Bu Blogda Ara

15 Mart 2025 Cumartesi

Korku Siyaseti ve Hipnoz Edilen Toplum

Türkiye'de devlet ve ülke kavramları sıklıkla birbirine karıştırılan ancak aslında farklı anlamlar taşıyan iki önemli unsurdur. Ülke, sınırları belirlenmiş bir coğrafi alan ve üzerinde yaşayan halkı ifade ederken; devlet, o ülke üzerinde hüküm süren yönetim mekanizmasını temsil eder. Türkiye Cumhuriyeti, bir devlet olarak belli bir ideoloji doğrultusunda şekillendirilmiş ve zaman içinde bu ideolojiyi sürdüren bir sistem inşa edilmiştir. Ancak bu sistemin halkın tamamını kucaklayıp kucaklamadığı ya da belirli bir zümrenin çıkarlarına mı hizmet ettiği tartışmalı bir konudur.

Türkiye'deki siyasal yapı, özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra Kemalist ideolojinin temel alındığı bir sistem olarak inşa edilmiştir. O günden bu yana iktidara gelen her parti, parti adı ve ideolojisi ne olursa olsun, bu sistemin içinde hareket etmek zorunda kalmıştır. Kimi partiler bu yapıyı tamamen benimserken, kimileri belirli eleştiriler getirmiş ancak köklü bir değişim gerçekleştirememiştir. Bugün Türkiye’de siyasi partiler, görünüşte farklı politikalar sunsalar da, esasen belirli bir çerçevenin dışına çıkmamaktadırlar.

Başkanlık sistemine geçiş süreci ile birlikte, siyasi kamplaşma daha da belirgin hale gelmiş ve halk iki ana kutba ayrılmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve iktidardaki AK Parti, Kemalist bir partinin iktidara gelmesi durumunda halkın mağdur edileceği korkusunu sürekli diri tutarak seçmen kitlesini konsolide etmektedir. Bu korku, geçmişte yaşanan olaylar üzerinden güncellenerek hatırlatılmakta ve böylece iktidarın sürdürülebilirliği sağlanmaktadır. Ancak bu noktada şu kritik soruyu ortaya çıkmaktadır: Erdoğan, 25 yıldır iktidarda olduğu halde, bu korkuları bertaraf etmek adına ne gibi yapısal değişiklikler yapmıştır? Görünen o ki, bu konuda kalıcı bir çözüm yerine, sürekli olarak bu korkuların kullanılması tercih edilmiştir.

Bu siyasi sistemin en büyük handikaplarından biri, toplumun sürekli olarak korkular üzerinden yönetilmesidir. Her iki taraf da kendi kitlesini, karşı tarafın iktidara gelmesi durumunda yaşanabilecek olumsuzluklarla tehdit etmektedir. Örneğin, muhalefetin önemli isimlerinden biri olan Ekrem İmamoğlu, iktidarın devam etmesi durumunda insanların mallarına el konulacağı yönünde açıklamalar yaparken, Erdoğan ve ekibi de geçmişten örnekler vererek muhalefetin iktidara gelmesi durumunda dindar kesimlerin baskı göreceğini iddia etmektedir. Bu tür söylemler, toplumun ortak akıl ile hareket etmesini engellemekte ve sadece korkular üzerinden oy kullanmasına neden olmaktadır.

Toplumun hipnotize edilmesinin temel sebeplerinden biri, sürekli olarak belli bir anlatının tekrar edilerek insanların bilinçaltına işlenmesidir. Medya, eğitim sistemi ve devlet mekanizması, belirli bir algıyı pekiştirmek üzere dizayn edildiğinde, halkın büyük çoğunluğu olayları sorgulama yetisini kaybetmektedir. İnsanlar, kendi çıkarlarına doğrudan dokunan konularda bile, korkularına dayalı reflekslerle hareket etmektedirler.

Peki, bu sistemin kırılması ve toplumun uyanması nasıl sağlanabilir? Öncelikle bireylerin, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, liderlerin ve partilerin aslında kendi çıkarlarını gözettiğini anlaması gerekmektedir. Halkın, sürekli olarak korku politikalarına maruz bırakıldığı ve bu politikalar sayesinde yönlendirilerek belli bir kutbun içinde tutulduğu açıktır. Oysa çözüm, bireylerin bilinçlenmesi ve siyasi kararlarını duygusal reflekslerle değil, akıl ve mantık çerçevesinde vermesidir.

