Bu Blogda Ara

17 Şubat 2025 Pazartesi

Bir Çelişkinin Anatomisi

Gerçekleri Saklamadan Konuşalım,

Arkadaşlar, artık çarşafı biraz açmanın vakti geldi. İcra makamında olan yöneticiler, bize nasihat etmek cüretini nereden buluyorlar? Onların görevi, insanların hayatını kolaylaştırmak, mutlu ve huzurlu yaşamlar sürmelerini sağlamak, adaletli ve dürüst uygulamalarla topluma hizmet etmek olmalı. Ancak, bugün bulunduğumuz bu ülke düzeninde işler tam tersine işliyor. Bizlere “ahlaksızlık, rüşvet, yolsuzluk, fuhuş, pahalılık” gibi kavramları kınayıp, “faiz haramdır, hırsızlık çirkin” deyip dururken; onlar, paranın peşinden koşan, devlet garantili sistemlerin kurbanı olmuş ve bu sistemlere körü körüne bağlı yöneticiler haline gelmiş durumdalar. Artık bu çelişkili, yüzeysel nasihatlerin ötesine geçmek, gerçeği ortaya koymak gerekiyor.

Yöneticilerin Çifte Standartları ve Nasihatlerinin İkilemi

Düşünün ki, bir yönetici, halka “faiz kötü, ahlaksızlık kötüdür” derken, kendi menfaatleri için faizden yararlanıyor, devlet garantili sistemlere el atıyor. Bizim toplumda görevli olan bazı yetkililer, insanları faize, rüşvete, yolsuzluğa karşı koruyacaklarını iddia ederken, kendi elleriyle bu sisteme hizmet eden yapıları desteklemekte, devletten aldıkları imkanları kendi çıkarlarına dönüştürmektedir. Bu durum, o nasihatlerin içindeki çelişkiyi gözler önüne seriyor. Yöneticilerin bize “insanlar ahlaksızlık yapmasın, dürüst olsun” dedikleri sırada, arka planda onlardan beklenen hizmetleri vermek yerine, kendi menfaatlerini gözeten, görevinin aslına aykırı uygulamalar yapılmaktadır.

Ne söylemek isterim? Biz, yaşadığımız bu çıkmazın, bu ahlaksızlık yumağının, yöneticilerin kendilerini “usta” olarak görüp halkı kandırmalarına artık göz açtırmamalıyız. Çünkü önemli olan, sözlerin değil, eylemlerin tutarlılığıdır. Bir yönetici, halkın yaşamını düzene koyacak, adaleti sağlayacak, şeffaflığı tesis edecekse; önce kendi evinde, kendi işinde bunu uygulamalı, sonra başkalarına nasihat etmelidir.

Hepimiz biliyoruz ki, sözde ve laf kalabalığında “ahlak” dedikleri bir yerden geçmiyor. Eğer bir yönetici, “faiz haram, ahlaksızlık kötüdür” diyorsa, bu sözlerin peşinde kendi yaşam tarzı, ekonomi politikaları ve uygulamaları arasında kesin bir uyum aramalıyız. Ne yazık ki, ülkemizde bu uyumdan çok uzak durumdayız. Halkın yararına olması gereken icra işlemleri, adaletli hizmetler, toplumun çıkarlarına yönelik projeler yerine; bazı yöneticiler, kendilerine verilen geniş yetkileri kötüye kullanıyor, kendi çıkarlarını ön plana çıkarıyor.

Bunu şöyle düşünün: Bir bakanın “Biz işimizi yapıyoruz, siz arkamızdan hukuken bizi destekler, gerekli düzeltmeleri yaparsınız” demesi, adalet ve hukukun sağlanmasında ne kadar çelişkili bir yaklaşımdır? Çünkü o bakan, aslında uygulamada kendisi hatalı işler yaparken, eleştirileri başka yerlere yıkmaya çalışıyor. Böyle bir yönetim anlayışında, “doğru” ile “yanlış” arasındaki çizgi bulanıklaşıyor; yöneticiler, sözde ahlaklılıkla halka hitap ederken, arka planda aynı suçların ve hataların işlenmesine müsaade ediliyor.

Faiz Meselesi-Konuşulanla Yapılanın Çelişkisi

Arkadaşlar, faiz konusu aslında tarihsel olarak da hep tartışılan, farklı din ve kültürlerde ele alınan bir konudur. Ancak şu noktaya dikkat çekmek istiyorum: Faiz, tarihin zirvesini yaşamaya devam ediyor. İnsanların elindeki paraları faiz kurumlarına yatırıp, oradan yüksek faiz gelirleri elde etmek, devlet garantili bir sistemle destekleniyor. Yani, devletin vaaz ettiği “faiz haram, adaletsizlik kötüdür” sözleri ile devletin kendi politikaları arasında uçurumu görmekteyiz.

Düşünün ki, devlet garantili sistemler, hastaneler, okullar, yollar, köprüler, havaalanları gibi hayati öneme sahip altyapı yatırımları için kullanılıyor. Ancak bu yatırımların finansmanında faize dayalı sistemler, hem toplumun ekonomik refahını tehlikeye atıyor hem de ahlaki bir çelişki yaratıyor. Çünkü yöneticiler, halka “faiz kötü, adaletsizlik kötüdür” deyip dururken; kendi çıkarları için, devletin garantilediği sistemlere güveniyor, bu sistemlerle kazanıyorlar. Böyle bir çelişki, halkın hem güvenini zedeliyor hem de toplumda adaletin, dürüstlüğün yerini, paranın ve güç oyunlarının almasına neden oluyor.

Faiz sistemi, aslında sadece ekonomik bir mesele değildir; aynı zamanda sosyal yapıyı da derinden etkiler. İnsanlar, ellerindeki parayı faiz kurumlarına yatırıp, yüksek getiri beklentisiyle hareket ettikçe, toplumda adaletsizlik, eşitsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar derinleşir. Devlet garantili faiz uygulamaları, sadece bireysel kazançları değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da zedeler. Çünkü, hepimiz biliyoruz ki; zenginlik, güç ve ayrıcalık sahibi olan kesimler, faize dayalı sistemlerden orantısız şekilde yararlanırken, sıradan vatandaşlar bu sistemin kurbanı konumuna düşer.

