Bu Blogda Ara

15 Aralık 2024 Pazar

Teknoloji ve İnsanlık- Modern Dünyanın Karanlık Kuyusu

Günümüzde teknolojinin ulaştığı seviyeyi anlamak için sınırsız bir yaratıcılıkla şekillenen dijital bir çağda yaşadığımızı kabul etmek gerekiyor. Ancak bu yaratıcılık, sadece fayda sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda insanı kendi benliğinden uzaklaştıran, ahlaki ve toplumsal değerlerini yok eden bir tehdidi de beraberinde getiriyor. Teknolojinin büyük vaatlerle önümüze serdiği süslü hayaller ve imkanlar, insanlığın özü ile olan bağını kestiğinden, insanları yalnızca tüketim ve manipülasyon nesnelerine dönüştüren bir mekanizma haline geldi.

Dijital çağda yaşıyor olmanın karmaşık faydalarının yanında, her gün daha belirgin hale gelen tehlikelerini anlama çabalarıyla, bu makale şu çağda ışık tutmaya çalışıyor. Teknoloji öylesine güçlü ki, iyi ellerde kurtuluşun, kötü ellerde ise yıkımın aracı haline geliyor. Gelin, bu işlemin hem açık hem de gizli yüzlerine detaylıca bakalım.

Teknoloji-İnsanlığın Ümidi mi, Kâbusu mu?

Teknolojiye tarafsız bir aracı niteliği yüklemek yanlış olur. Hedefi insanı özgürleştirip yaşamı kolaylaştırmak olan gelişmelere tanık olsak da, teknolojinin kontrolü ele aldığı ve kötü niyetlerin aracı haline getirildiği durumlar giderek yaygınlaşmaktadır. Bugün bir yandan çevrim içi toplantılarla dünyanın bir ucundaki bir bireyle iletişim kurmak bir mucize gibi gelirken, öte yandan bir çocuk yanlışlıkla dahi olsa zararlı içeriklerin kucağına düşebilmektedir.

Kontrol Yanılsaması Teknoloji, bize bir yönden muhteşem bir kontrol duygusu vermektedir. Tek bir tıklama ile bankacılık işlemlerinden eğitime, alışverişten sosyal etkileşime kadar birçok şey yapılabilir. Ancak teknolojiyle ne kadar iç içe girersek, o kadar onun tuzaklarına çekiliriz. Kendi adımızla açılan sahte bir hesapta ütopya inşa edilirken gerçek hayattaki karışıklıklar tamamen gizlenebiliyor. Her paylaşımımızda kim olduğumuz, nereye ait olduğumuz, ne sevdiğimiz dijital bir parmak izi olarak kaydediliyor.

Gerçek ve Gerçek Olmayanı Ayırma Becerisi Zorlaşıyor

Yeni medyanın geldiği nokta çok dikkat çekici. Yapay zeka teknolojileri ile sadece bir görüntününüz, ses kaydınız veya sosyal medyadaki basit bilgileriniz ele alınarak sizi temsil eden ve sizin izleniminizi veren hologramlar, videolar, hatta tıpatıp aynısı olan söylemler yapılabiliyor. Burada kritik soru ise şu: Birisi sizin yerinize bir karar verdikten sonra o kişinin siz olmadığını ispatlamak için yeterli zamanınız kalır mı?

Yapay zeka destekli görüntülerle süslenmiş, gerçeğe meydan okuyan videolar insanoğlu üzerinde psikolojik manipülasyona alan açıyor. Dijital "derin sahtekarlıklar", sıradan bir bireyi toplumsal rezaletin öznesi haline getirebilir. Bunun belki de en yıpratıcı yanı, haksız yere şöhretinizin, itibarınızın ve hatta tarihi mirasınızın zedelenmesi olabilir.

Toplumdaki Dijital Dram- Suçun Yayılması

Teknolojinin yayılımı sadece bireysel sorunlar yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal kaosu da tetikliyor. Sosyal medyanın evrimiyle birlikte "linç kültürü" bir eğlenceye dönüştü. Bir hata yapan birey, dakikalar içinde milyonlarca kişinin sözel şiddetine maruz kalabilir. Bu durum, bireyin zihinsel sağlığını tehdit eden ciddi bir sorunu gün yüzüne çıkartıyor.