Türkiye’de mevcut siyasi düzen, belirli bir kesimin menfaatlerini koruyarak sürekliliğini sağlamaktadır. Halkın gerçek özgürlüğe kavuşması için, bu tür ayak oyunlarını fark etmesi ve bunlara karşı direnç geliştirmesi şarttır. Ancak bu, yalnızca bir kesimin değil, toplumun tamamının bilinçlenmesiyle mümkün olacaktır. Siyasetçilerin birbirlerine karşı yaptıkları suçlamalar, halkın dikkatini gerçek meselelerden uzaklaştırmaktadır. Oysa önemli olan, bireylerin bu oyunları görerek alternatif çözümler üretebilmesidir.

Sonuç olarak, Türkiye’de siyasi düzenin temel problemi, sistemin sürekli olarak halkın korkularını kullanarak iktidarını sürdürmesi ve halkın da bu korkulara teslim olmasıdır. Ancak, bu bir kader değildir. Bireylerin kendilerini bu tür manipülasyonlardan koruyabilmesi için bilinçli hareket eden, olayları sorgulayan ve gerçeği arayan bir toplum inşa edilmelidir. Türkiye’nin geleceği, halkın hipnotize edilip edilmemesine değil, bu hipnozdan ne zaman ve nasıl uyanacağına bağlıdır. Gerçek özgürlük ve bağımsızlık, bireylerin bu farkındalığa ulaşması ve politik bilinçlerini güçlendirmesiyle mümkün olacaktır.

Bahadır Hataylı/21.12.2024/Namazgah/İST

14 Mart 2025 Cuma

Toplumsal Normlar Bireysel Özgürlükler ve Mahremiyet Üzerine Sosyolojik Bir Analiz

 


Toplum, bireylerin bir arada yaşadığı ve ortak normlar, değerler ve kurallar çerçevesinde hareket ettiği bir yapıdır. Bu yapı, tarih boyunca değişim göstermiş, farklı dönemlerde farklı ahlaki ve etik anlayışlar ortaya çıkmıştır. Günümüzde bireysel özgürlükler, mahremiyet ve toplumsal normlar arasındaki denge yeniden tartışılmaktadır. Özellikle giyim ve bedenin kamusal alandaki temsili, farklı kültürlerde farklı şekillerde algılanmaktadır. Bu yazıda, toplumların ahlaki normları ve bireysel özgürlükleri nasıl şekillendirdiği üzerine sosyolojik bir analiz yapacağım.

Toplum ve Ahlaki Normlar

Toplumda ahlaki normlar, genellikle ortak değerlerden, dinî inançlardan ve kültürel geleneklerden beslenir. Kimi toplumlarda muhafazakâr değerler baskınken, kimilerinde daha serbest normlar benimsenmiştir. Tarih boyunca giyim, toplumların ahlaki normlarıyla doğrudan ilişkilendirilmiş, çıplaklık veya mahremiyet kavramları belli çerçeveler içinde değerlendirilmiştir.

Örneğin, Viktorya dönemi İngiltere’sinde kadınların bedenlerini büyük ölçüde örten kıyafetler giymesi norm haline gelmişken, antik Yunan’da çıplaklık spor ve sanatın doğal bir parçası olarak görülmüştür. Benzer şekilde, İslam kültürlerinde örtünme, dini bir yükümlülük ve ahlaki bir norm olarak benimsenirken, Batı'daki bazı modern toplumlarda bireysel tercihler ön plana çıkmaktadır.

Ancak, modern dünyada bireyselleşme süreciyle birlikte, ahlaki normlar yerini daha subjektif değerlendirmelere bırakmaktadır. Kimi bireyler toplumsal normlara uyarken, kimileri de bunlara karşı çıkmakta ve özgün kimliklerini oluşturmayı tercih etmektedir.

Türkiye’de Toplumsal Değişim ve Mahremiyet Algısı

Türkiye, Doğu ve Batı kültürlerinin kesiştiği bir ülke olarak toplumsal normlar açısından sürekli bir değişim içerisindedir. Geleneksel değerlere sahip muhafazakâr kesimler ile daha özgürlükçü bireyler arasında zaman zaman çatışmalar yaşanmaktadır. Özellikle son yıllarda sosyal medya, popüler kültür ve küreselleşmenin etkisiyle mahremiyet ve bireysel özgürlükler konusunda ciddi değişimler meydana gelmiştir.