Halkın yararına olması gereken politikaların, öncelikle adaletli, eşitlikçi ve şeffaf şekilde yürütülmesi gerekirken; faiz sistemi, ekonomik çıkarların, güç odaklı politikaların ve yöneticilerin kendi menfaatlerini koruma çabasının aracı haline gelmiştir. Bu durum, hem ekonomik hem de sosyal anlamda büyük bir çelişki yaratmaktadır. Çünkü devlet, halkın yararına hizmet etmekle yükümlüyken, kendi çıkarlarını koruyan uygulamaları ön plana çıkarıyor, bu çelişki de toplumun genel refahını baltalıyor.

Yöneticilerin Uygulamadaki İkilemi-Söz ve İş Arasındaki Uçurum

Artık hepimiz farkındayız ki; nasihat verenlerin sözleri ile eylemleri arasındaki fark gözle görülür boyutlarda. İcra makamında olan bazı yöneticiler, halka “ahlaksızlık, rüşvet, yolsuzluk, fuhuş” gibi konularda sürekli uyarılarda bulunurken; kendileri adeta bu kuralları hiçe sayan uygulamalar yürütüyor. Örneğin, bir yandan halkı faize, yolsuzluğa ve haksızlığa karşı uyarmaya çalışırken; diğer yandan devlet garantili projelerle, faiz gelirleriyle, büyük meblağlarla beslenen bir sistemin parçası haline geliyorlar. Bu durum, sözde ahlakı ve gerçek uygulamayı birbirinden tamamen ayırıyor.

Gerçek şu ki; sözler basit, uygulamalar ise karmaşık. Yöneticiler, yüksek meblağlı bütçeler, devletten aldıkları destekler ve kendi güçlerini kullanarak, halkın acı çektiği noktaları asgari düzeyde tutmaya çalışmak yerine, kendi konumlarını koruma altına alıyor. "Adalet" ve "hakkaniyet" gibi kavramları savunmaları, sadece diksiyon, dil gösterisi ve medyada yer almak için söylenen sözlerden ibaret oluyor. Çünkü ne yazık ki; uygulamada yaptıkları, halkın yaşamını düzene koymaktan çok, kendi çıkarlarını maksimize etmeye yönelik oluyor.

Gerçeği Söylemekten Çekinmeyin

Artık, yöneticilerin bu ikiyüzlülüğü, toplum tarafından daha fazla kabul görmeyecek. Biz, adil, dürüst, halkın acısını, çektiği yaraları bilen ve yaşayan yöneticiler istiyoruz. Her gün tekrarlanan, aynı kaset sesi gibi duyduğumuz "faiz haram, ahlaksızlık kötüdür" söylemleri, aslında uygulamada tam tersinin yapıldığını gösteriyor. Eğer 24 saat boyunca bu tür nasihatleri dinlemek, bize fayda sağlayacaksa, o zaman 24 saat boyunca aynı çelişkili uygulamalara maruz kalmak, toplumun geleceğine zarar verecektir.

Siz de düşünün: Toplumun çektiği acıyı, haksızlığı ve adaletsizliği yaşayan, bu acıları derinlemesine hisseden, gerçek sorunlarla mücadele eden yöneticileri dinlemek, nasihatlerini kulağa hoş gelen fakat gerçekte halkı mağdur edenleri dinlemek, size ne fayda verecek? İster dinleyin, ister dinlemeyin; önemli olan, yöneticilerimizin gerçekten halkın yanında olup olmadığını, yaşadıkları sorunları çözüme kavuşturacak icraatlar yapıp yapmadıklarını sorgulamaktır.

Devlet Garantili Sistemler-Halkın Hizmet Aracı mı, Yöneticinin Oyuncağı mı?

Bir diğer çarpıcı konu ise devlet garantili sistemlerin, faiz kurumlarının devlet güvencesi altında faaliyet göstermesi. Yöneticiler, bize sürekli faiz karşıtı söylemler verirken, aynı zamanda devletin garantilediği faizli sistemlerden, bankacılık sektöründen büyük gelirler elde ediyor. Hastane, okul, yol, köprü, havaalanı gibi altyapı yatırımlarının finansmanında kullanılan bu sistem, aslında halkın yararına bir hizmet aracı olarak sunuluyor; fakat aynı zamanda, bu sistemlere yatırım yapanların kazançlarıyla yöneticilerin çıkarları da kesişiyor.

Burada bir paradoks mevcut: Devlet, halkın hizmetine sunulması gereken projeleri, faiz garantili mekanizmalar aracılığıyla finanse ederken, bu sistemler hem ekonomik hem de etik açıdan tartışma konusu oluyor. Çünkü; faiz, dini ve ahlaki değerlere aykırı olduğu kadar, toplumsal eşitsizlikleri de derinleştiriyor. Yöneticiler, bu sistemler sayesinde hem ekonomik güce ulaşabiliyor hem de devleti, kendi çıkarlarını koruma aracına dönüştürebiliyorlar.

Bu noktada en önemli soru şu: Devletin amacı, toplumun refahını sağlamak değil de, yöneticilerin kendi menfaatlerini korumak haline gelmişse, bu hangi noktada kabul edilebilir? Biz, gerçekten halkın yaşamını kolaylaştıran, adaleti tesis eden, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim istiyoruz. Ancak bugün, birçok uygulamada görüyoruz ki; yöneticiler, toplumun yararını iddia ettikleri sistemlerde, kendi çıkarlarını maksimize etme peşindeler.

Halkın elindeki paraların, devlet garantili faiz sistemlerine yatırılarak yüksek kazanç elde edilmesi, o paraların toplumun hizmetinde kullanılmasından çok, ekonomik çarpıklıklara ve eşitsizliklere yol açıyor. İşte bu yüzden, yöneticilerin "biz adaletli ve ahlaklıyız" deyip, toplumu kandırmaya çalıştığı söylemleri, gerçeğin tam tersini ortaya koyuyor.

Hukuk ve Adaletin Yerleştirilmesi

Geçmişte bir İçişleri Bakanı’nın “Biz işimizi yapıyoruz, siz arkamızdan hukukun desteğini sağlarsınız” şeklindeki ifadeleri, hukukun ve adaletin sağlanmasında ne kadar çarpık bir anlayışın hâkim olduğunu ortaya koyuyor. Hukuk, toplumun en temel değerlerinden biridir; ancak ne yazık ki, günümüzde birçok yönetici, hukuku kendi çıkarlarına hizmet eden, istek ve ihtiyaçlarına göre şekillendirmeye çalışıyor. Bu durum, adaletin yerleştirilmesi adına büyük bir problem teşkil ediyor. Çünkü hukukun gerçek anlamda işlemesi, yalnızca sözde kalmamalı, uygulamada da herkes için eşit ve adil olmalıdır.

