Bu Blogda Ara

31 Aralık 2024 Salı

Feto Analizi



FETÖ (Fethullahçı Yapılanma), Fethullah Gülen liderliğinde gelişen, çeşitli alanlarda faaliyet gösteren bir yapıdır. 1960'lı yıllarda Türkiye'de dinî bir hareket olarak başlayan bu yapı, zamanla örgütlenerek hem Türkiye'de hem de uluslararası alanda etkili bir ağ haline gelmiştir. FETÖ, özellikle eğitim, medya, ekonomi ve kamu kurumları üzerinde yoğunlaşan faaliyetleriyle bilinir.

Tarihsel Gelişim

FETÖ'nün temelleri, 1960'lı yıllarda Fethullah Gülen'in Örgütü’nün çeşitli sohbet toplantıları ve dini eğitim faaliyetleriyle atılmıştır. 1980'lerden itibaren örgüt, özellikle eğitim alanında okul, dershane ve özel eğitim kurumları açarak gençlere ulaşmayı amaçlamış ve öğrencileri kendi fikirleri doğrultusunda yetiştirmeye odaklanmıştır.

1990'lı yıllarda uluslararası ağını genişleten FETÖ, Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika'da okullar açarak küresel bir hareket haline gelmiş ve bu yapıyı diplomatik ilişkiler kurmada kullanmıştır.

Amaçlar ve Yöntemler

FETÖ'nün temel amacı, kamusal alanın önemli noktalarını ele geçirerek kendi ideolojisini yaymak olmuştur. Bu amaçla:

  • Eğitim Alanı: Kolejler, üniversiteler ve yurtlar gibi eğitim kurumları kurarak insan kaynağını arttırma.

  • Medya ve Yayın: Gazete, dergi, televizyon ve internet siteleri aracılığıyla kamuoyu oluşturma.

  • Ekonomi: Holdingler, vakıflar ve işadamlığı dernekleriyle finansal destek sağlama.

  • Kamu Kurumları: Ordudan polise, adaletten diğer büyük devlet kurumlarına kadar farklı alanlarda kadrolaşma.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi

FETÖ, 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye'de bir darbe girişiminde bulunmuştur. Bu girişim, devletin çeşitli kademelerine sızmış FETÖ üyeleri tarafından gerçekleştirilmiş; ancak halkın ve Türkiye devletinin kararlı duruşu sayesinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu olaydan sonra örgüt, Türkiye ve uluslararası alanda çok yönlü operasyonlarla çökertilmeye başlanmıştır.

Uluslararası Tepkiler

FETÖ, birçok ülkede faaliyetlerine devam etse de, bazı ülkeler bu yapıyı terör örgütü olarak kabul etmiş ve faaliyetlerini yasaklamıştır. Ancak örgüt, uluslararası bağlantıları ve finansal kaynakları sayesinde faaliyetlerini gizli yürütmeye çalışmaktadır.

FETÖ, modern zamanlarda dinî, ekonomik ve siyasi gücün birleşiminden oluşan bir yapının tehlikelerini göstermektedir. Bu nedenle, örgütü anlamak ve bu tür yapılara karşı önlemler almak, hem Türkiye hem de uluslararası topluluklar için önemli bir zorunluluk haline gelmiştir.

Sevgili Dostlar, sizlere, FETÖ'nün hem bölgemizde hem de dünyada oynadığı kritik rolü detaylıca anlatmaya çalışacağım. FETÖ, sadece bir terör örgütü olmanın ötesinde, derin stratejilerle çeşitli alanlarda etkisini göstermiş ve bu etkileri uzun yıllar boyunca fark edilmeden devam ettirebilmiştir. Bu yapının dış güçler tarafından nasıl kullanıldığını, bölgemizdeki ve dünyadaki İslami uyanışları nasıl baltaladığını birlikte inceleyelim.

