Bu Blogda Ara

22 Aralık 2024 Pazar

Dijitalleşme ve İnsanlığın Kararan Ufku-Değerlerden Arzulara Bir Yolculuk



Günümüz dünyasında dijitalleşme, hayatın neredeyse her alanına nüfuz etmiş durumda. Teknolojiyle donatılmış modern yaşam, insanlara konfor, hız ve erişilebilirlik sunarken, aynı zamanda onların özünü ve insani değerlerini eritmeye başlamıştır. Bu gelişim sürecinde, hayaller tükenmiş, umutlar kararmış, ve insanlar arasındaki diyaloglar yerini soğuk, yüzeysel etkileşimlere bırakmıştır. Acıma, merhamet, hakkaniyet, sadakat, güven gibi ahlaki değerler giderek azalmış, yerine haz peşinde koşan bireylerin egemen olduğu bir kültür şekillenmiştir. Buradaki amacım, bu dönüşümü detaylı bir şekilde ele alarak, gelinen noktayı ve bu değişimin ardındaki olası nedenleri sorgulamaktadır.

İnsan Hayallerinin Tükenişi ve Hazcı Kültürün Yükselişi

Dijitalleşme ile birlikte insanların hayal kurma kapasiteleri belirgin bir şekilde azalmıştır. Eskiden hayaller, bireylerin geleceğe dair umutlarını şekillendiren ve onları harekete geçiren birer motivasyon kaynağıydı. Ancak, dijital dünyanın sınırsız ve sürekli dikkat dağıtan yapısı, bireylerin zihinsel enerjilerini anlık hazlara yönlendirmiştir. Örneğin, sosyal medya platformlarında geçirilen uzun saatler, bireylerin yaratıcı düşünme kapasitelerini kısıtlamış ve onları gerçek yaşamdan uzaklaştırmıştır. Bu platformlarda insanların hayatlarının yalnızca "parlak" yönlerini sergilemeleri, bireylerin kendi yaşamlarını sürekli başkalarıyla kıyaslamalarına ve hayal kurma yerine anlık tatmin arayışına girmelerine neden olmuştur.

Hazcı kültür, sadece bireylerin yaşam tarzını değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı da derinden etkilemiştir. İnsanlar, artık uzun vadeli planlar yapma veya kalıcı başarılar elde etme yerine, hızlı ve kolay yoldan tatmin arayışına girmişlerdir. Bu durum, tüketim alışkanlıklarından kişisel ilişkilerdeki yüzeyselliğe kadar her alanda kendini göstermektedir. Örneğin, modern alışveriş alışkanlıkları, insanların ihtiyaçlarına değil, anlık arzularını tatmin etmeye yönelik şekillenmiştir. Aynı şekilde, bireyler arasındaki ilişkiler de derinlik ve bağlılık yerine, yüzeysel ve geçici tatmin odaklı hale gelmiştir.

Diyalogların Yitimi ve Toplumsal İzolasyon

Dijitalleşmenin bir diğer olumsuz etkisi, insanlar arasındaki diyalogların niteliğinde gözlemlenmektedir. Geleneksel olarak insanlar, diyaloglar aracılığıyla fikir alışverişinde bulunur, duygusal bağlar kurar ve birbirlerini anlamaya çalışırlardı. Ancak, dijital araçların artan kullanımı, bu doğal iletişim yollarını zayıflatmıştır. Özellikle sosyal medya ve anlık mesajlaşma uygulamaları, iletişimi kolaylaştırmak yerine, bireyler arasında mesafeler yaratmıştır.