Biz, yöneticilerin hukuka bağlılık gösterip, halkın yararına icraatlar yapmalarını istiyoruz. Ancak gerçek şu ki; yöneticiler, hukuk normlarını kendi lehlerine uydurmaya çalışırken, eleştirileri ve sorumluluklarını görmezden geliyorlar. Bu durum, toplumun adalet duygusunu ve hukuka olan inancını zedeliyor. Herkesin eceli vardır, herkes hatalıdır; fakat toplum, hatalarını kabul eden, adaletin sağlanması için çaba gösteren yöneticilere ihtiyaç duyar. Aksi halde, her şey kandırma taktikleri, yalancı nasihatler ve yüzeysel uygulamalarla devam eder.

Artık yeter! Yöneticiler, milletin çektiği acıları, yoksulluğu, adaletsizliği, yolsuzluğu görmezden gelip, hep aynı kaset kaydını tekrar ediyorlar. "Faiz haram, ahlaksızlık kötüdür" diye durdukça, aslında uygulamada tam tersini yapan, halkın acısını artıran, kendi menfaatlerini ön plana çıkaran bu yöneticilerin sözleri, hiçbir fayda sağlamıyor. Gerçek adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik ve halkın ihtiyaçlarını gözetmekle mümkün olabilir.

Toplumu Gerçekten Anlayan ve Onun Yanında Olan Liderler

Biz, adam gibi konuşan, sözlerinin arkasında duran, halkın çektiği acıyı yaşayan, topluma hizmet eden gerçek liderler istiyoruz. Gün boyunca bize “faiz, ahlaksızlık, yolsuzluk” gibi konularda öğütler veren, yüksek sesle vaaz veren yöneticiler değil; aksine, toplumu derinlemesine hisseden, onun dertlerini, sıkıntılarını bilen, acılarına ortak olan, çözüme odaklanan gerçek liderler istiyoruz. Çünkü ancak o zaman, toplumun çektiği acıların aynı şekilde devam etmesi engellenebilir, adalet sağlanabilir.

Gerçek bir yönetim anlayışı, halkın çektiği acıları hafifletecek, hayatı kolaylaştıracak projeler ve politikalar üretmekle mümkün olur. Yöneticiler, “siz arkamızdan, hukukun desteğiyle…” gibi boş vaatlerle halkı kandırmak yerine, iş başında, sahada çalışmalı; halkın acısını, sıkıntısını kendi yüreklerinde hissetmeli, bunun için çaba göstermeli. Çünkü gerçek adalet, sadece sözde kalmaz, uygulamaya döküldüğünde anlam kazanır.

Doğru ve Yanlışın Sınırlarını Belirleyen Değerler

Unutmayalım ki; herkesin bir eceli vardır, her canın bir sınırı, her işin bir sonu vardır. Yöneticiler, bu geçici dünyada milletin yaşama hakkını ellerinden almaya çalışırken, sonunda hesap vereceklerdir. Kendinize yaratılmışlardan ilah edinmeyi bırakın; çünkü gerçek güç, Allah’ın kudretinde, yaratılmışın ötesindedir. Biz, yeryüzünde hakkın, adaletin ve doğru olanın savunucuları olarak varlık göstermeliyiz. Yaratılmışların oyununa gelerek, kendimizi kandırmamalıyız. Herkesin eceli vardır; gelince gider. O zaman, her daim gerçek, dürüst ve adaletli olmak, asla sahte nasihatlere, kandırma taktiklerine kanmamak gerekir.

Biz, sadece laf dolu vaatlerle, boş sözlerle yetinmeyiz. Kutsal değerlerimiz, adalet, dürüstlük, hakikat ve şeffaflık gibi kavramlar, toplumun temel taşlarıdır. Yöneticilerimiz, bu değerleri yaşatmadıkları sürece, hiçbir şekilde haklı sayılmazlar. Biz, sözde kutsalların, aralarında adeta bir "kaf dağı" kadar mesafe bulunan, yalnızca görünüme önem veren yönetim biçimine boyun eğmek zorunda değiliz. Toplumun acısını bilen, adil ve hesap verebilir yönetimleri savunan gerçek liderlerin sesi, eninde sonunda daha güçlü olacaktır.

Yapısal Çelişkiler ve Toplumsal Çöküş

Günümüzde, yöneticilerin uygulamadaki ikiyüzlülüğü, devlet garantili faiz sistemleri, adaleti sağlamak yerine, kendi çıkarlarını korumaya yönelik yapılan hamleler, ülkemizin yapısal sorunlarını ortaya koyuyor. Devletin en temel görevi, halkın refahını sağlamak, adaletli bir düzen kurmak olmalıdır. Ancak, mevcut sistemde, yöneticiler sözde nasihatlerle halkı kandırmaya çalışırken, uygulamada adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzak, kendi menfaatlerine dayalı bir yapı oluşturmuş durumdalar. Bu yapı, toplumun güvenini, inancını ve umudunu derinden sarsıyor.

Hepimizin gözleri önünde, toplumun acı çektiği, hak ettiği hizmetlerden mahrum bırakıldığı, adaletin yerini ikiyüzlülüğün aldığı bir düzen var. İnsanlar, her gün aynı kaset kaydını dinlemek zorunda kalıyor; “faiz haram, ahlaksızlık kötüdür” diye vaazlar veriliyor, fakat bu vaazlar hiçbir somut adalet getirmiyor. İşte bu noktada, yöneticilerin, sadece nasihatlerle değil, eylemlerle varlıklarını ortaya koymaları gerekiyor. Aksi halde, toplum kendini kandırılmış hissedecek, sonunda gerçek hesaplar verilecektir.

Doğru Yöneticilerle Yükselen Bir Toplum

Biz, toplum olarak artık değişimin, gerçek hesap verebilirliğin, adaletin, dürüstlüğün ve şeffaflığın hâkim olduğu bir düzen istiyoruz. Bu düzen, sadece laf söylemekle değil, uygulamada halkın acılarını dindirecek, onun yanına geçecek, gerçekten yaşamı kolaylaştıracak projelerle mümkün olabilir. Yöneticiler, milletin çektiği acıların aynısını yaşayan, onunla birlikte sevinip, birlikte ağlayan, gerçek adaletin savunucuları olmalıdır. Çünkü biz, adam gibi yaşayan, adam gibi konuşan, halkın yanında olan ve yaşadığı acıları paylaşan yöneticiler istiyoruz.

