Bu Blogda Ara

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Meskenin Ruhu ve İnsanlığın Kaybolan Sükûneti

 


Mesken ve Sekinenin Anlamı

Eskiden evlere “mesken” denirdi.
Mesken, sadece bir barınak değil, içinde sükûn bulunan yerdi.
Mekân, insanın ruhuyla bütünleştiğinde sakinleşmenin mekânına dönüşürdü.
Ev, dört duvar değildi; ev, kalbin de evi olmalıydı.

Kalbin huzuruna da sekine denirdi.
Sekine, ilahi bir sükûnet; insanı korkudan, kaygıdan, tedirginlikten arındıran bir derin huzur hâliydi.
Bir ev, ne kadar büyük ve ihtişamlı olursa olsun, içinde sekine yoksa, o ev aslında bir hapishaneden farksızdı.

Bugün gökdelenler yükseliyor. Her katı güvenlik görevlileriyle, kameralarla, zincirlenmiş kapılarla çevriliyor.
Ama o gökdelenlerin hiçbir katında gerçek huzur yok.
İnsana “güvende olma hissi” vermesi gereken yapılar, aslında “kaygının kalesi” hâline geliyor.

Bu manzarayı görünce insan şunu soruyor:
Neden sade evler, toprak kokulu odalar, küçük bahçeler, eski ahşap kapılar daha huzurluydu da; şimdi devasa beton yığınlarında tedirginlik kol geziyor?
Neden gösteriş arttıkça sekine kayboluyor?

İşte bu sorunun cevabı, modern insanın en derin krizinin kaynağını oluşturuyor.

Sadelik ile Sükûnet Arasındaki İlişki

Sadelik, yalnızca eşyanın azlığı değildir.
Sadelik, ruhun fazlalık yüklerinden arındırılmasıdır.
Bir evin içinde az eşya olabilir ama kalbinde çok anlam vardır.

Gösterişin arttığı yerde huzurun azalması bir tesadüf değildir.
Çünkü ihtişam, her zaman “başkalarına görünme” kaygısı taşır.
İnsan, başkalarına göstermek için yaşadığında, kendi ruhunu unutmaya başlar.

Basit bir sofra düşünelim:
Tahta bir masa, üzerinde birkaç tabak, belki bir çorba, biraz ekmek…
Ama o sofrada samimiyet, paylaşım, tebessüm varsa; o sofra, bir sarayın ziyafetinden daha değerlidir.
Çünkü sekine, altın tabaklarda değil; sevgiyle uzatılan bir parça ekmekte gizlidir.

Modern dünyada insanlar artık gösterişin esiri olmuş durumda.
Küçük evleri yetmeyenler, devasa salonlarda kayboluyor.
Ama ne ilginçtir: Evin metrekaresi büyüdükçe, ruhun sükûneti küçülüyor.

Gösterişin Yükü Modern İnsan ve Kaygı Kültürü

İnsanlık bugün dev binalar, ışıl ışıl şehirler, milyonlarca ürünle dolu mağazalar inşa etti.
Ama aynı insanlık, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar kaygılı ve ruhen yorgun.

Neden mi?
Çünkü insan, ihtiyacından fazlasını sahiplenmeye başladığında, aslında sahip oldukları tarafından sahiplenilir.
Bir insanın ne kadar çok eşyası varsa, aslında o kadar zinciri vardır.

  • Arabası olan, daha iyisini ister.

  • Evi olan, daha büyüğünü hayal eder.

  • Telefonu olan, daha yenisini kovalar.

Ve bu döngü hiç bitmez.
Arzuların kölesi olan insan, hiçbir zaman huzurun efendisi olamaz.

Gösteriş kültürü, aynı zamanda kıyas kültürünü doğurur.
Bir insan, komşusunun evine, arkadaşının arabasına, sosyal medyadaki tanımadığı insanların hayatına bakarak kendi varlığını küçümsemeye başlar.
Böylece iç huzuru yerine sürekli bir “yetmeme” duygusu yaşar.

