Bu Blogda Ara

13 Nisan 2008 Pazar

MÜSLÜMAN ENTELLEKTÜELLER VE İKTİDAR

Hakkında kapatma davası açılan AK Parti, kapatılır mı, kapatılmaz mı? Bu soruya kestirmeden cevap vermek güç. Ancak kapatılsa da kapatılmasa da, "bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açılmakta olduğu"nu kabul etmemiz mümkün. Dönemin serin kanlı, çok yönlü bir kritiğini yapmakta zaruret var.

3 Kasım 2002 seçimlerinden başlayıp 31 Mart 2008 tarihine kadar süren bu dönemle ilgili benim dikkat çekmek istediğim iki nokta var. Biri, 20. yüzyıl boyunca büyük çabalar ve ağır maliyetlerle oluşan İslami entelektüel birikimin bu iktidar döneminde kendi asli tasavvur ve iddialarından vazgeçip siyasal iktidara ve dolayısıyla devlete eklemlenmesi, yeni bir medeniyet tasavvuru geliştirme kapasitesine sahip Müslüman entelektüellerin bazı vakıflar aracılığıyla iktidar üzerinden Türkiye'nin ulusal politikaları ve hedefleri doğrultusunda fikri mesailerini harcaması; diğeri yine 20. yüzyıl boyunca büyük emekler harcanarak oluşmuş/oluşturulmuş sivil kuruluş ve cemaatlerin yine aynı kaygılar ve iktidarın sunacağı nimetlere kanarak resmi topluma eklemlenmeleri.

Milli Görüş hareketinde ve sonra AK Parti deneyiminde bir durum ortaya çıktı: Öteden beri uzak mesafeden ve lojistik destek anlamında Müslüman aydınlar, Müslüman entelektüeller veya Müslüman yazarlar bu siyasi hareketlere destek verdiler. Bir bakıma siyasetin kültürel zeminini hazırladılar, argümanlarını geliştirdiler, buna bir retorik, bir dil kazandırdılar. Bu sayede Türkiye'deki siyasi Müslümanlık büyük bir miras ve birikim üzerine oturdu. Siyasi İslam bir bakıma bu mirası ve birikimi kullanıyor, onu siyasete tahvil etti. Anadolu'da bir vaiz "Allah" dediği zaman bu bir süre sonra bu siyasete yaramıştır. Türkiye'nin kendine özgü şartlarında bu böyledir. Bunun benzerini başka bir Müslüman ülkede bulmak mümkün değil.

Milli Görüş partileri koalisyon ortağı olarak iktidara geldiklerinde Müslüman aydınlar, devlete yine de mesafeli durdular. 3 Kasım 2002 seçimleriyle AK Parti iktidara geldiğinde durumda köklü bir değişim yaşandı. Bazı vakıflar aracılığıyla, neredeyse belli başlı ne kadar genç ve diri zihin varsa, iktidarla iş tutmaya başladı. Bu tecrübe bize şunu sordurtmalı: Müslüman aydınlar böyle yapmak suretiyle, "halkın organik aydınları" olmaktan çıkıp iktidarın ve elbette "devletin organik aydınları" rolünü benimsemiş olmadılar mı? Aydının, ulemanın, entelektüelin misyonu iktidarla organik ilişkiler içine girmek mi, devlete lojistik destek sağlamak mı, yoksa halkın vicdanı ve aklı konumunda durup eleştirel yaklaşmak mı?

Bu kritik bir sorudur. Aydının tanımında, doğası gereği resmi toplumdan yana olmak vardır. Aydın, tarihsel bir kategori olarak, resmi toplum adına, devlet adına toplumu değiştirme, dönüştürmeyi çok sever.
Ama bu "halkın organik aydınları" dediğimiz Müslüman aydınları –özellikle tırnak içine aldım- "halkın içinden çıkan, halkın desteğiyle ve halkın beslediği insanlar" biraz önce de değindiğimiz gibi çok nadirler, el üstünde de tutulurlar ve başka hiçbir ülkede görmedikleri iltifatı görürler. Burada acaba zaman içinde kulvar değiştirecekler midir? Yani bir yandan Türkiye'nin, bölgenin, dünyanın ve modernliğin sorunlarını tartışıp bu konular üzerinde yoğunlaşarak ama bu arada siyasi iktidarı, -Müslüman kimlikli insanların elinde olsun veya olmasın- belli bir mesafeden sorgulayabilecekler mi? Yol gösterecekler mi? Gerektiğinde de rezervler koyabilecekler mi?

Tabii ki bu sosyal fenomen için hemencecik kesin bir şey söylemek mümkün değil. Türkiye tarihinde böyle bir tecrübeyi yeni yaşıyoruz, ama İran'da bir tecrübe yaşandı, orada kaybeden taraf aydınlar oldu. Belki şu kadarını söylemek mümkün görünmektedir: 2002-2008 arası dönemde AK Parti iktidarı, Müslüman entelektüelleri devletin işleriyle meşgul etmesi ve neredeyse bütün sivil toplum ve cemaatleri iktidar hevesine ve işlerine dahil etmesi bakımından nasıl bir sonuç verdi? Bunun kritiğini yapmamız lazım.


