Bu Blogda Ara

10 Ocak 2025 Cuma

Adaletsiz Rejimi Adaletle Yıkınız-Alkışlar Önüne Kansız Ellerle Çıkınız

 


Adaletsizlik, toplumların en eski ve en tehlikeli hastalıklarından biridir. Tarih boyunca birçok medeniyet, adaletsizliğin yayılmasıyla çöküşe sürüklenmiştir; örneğin, antik Roma'da yozlaşma ve sosyal eşitsizlikler imparatorluğun dağılmasında büyük rol oynamıştır. Modern çağda da adaletsiz uygulamalar, toplumları kutuplaştırarak sosyal huzursuzluklara yol açmıştır. Güçlünün hukuku yazdırdığı, zayıfın ezildiği, hakkın, emekçinin ve mazlumun sesi duyulmadığı bir sistemin ömrü uzun değildir. Ancak bu ömür, insanların suskunluğu, korkusu ve tepkisizliğiyle uzar. Bugün burada, tarihten aldığımız derslerle, adaletsiz rejimlere karşı nasıl adaletle savaşabileceğimizi konuşacağız.

Adaletsizliğin Karakteri Nasıl İşler?

Adaletsizlik, ilk başta bir damla zehir gibi sinsice yayılır. Bir yasa, bir karar, bir taviz... Örneğin, özgürlükleri kısıtlayan bir yasa çıkarıldığında, insanlar "geçici bir önlem" diyerek bunu küçümseyebilir. Ya da bir lider, adil olmayan bir karara imza attığında, "şartların gereği" diye düşünülerek tepki gösterilmeyebilir. Ancak bu küçük gibi görünen adımlar, bir adaletsizlik zincirinin ilk halkalarını oluşturur. "Bu kadarından bir şey olmaz," diyerek göz ardı edilen her adaletsizlik, sonraki büyük felaketlerin zeminini hazırlar.

Bir adaletsiz rejim, kendi varlığını sürdürebilmek için öncelikle korkuyu besler. Korkunun temel kaynağı, cezasızlık ve göstermelik cezalandırmadır. Adaletsizlikle yoğrulan bir rejim, "herkesin eşit olduğunu" iddia eder; ancak eşitliğin gerçek anlamda uygulanmadığı her yerde adaletsizlik kaçınılmazdır.

Tarih boyunca gördük ki, adaletsiz rejimlerin çöküşü hep aynı yöntemle olmuştur: İnsanların bilinçlenmesi ve kitlesel harekete geçmesi. Bu harekette kan dökülmeden, kalem ve kelam ile savaşılmışsa, uzun vadede toplum daha sükunetli bir yeniden inşa süreci yaşamıştır. Bugün amacımız da budur: Adaletsiz rejimi, adaletin şafağıyla yok etmek.

Adaletle Yıkılan Duvarlar

Adaletsiz rejimler birer beton duvar gibidir. Sadece sert darbelerle kırılmaz; şöhretlerinin altındaki çürük temel, adaletsizlikle atılmış yasalar, baskıyla susturulmuş halk sesleri ve yozlaşmış liderlerin kendi çıkarları için attıkları yanlış adımlarla ortaya çıkarıldığında, kendileri de yıkılır. Bu yıkılışı hızlı ve etkili hale getirmek için aşağıdaki yollar izlenmelidir:

  1. Hakikati Savunun: Adaletsiz rejimler hakikatten kaçar. Yanlış bilgiler yayarak halkın gerçeklere ulaşmasını engeller. Bu nedenle, birinci önceliğiniz hakikati savunmak olmalıdır. Hakikat, en güçlü silahınızdır.

  2. Eğitim ve Bilinçlendirme: Adaletsiz rejimlerin en korktuğu şey bilinçli bireylerdir. Eğitim, cehaletin karanlığını aydınlığa dönüştürecek bir meşaledir. Toplumu, hakları ve adalet anlayışı konusunda bilinçlendirin.