Unutmayın ki, toplumun geleceği, yöneticilerin hesap verebilirliğine, adaletin sağlanmasına ve hukukun üstünlüğüne bağlıdır. Her vatandaşın hakkını, adaletini ve yaşam kalitesini esas alan bir düzen, ancak ve ancak yöneticilerimizin gerçekten halkın yanında olup, kendi menfaatlerini bir kenara bırakarak çalışmalarıyla mümkün olacaktır. Biz, artık sahte nasihatlere, boş vaatlere ve yüzeysel uygulamalara kanmayacağız; gerçek değerler için mücadele edeceğiz.

 Gerçeği Söylemekten Çekinmeyin, Değişim Sizinle Başlar

Arkadaşlar, artık bu çıkmazı, bu ahlaksızlık yumağını, bu ikiyüzlülüğü daha fazla göz ardı edemeyiz. Bizlere, icra makamında olan yöneticilerden dinlediğimiz nasihatler, ne yazık ki uygulamada hiçbir değere sahip değil. Yöneticiler, halkı faize, yolsuzluğa, adaletsizliğe karşı uyarıyor, fakat kendileri bu sistemin tam tamına hizmet eden, devletten aldıkları imkanlarla kendi çıkarlarını koruyan kişiler haline gelmiş durumda. Artık; “bizim bilmediğimiz, sizin bildiğiniz” o gaybi hikmetlerin, o asılsız vaazların ötesine geçip, gerçek adaletin, dürüstlüğün, hesap verebilirliğin ve şeffaflığın tesis edildiği bir yönetim anlayışına ihtiyaç duyuyoruz.

Unutmayın, her sözde bir ecel vardır; herkesin ömrü bir gün sona erer. O gün geldiğinde, yöneticilerimiz ne kadar söz söylemiş olurlarsa olsun, yaptıkları icraatlar, halka yaptıkları hizmetlerle hesap vereceklerdir. Bu sebeple, kendimize yaratılmışlardan ilah edinmeyi bırakıp, gerçek güç sahibi olan Allah’a kul olarak, yeryüzünde hakkın ve adaletin şahitleri olmalıyız. Çünkü ancak o zaman, bu anlamsız çıkmazın, bu ahlaksızlık, bu ikiyüzlülük zincirinin kırılması, toplumun gerçek anlamda aydınlanması ve değişimin sağlanması mümkün olacaktır.

Şimdi, dinleyin: Biz adam gibi, halkın yanında, onun acısını bilen ve çözüm üreten, samimi ve dürüst yöneticiler istiyoruz. Artık “faiz haram, ahlaksızlık kötüdür” gibi laf kalabalığından ziyade, uygulamaya geçilecek, gerçek hizmetlerin sunulacağı bir yönetim anlayışı talep ediyoruz. Çünkü, sözde nasihat edenlerin ne işe yaradığını, uygulamada neler yaptıklarını, halkın çektiği acılara ne kadar kayıtsız kaldıklarını hepimiz biliyoruz.

Gelin, artık sesimizi yükseltelim; artık bu çıkarcı, hesap vermeyen, sahte ahlaksızlık vaazları veren yöneticilerin yerine, gerçek değerlere sahip, halkla beraber yürüyen, adaletin, doğruluğun, dürüstlüğün savunucusu olan liderleri talep edelim. Çünkü; toplumun geleceği, hepimizin ortak çabası ve dirayetiyle mümkün olacaktır.

Sonuç olarak, mevcut yönetim anlayışındaki bu derin çelişkiler, ahlaksızlık, yolsuzluk, faiz ve ikiyüzlülük gibi unsurlar, halkın çektiği acıları ve adaletsizliği artırıyor. Biz, sadece boş laflarla yetinmeyeceğiz; gerçek hesap verebilirlik, adalet, şeffaflık ve dürüstlük temelli bir yönetim anlayışını talep ediyoruz. Kendi yaşamlarımızı, kendi acılarımızı paylaşan, gerçekten toplumun yararına hizmet eden, halkın yanında olan bir yönetim modeline inancımız tamdır. Çünkü ancak bu şekilde, hep birlikte daha aydınlık, daha adil, daha huzurlu bir gelecek inşa edebiliriz.

Unutmayın: Gerçeği söylemekten, hesap vermekten ve adaleti savunmaktan korkmayın. Çünkü gerçek liderlik, yalnızca sözde kalmayan, uygulamaya dökülen, halkın acılarına ortak olan ve her daim adaletin yanında duran kimselerdedir. Biz, sahte nasihatlerin, boş vaatlerin ve ikiyüzlülüğün ötesinde, gerçekten halkın yanında olan, onun acısını paylaşan ve çözüm üreten liderleri talep ediyoruz. Bu talep, sadece bugünün değil, yarının da umududur.

Bu yüzden, artık göz göre göre söylenen sözlere, kasetlerde tekrarlanan boş vaatlere, faize ve adaletsizliğe dair vaazlara bir daha kulak asmamalıyız. Her şeyde olduğu gibi; gerçek adalet, ancak uygulamada, hesap verebilirlikte, şeffaflıkta ve halkın çıkarlarını esas alan politikalarda saklıdır.

Geliyoruz, değişim için. Bizim sesimiz, halkın sesi, adaletin sesi olacak. Çünkü artık halk, bu sahte yönetimlerin, bu çıkarcı söylemlerin ve hesap vermeyen nasihatlerin son bulmasını talep ediyor. Siz de, bu karanlık günlerin ardından, gerçek aydınlık ve adalet dolu bir geleceğe inanıyorsanız, sözlerimi dinleyin, yüreğinizde taşıdığınız umudu, inancı ve adaleti hayatınıza yansıtın. Unutmayın: Yeryüzünde hakkın ve adaletin şahitleri olmak, asla geçici, sahte vaazlara boyun eğmek değil; gerçek, samimi ve dürüst hizmetin, hesap verebilirliğin ve topluma dokunan politikaların timsalidir.

Umutlu Bir Geleceğe Doğru

Hepinizin bildiği gibi; bugün geldiğimiz noktada, yöneticilerimizin bize verdiği nasihatler, uygulamada yapılan işlerle asla örtüşmüyor. Artık, bu ikiyüzlülüğe, sahte ahlak vaazlarına, devlet garantili faiz sistemlerine karşı durmanın zamanı geldi. Biz, yeryüzünde hakkın, adaletin, doğruluğun ve şeffaflığın savunucuları olarak, bu çelişkileri, adaletsizlikleri ve haksızlıkları birlikte aşacağız. Çünkü gerçek liderlik, halkın acısını bilen, onun yanında duran ve her daim adaletin peşinden giden liderliktir.