Bilgi akışının hızı ise bu suçun daha geniş çapta yayılmasına zemin hazırlıyor. Yanlış bir tweet ya da bir video, hakikati yansıtmasa bile, algıyı öyle bir değiştiriyor ki gerçeği anlatmaya kimsenin vakti ya da şansı kalmıyor.

Kötü Kullanımın Etkileri

Teknolojinin kötü niyetli amaca hizmet ettiği alanların çeşitliliği korkutucu seviyelere ulaştı:

  1. Yapay Zeka ve Askeri Teknolojiler: Dünyada gelişen yapay zeka kontrolündeki insansız hava ve kara araçları, karşı tarafın savunmasız hale getirilmesini kolaylaştırıyor.

  2. Siber Saldırılar: Hücum stratejileri değişmiş durumda. Şimdi siber aleme yayılan bir zararlı yazılım milyonlarca insanın kişisel bilgilerini tehdit altına alabiliyor.

Teknoloji ile Nasıl Barışık Kalabiliriz?

Görülen o ki, teknoloji çift taraflı keskin bir kılıç gibidir. Bizi daha iyiye götürebilecek imkânlarla dolu olan bu aracı, bir yandan da tehlikelere son derece açık hale getiriyor.

Fakat teknolojiden tamamen vazgeçmek bir çözüm değildir. Aksine, sorumluluğu elden bırakmadan ve eleştirisel bir farkındalıkla kullanmamız gerekir. Gerçekleştirilmesi gereken birinci hedef, eğitimdir. Dijital okuryazarlık farkındalığıyla bireylerin sadece birer kullanıcı olması yeterli değildir; aynı zamanda geliştiricisi, sorgulayanı ve yanlışların farkında olan denetçileri olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, teknoloji bize hizmet için var; biz ona tutsak olmak için değil. Hayatımızı teknolojiye emanet etmek yerine, bilincimizi koruyarak gerçeklikle olan bağımızı güçlendirmeliyiz. Ancak bu şekilde teknoloji, hem insanın kendi ile barışık kalmasına hem de geleceğin daha umut dolu inşa edilmesine olanak sağlayabilir.

Erol Kekeç/12.12.2024/Sancaktepe/İST

14 Aralık 2024 Cumartesi

Kerbala’nın Ateşi Zulmün Sonu ve Adaletin Şafağı

 

Kerbala Çölü... Sıcak kumların üzerinde bir avuç insan, tarihin en soylu direnişini yazmaya hazırlanıyordu. Karşılarında yüz bin kişilik bir ordu, zulmün simgesi Yezid’in emirlerini yerine getirmek için bekliyordu. Ancak bu sahne, yalnızca fiziksel bir savaş değil, hakkın ve batılın çarpışmasıydı.

Hz. Hüseyin’in cesareti, imanının derinliği ve vakarının asaleti, düşman ordusundaki en katı kalpleri bile sarsıyordu. Yezid'in gönderdiği askerler, dünyalık menfaatler uğruna bu kutlu şahsiyeti susturmayı planlıyordu. Ancak bir insan vardı ki, kendi vicdanının zincirlerini kırarak bu zulmün parçası olmayı reddetti: Hürr bin Yezid er-Riyahi.

Hürr, Yezid’in ordusunun komutanlarından biriydi. Kerbala’ya gelirken ordusunun başında büyük bir güçle yürümüş, Hz. Hüseyin’in yolunu kesmişti. Ancak Hüseyin’in sözleri, onun ruhunun derinliklerinde fırtınalar kopardı. Hüseyin, karşısındaki komutana dönüp, yumuşak ama kararlı bir sesle şöyle dedi:

"Ey Hürr! Sana iki yol sunulmuştur: Hakkın yolu ya da batılın yolu. Benimle savaşmak seni asla kurtuluşa erdirmez, yalnızca kalbine karanlık bir gölge düşürür. Ama Allah’ın yolunu seçersen, işte o zaman gerçek hürriyeti bulursun.”