  3. Pasif Direniş: Adaletsizliğe tepki göstermek, mutlaka sert ve yıkıcı olmasını gerektirmez. Gandhi’nin pasif direniş ilkesi, bu konuda en iyi örnektir. Örneğin, İngilizlerin tuz tekeli kanunlarına karşı başlattığı 'Tuz Yürüyüşü,' basit bir eylem gibi görünse de, milyonların katılımıyla bir direniş hareketine dönüşmüş ve İngiltere’nin sömürgeci politikalarını ciddi şekilde sarsmıştır. Sessiz oturma eylemleri, boykotlar ve sembolik gösterilerle rejimi zayıflatabilirsiniz.

  4. Medya ve Sosyal Medyanın Gücü: Bilgi, bugünün en değerli varlığıdır. Adaletsizliğin belgelerini, masumiyetin görüntülerini ve hakikatleri yayın. Toplumun her kesimine ulaşmak için medya ve sosyal medya çok önemlidir.

  5. Toplumsal Dayanışma: Ayrılıkları bir kenara bırakın. Adaletsiz rejimler, toplumu bölerek gücünü korur. Birlik olun, dayanışma ruhuyla hareket edin. Komşularınıza, iş arkadaşlarınıza, akrabalarınıza seslenin ve onların da yanınızda olmasını sağlayın.

  6. Hukukun Önünde Durun: Adalet, hukuk sürecinde ortaya çıkar. Hakkınızı mahkemelerde aramaktan korkmayın. Haksızlıkları belgeleyin, kayıt altına alın ve adaletin çarklarını döndürmek için mücadele edin.

Alkışlar Önüne Kansız Ellerle Çıkınız

Tarihte büyük liderlerin en etkileyici zaferleri, kan dökmeden kazandıkları olmuştur. Martin Luther King Jr., özgürlük ve eşitlik için savaşırken "rüyasıyla" hareket etti. "Benim bir rüyam var," dediği konuşmasında, insanların ten rengine göre değil, karakterine göre değerlendirildiği bir dünya özlemini dile getirdi. Bu hayali, milyonlarca insanı harekete geçiren barışçıl bir direnişin sembolü haline geldi. Mandela, güney Afrika'nın karanlık günlerini geride bırakması için sabırla mücadele etti. Onların izinden gitmeliyiz. Bu yol zor olabilir; ancak insanlığın onuru, hakkın ve adaletin zaferi bu yolla gelir.

Unutmayın, alkışlar en güzel silahınızdır. Kanla kirlenmiş ellerin karşısına, temiz ve barış dolu yüreğinizle çıkın. Adaletsiz rejimlere verilecek en iyi cevap, şeffaf bir vicdan, korkusuz bir duruş ve sevgi dolu bir mücadeledir. Adaletle yıkın, sevgiyle inşa edin. Kaleminizle savaşın, kelimelerinizle kazandırın.

Adalet her zaman galip gelir; sadece zamana ihtiyacı vardır. Bu zamana ışık tutmak, bizim sorumluluğumuzdur.

Bugünün çağrısı budur: Adaletsiz rejimleri, adaletin özüne sımsıkı sarılarak devirelim. Gelecek nesillere bırakabileceğimiz en değerli miras, adaletle taçlanmış bir toplumdur.

Erol Kekeç/09.01.2025/Sancaktepe/İST

Hayat Ve Ölüm

 

Para ile satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır. Bu, insanlık tarihinin acı bir gerçeği ve insan doğasının çıplak gerçekliğidir. Sadakat, adından da anlaşılacağı gibi çoğu zaman bir bağlılık duygusu olarak kabul edilir. Ama bu bağlılığın temelinde ne vardır? Bir çıkar mı, yoksa sırf bir değer mi? Eğer bu bağlılık kısa vadeli çıkarların bir ürünü ise, daha büyük çıkarlar ortaya çıktığında ne olur? İşte tam da bu nedenle, insanın sadakati para ile müzakere edilebiliyorsa, bu sadakatin her zaman satılabilir olduğunu bilmek gerekir.