Ey kardeşlerim, gelin bu çıkmazı aşalım. Yöneticilerimizin boş sözlerine, sahte nasihatlerine aldırış etmeyelim. Biz, halkın yararına çalışacak, uygulamada örnek olacak, gerçeği ve adaleti tesis edecek liderler talep ediyoruz. Bu çağrı, yalnızca bugünü değil, yarını da şekillendirecek; çünkü her şeyde, hesap verebilirlik, adalet ve dürüstlük temeldir.

Sözlerimi bitirirken; her birimizin yüreğinde taşıdığı umudu, inancı, adaleti ve gerçek hizmet anlayışını asla kaybetmeyin. Çünkü ancak bu değerler, gerçek anlamda toplumun kalkınmasını ve refahını sağlayabilir. Artık boş laflarla, yüzeysel vaatlerle yetinmeyin; gelin, birlikte hareket edip, bu ikiyüzlülük dolu düzeni değiştirelim. Gerçek liderlik, ancak halkın çektiği acılara ortak olan, onun yararına icraatlar yapan ve her daim adaleti savunan kimselerdedir.

Yeryüzünde hakkın ve adaletin şahitleri olmak, sadece bir ideal değil, aynı zamanda bizim varoluşumuzun temelidir. Gelin, bu temel üzerine inşa edeceğimiz aydınlık bir gelecek için el ele verelim. Çünkü ancak o zaman, sahte nasihatlerin, boş vaatlerin ve yüzeysel uygulamaların gölgesinden çıkıp, gerçek bir değişime ulaşabiliriz.

Unutmayın: Gerçek değişim, ancak uygulamada, her gün yapılan doğru işlerle, halkın çektiği acıları dindiren, hesap verebilirliği tesis eden, adaletin savunucusu olan liderlikle mümkündür. Gelin, bu uzun ve sancılı yolda hep birlikte yürüyelim, çünkü ancak o zaman, gerçekten mutlu, huzurlu ve adalet dolu bir toplum inşa edebiliriz.

Bahadır Hataylı/15.02.2025/Sancaktepe/İST

16 Şubat 2025 Pazar

Toplumsal Yaşamın Derinliklerine Bir Yolculuk

Çocukluk yıllarımın en parlak anıları, içimizi ferahlatan o pınarın başında yaşadığım tarifsiz mutluluk huzurla iç içe geçti. Köyümüzde, sadece 500 metre uzakta bulunan ve yaşamımızın merkezi olan bir kaynak su vardı. Bu su, evimizde, tarlalarımızda, hatta temizlik işlerinde kullandığımız; hepimizi besleyen, canlandıran ve bizi doğayla bütünleştiren kutsal bir nimetti. Herkes, elindeki kapları alıp oraya gider, o suyun berraklığında kendini yeniden doğmuş gibi hissederdi. İşte bu basit ama derin deneyim, bugün yaşamımızda bilgiye ulaşmanın, hakiki değerlerle beslenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatan metafor haline geldi.

Temiz Su ve Çocukluk Anıları

Köy hayatının getirdiği zorlukların arasında, o pınar suyu adeta bir yaşam kaynağıydı. Günlerimiz, suyun ışıltısı, akışının sesi ve her yudumda hissedilen serinlik etrafında şekillenirdi. Ancak yaz ayları geldiğinde doğanın kendisi de değişirdi. Çeltik tarlalarından, derelerden akan pamuk suları, yer yer gübre ve ilaç kalıntılarıyla birlikte, suyun üzerine karışırdı. Bu durum, suyun üst katmanının bulanıklaşmasına ve içme suyunun kirlenmesine neden olurdu. Fakat biz, büyüklerimizden öğrendiğimiz o eski yöntemi uygulayarak, kaplarımızı sallayıp suyu çarparak, üstteki bulanıklığın gitmesini ve dipten gelen berrak, temiz suyun ortaya çıkmasını sağlardık. Bu eylem, sadece fiziksel bir su arayışı değil; aynı zamanda ruhsal ve zihinsel arınmanın, gerçek bilgiye ulaşmanın da sembolüydü.

Bilgi ve Su-Saflığı Ayırmanın Sembolizmi

O günlerde, suyun temizlenmesi için gösterdiğimiz çaba, aslında hayatın içindeki gerçek ve hakiki bilgiyi aramanın da bir temsiliydi. Eğer kaplarımızı sallamadan, suyu ilk gördüğümüz haliyle yetinsek, o an elimizde bulunan her su damlası, tıpkı günümüzün çeltik suları gibi, kirli, yönünü kaybetmiş ve kirli olabilirdi. Ancak o derin, berrak su damlalarını elde etmek için gösterdiğimiz gayret, bizi sadece susuzluktan değil, aynı zamanda bilgisizlik, yüzeysellik ve geçici hazlardan da arındırıyordu.

Bu metafor, modern toplumsal yaşamda bilgiye ulaşmanın önemini gözler önüne serer. Günümüzde, bilgi akışı her geçen gün hız kazansa da, çoğu zaman kalitesi sorgulanır hale geldi. Medya, internet ve eğitim sistemlerinde yer alan pek çok bilgi, tıpkı çeltik sularının karıştığı pınarda üstte kalan bulanık su damlaları gibi, yüzeysel ve çelişkili oluyor. İnsanlar, hangi bilginin kendilerini besleyeceğini, hangisinin ruhlarına zarar vereceğini ayırt edemediklerinde, aslında kendilerini manevi ve zihinsel bir hastalığa doğru sürüklüyorlar.

Toplumsal Yaşamda Bilgi Kirliliği ve Yönsüzlük

Günümüzde, bilgiye ulaşmanın hiç olmadığı kadar kolay olduğu bu çağda, her türlü kaynak akışı neredeyse serbestçe dolaşıyor. Ancak bu durum, her bilginin eşit derecede değerli olduğu anlamına gelmiyor. Tıpkı, suyun altındaki berraklık ile üstteki bulanıklık arasındaki farkı ayırt edebilmek için gösterdiğimiz çaba gibi, biz de toplumsal yaşamda doğru, saf ve derin bilgiyi seçebilmek için eleştirel düşünceye ihtiyaç duyuyoruz.