Bir zamanlar aile yapısının ve mahremiyetin ön planda olduğu Türkiye’de, bugün sosyal medyanın etkisiyle özel hayatın kamusal alanda sergilenmesi yaygın hale gelmiştir. Eskiden yatak odalarına ait olduğu düşünülen özel görüntüler, TikTok, Instagram gibi platformlar aracılığıyla normalleştirilmeye başlanmış, bu da toplumun değer yargılarında büyük bir değişime yol açmıştır. Örneğin, gençler arasında popülerleşen "fenomen kültürü" sayesinde, mahremiyet sınırları giderek daha belirsiz hale gelmiş, özel hayatın ifşa edilmesi adeta bir norm haline gelmiştir.

Türkiye’de Sosyal Medyanın Toplumsal Yapıyı Etkilemesi

Türkiye’de sosyal medyanın hızla yaygınlaşması, bireylerin mahremiyet algısını ciddi şekilde değiştirmiştir. Eskiden sadece bireyin yakın çevresiyle paylaştığı anılar, bugün milyonlarca insanın erişebileceği platformlarda sergilenmektedir. Örneğin, YouTube ve TikTok gibi platformlarda aile içi ilişkilerin, romantik anların veya tartışmaların kamuya açık şekilde paylaşılması, bireysel özgürlüğün sınırlarını aşarak toplumsal değerleri etkilemektedir.

Bunun en büyük örneklerinden biri, fenomen olarak anılan kişilerin paylaşımlarında mahrem alanlarını teşhir etmeleri ve bunun gençler arasında bir "trend" haline gelmesidir. Genç nesiller, beğeni ve takipçi kazanma uğruna sınırları zorlamakta, özel hayatlarını tamamen kamuoyuna açmaktadır. Bunun sonucunda, geleneksel aile yapısının zayıflaması ve mahremiyet kavramının içinin boşaltılması gibi olgular ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal Normların Hızlı Değişimi ve Etkileri

Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan itibaren yaşanan hızlı değişim, bireylerin geleneksel ahlaki normlara bakış açısını da etkilemiştir. Bir zamanlar tabu olan konular, bugün rahatlıkla konuşulabilmekte ve hatta teşvik edilmektedir. Örneğin, televizyon programlarında ve dijital platformlarda mahremiyet sınırlarını aşan içeriklerin artması, toplumun bu tür içeriklere olan duyarlılığını da azaltmaktadır.

Ayrıca, dijital medya platformlarının özgürlüğü teşvik eden yapısı, bireylerin etik sınırları göz ardı etmesine neden olabilmektedir. Örneğin, Türkiye'de yayınlanan bazı realite şovlar ve magazin programları, toplumun değer yargılarını doğrudan etkileyerek mahremiyetin ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Bu tür programlar, bireylerin özel hayatlarını kamuya açmalarını teşvik ederek, geleneksel aile yapısına ve toplumsal değerlere zarar verebilmektedir.

Özgürlük ve Toplumsal Sorumluluk Dengesi

Toplumun huzur içinde varlığını sürdürebilmesi için özgürlüklerin sorumlulukla dengelenmesi gerekir. Kimi bireyler, özgürlük adı altında başkalarını rahatsız edebilecek tavırlar sergileyebilirken, kimi bireyler de toplumsal baskılar nedeniyle özgürlüklerinden feragat edebilir. Burada önemli olan, bireyin kendi özgürlüğünü kullanırken, toplumsal dengeyi nasıl sağladığıdır.

Örneğin, Japonya gibi bazı toplumlarda bireylerin toplumsal düzeni bozabilecek giyim tarzlarından kaçınmaları beklenirken, ABD gibi bireysel hak ve özgürlüklerin ön planda olduğu toplumlarda bireyler kıyafet seçiminde çok daha serbesttir. Ancak her iki toplumda da bireylerin birbirine karşı saygılı olması, toplumsal huzurun korunması açısından önem taşımaktadır.

Sonuç olarak, bireysel özgürlükler ve toplumsal normlar arasındaki ilişki karmaşıktır ve sürekli olarak değişime açıktır. Giyim ve beden algısı, bireyin kendini ifade etme biçimi olabilirken, toplumsal düzeni de doğrudan etkileyebilir. Türkiye özelinde ele alındığında, sosyal medya ve küreselleşmenin etkisiyle mahremiyet kavramının giderek değiştiği ve bireylerin özel hayatlarını kamuya açmalarının normalleştiği gözlemlenmektedir.