Başlayan her şey biter. Bu sade bir söz gibi görünse de, aslında yaşamın derin bir hakikatidir. Doğa, insanlar, gökyüzü, evren… Hepsi bir döngü içerisindedir ve döngü, bir sonla nihayete erer. Ama bu bitim, her zaman bir trajedi midir? Yoksa yeni bir başlangıcının habercisi mi? İnsanlar genelde sonların kederine kapılır; ama o sonun ardında yeni bir kapının açılıp açılmayacağını düşünmez. Başlayan her şey biter, evet, ama biten her şeyin ardından yeni bir şey başlar.

Büyük bir servet, büyük bir köleliktir. Bu, çoğu insanın fark edemediği bir paradokstur. Servet sahibi olmak özgürlük gibi algılanır; ama aslında öyle midir? Servet, sahip olan kişiyi koruma, arttırma ve yitirme korkularıyla zincire vurur. O kadar büyük bir sorumluluk yükler ki, insan kendi özgürlüğünü feda eder. Servetin gerçek anlamını sorgulamak gerekir. İnsanı mutlu eden servet mi, yoksa anlamlı bir yaşam mı?

Ölüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir lütuftur. Bu cümle, insan yaşamına dair çok çelişkili ama bir o kadar da gerçek bir durumu dile getiriyor. Bir insanın yaşamı son bulduğunda, gerçek anlamda ne sona erer? Bir trajedi mi, yoksa insanın çektiklerinden kurtuluşu mu? Tarih boyunca, ölüm hem bir son, hem de bir başlangıç olarak algılanmıştır. Ancak onun bu çoklu anlamı, bizim ona yüklediğimiz anlamlarla ilgilidir. Yaşamın anlamı, ölümle tamamlanır mı, yoksa ölümle birlikte yeniden tanımlanır mı?

Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır ama güneş her gün yeniden doğar. Bu ne kadar adil? Gün ışığına layık olmayan insanlardan kastımız, belki de kötülük yayan, başkalarının mutluluğunu çalan kişiler olabilir. Ama hayat, kendi adaletini doğadan alır. Güneş, kimin hak edip etmediğini sorgulamaz; ışığını herkese sunar. Bu bir adaletsizlik gibi görünse de, aslında evrenin tarafsız bir dengesi vardır.

Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler! Hayatı hafife almak, belki de kötümserliğe bir panzehir olarak görülür. Ama son espriyi düşünmeyen bir zihin, yaşamın sonunda hayal kırıklığına uğrar. Hayat, bir komedi sahnesi gibi algılandığında, trajedinin sert tokadı daha da çok hissedilir. Espri, derin bir farkındalıkla yapılmadığında, insan kendi zaafının kurbanı olur.

Yaşıyorsak, hâlâ umut var demektir. Bu, yaşama dair en sade ama en derin gerçeklerden biridir. Umut, insan ruhunun vazgeçilmez bir parçasıdır. Ama umudun kaynağı nedir? Sadece yaşıyor olmak mı, yoksa yaşamanın anlamına dair bir şeyler bulabilmek mi?

Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir. Bu, insanın gerçek mutluluğu nerede bulacağına dair bir ışık tutar. Sahip olduklarımıza değil, sahip olmak istediklerimize odaklandığımızda, gerçek bir fakirliğe mahkûm oluruz.

Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey, yaşamın anlamını kaybetmektir. İnsan, sahip olduklarını kaybetse bile, eğer bir anlam bulmuşsa yeniden başlayabilir. Ama anlamını kaybettiğinde, elindekiler ne kadar değerli olursa olsun, hiçbir şey ona yetmez. Yaşamın anlamı üzerine düşünmek, belki de insanın en temel ihtiyacıdır.