Hürr’ün elleri titredi. Bu cümle, onun kalbine bir ok gibi saplanmıştı. Bir yanda Yezid’in vaat ettiği dünyalık nimetler, diğer yanda Hüseyin’in temsil ettiği hakikat... Gözleri doldu, dizlerinin üzerine çökerek, “Ey Peygamber’in torunu! Ben nefsime yenik düştüm ama şimdi sana teslim olmak istiyorum,” dedi. Hüseyin, onun bu içten dönüşünü rahmetle karşıladı. Hürr, o andan itibaren Hüseyin’in safında yer aldı ve Karbala’da onunla birlikte şehit oldu. Hürr’ün bu dönüşü, imanla hürriyet arasındaki güçlü bağı bir kez daha gösterdi.

Karbala’da Hz. Hüseyin ve beraberindeki 72 kişi, zulme karşı baş eğmeden şehit oldular. Ancak onların kanı, kumlarda kaybolmadı. Kerbala’nın rüzgarı, bu kanı dünyanın dört bir yanına taşıdı. Bu kan, her çağda zalimlerin tahtını sallayan birer ateş damlası oldu. İşte bu yüzden, Kerbala yalnızca bir olay değil; tüm insanlık için adalet, direniş ve hakkaniyetin sembolüdür.

Bugün dünyanın farklı köşelerinde yaşanan zulümler, Kerbala’nın yankısını tekrar hatırlatır. Filistin’de bombaların altında ağlayan bir çocuk, Suriye’de ailesini kaybeden bir anne, Yemen’de açlıktan kıvranan masum bir bebek… Hepsi, Kerbala’nın rüzgarıyla seslenir: “Zulümle abad olanın sonu yoktur.”

Tarih boyunca zalimler, hakikati susturacaklarını düşündüler. Ancak Firavun’un tuğyanı nasıl ki Musa’nın asası karşısında mağlup olduysa, Nemrut’un ateşi nasıl ki İbrahim için serin kılındıysa, bugün de zalimlerin sonu yakındır. Siyonist İsrail ve onun hamisi Büyük Şeytan ABD, mazlumların gözyaşlarını dikkate almazken kendi sonlarını hazırladıklarının farkında değiller. Bombalar, duvarlar ve silahlarla susturulmaya çalışılan halklar, gün gelecek bu zulmün hesabını soracaktır.

Adaletin zaferi kaçınılmazdır. Tıpkı Kur’an’ın müjdesinde olduğu gibi:
"Biz ise, yeryüzünde ezilenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları mirasçılar kılmak istiyorduk." Kasas Suresi/ 5. Ayet

Karbala’nın ruhu, sadece geçmişte kalan bir anı değil, bugün ve yarın için bir uyarıdır. Zulüm devam etse de, mazlumların duaları gökyüzünü titretir. Şuara Suresi’nin 227. ayeti bu direnişin ahlaki temelini bir kez daha hatırlatır:
"Ancak iman edip salih amel işleyenler, Allah'ı çokça ananlar ve haksızlığa uğradıktan sonra kendilerini savunanlar başka. Zalimler ise nasıl bir inkılapla devrileceklerini yakında göreceklerdir."

Bu ayet, Kerbala’nın hikayesini bugüne taşır. Hz. Hüseyin’in kanıyla yazdığı hakikat, zalimlerin tahtını sarsmaya devam ediyor. Ve o gün yakındır; mazlumların sesi, zalimlerin sessizliğini boğacaktır.

Ey zalimlere korku salan rüzgar, Kerbala’nın şahitleri olarak seninle haykırıyoruz: Zulümle abat olunmaz! Kerbala, her birimize adaletin safında durmayı öğreten bir okuldur. Hüseyin’in vakarını, cesaretini ve imanını rehber alarak, bugünün dünyasında hakkın yanında yer almak boynumuzun borcudur.