Sosyal medyada paylaşılan mesajlar genellikle kısa ve yüzeyseldir. Bu tür bir iletişim, bireylerin birbirlerini anlamalarını değil, kendi fikirlerini dayatmalarını teşvik etmektedir. Dahası, bireyler, karşılarındaki kişiyi fiziksel olarak görmediklerinden, empati yeteneklerini kaybetmekte ve daha sert, kırıcı bir dil kullanmaktadır. Bu durum, toplumsal ilişkilerdeki saygı, sevgi ve hoşgörü gibi değerlerin kaybolmasına yol açmıştır. Örneğin, bir dost meclisinde yapılan samimi bir sohbet yerine, insanların gözlerini ekranlara diktiği ve birbirleriyle yüz yüze iletişim kurmakta zorlandığı bir ortam hâkim olmuştur.

Ahlaki Değerlerin Erozyonu-Merhamet ve Güvenin Kaybı

Dijitalleşme, bireylerin yalnızca hayal kurma ve iletişim becerilerini değil, aynı zamanda ahlaki değerlerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Acıma, merhamet, sadakat ve güven gibi temel insani değerler, dijitalleşmenin etkisiyle zayıflamış ve neredeyse yok olma noktasına gelmiştir. Özellikle bireylerin anonim olarak hareket edebildiği dijital platformlar, ahlaki değerlerin göz ardı edilmesine olanak tanımaktadır.

Bir örnek olarak, sosyal medya üzerindeki nefret söylemlerini ele alabiliriz. Anonimlik kalkanı arkasına sığınan bireyler, başka insanlara karşı merhamet ve empati göstermeksizin, ağır eleştirilerde bulunabilmektedir. Bu tür davranışlar, yalnızca bireyler arasındaki güveni zedelemekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da zayıflatır. Bunun yanında, bireylerin özel hayatlarını sürekli paylaşmaya teşvik eden dijital platformlar, güven duygusunu da aşındırmaktadır. İnsanlar, kendi mahremiyetlerini koruyamaz hale gelmiş ve bu durum, ilişkilerdeki sadakat ve eminlik gibi değerleri de etkilemiştir.

Küresel Güçlerin Rolü-İnsanlığın İfsadı mı?

Dijitalleşmenin insanlık üzerindeki bu etkileri, sadece bireysel tercihlerin bir sonucu değildir. Aynı zamanda belli küresel güçlerin, dijital araçları bir manipülasyon aracı olarak kullandığı da açıkça görülmektedir. Bu güçler, insanları hazlarının kölesi yaparak, onları daha kolay yönetilebilir varlıklar haline getirmeyi amaçlamaktadır.

Örneğin, büyük teknoloji şirketleri, kullanıcıların dikkatini mümkün olduğunca uzun süre platformlarında tutabilmek için algoritmalar geliştirmektedir. Bu algoritmalar, bireylerin zayıf yönlerini hedef alarak, onları sürekli tüketime yönlendirmektedir. Aynı zamanda, bu şirketler, kullanıcıların kişisel verilerini toplayarak, onları daha da bağımlı hale getirecek stratejiler geliştirmektedir. Bu durum, bireylerin yalnızca maddi açıdan değil, manevi açıdan da çöküşüne neden olmaktadır.

Bunun yanında, dijitalleşmenin kontrolsüz yayılması, insanlar arasında eşitsizlikleri artırmakta ve toplumsal çatışmaları körüklemektedir. Örneğin, dijital okuryazarlık düzeyi düşük olan bireyler, bu dönüşüm sürecinde geride kalmakta ve toplumun dışında bırakılmaktadır. Bu durum, toplumsal huzursuzluğu artırmakta ve küresel güçlerin manipülasyonunu kolaylaştırmaktadır.

Çözüm-İnsanlığın Yeniden İnşası

Dijitalleşmenin bu olumsuz etkilerini tersine çevirebilmek için, bireyler ve toplumlar olarak bazı adımlar atmamız gerekmektedir. İlk olarak, bireylerin dijital araçları nasıl kullandıklarını sorgulamaları ve bu araçların hayatlarındaki etkilerini değerlendirmeleri gerekmektedir. Özellikle genç nesillerin, dijitalleşmenin olumsuz etkilerinden korunabilmesi için, dijital okuryazarlık eğitimine önem verilmelidir.