Unutmazsan senin, affetmezsen onun canı acıyacaktır. Unutma, affetmek ve unutmak sadece iyi insanların intikamıdır. Affetmek, bir zayıflık değil, bir güç göstergesidir. İnsanın kendi iç huzuru için gereklidir. Ancak affetmenin önemi, unutmakla birlikte gelir. Çünkü unutulmadıkça affetmek, tam anlamıyla gerçekleşmez. Bu yüzden affetmek ve unutmak, insanın kendi ruhunu özgürleştirmesidir.

Ey hayat, senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir. Ölüm, hayatın değerini artıran, ona anlam katan bir gerçektir. Ölüm olmasaydı, yaşamın bir sonu, bir amacı olmazdı. İnsanlar, ölümün varlığını bilerek yaşarlar ve bu bilgi, onları hem korkutur hem de harekete geçirir. Hayatı anlamlı kılan, onun bir sonunun olmasıdır.

Unutma ki, birlikte olduğun insanın geçmişini kurcalamak, onunla kurmayı düşündüğün geleceği yok etmekten başka bir şeye yaramaz. İnsanlar, geçmişlerinden ders alırlar ama bu geçmişin sürekli gündeme getirilmesi, onların yeniden başlamasını engeller. Geçmişi kurcalamak yerine, geleceği inşa etmeye odaklanmak gerekir.

İnsanları tanımak için onları sınamaktan korkmayın; çünkü kaybedilmesi gerekenler, en önce kaybedilmelidir. Hayat, bazen insanların gerçek yüzlerini görmemiz için bize fırsatlar sunar. Bu fırsatları değerlendirmek, uzun vadede daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza yardımcı olur. Kaybetmekten korktuğumuz şeyler, aslında bize zarar veren şeyler olabilir.

Gençliğinde bilgi ağacını dikmeyen, yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz. Gençlik, öğrenmenin, biriktirmenin ve geleceğe yatırım yapmanın zamanıdır. Bu zamanı boşa harcayan bir insan, yaşlandığında bunun bedelini öder. Bilgi ve tecrübe, insanın en değerli sermayesidir ve bu sermaye, gençlikte biriktirilir.

Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir. İnsan, derin acılarını dile getiremediği için, onları içinde taşır. Bu acılar, çoğu zaman insanı olgunlaştırır ama aynı zamanda onu sessizleştirir. Derin acıların dili, suskunluktur. Bu, bir zayıflık değil, bir güçtür. Çünkü derin acılar, insanın en derinlerdeki gücünü ortaya çıkarır.

Ölüm her şeyi eşit kılar. İnsanların sosyal statüleri, servetleri, başarıları… Hepsi, ölüm karşısında anlamsız hale gelir. Ölüm, insanları aynı düzleme getirir ve bu, hayatın en büyük eşitleyicisidir. Ancak ölümün bu eşitleyici gücü, yaşamın anlamını sorgulamamıza da neden olur. Hayatta önemli olan, ölümden önce nasıl yaşadığımızdır. Geride bıraktığımız izler, bizim gerçek mirasımızdır. Ölüm, bu mirası değerlendirmek için bir fırsattır ve insan, bu fırsatı yaşamı boyunca inşa eder.

Bahadır Hataylı/09.01.2025/Namazgah/İST


8 Ocak 2025 Çarşamba

Zalim Yöneticinin Akıbeti-Güç ve Gerçek Arasında Bir Savaş

Zalim bir yönetici, yaptığı her eylemin doğru olduğuna kendini inandırır. Bu inanç, yalnızca kendi hatalarını görmezden gelmekle kalmaz; aynı zamanda, çevresindekilerin de bu yanılgıya inanmasını talep eder. Çünkü böylesi bir zihin, kendi doğrularını sorgulamayı zayıflık olarak görür. Oysa gücün asıl sınavı, doğruluğu savunmaktan değil, yanlışlarını görebilmekten geçer. Ne var ki bu tür bir lider, eleştiriyi düşmanlık, muhalefeti ihanetten başka bir şey olarak algılamaz. Yanlışlarından rahatsız olanlar ortaya çıktığında, kendini haklı çıkarmak için acımasız yöntemlere başvurmaktan çekinmez.