Bu süreçte önemli olan, herkesin kendini ifade ederken aynı zamanda toplumsal sorumluluklarını da göz önünde bulundurmasıdır. Özgürlük ve sorumluluk arasındaki denge, daha sağlıklı ve uyumlu bir toplumun inşası için hayati bir unsurdur. Mahremiyetin korunması ve bireysel özgürlüklerin etik çerçevede değerlendirilmesi, gelecekte toplumların daha bilinçli hareket etmesini sağlayacaktır.


Bahadır Hataylı/2025/Sancaktepe/İST

11 Mart 2025 Salı

Böl ve Yönet-Şeytani Plan


(Emperyalizmin Mezhep savaşları üzerinden Halkları kontrol etme Stratejisi)

Orta Doğu, tarih boyunca büyük güçlerin satranç tahtası olmuştur. Burada sınırlar cetvelle çizilmemiştir; kanla, ihanetle, direnişle belirlenmiştir. Bugün Şam’ın düşüşü sonrası yaşananlar da, geçmişte Irak’ta, Lübnan’da ve daha önce Osmanlı’nın çöküşü sürecinde sahnelenen oyunların devamıdır. ABD, İsrail ve Batılı müttefikleri, halkları birbirine düşürerek kendi çıkarlarını güvence altına almanın en etkili yolunun "mezhep savaşı" olduğunu defalarca kanıtlamıştır.

Suriye’de, Irak’ta ve bölgenin diğer parçalarında tanık olduğumuz mezhep savaşları, aslında halkların kendi doğal süreçleriyle gelişmiş çatışmalar değildir. Bunlar, dış müdahalelerle kışkırtılan, istihbarat örgütleri tarafından organize edilen, finansal desteklerle beslenen planlı savaşlardır. Bu yazıda, emperyalizmin mezhep çatışmalarını nasıl bir silah olarak kullandığını, bunun hangi araçlarla sürdürüldüğünü ve bu stratejinin kimlere hizmet ettiğini somut örneklerle ele alacağım.

I. Emperyalizmin Mezhep Silahı-Tarihsel Arka plan

Mezhepçilik, Orta Doğu halklarının genlerinde olan bir düşmanlık değildir. Tarih boyunca Şii ve Sünni Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Araplar, Kürtler ve Türkmenler yan yana yaşamış, hatta aynı safta savaşmıştır. Ancak emperyalizm, bu birliği bozarak kontrolü sağlamak için mezhep ve etnik farklılıkları birer patlayıcı mekanizmaya dönüştürmüştür.

Osmanlı Devleti'nin yıkılışıyla birlikte İngilizler ve Fransızlar, bölgede suni sınırlar çizerek halkları bölme politikasını hayata geçirdiler. Mezhep ayrılıklarını derinleştirmek, azınlıkları yönetimde kullanarak çoğunluğu baskılamak, halklar arasında düşmanlık yaratıp sürekli bir istikrarsızlık ortamı oluşturmak, emperyalizmin “Böl ve Yönet” stratejisinin temel unsurlarıydı.

Bu strateji, 20. yüzyılda İngiltere ve Fransa’nın politikalarıyla şekillenirken, 21. yüzyılda ABD ve İsrail’in eliyle uygulanmaya devam etmektedir. Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da ve Yemen’de yaşanan mezhep savaşları, büyük ölçüde dış güçlerin desteklediği bir kışkırtma sonucunda başlamış ve devam ettirilmiştir.

II. Suriye-Bölgede Emperyalist Planların Son Halkası

Şam’ın düşüşü sonrası yaşananlar, tam anlamıyla bir güç boşluğunun nasıl istismar edildiğinin göstergesidir. Suriye’de iç savaşın başından beri Batı ve İsrail destekli grupların mezhepçiliği körüklediğini biliyoruz. Bunun en bariz örnekleri şunlardır:

1. İsrail’in Suriye’deki Stratejisi: İç Savaşı Sürekli Devam Ettirmek

İsrail’in Orta Doğu politikası, hiçbir zaman barış üzerine kurulmamıştır. İsrail’in güvenliği, çevresindeki Arap devletlerinin sürekli bir iç savaş içinde olmasıyla garanti altına alınmaktadır. Bu nedenle İsrail, Suriye’de iç savaşın devam etmesini istemektedir.