FETÖ ve Dinî Manipülasyonlar

FETÖ, ortaya çıktığı ilk günlerden itibaren, özellikle İslami değerleri ön plana çıkaran bir hareket gibi görünmeyi başarmış; fakat esasen İslami anlayışı bozmayı ve manipüle etmeyi amaçlayan bir yapıdır. Bu yapı, İslam coğrafyasında yeni filizlenmeye başlayan İslami uyanışları baltalamak ve ümmet bilincini zayıflatmak için kullanılmış ve bu konuda büyük oranda başarı sağlamıştır.

İlk etapta “ılımlı” bir din anlayışı sunarak, İslam’ın temel değerlerini şaibeli hale getirme gayretine girmişlerdir. Bu anlayış, dini reformları “modernleşme” adı altında yeniden yorumlamaya çalışmış ve İslam’ın ahlaki ve toplumsal yönünü zedelemeyi hedeflemiştir. Bu yaklaşımla insanların zihinlerini karmaşıklaştırmayı ve dini düşünceleri yozlaştırmayı amaçlamış; böylece İslami uyanışların önünü kesmek istemişlerdir.

Bu noktada, FETÖ’nün asıl hedefi sadece bir örgüt olarak kendisini güçlendirmek değil; aynı zamanda İslam coğrafyasını dünyanın çeşitli yerlerinde temsil eden zihinleri kontrol altına alarak, ümmet bilincini yok etmek olmuştur. Bu anlayış, çeşitli dini yapıları yozlaştırıp parçalayarak kendi çıkarlarına uygun hale getirme çabalarını da beraberinde getirmiştir.

Eğitim Yoluyla Sömürü ve Genetik Değişim

FETÖ, dışarıdan bakıldığında “masumane” gibi görünen eğitim faaliyetleriyle büyük bir kitleyi etkisi altına almış ve bu eğitim faaliyetlerini, aslında bir manipülasyon aracı olarak kullanmıştır.

Dünyanın dört bir yanında kurulan okullar, öğrencilerin sadece akademik anlamda değil, aynı zamanda zihinsel ve manevi anlamda da etkilenmesine yol açmış; çoğu zaman kültürel değerlerin yerini batılı bir anlayışla değiştirmeyi hedeflemiştir. FETÖ okullarının öne çıkan bir başka yönü, yerel halkların kültürel yapılarını bozarak ülkelerin genetik kodlarını değiştirme çabası olmuştur. Bu okullar, öğrencilere öncelikle kendi kültürlerinden uzaklaşmalarını telkin ederek, batı odaklı bir kimlik benimsemelerini sağlamaya çalışmıştır.

Birçok aile, bu eğitim kurumlarının sunduğu çekici olanaklarla çocuklarını gönderirken, çocuklarının bu yapının ideolojik etkisi altına girdiklerinin farkına bile varmamıştır. Çocukların zihinsel yapısı, şüphesiz bir ölçüde şekillendirilmiş ve FETÖ ideolojisine uygun hale getirilmiştir. Burada asıl önemli olan, bu eğitim sisteminin büyük bir manipülasyon ağı olarak çalışması ve insanların öz değerlerinden koparılmasıdır.

Hakikatlerin Perdelenmesi ve Gerçek Amaçlar

FETÖ’nün faaliyetlerine dışarıdan baktığınızda, ilk etapta iyi niyetli bir hareket gibi görülebilir. Ancak bu yapının karmaşıklığına ve gerçekte kime hizmet ettiğine baktığınızda, ortaya çıkan manzara çok daha farklıdır. FETÖ, hem bölgemizde hem de dünyada kaos yaratmak ve büyük güçlere hizmet etmek amacıyla şekillendirilmiştir. Özellikle İslam coğrafyasında ortaya çıkan İslami uyanışları baltalamak ve ümmet bilincini parçalamak için stratejik olarak kullanılan bu yapı, çeşitli şekillerde varlığını devam ettirmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada, FETÖ’nün maskesi büyük oranda düşmüş olsa da, bu yapının özellikle uluslararası güçlerle olan bağlarını unutmamak gerekir. Hakikati tam anlamıyla anlamak ve bu yapının özelliklerini çözümlemek, gelecekte benzer stratejilere karşı daha dirençli olmamızı sağlayacaktır.