İkinci olarak, bireylerin insani değerleri yeniden hatırlamaları ve bu değerleri günlük yaşamlarında uygulamaları gerekmektedir. Empati, merhamet, sadakat ve güven gibi değerler, yalnızca bireylerin mutluluğunu artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da güçlendirir. Bu değerlerin yeniden canlandırılması, ancak bireylerin birbirleriyle daha derin ve anlamlı ilişkiler kurmalarıyla mümkün olabilir.

Son olarak, dijitalleşmenin kontrolsüz yayılmasına karşı toplumsal ve küresel düzeyde önlemler alınmalıdır. Büyük teknoloji şirketlerinin faaliyetleri, daha sıkı bir şekilde denetlenmeli ve bireylerin mahremiyetlerini koruyacak düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca, dijital araçların toplumsal eşitsizlikleri artırmak yerine, bu eşitsizlikleri azaltacak şekilde kullanılmasına yönelik politikalar geliştirilmelidir.

Dijitalleşme, hayatımıza birçok kolaylık getirmiş olsa da, aynı zamanda insanlığın özünü tehdit eden ciddi tehlikeler barındırmaktadır. Hayallerin tükenmesi, ahlaki değerlerin erozyonu ve toplumsal ilişkilerin zayıflaması, bu dönüşüm sürecinin olumsuz sonuçlarından sadece birkaçıdır. Ancak, bu olumsuzluklara karşı bilinçli bir şekilde hareket edebilir ve dijitalleşmeyi insanlığın yararına olacak şekilde yönlendirebiliriz.

Bu noktada, bireyler ve toplumlar olarak, dijitalleşmenin hayatımız üzerindeki etkilerini sorgulamalı ve insani değerlerimizi koruma çabasında olmalıyız. Aksi takdirde, insanlık, hazların kölesi haline gelerek, kendi özünden ve anlamından tamamen uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Bahadır Hataylı/21.12.2024/Namazgah/İST


21 Aralık 2024 Cumartesi

Sessizliğin Çığlığı- Mazlumların Yanında Olmanın Zorunluluğu

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kimin neye inandığını ve ne adına yaşadığını anlamak her geçen gün daha da zor hale geliyor. İnsanlar, çoğu zaman kendilerini belli bir inancın veya ideolojinin çerçevesinde tanımlıyorlar. Ancak, günlük yaşam pratiklerine baktığınızda, o inancın ya da ideolojinin izlerini bulmak bir yana dursun, bu iki dünya arasındaki çelişkiler karşısında hayrete düşüyorsunuz.

Özellikle İslam coğrafyası diye adlandırılan bu geniş topraklarda, insanlar  neye inandıklarını ve ne adına yaşadıklarını hakikaten kavrayabilselerdi, bu kadar acı, kan ve gözyaşı bu topraklara demir atamazdı. Ancak bugün, dünyanın bir köşesinde Gazze'de masum bebekler, yaşlılar ve çocuklar bombalar altında can verirken, diğer köşesinde kıpırdamayan, sessizliğe bürünmüş bir ümmet var.

Gazze’de 1,5 yıldır sürekli bir ateş hattı yaşanıyor. Bebeklerin çığlıkları, annelerin feryatları, yaşlıların çaresizlikleri bir kâbus gibi üzerimize çöküyor. Ancak bu kâbusun ortasında bile, kendine “Müslüman” diyen insanların kayıtsızlığı, vicdanları sarsacak kadar büyük bir soruna işaret ediyor. Bir zamanlar mazlumun yanında saf tutmanın bir şeref olarak görüldüğü bu topraklarda, şimdi mazlumları kurtarmak için bir adım atan çok az insan var.

Şimdi düşünelim: Neden? Neden bu kadar uzaklaştık mazlumun elinden tutmaktan? Neden, bu dinin “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diye buyurduğu emirleri unuttuk? Hangi menfaat, hangi kırıntı, hangi korku bizi bu kadar sessiz hale getirdi?