Eğitim sistemimizde, medyada ve hatta bazı dini söylemlerde, kaynağı belirsiz, geçici ve çıkar odaklı bilgiler hakim olmaya başladı. Genç nesiller, doğru bilgi ile yüzeysel ve çürümüş bilgiyi ayırt etmekte zorlanıyor; bu durum, onların manevi dünyalarını, ahlaki değerlerini ve toplumsal sorumluluklarını derinden zedeliyor. Gün geçtikçe, toplumda dayanışma ve ortak akılın yerini bireysel çıkarların ve yüzeysel düşüncelerin alması kaçınılmaz hale geliyor. Bir zamanlar, herkesin aynı pınardan su alıp, ortak bir yaşam kültürü oluşturduğu yerlerde, bugün farklı, kirli ve yönsüz bilgilerin tüketilmesi, bireyler arasında derin bir kopukluk yaratıyor.

Allah’ın Vahyinde Saklı Olan Hakiki Bilgi

Toplumsal ve kültürel yaşamın tüm bu karmaşası içinde, hakiki bilginin, saf düşüncenin ve gerçek manevi rehberliğin yerini bulması büyük önem taşıyor. Bu noktada, en değerli bilgi kaynağı olarak Allah’ın vahyine, kutsal kitabımıza dönmek gerekiyor. Tıpkı o pınarın derinliklerinden berrak suyu ayırmak için gösterdiğimiz gayret gibi, Allah’ın vahyinde saklı olan bilgi de, insanın hayatını, ruhunu ve kalbini besleyen, ona gerçek yönünü ve anlamı kazandıran bir iksirdir.

Maalesef, günümüzde pek çok insan, dini yalnızca toplumsal bir ritüel veya geçici bir duygusal haz olarak algılayabiliyor. Bu durum, tıpkı pınarın yüzeyinde biriken kirli su damlalarını içmek zorunda kalmak gibi, insanın ruhunu ve zihnini olumsuz etkiliyor. Hakiki dini bilgiye ulaşamayan, gerçek kaynağına yönelmeyen bireyler, geçici hazlar ve yapay öğretiler arasında kaybolup gidiyor; sonuç olarak, toplumda manevi bir boşluk, ruhsal bir hastalık ve toplumsal dayanışmanın erozyona uğraması kaçınılmaz oluyor.

Eleştirel Düşünce ile Gerçek Bilgiye Ulaşmanın Yolları

Hakiki bilgiye ulaşmak, suyun altındaki berraklığı görebilmek kadar zor ve zahmetli olabilir. Ancak bu zorluk, bilgi arayışını daha da değerli kılar. Her bireyin, tıpkı çocukken pınara giderken gösterdiği çaba gibi, bilgiye ulaşmak için sorgulayıcı, eleştirel ve araştırmacı olması gerekir. Bilgiyi doğrudan kabul etmek yerine, onun kaynağını, doğruluğunu ve yararlılığını sorgulamak; işte bu yaklaşım, bizi yüzeysel, kirli ve yanıltıcı bilgilerden korur.

Eğitim sistemlerimizde, medya organlarımızda ve dini söylemlerde, gerçek kaynağın – Allah’ın vahyinin – önemini vurgulamak, genç nesillerin doğru bilgiye ulaşmalarını sağlayacaktır. Bu noktada, öğretmenlerin, eğitimcilerin ve toplumun her kesiminden liderlerin sorumluluğu büyüktür. Onların görevi, bilgiyi yalnızca aktarmak değil, aynı zamanda eleştirel düşünceyi teşvik ederek, her bilginin kaynağını sorgulatmaktır. Böylece, toplumda yalnızca geçici ve yüzeysel hazlar değil, derin ve anlamlı yaşam değerleri yerleşir.

Dini ve Ahlaki Değerlerin Yeniden İnşası

Din, insanın varoluşunun en derin sorularına cevap aradığı, hayatın anlamını sorguladığı ve gerçek kaynağa – Allah’ın vahyine – ulaşmayı hedeflediği kutsal bir rehberdir. Ne yazık ki, modern yaşamın getirdiği yüzeysellik ve bilgi kirliliği, dinin özündeki derin anlamı gölgede bırakmaktadır. Pek çok insan, dini yalnızca sosyal bir norm veya duygusal bir destek olarak yaşarken, onun sunduğu gerçek rehberlikten uzaklaşmaktadır.

İşte bu nedenle, toplumsal yaşamda ahlaki değerlerin, manevi derinliğin ve gerçek dini bilginin yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Bu, yalnızca bireysel bir çaba değil, aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğudur. İnsanların, tıpkı pınardan suyu ayırmak için gösterdikleri çaba gibi, gerçek dini bilgiyi ayırt edebilmek için bilinçlenmeleri ve sorgulayıcı olmaları gerekmektedir. Böylece, dini söylemlerin ve toplumsal ritüellerin ötesine geçip, hakiki maneviyatın, gerçek ahlakın ve derin bilginin yaşanması mümkün hale gelecektir.

Günümüzün Yüzeyselliğine Karşı Direniş

Gözlemlediğimiz modern yaşam örnekleri, bilgiye kolay ulaşımın aslında ne kadar yanıltıcı olabileceğini göstermektedir. Eskiden, köyde yaşayan herkes, o pınarın başında toplandığında yalnızca suyu paylaşmakla kalmaz, aynı zamanda yaşamın, umudun, dayanışmanın ve gerçek mutluluğun kaynağına da ortak olurdu. Bu ortak deneyim, toplumsal birlikteliğin, ahlaki değerlerin ve kültürel mirasın en güzel örneğiydi.

Bugün ise, şehir yaşamının getirdiği bireysellik, hızlı tüketim kültürü ve medya tarafından yönlendirilen yüzeysellik, insanları ayrı ayrı, izole ve yönsüz bir hale getirmektedir. Eğitimde, medya içeriğinde ve hatta sosyal ilişkilerde karşılaşılan bu yüzeysellik, tıpkı kirlenmiş suyun tüketilmesine benzer; kısa vadede tatmin sağlayabilir ancak uzun vadede insanın ruhunu, zekâsını ve toplumsal bütünlüğünü zedeliyor. Genç nesiller, bilgiye ulaşmada karşılaştıkları bu yüzeysellik nedeniyle, hangi bilginin gerçek, hangi bilginin yapay olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorlar. Sonuç olarak, toplumsal hafıza, manevi değerler ve dayanışma kültürü giderek zayıflıyor.

Gerçek Bilginin İzinde-Kapsamlı Bir Yeniden Doğuş

Tüm bu karmaşanın, bilgi kirliliğinin ve yönsüzlüklerin arasında, her bireyin içinde var olan gerçek bilgi arayışı, tıpkı o pınarın derinliklerinden temiz suyu elde etmek için gösterilen gayret gibidir. İçimizdeki susuzluğu, yalnızca geçici ve yapay hazlarla dindirmeye çalışmak yerine, hakiki bilgiye ulaşma yolunu seçmeliyiz. Allah’ın vahyinde saklı olan bilgi, insana yalnızca dünyevi bir rehberlik sunmakla kalmaz; aynı zamanda ruhunu, kalbini ve zihnini besleyen, yaşamın gerçek özünü kavratan bir iksirdir.

