek), iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şeklidir. Ekonomik,toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir. Aristokrasi terimi ilk kez Atina kent devletinde kullanılmıştır. Terim orduların başında dövüşen genç vatandaşlara verilirdi. Zira askeri cesaret ve liyakat o dönemde büyük bir erdem olarak görülürdü; ordular "en iyi"ler tarafından yönetilmekteydi. Terim antik Yunan geleneğinden Avrupa Orta Çağı'na geçmiş ve askeri liderlerden oluşan, verasete dayanan bu sınıf "soylular sınıfı" olmuştur. Antik Yunan'daki gibi bu sınıfın üyelerinin köleleri olan bir tebası vardı ve bu kişiler askeri konumlarından dolayı soylu veya en iyi olarak tanımlanıyorlardı. (wikipedia.org)
Paşa: 1 .Osmanlı Devleti zamanında yüksek sivil memurlara ve albaydan üstün rütbede bulunan askerlere verilen unvan: 2 .askerlik Cumhuriyet döneminde general. 3 . sıfat, mecaz Uslu, ağırbaşlı. (www.tdk.gov.tr) Avrupa’nın “soylular sınıfı” aristokrasi, Osmanlı İmparatorluğu’nda “paşalık” sınıfı ile denkliğini bulduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Paşa ve/veya paşalık bir rütbe ve unvanın ötesinde seçkinler, elitler, soylular sınıfının adıdır. 1918 yıllına kadar birçok cephede savaşarak Osmanlı’yı kurtarmaya çalışan bu sınıf, yenilgi ve işgal sonrası 1919-1923 yılları arasında gelişen kapitalist sosyo-ekonomik oluşumlar karşısında Osmanlı’nın yıkılması çalışmalarını bizzat örgütleyip kendi elleri ile yıkarak yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Paşalık sıfatı sivil unsurlardan da arındırılarak sadece askeri liyakat içerisinde bir unvan-yapı haline getirilmiştir. 2590 sayılı Lâkap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun (26 Kasım 1934)
Madde 1- Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi, ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar. Madde 2- Sivil rütbe ve nişanlar ve madalyalar kaldırılmıştır ve bu nişan ve madalyaların kullanılması yasaktır. Harp madalyaları bundan müstesnadır. Türkler, yabancı devlet nişanları da taşıyamazlar. Madde 3- Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere, kara ve havacılarda müşirlere mareşal, birinci ferik, ferik ve livalara general, denizcilerde, birinci ferik, ferik ve livalara amiral denir. General ve amirallerin derecelerini gösteren unvanlarla, deniz müşirleri unvanlarının ve diğer askeri rütbelerin karşılıkları Yüksek Askeri Şura kararı ve İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur. Aynı kanunun 1. ve 3. maddeleri Askeri personeli de kapsamı içine aldığı halde bu gün generaller resmiyette olmasa da bu ünvanı sınıfsal bir aidetlik terimi olarak birlerine karşı kullanmakta ve ulusal basın ile bizzat kullandırmaktadırlar. 1950 ‘e kadar tek parti olarak ülkeyi yöneten bu sınıf tanımladığı; imtiyazsız ve sınıfsız toplumun, muasır devletler düzeyine, devrimler-ilkeler prensipleri ile çıka bilineceğini, oligarşik bir despotizm ile dayatarak, kendi sınıf programını toplumun sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik yapısına kodlayarak yeni ulus-devlet, üniter-devlet yapısı içerisinde kurumsallaştırarak oturtmaya çalışmıştır. 1950-1960 yılları Demokrat Parti dönemi, ülkede ve dünyada gelişen dengelerin değişimi paşakrasi sınıfının çıkarlarını tehlikeye sokmuştur. Beslendiği ve kendini var eden askeri gücü devreye sokarak 27 mayıs müdahalesi ile tekrar iktidara oturmuştur. Kazanılmış haklarını güvence altına alınması içinde yeni bir anayasa yapılmıştır. 