Bu öykü, yalnızca bir geçmiş hatırası değil, geleceğin de aynasıdır. Zulmün kökünün kuruyacağı o günleri umutla beklerken, Kerbala’nın direniş ruhunu taşımaya devam edeceğiz. Çünkü biz biliyoruz:
"Hakkın yanında olanlar, asla kaybetmezler."

Erol Kekeç/13.12.2024/Sancaktepe/İST

Adil Düzen ve Sosyal Devletin İlkeleri

Sosyal devletin anlamını, devlet ile millet arasındaki ilişkiyi ve bir toplumu güçlü ve sürdürülebilir kılan dinamikleri detaylandırırken, bazı temel ilkeleri dikkatle ele almak gerekir.

Bir devletin milli geliri, o devlette yaşayan her bir bireyin insanca yaşayabileceği standartları karşılamalıdır. Bu, temel yaşam ihtiyaçları olan barınma, gıda, sağlık, eğitim ve güvenlik gibi unsurların herkes için ulaşılabilir olduğu bir düzeni ifade eder. Mesleklerin ayrıcalığı olamaz, çünkü toplumsal düzen içinde her meslek bir çarkın dişlisi gibidir. Her meslek, kendi alanında toplumsal hayatın devamlılığını sağlayan vazgeçilmez bir role sahiptir. Bu nedenle, meslekler arasında bir üstünlük yaratmak, toplumun yapısını bozacak bir hiyerarşi kurmak anlamına gelir. Ancak bireylerin, mesleklerindeki özverili çalışmaları ve topluma kattıkları değerlerin karşılık bulması elbette önemlidir. Bu ödüllendirme sistemi, bireylerin çabalarını teşvik ederken aynı zamanda adil bir gelir dağılımını sağlamalıdır.

Sosyal Devletin Görevleri

Bir sosyal devletin asli görevi, toplumda huzuru ve güvenliği sağlamaktır. Bunun ardından, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için sistemler geliştirmek, barınma ve korunma gibi en temel gereklilikleri teminat altına almak gelir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, sosyal devletin "yardım dağıtan" bir yapı değil, fırsatlar sunan, bireylerin kendi yaşamlarını sürdürebilmeleri için altyapıyı hazırlayan bir sistem olması gerektiğidir.

Yardımlarla bağımlı hale getirilen bir toplumda, bireylerin kendi potansiyellerini gerçekleştirme şansı ellerinden alınır. Bu, hem bireylerin hem de toplumun gelişimine ket vurur. Sosyal devletin asıl amacı, bireyleri iş, üretim ve yaratıcılık süreçlerine dahil ederek topluma katkı sağlayan aktif bireyler haline getirmektir. Ancak, yaşlı, engelli ya da çeşitli sebeplerle çalışma gücünü yitirmiş bireyler için özel destek mekanizmaları oluşturmak, bir sosyal devletin insani bir sorumluluğudur. Bu yardımlar ise bireylerin onurunu zedelemeyecek, onları aşağılayıcı bir bağımlılık ilişkisine sokmayacak şekilde düzenlenmelidir.

Hukukun Koruyucu Rolü

Toplumsal gelir dağılımı ve bireylerin hakları, hukuki çerçevede güvence altına alınmalıdır. Her bireyin yaşam standartları, insani yaşam koşulları doğrultusunda belirlenmelidir. Bu noktada devlet, bireylerin haklarını bir kişinin ya da bir grubun inisiyatifine bırakmamalıdır. Örneğin, emekli maaşlarının ya da asgari ücretin artırılmasında, bir liderin kanaatleri değil, hukuki düzenlemeler ve ekonomik gerçekler esas alınmalıdır. Böyle bir sistemde, bireyler kendilerini devletin merhametine bağımlı hissetmezler; bunun yerine haklarını talep eder ve bu hakların adil bir şekilde korunacağından emin olurlar.

Devlet, bireyler için güvenilir bir yapı olmalıdır. Eğer bir devlet, bireylerin haklarını keyfi kararlarla düzenler ve yarının ne getireceğini belirsiz bırakırsa, bu toplumda güven duygusunu zedeler. Güven kaybı, toplumsal aidiyet duygusunun yitirilmesine ve nihayetinde bir milletin parçalanmasına yol açabilir. Bunun önüne geçmek için devletin temelleri, adalet, eşitlik ve şeffaflık üzerine inşa edilmelidir.