Şam’ın düşüşü sonrası HTŞ’nin İsrail’in sınırına kadar ilerlemesine göz yumması ve hatta sessiz destek vermesi, emperyalizmin nasıl çalıştığını gösteren en net örneklerden biridir. İsrail, Suriye’de kimin iktidara geldiğinden ziyade, Suriye’nin parçalanmasını ve hiçbir zaman güçlü bir devlet olarak yeniden doğmamasını istemektedir.

İsrail’in doğrudan rolü şunlardır:

HTŞ ve diğer radikal unsurlara dolaylı yoldan destek sağlamak,

İran ve Hizbullah hedeflerini bombalayarak mezhep savaşlarını körüklemek,

Batı medyası üzerinden Suriye’deki çatışmaları sürekli olarak mezhep ekseninde göstermek.

2. ABD ve İngiltere’nin Mezhep Kışkırtmaları

ABD’nin bölgedeki varlığı, “Terörle Mücadele” kılıfıyla meşrulaştırılsa da, asıl amacı istikrarsızlık yaratmaktır. ABD, Irak’ta ve Suriye’de yaptığı gibi, önce mezhep savaşlarını kışkırtarak halkları birbirine düşürmüş, sonra da çözüm için askeri müdahalelerde bulunmuştur.

ABD’nin Suriye’deki Mezhep Stratejisi:

DAEŞ ve HTŞ gibi grupları sahaya sürerek Sünni-Şii savaşlarını kışkırtmak,

Kürt grupları destekleyerek Arap-Kürt düşmanlığını beslemek,

Suriye hükümetini İran ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle sürekli tehdit etmek.

3. Körfez Ülkelerinin Rolü-Parayla Satın Alınan Savaş

Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, BAE, Katar), Batı’nın Orta Doğu’daki taşeronları olarak mezhep savaşlarının finansörlüğünü üstlenmiştir. Suudi Arabistan’ın Vahhabi ideolojisini yaymak için bölgedeki Sünni aşiretleri silahlandırması, Katar’ın bazı radikal grupları fonlaması, İran’la olan rekabetin bir yansımasıdır.

Körfez Ülkelerinin Desteklediği Stratejiler:

Aşiretler üzerinden Sünni-Şii ayrımını derinleştirmek,

Selefi gruplara finans sağlamak,

Suriye ve Irak’ta İran’a karşı vekalet savaşı yürütmek.

III. Mezhep Savaşları Küresel Emperyalizmin Anahtarı 

Tarih boyunca emperyalist güçler, halkları birbirine düşürerek yönetmeyi tercih etmiştir. Suriye’de yaşananlar da bu stratejinin devamıdır. ABD ve İsrail, bölgede asla güçlü bir Arap birliği istememektedir. Çünkü güçlü bir Arap dünyası, İsrail’in ve Batı’nın çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturacaktır.

Irak’ta, 2003’te ABD işgali sonrası yaşanan mezhep savaşlarının aynısı bugün Suriye’de sahnelenmektedir. ABD ve İsrail’in, Şii-Sünni çatışmalarını körükleyerek bölgedeki halkları birbirine düşürmesi tesadüf değildir.

Örnekler:

1. Irak’ta Camii Bombalamaları

2003 sonrası Şii ve Sünniler birlikte ABD’ye karşı gösteriler düzenlerken, Şii camilerinde bombalamalar başladı.

Bu saldırılar, mezhep savaşlarının başlamasını sağladı.

2. Suriye’de Alevilere Yönelik Katliamlar

Şam’ın düşüşünden sonra Alevilere yönelik saldırılar başladı.

Amaç, Sünni halkı Alevilere düşman etmek ve bir iç savaş yaratmaktı.

 Mezhepçiliğe Karşı Gerçek Direniş 

Emperyalizm, halkları dini ve etnik kimlikleri üzerinden bölerek zayıflatmayı amaçlamaktadır. Bu oyunları bozmanın tek yolu, halkların birlik olması ve emperyalizmin kışkırtmalarına karşı bilinçlenmesidir.

Mezhep savaşlarının kazananı hiçbir zaman halklar olmaz; kazanan daima emperyalizmdir. Suriye’de, Irak’ta ve Orta Doğu’nun tamamında barış ve istikrar ancak mezhep çatışmalarına karşı ortak bir bilinç geliştirilerek sağlanabilir.