Sonuç ve Çıkış Yolu

FETÖ örneği, İslam dünyasının birliğini ve değerlerini koruma adına ne denli dikkatli olması gerektiğini göstermektedir. Bu tür yapılar, ümmet bilincini zayıflatmak ve İslam’ın dirilişini engellemek için kullanılmaktadır. Bizlere düşen görev, dinimizi doğru anlamak ve bu tür yapılara karşı zihinsel bir direniş geliştirmektir. Eğitimden sosyal yaşama kadar her alanda bilinçli bir duruş sergileyerek, geleceğimizi daha sağlam temeller üzerine inşa etmeliyiz.

Bahadır Hataylı/10.11.2024/Sancaktepe/İST

Politik Doğruluk Analizi

Bak kardeşim, gel birlikte insanlık adına önemli bir meseleyi konuşalım. Bugün seninle politikacıların çoklukla övünme anlayışından, toplumun değer yargılarındaki sapmalardan ve gerçek adaletin izini sürmekten bahsedelim. Dikkatlice dinleyelim, çünkü bu mesele hepimizi ilgilendiriyor.

Şimdi, etrafımıza bir bakalım. Ülkemizdeki politikacıların meydanlarda nasıl konuştuklarını, nasıl büyük kalabalıklarla övündüklerini görüyorsun. "Bizim yolumuz doğru, çünkü bizi destekleyen milyonlar var!" diyorlar. Ama bir durup düşünelim; bir fikrin ya da bir yolun doğruluğu, ona inanan insanların sayısıyla mı ölçülür? Kalabalıklar bir ölçü olabilir mi? Eğer bir kalabalığın çokluğu, bir düşüncenin doğruluğunu gösterseydi, tarih boyunca ortaya çıkan her büyük yalan, her büyük zulüm de haklı olurdu, değil mi?

Bak, doğruluk başka bir şeydir kardeşim. Doğruluk, akıl süzgecinden geçip idrakle kavranan, faydasıyla insanlığın hayatına dokunan şeydir. Sayılarla, gürültüyle, kalabalıkla alakası yoktur. Hatta Kur'an-ı Kerim'de bir ayet var; Allah buyuruyor ki: "Yeryüzünde olanların çoğuna uyarsanız, onlar sizi Allah'ın yolundan uzaklaştırır, kendi yollarına çevirirler. Onlar sadece zanneder ve saçmalarlar." (En'am Suresi, 116. Ayet). İşte bu, bize gösteriyor ki çoğunluk, her zaman doğruyu temsil etmez. Çoğunluk bazen insanı yanıltır, yanlış yola sürükler.

Peki bu neden böyle? İnsanlar neden kalabalıkların cazibesine kapılır? Bunun cevabı basit: İnsan, yalnız kalmaktan korkar. Doğruyu tek başına savunmak zordur. Kalabalık bir gruba katıldığında kendini güvende hisseder. "Herkes buradaysa, bu yol doğrudur," der ve düşünmeyi bırakır. Ama işte bu, insan olmanın asıl gerekliliğine ters bir durumdur. İnsan, düşünen bir varlıktır. Kalabalıkların peşine takılıp körü körüne inanmak yerine, her şeyi sorgulamalı, hakikati aramalıdır.

Bak kardeşim, çoklukla övünmek o kadar tehlikeli bir tuzak ki, insanı kendine hayran bırakır. "Biz güçlüyüz, çünkü çoğuz," diyen bir zihniyetin insanlığa ne faydası olabilir? Daha da kötüsü, insanlar bu çoklukları öylesine abartıyor ki, geçmişteki ölülerini bile saymaya başlıyorlar. "Bizim atalarımız da şöyle büyüktü, böyle kalabalıktı," diye övünüyorlar. Ama burada bir soru sormalıyız: Kalabalık olmak, gerçekten de bir değer midir? Yoksa bu sadece bir yanılsama mı?