Böyle bir düzende, kutsal günlerin bile anlamı yitiyor. Her bayramda insanlar şaşalı kutlamalar yapıyor, sofralar kuruyor, şatafat içinde bir günü daha geçiriyor. Ancak, o sofraların şatafatı, Gazze’de çocukların gözyaşlarına karışıyor. Kendi kıymetli hayatlarını sürdürmek için dünya nimetlerine dalanlar, hangi dinin temsilcisi olduklarını sorgulamalı.

Gazze’nin yanan topraklarında, bombaların gölgelediği çocukların masum bakışları, o sofralarda oturanların vicdanlarını sarsmalıydı. Ancak olmuyor. Mazlumun elinden tutacak eller ya uzanmıyor ya da görmezden geliniyor.

İslam, adı üzerinde teslimiyet dinidir. Ancak bu teslimiyet, zalimin zulmüne teslim olmak değil, Allah’a ve onun adaletine teslim olmaktır. Mazlumların çığlıklarına sessiz kalınan bir düzenin İslam’la bir ilgisi olamaz. İslam, mücadeleyi ve adaleti şart kılarken, biz hangi cesaretle bu şartlardan kaçıyoruz?

Kur’an bize çok açık bir şekilde, zalimin de mazlumun da tanımını yapar. Ancak zalime karşı dilsiz, mazluma karşı sağır olan bir toplum, hangi kitabın şahitliğini üstlenebilir? Hangi kitap, sessizliğin şairliğini kabullenir?

Bugün, çocukların bombalar altında kaldığı, annelerin cesetlere sarıldığı, yıllardır dinmeyen kanın akmaya devam ettiği topraklarda bir soru beliriyor: Biz neredeyiz? Allah’tan cihadı emretmesini isteyen diller, emredilince neden susar? Kaybedeceklerimizi düşünmek mi bizi bu kadar korkutuyor?

Ey ümmet! Bil ki, Allah’ın Resulü, “İnsanların en hayırlısı, insanlar için faydalı olandır” buyurmuştur. Ancak biz, insanların faydasından çok, kendi çıkarlarımızı düşünüyoruz. Bunun neticesinde mazlumları unutarak zalimlere boyun eğiyoruz.

Bu ümmetin kendine gelmesi, yeniden dirilişi ve adaleti tesis etmesi bir zarurettir. Mazlumların yanında olmaktan kaçtığımız her an, zalimin safında yer aldığımızı unutmayalım.

Ayağa Kalk!

Bu bir davettir. Mazlumların yanında saf tutmaya, hakkın ve adaletin şahitliğini yapmaya bir davet. Ey insan, unutma ki ölüm var, hesap var. Ve unutma ki bu dünyanın sahte ışıkları söndüğünce, yanında sadece amel defterin kalacak.

Haydi ayağa kalk ve bu karanlıklara bir son ver. Bu dünya, Allah’ın adaletinin tecelli edeceği bir mahkemedir. Adaleti ve merhameti önce kendi nefsinde başlat ve bu dünyada insan olmanın hakkını ver. Yoksa, yarın öz benliğini ararken sadece pişmanlık bulacaksın.

Bahadır Hataylı/20.12.2024/Namazgah/İST

18 Aralık 2024 Çarşamba

Övgüler ve Arkasındaki Siyasi Hesaplar

Bir çocukluk hatırası gibi başlayan bu anlatım, derinlerde siyasetin karanlık stratejilerini yansıtıyor. İlk olarak, bir kişi ya da toplumu manipüle etmek isteyenler, "sen çok zeki birisin, bunları herkese söylemem" gibi övgülerle yaklaşırlar. Bu türden yüksekten başlayan ama arkasından niyetlerin fark edilmesiyle yerini tehditlere bırakan yaklaşımlar, sadece bireyler arasında değil, uluslararası arenada da karşılaşılan bir gerçekliktir.