ALİ BULAÇ

KÖRLER VE SAĞIRLAR BİRBİRİNİ AĞIRLAR

İyi insanları kötülerden ayırmaya çalışırken, yanıldığını söylemelerinden hoşlanmıyor ve seni izlemelerinden hoşlanıyorsan, o zaman iyi ile kötü birbirinden ayrılamaz. Özlü ve kısa bir açıklama yaparsak; birçok yaşamın böyle bir gerçekliği barındırdğını göreceğiz. İyi ile kötüyü birbirinden ayırmanın temel formülü ayırıcı özelliklere sahip olmaktır. Ayırıcı ayıklayıcı bir özelliğe sahip olmak için tahammül sınırının zirvesinde oturmak gerekir. Tahammül ve dayanmadan yoksun kişiler, genellikle doğru ile yanlışı birbirine karıştırırlar. Çünkü eleştiriye dayanamadıklarından kolayca doğrudan uzaklaşabilirler. Şunu unutmamak gerekir ki çoğu zaman doğrular, eleştiri merkezinde oturanlardadır. Onaylayanlar sorgulamadan kabullenirler, bu durumda doğruya varmak isteyenler de doğruyu karıştırabilir. Ohalde tahammülden başka çıkar yol yoktur, doğru ile yanlışı birbirinden ayıklamak için…
İnsanın yapısı zayıflıklarla doludur. İnsan övülmekten, pohpohlamaktan hoşlanmasına rağmen, küçücük bir eleştiriyi kabullenmekten de acizdir. Bu zayıf varlığın, bu zaafları hayatından diskalife edilmediği sürece yanlışlar hayatını daima kemirecektir. Yanlışların, övülmekten hoşlanan her insanın hayatına yuva kuracağı muhakkaktır. Çünkü her söylediğinin onaylanmasını isteyen insanların büyüklüğü, söylediklerinin kabul görmesiyle doğru orantılıdır. Bunlar kendi dışındakilerin daima kendisine takılmasını isterler. Bu açıdan onaylanma dışında hiçbir şeyi kabul etmezler. Bu kadar küçük bir beyinle büyük olduğunu sananların tahammul hacmi ne kadar olabilir, tabiki çok küçüktür. Tahammül hacmi çok dar olanların hayatına eleştiri asla uğramaz, uğrarsa orada deprem olur ve her şey birbirine girer.
Toplumsal yaşamın tüm katmanlarında bunları görmek mümkündür. Siyasetçilerden eğitimcilere, eğitimcilerden güvenlik unsurlarına kadar böyle bir mantalite egemendir. Bir siyasetçi etrafına topladığı kalabalığın papağan gibi söylediklerini onaylamasını arzulamaktadır. Şayet siyasi parti içinde aykırı düşünüp, eleştirel bir bakışla var olan yapının sürekli yenilenmesini isteyenler olursa, bir grup kararıyla hemen parti dışına itilir. Yönetimin yanlış uygulamaları, halkın sırtında bir kambur olmaya başladı, çağdaş dünyada her bireyin insanca yaşama haklarının olduğu uygun bir dille anlatılırsa, bölücülük damgalarıyla toplum dışında marjinalliğe itilirsiniz. Patronlarda bunlardan farklı değildir, ya işinden olursun ya da sesini kısacaksın gibi korku şantajlarıyla çalışanlarını sindirirler. Bu örneklerin yaşamının ivme kazandığı bir ortamda, iyi ile kötüyü birbirinden ayıracak yetenekler ne kadar gelişebilir.
Bir eylemin bir düşüncenin onaylanmasına bakarak, kendisinin doğru yaptığına inananlar, kendilerini aldatırlar. Çünkü körler ve sağırlar zaten birbirini ağırlar. Bunların birbirini ağırlaması kimseyi kandırmasın, hakikat körlerin ve sağırların onayının dışından gelen eleştiri oklarının ucunda taşınmaktadır. O oklar beyninize saplanarak acı versede, katlanmayı bilin. Doğru, okların açtığı yaralardan beyne girer. Atalar dost acı söyler derken; çok doğru söylemiştir. Bir eylemi her zaman onaylayanlar asla dost olamazlar, insanların iyisi kişiye dost olur. Dostlar uyanıktır, neyin doğru neyin yanlış olduğunu çekinmeden rahatlıkla söyler ve insana yeni bir bakış kazandırır. Bu bakışlar insanda ayrım yapma özelliğini doğurur. O halde ayrım yapabilecek güce ulaşmayı istiyorsanız, eleştiri oklarının hedefi olmaktan kaçınmayınız.


Yıl:30.03.2004
Saat:12.40—13.50
Kadıköy(F.B.Merkezi)/İst.
(E.KEKEÇ)

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!