Adalet burada devreye giriyor kardeşim. Adalet, insanlığın temel taşıdır. Adalet olmadan hiçbir toplum ayakta duramaz. Ama adalet, çoğunluğun istediği şey demek değildir. Adalet, hakkın teslim edilmesidir. Mazlumun yanında olup zalime karşı durmaktır. Kalabalıkların sesine kulak verip hakikati unutan bir toplum, adaleti nasıl sağlayabilir? İşte burada insan olmanın gerekliliği devreye giriyor. İnsan, yalnız kalsa bile hakkın ve hakikatin yanında durmalıdır. Çünkü adalet, kalabalıkların oyuyla değil, vicdanların sesiyle sağlanır.

Tarih boyunca adaleti savunan insanlar, genelde azınlıkta kalmışlardır. Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı zamanı düşün. O dönemki toplumun çoğunluğu, putlara tapıyordu. Ama Hz. İbrahim, yalnız başına o putlara karşı çıktı. "Bu yaptığınız yanlış," dedi. Peki, toplumun çoğunluğu onun haklı olduğunu kabul etti mi? Hayır! Onu ateşe atmaya kalktılar. Ama ne oldu? Haklı olan yine de oydu. Çünkü adalet, çoğunluğun değil, Hakk'ın peşinden gitmektir.

Bugün de aynı şey geçerli kardeşim. Eğer bir toplumda adaleti savunan insanlar azınlıktaysa, bu adaletin yanlış olduğu anlamına gelmez. Hatta tam tersine, çoğunluk yanlış bir yol seçmiş olabilir. İşte bu yüzden, kalabalıkların cazibesine kapılmadan hakikatin izini sürmek gerekir. Zor bir yoldur bu, ama insan olmanın gerekliliği budur.

Şimdi, şöyle bir hayal edelim. Bir toplum var, ama bu toplumda insanlar adaleti savunmuyor. Herkes kendi çıkarının peşinde. Kalabalık olan grup, azınlığı eziyor. Bu toplumun geleceği ne olur? Bir süre sonra bu toplum, içten içe çürür. Çünkü adalet olmadan bir arada yaşamak mümkün değildir. İnsanlar birbirine düşer, huzur bozulur, güven kalmaz. Oysa adaletin olduğu bir toplumda herkes kendini güvende hisseder. Mazlumun hakkı korunur, zalim cezalandırılır. İşte gerçek medeniyet budur.

Bak kardeşim, bugün dünyada da benzer bir durum var. Güçlü olan ülkeler, zayıf olanları eziyor. Ama bu güç, onların haklı olduğunu göstermez. Tam tersine, bu durum onların adaletsizliğini gözler önüne serer. Tarih, güçlülerin zalim olduğu örneklerle doludur. Ama tarih aynı zamanda, mazlumların bir gün haklarını aldığını da gösterir. Çünkü adalet, er ya da geç tecelli eder. Bu, insanlığın değişmez bir gerçeğidir.

Bizim yapmamız gereken şey, bu adaletsizliklere karşı durmaktır. Ama bunu yaparken kalabalıkların peşine takılmamalıyız. Hakkın ve hakikatin peşinden gitmeliyiz. Bu, kolay bir yol değildir. Belki yalnız kalırız, belki dışlanırız. Ama sonunda kazanan biz oluruz. Çünkü adaletin olduğu bir dünyada, herkes kazançlı çıkar. Zalim bile adalete muhtaçtır, çünkü adalet olmadan huzur bulamaz.

Son olarak, şunu unutma kardeşim: İnsan olmak demek, adaletin şahidi olmak demektir. Mazlumun yanında durmak, zalime karşı çıkmak demektir. Kalabalıkların gürültüsüne aldanmadan, hakikatin sesini duymak demektir. Eğer bunu yapabilirsek, insanlığımızı koruyabiliriz. Ama bunu yapmazsak, boş bir kütükten farkımız kalmaz. Haydi, şimdi kendine bir söz ver. "Ben, adaletin ve hakkın yanında olacağım," de. Çünkü insan olmanın gerekliliği budur.

Erol Kekeç/31.12.2024/Sancaktepe/İST

30 Aralık 2024 Pazartesi

Türkiye’nin Suriye Politikası-Nasıl Bir Yolda Suriye’nin Toprak Bütünlüğü İçin mi?