Toplumun Dinamikleri ve Sosyal Yapı

Bir toplum, bir ağ gibidir. Her birey ve her meslek bu ağın bir düğümünü oluşturur. Bu düğümler arasındaki bağlantılar ne kadar güçlü ve sağlıklı olursa, toplum da o kadar sağlam ve dayanıklı olur. Meslekler arasında ayrıcalık yaratmak, bu bağlantıları zayıflatır. Örneğin, bir öğretmenin eğittiği bireyler, bir toplumun geleceğini inşa ederken bir çiftçi, o bireylerin temel besin ihtiyaçlarını karşılar. Benzer şekilde, bir sağlık çalışanı toplumun sağlığını korurken, bir temizlik işçisi sağlıklı bir çevre sağlar. Bu döngü, toplumsal hayatın sürekliliğini sağlar ve hiçbiri diğerinden daha az önemli değildir.

Ancak bireylerin, mesleklerinde gösterdikleri ekstra çaba ve yenilikçilik, topluma kattıkları değerler nedeniyle takdir edilmeleri ve bu katkıların maddi karşılığını almaları, adaletin bir gereğidir. Bu tür bir sistem, bireyleri daha çok çalışmaya ve topluma daha fazla katkı sunmaya teşvik eder.

Adalet ve Gelir Dağılımı

Milli gelirin dağılımında adalet sağlanması, bir sosyal devletin temel taşıdır. Gelir dağılımında uçurumlar oluşması, toplumda huzursuzluk ve güvensizliğe yol açar. İnsanlar, hak ettiklerini alamadıklarını düşündüklerinde, sistemin meşruiyetini sorgulamaya başlarlar. Bu nedenle, gelir dağılımının adaletli bir şekilde düzenlenmesi, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal barış ve istikrarın sağlanması için hayati bir konudur.

Adaletli bir gelir dağılımı, sadece düşük gelir gruplarının desteklenmesiyle değil, aynı zamanda üst gelir gruplarının topluma daha fazla katkıda bulunmalarını sağlayacak mekanizmalarla da desteklenmelidir. Örneğin, yüksek gelir gruplarından alınan vergiler, eğitim, sağlık ve altyapı gibi kamu hizmetlerine yönlendirilerek topluma geri kazandırılabilir. Bu tür bir sistem, toplumsal dayanışmayı güçlendirir.

Sosyal Devletin Geleceği

Bir sosyal devlet, bireylerin sadece bugününü değil, geleceğini de garanti altına almalıdır. Bunun için eğitim, teknoloji ve yenilikçilik alanlarında yatırımlar yapılmalı, bireylerin kendilerini geliştirmeleri için fırsatlar sunulmalıdır. İnsanların kendi potansiyellerini gerçekleştirebildikleri bir ortam oluşturmak, bir devletin en büyük başarısıdır.

Ancak sosyal devlet, bireyleri bağımlı hale getiren bir sistem değil, bireylerin bağımsızlıklarını ve özgüvenlerini kazanmalarını sağlayan bir yapı olmalıdır. Bu nedenle, yardım sistemleri, geçici çözümler sunmak yerine bireyleri üretken kılacak şekilde tasarlanmalıdır.

Sonuç olarak, sosyal devlet, halkını köleleştiren değil, özgürleştiren bir sistemdir. İnsanların haklarını bir kişinin inisiyatifine bırakmak yerine hukuki bir çerçeveyle güvence altına alan, bireylerin emeğini ve çabasını ödüllendiren, gelir dağılımında adaleti sağlayan bir yapı, gerçek bir sosyal devletin tanımıdır. Böyle bir sistem, toplumsal dayanışmayı güçlendirir, bireylerin devlete olan güvenini artırır ve uzun vadede güçlü, huzurlu ve sürdürülebilir bir toplum inşa eder.

Erol Kekeç/13.12.2024/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!