Bugün, özellikle Trump gibi popülist liderlerin siyasetteki söylemleri ve "dostane" mesajları, arkasında hangi stratejilerin olduğu konusunda derin şüpheler yaratıyor. "Güçlü bir ordu kurmuşuz, uzun süredir savaşa girmemişiz" gibi satır aralarına gizlenen mesajlar, sadece dostça bir çıkış mı, yoksa gelecekteki bir uluslararası savaş için zemin mi hazırlıyor?

Bu soruları öncelikli olarak irdelemek gerekir. Medyanın bu konuda oynadığı rol, bir yandan toplumu bilgiye ulaştırma görevi üstlenirken, diğer yandan manipülasyon araçlarının bir parçası haline gelmesiyle önemli bir tartışma alanı oluşturuyor. Bu analizde, bahsedilen "yağlama" süreçlerinin altında yatan sebepleri, olası gelecek senaryolarını ve medyanın rolünü sorgulamak önemli olacak.

Geçmişten Bugüne- Övgü ve Şantaj Stratejileri

Manipülasyonun ilk adımı, karşıdaki kişiyi ya da toplumu "özel" hissettirmek üzerine kuruludur. Tarihte de bunun çok sayıda örneğine rastlanır. Örneğin, soğuk savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği, birçok küçük devleti "stratejik ortak" olarak övdüler; fakat çoğu zaman bu övgüler, o ülkelerin bağımsızlıklarını tehdit eden politikalara dönüştü.

Bugün de benzer bir tablo, özellikle ABD'nin Türkiye ile olan ilişkilerinde görülmektedir. Trump'ın bir dönem Türkiye'yi "büyük bir müttefik" olarak övmesi, hemen ardından gelen yaptırım tehditleriyle çelişmiştir. Burada temel strateji, önce övgüyle başlayıp karşı tarafı yumuşatmak, sonrasında ise şartları dikte etmeye geçmektir.

"Sen çok zeki birisin, aptallık yapma" gibi bireysel düzeyde kullanılan bu şablon, uluslara da uygulanır. Çünkü çoğu zaman "şöyle bir fırsatı sadece sana sunuyorum" diyerek çıkan liderlerin, asıl niyetlerinin ne olduğu, zamanla tehdit diline geçmeleriyle ortaya çıkar. "Benim iyi niyetimi yok ettin, bundan sonrasını sen düşün" gibi söylemlerle bireyleri şantajla köşeye sıkıştıran bu zihniyet, devletler düzeyinde "müttefiklik" adı altında ekonomik ya da askeri yaptırımlarla kendini gösterir.

"Güçlü Ordu" ve NATO Planları- Satır Aralarındaki Mesaj

Anlatımın bir başka boyutunda, "güçlü bir ordu kurmuşuz, uzun süre savaşa girmemişiz" gibi övgüler öne çıkıyor. Burada dış politikadaki "mesaj" stratejileri devreye giriyor. Bu övgüler, gerçekten bir teşekkür ya da takdir mi, yoksa gelecekte NATO'nun çıkarları için bir hazırlık mı? Türkiye'nin coğrafi ve stratejik konumu, her zaman çıkar ilişkilerinin odağında olmuştur.

Bu noktada, Trump'ın döneminde Türkiye'ye yönelik övgülerle başlayan, ancak S-400 meselesi gibi konularla sert eleştirilere dönüşen süreci hatırlamak gerekiyor. Bu övgüler, gerçekten "Türkiye'nin başarısını kutlamak" için mi yapılıyor, yoksa bir savaş senaryosunda "bizim için savaşacak bir ortak yaratma" amacını mı taşıyor? Bu noktada, NATO'nun gelecekteki savaş planlarına karşı temkinli olunması önemlidir.