Bu noktada, her bireyin kendi iç dünyasında, eleştirel düşünce ile sorgulama yapması, geçici ve yüzeysel bilgileri bir kenara bırakıp, gerçek kaynağa yönelmesi gerekmektedir. Bilginin kaynağına ulaştığınızda, tıpkı çocukken pınarın başında hissettiğiniz o tarifsiz sevinç, ferahlık ve umut yeniden canlanacaktır. İnsan, bu bilgiyle beslenerek, yaşamın getirdiği tüm zorlukların üstesinden gelebilecek, toplumsal dayanışma ve manevi bütünlük içinde var olabilecektir.

Kaynağa Dönüşün Önemi

Hayatın her anı, ancak gerçek bilgiyle, hakiki hikmetle beslenebilir. Eskiden, pınarın başında buluşup temiz suyun tadını çıkaran insanlar, aslında hem fiziksel hem de ruhsal olarak kendilerini yenilemiş, arınmış hissederdi. Günümüzde ise, bilgi kirliliği ve yüzeyselliğin hüküm sürdüğü bir ortamda, gerçek kaynağa – Allah’ın vahyine – yönelmek, toplumun ve bireyin yeniden dirilişi için en hayati adım olacaktır.

Toplumsal yaşamda, eğitim sistemlerinde, medyada ve dini söylemlerde, geçici ve yapay bilgilerin yerine, eleştirel düşünceyle sorgulanmış, derin ve anlamlı bilgiye yer verilmesi gerekmektedir. Bu çaba, yalnızca bireysel bir arayış değil; aynı zamanda toplumsal bilincin, manevi değerlerin ve kültürel mirasın yeniden canlandırılması anlamına gelir. İnsanlar, hakiki bilgiyi ayırt edebilme yeteneğini kazandığında, yaşamları daha anlamlı, toplumsal ilişkileri daha sağlam ve manevi dünyaları daha derin bir hale gelecektir.

Benim çocukluk anılarımda o pınarın berrak suları, bugün hepimize ilham vermeli; tıpkı suyun derinliklerinden temiz olanı ayırmak için gösterdiğimiz gayret gibi, hayatın içindeki gerçek bilgiyi ayırt etmek, sorgulamak ve özümsemek gerekmektedir. Bu süreç, kişisel bir gelişimin yanı sıra toplumsal dönüşümün de temelini oluşturur.

Nihai Davet

Sizleri, kendi iç dünyanızda derin bir sorgulama yapmaya, yüzeyde sunulan geçici hazlardan sıyrılarak, hakiki bilgiye ulaşmaya davet ediyorum. İnandığınız değerlerden, aldığınız bilgilerden her zaman emin olmak yerine, onların kaynağını, doğruluğunu ve kalıcılığını sorgulayın. Çünkü ancak gerçek olanı seçtiğinizde, ruhunuz, kalbiniz ve zihniniz, tıpkı o pınarın derinliklerinden gelen temiz suyun verdiği canlılıkla dolup taşacaktır.

Gelin, her damlanın ne kadar kıymetli olduğunu bilerek, toplumsal yaşamın tüm alanlarında, eğitimden medyaya, sosyal ilişkilerden dini yaşama kadar, yüzeysellik ve geçici hazların yerine hakiki değerleri yerleştirelim. Bu süreçte, Allah’ın vahyinde saklı olan saf bilgiyi, yalnızca bir rehber değil, yaşamın özünü besleyen en değerli kaynak olarak benimseyelim. Unutmayın ki, hiçbir yüzeysel bilgi, hiçbir geçici haz, o derin, kutsal bilginin yerini tutamaz.

Çocukluk anılarımızdaki pınar suyu, sadece bedeni serinleten bir içecek değil; aynı zamanda ruhun, kalbin ve zihnin gerçek besin kaynağıydı. Günümüzde, bilgi kirliliği ve yapay hazlarla çevrili bir dünyada, her bireyin, tıpkı o pınardan temiz suyu ayırmak için gösterdiği çaba gibi, hakiki bilgiye ulaşması büyük önem taşır. Eleştirel düşünce, sorgulama ve manevi arınma yoluyla, gerçek kaynağa – Allah’ın vahyine – yönelmek, hem bireysel hem de toplumsal dirilişin temelidir. Bu bilinçle, sizleri, yüzeyselliğin ötesinde, derin ve anlamlı yaşam değerlerini benimsemeye, gerçek kaynağın sularını içmeye davet ediyorum.

İşte o zaman, hem birey olarak yaşamınızda, hem de toplumsal yaşamda; dayanışma, ahlak ve kültürel zenginlik yeniden canlanacak, her damla, ruhunuza işleyen gerçek bilgiyle yaşam bulacaktır.


Erol Kekeç/10.01.2025/Sancaktepe/İST

15 Şubat 2025 Cumartesi

Geleceği Çalınanlar-Umutsuzluğun Gölgesinde Gençlik


Bu gün ülkemizin gençleri arasında giderek yaygınlaşan umutsuzluk, mutsuzluk ve gelecek kaygısını anlamak için güçlü bir analiz yapmak gerekiyor. Geleceğin çalındığını düşünen bir gençlik, köklerinden koparak başka diyarlarda umut aramaya yöneliyor. Bu yazıda, gençlerin bu ruh haline sürüklenmesinde etkili olan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi etkenleri geniş kapsamlı bir şekilde ele alarak, durumu daha iyi anlamaya çalışacağız.

Gelecek Kaygısının Kökenleri

Gelecek kaygısı, ekonomik belirsizliklerle doğrudan bağlantılıdır. İşsizlik oranlarının yüksekliği, mezun olduktan sonra iş bulamama korkusu, bulunan işlerin ise düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları sunması, gençleri umutsuzluğa sürüklüyor. Üniversite mezunlarının bile asgari ücretle çalışmak zorunda kalması, eğitim sistemine olan güveni sarsıyor ve “Okuyorum ama ne için?” sorusunu sorduruyor. Bu durum, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik olarak da gençleri etkiliyor.