1961 anayasasında 205 sayılı özel kanun ile kurulan ve birçok vergiden muaf OYAK bu sınıfın yeni ekonomik ayağını oluşturmaktadır. Bu gün kırk şirketi ile bir çok alanda faaliyet gösteren, yabancı sermaye ortaklı Oyak Holding, Türkiye’ nin en büyük üç şirketinden biridir, birincisidir. Askeri Yargıtay’ ın ulusal yargı ergi içindeki konumu, askeri mali-muhasebenin Sayıştay’ ın denetimi dışında tutulması, Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye niteliğindeki siyaseti tasviye kararları, Andıç, Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı “Lahika-1”, Genel Kurmay’ ın e-muhtıraları, askeri ihtilaller, yargılan(a)mayan darbeciler, hakimleri, savcıları korkutmak için bomba attıranlar, suçüstü yakalananları “iyi çocuklar” ile savunanlar, ifadesi alınamayan ve her çete soruşturmasında adı geçen emekli generaller, savcıları hukuku katlederek görevden aldırtan, anayasal bakımdan dokunulamayan imtiyazlı seçkinler, soylular, efendiler…… Paşakrasi aynı zamanda psikolojik baskıyı da toplumun sivil, siyasi ve kültürel yapısı üzerine uygulayarak sınıfsal yapısını güçlendirmiştir. Yapılan anketlerde, ordu kurumu üzerinden toplumsal güvenilirlik sırasının hep en üst sırasına kendini yerleştirerek varlığını hissettirmektedir. Avrupa aristokrasisi yerini demokrasiye bırakalı yıllar oldu. Bizde ise paşakrasi yerini demokrasiye bırakmaktan yana zorlanıyor. Gelişen dünya düzeni içinde varlığını sürdürme, sınıfının çıkarlarını koruma adına, kendine yeni mevziler ve taktikler geliştirmeye çalışıyor. Ahmet Argun: Eğitim-sen Ankara 2 Nolu Şube
(radikal gazetesinden alıntı)
19/10/2008
AHMET ARGUN (Arşivi)
Avrupa aristokrasisi yerini demokrasiye bırakalı yıllar oldu. Bizde ise paşakrasi yerini demokrasiye bırakmaktan yana zorlanıyor
Aristokrasi: (Yunanca en iyinin hükümdarlığı = Aristo - en iyi + krasi- hüküm sürmek), iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şeklidir. Ekonomik,toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir. Aristokrasi terimi ilk kez Atina kent devletinde kullanılmıştır. Terim orduların başında dövüşen genç vatandaşlara verilirdi. Zira askeri cesaret ve liyakat o dönemde büyük bir erdem olarak görülürdü; ordular "en iyi"ler tarafından yönetilmekteydi. Terim antik Yunan geleneğinden Avrupa Orta Çağı'na geçmiş ve askeri liderlerden oluşan, verasete dayanan bu sınıf "soylular sınıfı" olmuştur. Antik Yunan'daki gibi bu sınıfın üyelerinin köleleri olan bir tebası vardı ve bu kişiler askeri konumlarından dolayı soylu veya en iyi olarak tanımlanıyorlardı. (wikipedia.org)
Paşa: 1 .Osmanlı Devleti zamanında yüksek sivil memurlara ve albaydan üstün rütbede bulunan askerlere verilen unvan: 2 .askerlik Cumhuriyet döneminde general. 3 . sıfat, mecaz Uslu, ağırbaşlı. (www.tdk.gov.tr) Avrupa’nın “soylular sınıfı” aristokrasi, Osmanlı İmparatorluğu’nda “paşalık” sınıfı ile denkliğini bulduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Paşa ve/veya paşalık bir rütbe ve unvanın ötesinde seçkinler, elitler, soylular sınıfının adıdır. 1918 yıllına kadar birçok cephede savaşarak Osmanlı’yı kurtarmaya çalışan bu sınıf, yenilgi ve işgal sonrası 1919-1923 yılları arasında gelişen kapitalist sosyo-ekonomik oluşumlar karşısında Osmanlı’nın yıkılması çalışmalarını bizzat örgütleyip kendi elleri ile yıkarak yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Paşalık sıfatı sivil unsurlardan da arındırılarak sadece askeri liyakat içerisinde bir unvan-yapı haline getirilmiştir. 2590 sayılı Lâkap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun (26 Kasım 1934)