Bir Yanılgının Başlangıcı-Güç Sarhoşluğu

Zalim liderin bu tutumu, çoğunlukla gücün sarhoş edici etkisiyle başlar. Güç, kontrolü elinde tutmanın verdiği güvenle bireyin algısını bozabilir. Böyle bir lider, çevresindekilerin eleştirilerini bir tehdit olarak algılar. Onun için hata yapmak zayıflıktır ve güç, zayıflığa yer bırakmaz. Bu nedenle, hata yaptığını kabul etmektense, hatasını doğru gibi göstermeye çabalar.

Ancak hakikatin karşısında duran bu çaba, zamanla bir savaşa dönüşür. Çünkü yanlış, ne kadar güzel paketlenirse paketlensin, hakikat karşısında bir gölge gibi dağılır. Bunu bilmesine rağmen zalim lider, çevresindekilerin sessizliği ya da korkuyla boyun eğişini, haklılığının kanıtı olarak görür. Eleştirel sesleri susturmak için önce manipülasyona başvurur. Eleştirenleri toplum içinde küçük düşürmek, yalnızlaştırmak ya da fikirlerini itibarsızlaştırmak için türlü yöntemler dener. Eğer bunlar işe yaramazsa, şiddet ve tehdit yoluna sapar.

Bir yönetim toplantısında, genç bir danışman, liderin bir kararını sorgulamaya cesaret ettiğinde, odada derin bir sessizlik oluşur. Zalim lider, yüzünde soğuk bir gülümsemeyle konuşmaya başlar:

"Bu tür düşünceler, bizim birliğimizi bozabilir. Sadece düşmanlarımızın işine yarar," der ve bakışlarını toplantıdaki diğer katılımcılara çevirir. Bu sözler, danışmanın açıkça bir tehdit altında olduğunu herkese ilan eder. O andan itibaren, odadaki herkes, liderin kararlarını sorgulamanın sonuçlarını kendi zihinlerinde tartar.

Zulmün Aracı-Mobbing ve İzolasyon

Zalim yöneticinin en sık başvurduğu yöntemlerden biri, muhalif sesleri baskıyla susturmaktır. İş yerinde mobbing, bu baskının en somut örneklerinden biridir. Düşünen ve sorgulayan çalışanlar, liderin öfkesinin hedefi olur. Onlar yalnızca birer birey değil, aynı zamanda liderin kendi korkularını yansıttığı birer aynadır. Çünkü bu kişiler, liderin yanlışlarını gözler önüne seren bir tehdit gibi algılanır.

Bir başka örnek olarak, aynı lider, departman müdürlerinden birini hedef alır. Müdür, bir projede etik olmayan uygulamaları rapor etmiştir. Ancak bu rapor, liderin karizmasını zedelemiştir. Müdür, öncelikle toplantılara davet edilmemeye başlar. Daha sonra iş yükü artırılır, her hatası büyütülerek gündeme getirilir. Sonunda ise liderin himayesindeki medyada müdür hakkında asılsız dedikodular yayılır. Bu durum, yalnızca müdürün değil, diğer çalışanların da sindirilmesine yol açar.

Mobbing yalnızca bireyi değil, toplumu da zehirler. Bir zalim lider, iş yerindeki bu baskıyı toplumsal alanda da yayar. Fikir adamlarını susturmak, onları toplumdan dışlamak ya da itibarsızlaştırmak, zalim liderin gücünü koruma çabalarının bir parçasıdır. Çünkü bu lider, düşüncenin özgür olduğu bir toplumda var olamayacağını bilir. Özgür fikirler, onun inşa ettiği korku imparatorluğunu temellerinden sarsar.