Şimdi durup bir düşünelim. 2011 yılına dönelim. Türkiye’nin güney sınırlarında patlayan bir hareketlilik. Bir yandan sınırdaki mayınlar temizleniyor, diğer yandan sınır kapılarımızdan milyonlarca mülteci akın ediyor. Sormamız gereken şu: Bu yaşananlar gerçekten bir tesadüf müydü, yoksa önceden çizilmiş bir planın adım adım uygulamaya konulması mıydı? Şimdi gelin, bu sorulara birlikte cevap arayalım.

Sınırdaki Mayınların Temizlenmesi ve Akabindeki Göç Dalgası

Bir ülkenin sınırındaki mayınların temizlenmesi, insani bir adım gibi görünebilir. “Mayınsız bir dünya” idealine hizmet ettiği iddia edilebilir. Ancak, tam da bu temizleme operasyonunun hemen ardından milyonlarca insanın sınırlarımızdan içeri girmesi tesadüf müdür? Bence değil. Çünkü tarih bize şunu öğretir: Büyük göçler, asla kendiliğinden oluşmaz. Arkasında daima bir siyasi, ekonomik ya da askeri plan vardır.

Suriye’nin kuzeyindeki haritaya bakın. Özellikle Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşayan halk, yıllardır bu topraklarda bulunuyordu. Ancak 2011’den itibaren bu bölgeler sistematik olarak bombalandı. Peki, bu bombalamalar kime hizmet etti? Bu insanların güvenli bir bölgeye mi gitmesi sağlandı, yoksa belli bir koordinata uygun bir boşaltma mı gerçekleştirildi? Burada niyet çok önemli. O harita, emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planının bir parçası olabilir mi? Bence olabilir.

Türkiye’nin Rolü-Sığınmacı Politikası ve Emperyalizm

Şimdi gelelim Türkiye’nin rolüne. Emperyalizm dediğimiz şey öyle bir güç ki, sizi farkında olmadan kendi politikalarına alet edebilir. Peki Türkiye, 2011’den itibaren nasıl bir pozisyon aldı? İlk başta, Suriye’deki olayların bir iç mesele olduğunu söyledi. Ama sonra? “Esad rejimi” söylemiyle birlikte bir tarafta yer aldı. Bu taraf, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumayı mı hedefliyordu, yoksa emperyalist güçlerin bir gölge haline gelerek bölgede bir kaos yaratılmasına mı hizmet ediyordu?

Bunu anlamanın en iyi yolu, mülteci politikasına bakmaktır. Türkiye, milyonlarca Suriyeliyi sınırlarından içeri aldı. Bu insani bir görev olarak sunuldu. Ama işin ekonomik, toplumsal ve güvenlik boyutuna baktığımızda durum pek de öyle değil. Türkiye, bu mülteciler için milyarlarca dolar harcadı, toplumsal yapıda büyük değişiklikler yaşandı ve işsizlikten kültürel çatışmalara kadar pek çok sorun ortaya çıktı. Şimdi soruyorum: Bu kadar büyük bir göç dalgasına kapı açmak, gerçekten Türkiye’nin yararına mıydı? Yoksa Türkiye’nin iç dengelerini sarsmayı hedefleyen bir stratejinin parçası mıydı?

Suriye’nin Toprak Bütünlüğü-Gerçekten Korundu mu?

Türkiye’nin Suriye politikası sürekli olarak “Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma” söylemiyle savunuldu. Ama sahaya baktığımızda ne görüyoruz? Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi operasyonlarla Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgeler oluşturdu. Bu bölgeler, aslında Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaktan çok, yeni bir siyasi denklem oluşturma çabasının parçaları gibi görünüyor. Çünkü bu bölgeler, Suriye yönetiminin kontrolünden tamamen çıkmış durumda. Ayrıca, burada kurulan yeni yapılar, uzun vadede bölgenin demografisini değiştirme riski taşıyor.