Medyanın Rolü- Gerçekler ve Boşboğazlık

Medya, günümüz siyasetinin en etkili araçlarından biri haline gelmiştir. Bir yandan bilgi akışını sağlayarak toplumu aydınlatma görevi üstlenirken, diğer yandan güç odaklarının manipülasyon mekanizması haline gelebilmektedir. Bu durum, özellikle dış politika söz konusu olduğunda belirginleşir.

Türkiye gibi stratejik bir konuma sahip ülkeler, sık sık medyanın yanıltıcı gündemleriyle karşılaşır. "Güçlü ordu", "büyük müttefik" gibi övgü dolu ifadeler, medya tarafından sıkça öne çıkarılırken; bu ifadelerin arkasındaki gerçek niyetler sorgulanmaz. Bilhassa kriz dönemlerinde medya, manipülatif söylemlerle halkın algısını yönlendirme işlevi görmektedir.

Medyanın bu rolü, sadece yanlış bilgilendirme değil, aynı zamanda kamuoyunu pasifize etmek amacı taşır. Örneğin, "savaşa hazır güçlü bir ordu" söylemi, halkın gururunu okşarken, gerçekte bir savaşın eşiğine sürüklenme ihtimalini göz ardı etmelerine neden olur. Bu nedenle medyanın rolünü sorgulamak ve gerçek bilgiye ulaşma çabasını artırmak, kritik bir uyanışın temel adımlarından biridir.

Gelecek Okumaları-Türkiye'nin Potansiyel Rolü ve Riskleri

Geleceği okumak, geçmişin verilerini doğru analiz etmekten geçer. Bugün Türkiye, siyasi ve askeri olarak büyük bir güç inşa etmiş görünse de, bu gücün nasıl kullanılacağı konusunda dikkatli olunması gerekir. NATO'nun ve Batı'nın Türkiye'yi övmesi, aslında bir ortaklık arayışı mıdır, yoksa bir "taşeron güç" yaratma çabası mı? Bu sorular, gelecekteki riskleri değerlendirme açısından büyük önem taşır.

Türkiye'nin güçlü bir orduya sahip olması, şüphesiz bir avantajdır; ancak bu gücün başkalarının çıkarları için kullanılmasına izin vermek, büyük bir tehlikedir. Bu noktada, ulusal bağımsızlığı ve çıkarları korumak adına, güçlü bir diplomasi ve sorgulayıcı bir akıl geliştirmek zorunludur. "Övgülerin" arkasında yatan niyetleri anlamak, bu bağlamda hayati bir öneme sahiptir.

Kritik Uyanış ve Sorgulayıcı Akıl

Övgüler ve şantajlar, sadece bireylerin değil, devletlerin de karşı karşıya kaldığı manipülasyon araçlarıdır. Bugün Türkiye gibi güçlü ve stratejik ülkeler, "büyük müttefik" ve "güçlü ordu" gibi ifadelerle övülerek bir noktada kendi iradelerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle, her övgünün arkasındaki niyeti sorgulamak, kritik bir uyanışın ilk adımıdır.

Medyanın rolünü ve siyasi stratejilerin arkasındaki gerçekleri anlamak, halkın bilinçlenmesi açısından büyük önem taşır. Türkiye'nin gelecekteki rolünü şekillendirmek için, güçlü bir sorgulayıcı akla ve bağımsız bir diplomasiye ihtiyaç vardır. "Yağlama" süreçlerine karşı uyanık olmak, ulusal bağımsızlığı korumak için atılması gereken en önemli adımdır.

Bu bağlamda, bireylerin ve toplumların manipülasyona karşı dirayetli durmaları, ancak eleştirel düşünce ve sorgulayıcı bir akılla mümkün olabilir. Övgülerin cazibesine kapılmadan, her sözün ve her stratejinin ardındaki gerçek niyetleri analiz etmek, gelecekteki riskleri bertaraf etmek için şarttır.

Bahadır Hataylı/18.12.2024/02.10/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!