İhtişamlı gökdelenlerde oturanların her katına güvenlik konulmasının sebebi aslında dışarıdan değil, içeriden gelen bir tehdittir: kendi kaygılarının tehdidi.

Ruhun Bunalımı İnsanlığın Cehenneme Gidişi

Bugün insanlık, hızla kendi elleriyle inşa ettiği bir cehenneme doğru gidiyor.
Bu cehennem, yalnızca savaşlardan, çevre felaketlerinden, açlıktan ibaret değil.
Asıl cehennem, ruhun cehennemidir.

  • İnsanlar birbirine selam vermeyi unuttu.

  • Komşuluk ilişkileri bitti.

  • Aile bağları zayıfladı.

  • Sevgi, sadakat, dostluk gibi kavramlar çıkar hesaplarının gölgesinde kayboldu.

Kalabalıklar içinde yalnız insanlar görüyoruz.
Milyonların yaşadığı şehirlerde, milyonların içsel yalnızlığı yankılanıyor.

Psikolojik rahatsızlıklar, depresyon, anksiyete, intihar oranları tarihin en yüksek seviyelerinde.
Çünkü modern insanın sahip olduğu her şey arttı; ama sekinesi azaldı.

Bu da bize şunu gösteriyor: İnsanı mutlu eden şey eşyalar değil, ruhun sükûnetidir.

Değişim ve Dönüşümün Dinamikleri

Bu ruhsal çöküşün temelinde üç dinamik vardır:

  1. Tüketim Kültürü: İnsan, sürekli tüketmeye programlanıyor. İhtiyaç duymadığı şeyleri bile satın almak zorunda hissediyor. Bu da ruhu sürekli boşaltıyor.

  2. Gösteriş ve Rekabet: Herkes birbirine üstün gelmeye çalışıyor. Daha iyi ev, daha pahalı kıyafet, daha lüks tatil… Ama rekabet arttıkça, insanlar birbirinden uzaklaşıyor.

  3. Manevi Yoksunluk: İnsanın kalbi, sekineye muhtaç. Ancak modern hayat, insanı sadece beden üzerinden tanımlıyor. Ruh unutulduğu için, kalpler açlıktan çırpınıyor.

Sadelik  ve Hakikat

İnsanlığın gidişine bir set çekmek hâlâ mümkün.
Bu set, yeni gökdelenler inşa etmekten değil, yeni kalpler inşa etmekten geçiyor.

  • İnsan, önce kendi içindeki fazlalıkları atmalı.

  • Kalbini sadeleştirmeli.

  • Gösteriş yerine samimiyeti, ihtişam yerine sadeliği tercih etmeli.

Gerçek mutluluk, daha fazlasına sahip olmakta değil, daha azıyla huzur bulabilmektedir.

Sadelik, insanı özgürleştirir.
Gösterişin zincirlerinden kurtulan kalp, sekineyle buluşur.

İnsanlığa Çağrı

Ey modern dünyanın yorgun insanı!
Gösterişten, ihtişamdan, tüketimden başını kaldır.
Bir ağacın gölgesine otur, bir çocuğun gülüşüne kulak ver, yaşlı bir insanın ellerini tut…
Göreceksin ki, aradığın huzur aslında en sade hâllerde gizli.

Unutma:
Sekine, parayla satın alınmaz.
Mesken, beton duvarlarla değil, kalplerin sevgisiyle inşa edilir.
Ve huzur, başkalarına üstün gelmekte değil, başkalarıyla paylaşmakta bulunur.

Meskenin Yeniden İnşası

Bugün ihtişamlı gökdelenlerimiz var, ama huzurumuz yok.
O hâlde insanlığın görevi, gökdelenler değil, meskenler inşa etmektir.
Mesken, yalnızca ev değil; ruhun da evidir.
Orada sekine vardır.

İnsanı cehennemden kurtaracak olan şey, ne teknolojidir ne de daha fazla gösteriş.
Kurtuluş, kalbin sadeleşmesindedir.