Ancak baskının ve izolasyonun bir sınırı vardır. İnsan doğası, baskıya belli bir noktaya kadar boyun eğebilir. Baskının sürdüğü her an, bireylerin içinde biriken öfke, sonunda bir volkan gibi patlar. Bu patlama, liderin inşa ettiği sahte güvenlik duvarlarını yıkacak güce sahiptir.

Hakikati Bastırmanın Bedeli

Zalim bir liderin en büyük hatası, hakikati bastırabileceğine inanmasıdır. Hakikat, kurumuş bir yaprağa benzemez ki rüzgarla savrulup yok olsun. Aksine, hakikat bir tohum gibidir. Bastırıldıkça toprağın derinliklerine iner ve orada filizlenmeyi bekler.

Bir lider, yanlışlarının üstünü örterek haklı çıkacağını zanneder. Ancak her örtbas edilen yanlış, daha büyük bir yanlışa zemin hazırlar. Hakikati inkâr etmek, yalnızca liderin değil, onun çevresindeki herkesin ahlaki bir çöküş yaşamasına yol açar. Yanlışların doğru gibi gösterilmesi, toplumu adaletten ve vicdandan uzaklaştırır. İnsanlar, gerçeği değil, liderin dayattığı sahte gerçeklikleri kabullenmek zorunda kalır. Bu durum, toplumsal dokunun yıpranmasına, insanların birbirine güvenini kaybetmesine ve ahlaki değerlerin çökmesine neden olur.

Bir gazeteci, liderin yolsuzluklarını ifşa eden bir makale yayımlar. Ancak lider, halkı bu gazetecinin "yabancı güçlerin ajanı" olduğuna inandırır. Gazeteci, hapse atılır. Fakat bu olay, halkın hafızasında bir yara olarak kalır. Liderin güç oyunları, hakikatin yayılmasını kısa vadede engelleyebilir, ancak uzun vadede halkın öfkesini biriktirir.

Bir Zalimliğin Sonu

Zalim liderler, sonunda her zaman aynı sonla karşılaşır: Yalnızlık. Çünkü korkuyla inşa edilen bir güç, zamanla etkisini kaybeder. İnsanlar, korkularını aştıklarında, zalimin gücü bir hayal gibi çöker. Her şeyin kendi kontrolünde olduğunu düşünen lider, bir gün çevresindeki sessizlikte yalnız kalır. O sessizlik, liderin haklılığına değil, toplumun onun adaletsizliğinden duyduğu bıkkınlığa işarettir.

Bir gün, zalim lider, halkın meydanlarda toplanarak "Adalet istiyoruz!" diye bağırdığını duyar. Ancak artık çok geçtir. O güne kadar halkı baskıyla susturan lider, halkın öfkesinin karşısında duracak bir çözüm bulamaz. Halkın öfkesi, bir fırtına gibi liderin sarayını yerle bir eder.

Hakikat, hiçbir zaman tamamen bastırılamaz. Güz rüzgarı, sararmış yaprakları süpürüp götürdüğünde, yerini yeşil filizler alır. Bu filizler, toplumun yenilenen umududur. Çünkü hiçbir lider, hakikatin karşısında duracak kadar güçlü değildir.

Hakikatin Galibiyeti

Sonuç olarak, zalim bir yönetici, yaptığı her hatayı doğru gibi göstermeye çalışsa da, hakikat her zaman galip gelir. Yanlışları doğru gibi göstermek, yalnızca geçici bir çözümdür. Hakikat, zamanı geldiğinde en güçlü zalimi bile yerle bir edecek bir kuvvetle ortaya çıkar. Çünkü hakikatin doğası budur: Görünmez gibi görünür ama zamanı geldiğinde tüm çürümüşlüğü süpürüp götürür. Ve zalimin ardından geriye yalnızca sararmış yaprakların hatırası kalır.

Bahadır Hataylı/09.08.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!