Bu noktada bir başka soruyu da sormak lazım: Türkiye, bu operasyonlarla kime hizmet etti? Eğer Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak gibi bir hedef vardıysa, neden Esad rejimiyle doğrudan bir diyalog kurulmadı? Neden emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle hareket edildi? Yoksa amaç, Suriye’yi bölmek isteyen büyük güçlerin planına zemin hazırlamak mıydı?

Göç ve Bombalamaların Ardındaki Gerçekler

Suriye’den gelen göçmenlerin hikayelerine bakın. Çoğu, “Bölgemiz bombalandı, bu yüzden kaçtık” diyor. Ama bu bombalamaların arkasında kim var? Gerçekten bölgede savaş olduğu için mi bu insanlar göç etti, yoksa belli bir nüfusu oradan çıkarmayı hedefleyen bir planın parçası olarak mı? Bunun örneklerini daha önce başka yerlerde de gördük. Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da… Emperyalizm, önce kaosu yaratır, sonra da bu kaosu çözmek için kendi çözümlerini sunar. Bu çözümler genelde daha fazla sorun yaratır, ama onların umurunda değildir. Çünkü asıl amaç, kontrolü ele geçirmek ve zenginlikleri sömürmektir.

Suriye’de yaşananlar da bundan farklı değil. O bölgeler neden bombalandı? Çünkü o toprakların boşaltılması gerekiyordu. İnsanlar, can güvenlikleri olmadığı için evlerini terk etti. Ama bu bombalamaların arkasındaki güçlerin asıl amacı, bir haritayı yeniden çizmektir. Ve bu haritanın çizilmesi sürecinde Türkiye’nin nasıl bir rol oynadığı, tarihin en önemli sorularından biri olacaktır.

Türkiye’nin Emperyalizme Alet Edilmesi

Türkiye, bölgede güçlü bir ülke. Ama bu güç, doğru yönetilmezse emperyalizmin hizmetine sunulabilir. 2011’den itibaren izlenen politika, ne yazık ki Türkiye’yi bu duruma düşürdü. Suriye’deki iç savaşa müdahil olundu, milyonlarca mülteci alındı, sınırlarımız adeta delik deşik oldu. Bütün bunlar, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına hizmet etmedi. Aksine, Türkiye’yi zayıflattı. İçeride toplumsal huzursuzluk, dışarıda itibar kaybı yaşandı.

Peki, bu süreçte ne yapılabilirdi? Türkiye, Suriye’nin iç işlerine karışmak yerine tarafsız bir arabulucu olabilirdi. Mülteci akınını durdurmak için sınır güvenliğini güçlendirebilir, uluslararası toplumdan daha fazla destek talep edebilirdi. Ama bunların hiçbiri yapılmadı. Bunun yerine, Türkiye, emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle hareket etti ve bunun bedelini halk ödemek zorunda kaldı.

Sonuç-Soru İşaretleri ve Dersler

Sonuç olarak, Türkiye’nin 2011 sonrası Suriye politikasına baktığımızda, aklımızda pek çok soru işareti kalıyor. Sınırdaki mayınların temizlenmesinden mülteci akınına, Suriye’nin bombalanmasından Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına kadar her şey, bir planın parçası gibi görünüyor. Bu planın sahibi kim? Türkiye, bu planın neresinde? Emperyalizme mi hizmet ettik, yoksa gerçekten Suriye’nin toprak bütünlüğünü mü koruduk? Bu soruların cevapları, belki bugün değil, ama bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

O zamana kadar, yaşananlardan ders almalı ve gelecekte benzer hatalara düşmemeliyiz. Çünkü Türkiye, büyük bir ülke. Ama bu büyüklüğün, doğru bir şekilde yönetilmesi gerekiyor. Emperyalizmin oyunlarına gelmeden, kendi çıkarlarımızı koruyarak hareket etmeliyiz. Unutmayalım: Güçlü bir Türkiye, sadece kendi halkı için değil, bölgedeki bütün halklar için bir umut kaynağı olabilir. Ama bunun için önce kendi evimizin içini düzeltmeli, sonra da büyük resme bakmayı öğrenmeliyiz.

Bahadır Hataylı/28.12.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!