Çünkü insan, ruhen meskensiz kaldığında, dünyanın en yüksek katında bile yalnız ve huzursuz kalır.

Erol Kekeç/13.08.2025/Sancaktepe/İST

17 Ağustos 2025 Pazar

Surun içi Rahmet dışı Azap

 

Ey kardeşim,
Sen hâlâ şeytanı taşladığını sanıyorsun; oysa elindeki taş, Arapların hinliğine, Müslümanların duyarsızlığına, insanlığın sessizliğine değiyor.
Biz, umudun etrafında dönüyoruz; sen ise Kâbe’yi değil, bu halinle ancak şeytanı tavaf ediyorsun.
Senin tavafın, bedeninle kutsal dairenin içinde, ama ruhunla ihanetin merkezinde.

Biz burada bir ekmek uğruna kurşunların altına yürüyoruz.
Bizim bedenimiz toprağa düşerken, o kurşunları taşıyanların senin saflarından çıktığını biliyoruz.
Ve evet, bizimle sizin aranıza bir sur çekildi:
İçeride müminler, dışarıda mücrimler…
Surun içi rahmet, dışı azap…
Bu ayrımı biz yapmadık, hayat yaptı, vicdan yaptı, Rabb’in kelamı yaptı.

Siz, surun dışında kalanlar…
Ne zaman elinizdeki taşları bırakırsınız?
Ne zaman parmağınızı kurşunların tetiğinden çekersiniz?
Ne zaman suskunluğunuzu bozarsınız?
Biz, bu surun içinde kan ve gözyaşıyla abdest alırken, siz hâlâ güvenli şehirlerinizde lüks sofralarınızda oturuyorsunuz.
Bizim namazımız toprağın soğukluğu üzerinde, sizin namazınız halının yumuşaklığında.
Ama Allah’ın terazisi, halının desenine değil, kalbinizin derinliğine bakacak.

Ey Arapların hinliğini görmezden gelen,
Ey Müslümanların duyarsızlığını olağan sayan,
Ey insanlığın sessizliğine ortak olan,
Siz hangi ayetin izindesiniz?
Hangi hadisin ruhunu taşıyorsunuz?
Hangi dua size “sus” dedi?

Bizim atmosferimiz kan kokuyor, sizinki parfüm kokuyor.
Biz gökyüzüne baktığımızda duman görüyoruz, siz mavi göğün altında tatil planı yapıyorsunuz.
Bizim çocuklarımız, gökyüzünde uçurtma değil, savaş uçağı görüyor.
Sizin çocuklarınız, lunaparkta dönüyor.
Ve hâlâ diyorsunuz ki: “Biz aynı ümmetiz.”

Kardeşlik bu mu?
Bir ekmeği paylaşamayan, bir yudum suyu esirgeyen, bir selamı dahi çok gören kardeşlik mi?
Kardeşlik, sizin vitrinlerinizdeki altın bilezikler değil; kardeşlik, bizim kırılmış bileklerimizdeki sabırdır.
Kardeşlik, bizim yıkılmış evlerimizdeki dua, sizin yapmadığınız fedakârlıkta ölçülür.

Ey sessiz kalanlar…
Suskunluğunuzla zulmü kutsuyorsunuz.
Gözünüzü kapatarak mazlumu değil, zalimi koruyorsunuz.
Ve bilin ki, suskunluk da dildir; bazen en gürültülü ihanettir.

Bugün surun içinde olan biziz, yarın surun dışında kalan siz olacaksınız.
Rahmetten azaba geçiş bir nefes kadar hızlıdır.
O gün geldiğinde, hiçbirinizin mazereti kabul edilmeyecek.
Çünkü biz bugün, sizin de kulaklarınıza ulaşan çığlığı atıyoruz.
Ve eğer o çığlığı şimdi duymazsanız, yarın sizi uyandıracak olan tek ses, azabın uğultusu olacak.