Madde 1- Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi, ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar. Madde 2- Sivil rütbe ve nişanlar ve madalyalar kaldırılmıştır ve bu nişan ve madalyaların kullanılması yasaktır. Harp madalyaları bundan müstesnadır. Türkler, yabancı devlet nişanları da taşıyamazlar. Madde 3- Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere, kara ve havacılarda müşirlere mareşal, birinci ferik, ferik ve livalara general, denizcilerde, birinci ferik, ferik ve livalara amiral denir. General ve amirallerin derecelerini gösteren unvanlarla, deniz müşirleri unvanlarının ve diğer askeri rütbelerin karşılıkları Yüksek Askeri Şura kararı ve İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur. Aynı kanunun 1. ve 3. maddeleri Askeri personeli de kapsamı içine aldığı halde bu gün generaller resmiyette olmasa da bu ünvanı sınıfsal bir aidetlik terimi olarak birlerine karşı kullanmakta ve ulusal basın ile bizzat kullandırmaktadırlar. 1950 ‘e kadar tek parti olarak ülkeyi yöneten bu sınıf tanımladığı; imtiyazsız ve sınıfsız toplumun, muasır devletler düzeyine, devrimler-ilkeler prensipleri ile çıka bilineceğini, oligarşik bir despotizm ile dayatarak, kendi sınıf programını toplumun sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik yapısına kodlayarak yeni ulus-devlet, üniter-devlet yapısı içerisinde kurumsallaştırarak oturtmaya çalışmıştır. 1950-1960 yılları Demokrat Parti dönemi, ülkede ve dünyada gelişen dengelerin değişimi paşakrasi sınıfının çıkarlarını tehlikeye sokmuştur. Beslendiği ve kendini var eden askeri gücü devreye sokarak 27 mayıs müdahalesi ile tekrar iktidara oturmuştur. Kazanılmış haklarını güvence altına alınması içinde yeni bir anayasa yapılmıştır. 1961 anayasasında 205 sayılı özel kanun ile kurulan ve birçok vergiden muaf OYAK bu sınıfın yeni ekonomik ayağını oluşturmaktadır. Bu gün kırk şirketi ile bir çok alanda faaliyet gösteren, yabancı sermaye ortaklı Oyak Holding, Türkiye’ nin en büyük üç şirketinden biridir, birincisidir. Askeri Yargıtay’ ın ulusal yargı ergi içindeki konumu, askeri mali-muhasebenin Sayıştay’ ın denetimi dışında tutulması, Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye niteliğindeki siyaseti tasviye kararları, Andıç, Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı “Lahika-1”, Genel Kurmay’ ın e-muhtıraları, askeri ihtilaller, yargılan(a)mayan darbeciler, hakimleri, savcıları korkutmak için bomba attıranlar, suçüstü yakalananları “iyi çocuklar” ile savunanlar, ifadesi alınamayan ve her çete soruşturmasında adı geçen emekli generaller, savcıları hukuku katlederek görevden aldırtan, anayasal bakımdan dokunulamayan imtiyazlı seçkinler, soylular, efendiler…… Paşakrasi aynı zamanda psikolojik baskıyı da toplumun sivil, siyasi ve kültürel yapısı üzerine uygulayarak sınıfsal yapısını güçlendirmiştir. Yapılan anketlerde, ordu kurumu üzerinden toplumsal güvenilirlik sırasının hep en üst sırasına kendini yerleştirerek varlığını hissettirmektedir. Avrupa aristokrasisi yerini demokrasiye bırakalı yıllar oldu. Bizde ise paşakrasi yerini demokrasiye bırakmaktan yana zorlanıyor. Gelişen dünya düzeni içinde varlığını sürdürme, sınıfının çıkarlarını koruma adına, kendine yeni mevziler ve taktikler geliştirmeye çalışıyor. Ahmet Argun: Eğitim-sen Ankara 2 Nolu Şube
(radikal gazetesinden alıntı)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!