Eğitim ve İş Hayatı Arasındaki Kopukluk

Eğitim sistemi ile iş hayatı arasındaki uyumsuzluk, gençlerin gelecek kaygısını artıran en önemli faktörlerden biridir. Gençler, aldıkları eğitimin iş dünyasında yeterli görülmemesi nedeniyle işsizlik ve düşük ücretlerle karşılaşıyorlar. Teorik bilgiyle donatılan gençler, iş dünyasının talep ettiği pratik becerilerden yoksun oldukları için işverenler tarafından tercih edilmiyor. Bu uyumsuzluk, gençleri vasıfsız işlerde çalışmaya mecbur bırakıyor ve kariyer hedeflerini gerçekleştirme umudunu zayıflatıyor. Özellikle nitelikli iş gücünün değerlendirilmemesi, beyin göçünü tetikleyen önemli etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Beyin Göçünün Sebepleri ve Sonuçları

Beyin göçü, geleceğini kendi ülkesinde göremeyen gençlerin daha iyi iş fırsatları, daha yüksek yaşam standartları ve özgürlük arayışıyla başka ülkelere göç etmesiyle ortaya çıkıyor. Özellikle mühendislik, yazılım, tıp gibi yüksek nitelikli meslek gruplarında eğitim alan gençler, yurtdışında daha fazla değer gördüklerini ve kariyerlerini daha iyi şekillendirebileceklerini düşünüyorlar.

Beyin göçü, ülkenin geleceği için büyük bir kayıp anlamına geliyor. Genç, dinamik ve eğitimli nüfusun ülkeyi terk etmesi, uzun vadede ekonomik durgunluğa, inovasyon eksikliğine ve toplumsal çöküşe yol açıyor. Ayrıca, geri kalan gençler üzerinde de olumsuz bir psikolojik etki yaratıyor. “Burada kalıp mücadele etmenin anlamı var mı?” düşüncesi yaygınlaşıyor.

Sosyal ve Kültürel Etkenler

Gençlerin umutsuzluğunun sadece ekonomik nedenlerle sınırlı olmadığını görmek önemli. Sosyal adaletin sağlanamaması, liyakatsizliğin ödüllendirilmesi ve torpil mekanizmasının hâkim olması gençlerde adalet duygusunu zedeliyor. Emek vererek başarılı olamayacaklarını düşünen gençler, sistemin değişmeyeceğine inanarak umutsuzluğa kapılıyorlar.

Kültürel baskılar ve toplumsal beklentiler de gençlerin üzerinde büyük bir yük oluşturuyor. Özellikle geleneksel toplum yapısında gençler, ailelerinin ve çevrelerinin beklentilerini karşılamak zorunda hissediyorlar. Bu durum, gençlerin kendi hayallerini gerçekleştirmelerini zorlaştırıyor ve onları yabancı ülkelerde daha özgür hissedebilecekleri düşüncesine yönlendiriyor.

Siyasi İstikrarsızlık ve Gelecek Belirsizliği

Siyasi belirsizlik ve sürekli değişen politikalar, gençlerin geleceğe dair umutlarını zayıflatıyor. Hükümetlerin gençlere yönelik net ve sürdürülebilir politikalar geliştirememesi, eğitim ve iş olanaklarının sürekli değişkenlik göstermesi, gençlerin kendilerini güvende hissetmemelerine yol açıyor. Demokrasiye olan inancın azalması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve farklı düşüncelere tahammülsüzlük, gençleri kendi ülkesinde yabancı hissetmeye itiyor.

Umutsuzluğun Psikolojik Etkileri

Bu umutsuzluk ve mutsuzluk hali, gençlerin psikolojisi üzerinde derin izler bırakıyor. Anksiyete, depresyon, yalnızlık ve intihar düşünceleri giderek yaygınlaşıyor. Gençler, kendi ülkelerinde bir gelecek görememenin verdiği ağır duygusal yükü taşımakta zorlanıyorlar. Sosyal medya ise bu umutsuzluğu daha da körüklüyor; yurtdışında yaşayan yaşıtlarının daha iyi şartlarda yaşadığını gören gençler, kendilerini yetersiz ve başarısız hissediyorlar.

Çıkış Arayışı-Göç ve Gurbet Hayatı

Tüm bu etkenler, gençleri ülkeyi terk ederek yurtdışında kendilerine bir çıkış yolu aramaya yönlendiriyor. Ancak, gurbet hayatı da sanıldığı kadar kolay değil. Dil bariyerleri, kültürel uyumsuzluklar, yabancılaşma ve yalnızlık gibi sorunlarla karşı karşıya kalan gençler, kendi ülkelerinde bulamadıkları huzuru gurbet ellerde de bulamayabiliyorlar. Ancak yine de, gelecek kaygısından ve belirsizlikten uzak olma umudu, bu zorlukları göze almalarına neden oluyor.

Çözüm Önerileri ve Umut Işığı

Bu umutsuzluk tablosundan çıkışın mümkün olduğu inancını korumak gerekiyor. İlk olarak, gençlere umut aşılayacak politikaların hayata geçirilmesi şart. Eğitim sistemi, iş dünyasının ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırılmalı ve gençlerin niteliklerine uygun iş imkanları sunulmalı. Liyakat esaslı bir sistem oluşturularak gençlerin emeklerinin karşılığını alabileceklerine dair inançları güçlendirilmeli.

Ayrıca, sosyal adaletin sağlanması ve torpil mekanizmasının sona erdirilmesi, gençlerde adalet duygusunu yeniden inşa edecektir. Gençlerin kendi hayallerini gerçekleştirebilecekleri özgür ve demokratik bir ortam yaratmak, onların ülkelerine olan bağlılıklarını artıracaktır.

Psikolojik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ve gençlere yönelik sosyal projelerin artırılması da umutsuzluk ve mutsuzluğun azaltılmasında etkili olabilir. Gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri, sosyal çevreler edinebilecekleri ve kendilerini geliştirebilecekleri ortamlar sağlanmalıdır.

“En büyük hırsız, insanların geleceğini çalandır. En kötü insansa bunlara seyirci kalandır.” Bu ifademiz, gençlerin geleceğini çalan ekonomik, sosyal ve siyasi etkenleri gözler önüne seriyor. Bu olumsuz tabloya seyirci kalmak yerine, gençlerin umutlarını yeniden canlandırmak ve onları ülkesine bağlı, mutlu ve üretken bireyler olarak topluma kazandırmak için harekete geçmek gerekiyor.

Gelecek, gençlerin ellerinde şekillenecek ve onları doğru yönlendirecek, destekleyecek bir toplum inşa etmek, ülkenin kaderini değiştirecek güce sahiptir.

Erol Kekeç/14.2.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!