O yüzden, hâlâ fırsatınız varken dönün.
Hâlâ nefesiniz varken taşınızı bırakın.
Hâlâ zamanınız varken surun içine, rahmetin yanına geçin.
Çünkü biz hâlâ umudun etrafında dönüyoruz.
Ve biz hâlâ biliyoruz ki, Allah’ın rahmeti, tövbe eden için son nefeste bile kapalı değil.

Ama unutmayın…
Bu son çağrıdır.
Siz ya rahmete yürürsünüz, ya da kendi ellerinizle azabınızı inşa edersiniz.

Bahadır Hataylı/15.08.2025/Sancaktepe/İST

16 Ağustos 2025 Cumartesi

O Gün Gelmeden Önce Uyanın!

     

  “Hüküm ve ayırım gününe!

Hüküm ve ayırım gününü sen ne bileceksin!
O gün vay yalanlayanların hâline!
Biz öncekileri helâk etmedik mi?
Sonra arkadan gelenleri de onların peşine takacağız.
Biz suçlulara işte böyle yaparız.
O gün vay yalanlayanların hâline!”
(Mürselât 13–19)

Hüküm Günü Kaçacak Yer Olmayan An

O gün, ne diplomatik dokunulmazlık işe yarar, ne banka kasalarının şifreleri, ne de medya manşetleri.
Gökyüzü yarılır, dağlar savrulur, yeryüzü bütün yükünü kusar.
Ve işte o an, “Hüküm ve Ayırım Günü” gelir.

O gün, zalim ile mazlum, kirli ile temiz, sahte ile hakiki ayrılır.
Ve hiçbir güç, zalimi mazlumun karşısında kurtaramaz.

Geçmişin Helak Olanları

Nuh’un kavmi sulara gömüldü.
Âd kavmi rüzgârla savruldu.
Semûd, yıldırımların altında yok oldu.
Lût’un halkı yerle bir edildi.
Karun, hazineleriyle birlikte yerin dibine geçti.

Onların hepsi, hakikati yalanladıkları için helâk oldular.
Ve bugün… modern binalarınız, gökdelenleriniz, roketleriniz, yapay zekâlarınız sizi onlardan daha güvenli yapmaz.

Bugünün Zalimleri

  • Çocukların gözlerinin içine bakarak bombalar yağdıranlar…

  • Bir lokma ekmek uğruna saatlerce çalışan ellerin hakkını gasbeden patronlar…

  • Servetlerini korumak için yasaları, medyayı ve dini bile satın alan düzen sahipleri…

  • Dünyanın nimetlerini, Allah’ın tüm kullarına ait olduğu halde, sanki kendi mirasıymış gibi saklayanlar…

Siz de aynen öncekiler gibisiniz.
Aradaki fark sadece kullandığınız araçlar.
Ama hükmün gelmesi açısından hiçbir fark yok.

İnkârın Sonu

Siz bu günü “uzak” sanıyorsunuz.
Oysa hüküm günü yaklaşmakta.
İnkâr ettikçe, zulmünüzü normalleştirdikçe, kendinizi o günü yalanlayanların safında buluyorsunuz.
Ve Allah buyuruyor:

“Biz suçlulara işte böyle yaparız.”

O gün, her şey tersine dönecek:
Mazlum, başını dik tutacak; zalim, yerin dibine bakacak.
Dünya boyunca susturulanlar konuşacak; siz ise susmaya zorlanacaksınız.
Topladığınız mallar, kazandığınız kanlı servet, şahitlik yapacak: “Bu, mazlumun hakkıydı!”

Son Çağrı

Ey insan!
Ölmeden önce uyan.
Çünkü bu çağrı, yalnızca zalimlere değil, zulme sessiz kalanlara da yapılmıştır.
O gün geldiğinde, “Bilmiyordum” deme hakkınız olmayacak.
Bugün duyduğunuz bu sözler, yarın mahşerde üzerinize delil olarak dikilecek.

Ve şunu unutmayın:

“O gün vay yalanlayanların hâline!”
O hâl, öyle bir hâl ki, geri dönüş yok.

Bahadır Hataylı/15.08.2025/Sancaktepe/İST 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!