 Uyanık Olalım, Oyuna Gelmeyelim

Tarih boyunca emperyalist güçler, bölgeleri sömürmek ve kendi çıkarlarına hizmet eden düzenleri kurmak için toplumsal fay hatlarını kaşımaktan geri durmadılar. Bugün Hatay'da ve bölgenin geneline yayılmak istenen provokasyonlar da aynı senaryonun farklı bir perdesidir. Bu girişimler sadece spontane çıkan olaylar değil, aksine uzun süredir planlanan ve hedefleri bölgeyi çatışma ortamına sürüklemek olan şeytanı oyunlardır. Çünkü Hatay, sadece coğrafi bir bölge değil, aynı zamanda tarih boyunca bir arada yaşamın, kardeşliğin ve farklılıkların uyumunun önemli bir simgesi olmuştur. Ancak, bu farklılıkları bir ayrılık ve kaos aracı olarak kullanmak isteyen Siyonizm ve onun görünmeyen elleri, bölgede kargaşa çıkarmak adına büyük bir oyun içindedir.

Hatay'ın kritik konumu ve tarihi mirası, emperyalist güçlerin her zaman ilgisini çekmiştir. Bilhassa Siyonist projeler açısından Hatay, Ege'den Mezopotamya'ya kadar uzanan büyük bir planın son kalelerinden biri olarak görülmektedir. Bu nedenle, bölgede huzurun sarsılması ve halklar arasında fitne tohumları ekilmesi için sistematik bir çaba gösterilmektedir. Hatay’ın dinî ve etnik farklılıkları bahane edilerek tahrikler yapılmakta, Lazkiye ve kırsal bölgelerinde bölgesel çatışmaları tetikleyerek, şehir halkını çığırından çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu planların amacı, Hatay’ın toplumsal dengesini bozmaktan öte, tüm Türkiye’yi derinden sarsacak bir kaos oluşturmaktır.

Bu noktada, bölge halkına ve tüm Türkiye’ye büyük bir sorumluluk düşmektedir. Herkes bilmelidir ki, çıkan olaylar salt bir protesto veya sözde demokratik taleplerin dile getirildiği masum eylemler değildir. Arkasında büyük bir strateji vardır ve bu strateji, insanın özgür iradesini manipüle eden derin hesapları içermektedir. Hiçbir öldürmenin tarafı değiliz ve haksızlığı asla savunmuyoruz. Ancak, bu olayları kimin organize ettiğini ve hangi emellere hizmet ettiğini iyi anlamak zorundayız. Siyonizm'in bölgede kargaşa çıkartmak ve Türkiye’yi çökertmek için uyguladığı bu oyunlara karşı gözümüzü açmalı, millet olarak birliğimizi bozmadan hareket etmeliyiz.

Özellikle siyasi partilere de büyük bir sorumluluk düşmektedir. Hiçbir parti, Hatay’daki bu olayları kendi ideolojileri veya seçim stratejileri için kullanmamalıdır. Halkın birliğini bozacak her türlü siyasi manipülasyondan kaçınılmalıdır. Çünkü Hatay, herhangi bir partinin seçim kampanyasından öte, bütün bir milletin geleceğini ilgilendiren bir konudur. Seçimler gelir geçer, ancak toplumsal huzurun bir kez bozulması, onarılamaz yaralar açar. Bu nedenle, Hatay’daki halkımız bu oyunlara gelmemeli, nifak tohumlarını besleyen değil, yangına su döken olmalıdır.

Bölgenin, mezhepçilik üzerinden bölünmeye çalışıldığını, bu ayrışmanın bütün Ortadoğu’da nasıl bir kan dökülmesine sebep olduğunu gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Irak, Suriye ve Yemen gibi bölgelerde başlayan ve halkı mezhepler temelinde birbirine düşman eden oyunların aynısını Hatay’da da sahnelemek isteyenlere karşı, birlik ve beraberlik içinde olmamız şarttır. Aksi halde, kardeş kanını akıtmak için sırtlan gibi bekleyenlerin tuzağına düşeriz.

Bu nedenle, tüm hemşerilerimize çağrımızdır: Fitneye, provokasyona ve emperyalist güçlerin oyunlarına gelmeyelim. Hangi görüşte olursak olalım, hangi kimlikten gelirsek gelelim, en önemli şeyin birliğimiz ve huzurumuz olduğunu unutmayalım. Siyonizm'in emellerini kursağında bırakacak en büyük silah, halkın sağduyu, kardeşliği ve dirayetidir. Uyanık olalım ve direnişimizi insani temeller üzerinden, akıl ve vicdanla verelim.

Erol Kekeç/10.03.2025/Namazgah-Çamlıca/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!