Bu Blogda Ara

25 Kasım 2024 Pazartesi

Kendi Ayaklarımızın Üzerinde Durmalıyız-Bir Milletin İmtihanı ve Uyandıran Çağrı

Kardeşim, gözlerimizi açmamız gereken, tarihi ve toplumsal gerçekliklerle yüzleşmek zorunda olduğumuz bir zaman dilimindeyiz. İçinde yaşadığımız bu dönem, basit bir ekonomik kriz, geçici bir darboğaz ya da sıradan bir siyasi çekişme değildir. Bu, sistematik bir şekilde inşa edilmiş, bizim kontrolümüzden çıkarılmış ve bizi derin bir uçuruma sürükleme potansiyeline sahip bir oyunun, adım adım uygulandığı bir süreçtir. Bugün buradayız, ama yarın nerede olacağımızı belirlemek için artık sadece düşünmek değil, harekete geçmek zorundayız.

Şimdi size yaşadığımız bu sürecin görünmeyen taraflarını ve nasıl bu noktaya geldiğimizi anlatmak istiyorum. Çünkü bu gerçeklerle yüzleşmeden, içinden çıkmamız gereken karanlığı anlayamayız.

Bir Milletin Yavaş Yavaş Kuşatılması

Bir millet, dış güçlerin hedefi haline gelmeden önce içerden çürütülür. Kendi kimliğinden, değerlerinden, ahlakından ve toplumsal dayanışma gücünden uzaklaştırılır. Bunu anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Geçmişte Suriye'de yaşananları hatırlayın. Bir zamanlar kendi halinde, iç huzuruyla yaşayan bir ülke, nasıl birdenbire yangın yerine döndü? Sorunun cevabı, o yangını körükleyenlerin kim olduğu kadar, yangının çıkmasına sebep olanların kim olduğunda da saklıdır.

Eğer Suriye'nin o zamanki yönetimi halkının sesine kulak verip, sorunları çözmek için gerçek adımlar atsaydı, dışarıdan gelen müdahaleler bu kadar kolay bir şekilde hayat bulur muydu? Hayır! Ama ne oldu? Yönetim boşluğundan ve yanlış politikalardan doğan zemin, dış güçlerin ellerini ovuşturarak planlarını devreye sokmalarına olanak sağladı. Şimdi o topraklarda ne kaldı? Gözyaşı, savaş, yıkım ve emperyalistlerin insafsızca paylaştığı bir vatan.

Bugün, geçmişteki bu senaryonun benzerini kendi ülkemizde yaşamamak için aynı hatalara düşmemek zorundayız. Dış güçlerin "böl, parçala, yut" planları işlerken, onların oyunlarına zemin hazırlayan biz olmayalım. Çünkü unutmayın, içeride kargaşa varsa, dışarıdan müdahale etmek isteyenler için iş daha kolaydır.

Kardeşim, bugün milletin içinde bulunduğu bu darboğaz tesadüf değildir. Ekonomik zorluklardan tutun, yönetimdeki keyfiyete kadar her şey planlı bir şekilde inşa edilmiştir. Bugün yaşadığımız sorunların temelinde, denetimsizlik ve hesap vermezlik yatmaktadır. Milletin alın teriyle oluşan servet, sorumsuzca harcanırsa, keyfi cezalar ve vergilerle halk bunaltılırsa, bu doğal bir süreç değildir. Bu, ülkenin çökertilmesi için bilinçli olarak yapılan bir yıkımın göstergesidir.

Bugün yaşadığımız ekonomik ve toplumsal zorlukların kökeninde, halkı bıktırma ve bezdirme politikaları yatmaktadır. İnsanlar canlarından bezmişken, bazıları ellerinde cımbızla aynanın karşısında saç tarıyor. Kendi rahatını düşünen yöneticilerin, milletin yaşadığı sıkıntılara kayıtsız kalması, onları bu topraklara yabancı hale getirmiştir. Ve unutmayın, halk bıktırıldığında, huzursuzluk arttığında, işte o dış güçlerin beklediği kaos zemini oluşur.

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu duruma bir de göç meselesi eklenmiş durumda. Plansız, kontrolsüz ve dengesiz bir şekilde ülkeye alınan milyonlarca göçmen, toplumsal huzur ve güveni tehdit eder hale gelmiştir. Bu kadar büyük bir nüfus, ekonomik krizle boğuşan bir milletin omuzlarına yüklenirken, bu durumun yaratacağı sosyal ve kültürel çöküşü görmemek mümkün müdür? Göçmenlerin varlığı, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal kimliğimizi ve bütünlüğümüzü de tehdit etmektedir.

Bu süreç, tamamen doğal bir akışın ürünü değildir. Bu bir stratejidir. Toplumlar, kimliklerinden koparılarak ve birbirine düşman hale getirilerek yok edilir. Eğer bugün bu göç meselesine gerçekçi ve kapsamlı bir çözüm getirmezsek, gelecekte çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağız.

Şimdi durup düşünelim: Bugün yaşanan bu zorlukların sebebi nedir? İşsizlik, hayat pahalılığı, göçmen meselesi, toplumsal huzursuzluk… Bunlar birbirinden bağımsız sorunlar gibi görünse de aslında birbiriyle bağlantılıdır. Bu durum, bir kuluçkaya benzetilebilir. Bugün yaşananlar, yarının daha büyük krizlerinin tohumlarını atmaktadır. Eğer bu kuluçka döneminin sonuna gelindiğinde, yumurtalar kırılırsa, her yandan kriz sesleri yükselmeye başlayacaktır. Ve işte o zaman, bu krizleri durdurmak için kendi başımıza hareket etme şansımız kalmayabilir.

Kardeşim, bizi kimse kurtarmayacak. Bunu iyi anlayalım. Bugün "milleti kimseye ezdirmeyiz" diyenler, aslında bizi ezmek isteyenlerin yolunu açmaktadır. Kendi kurtuluşumuzu kendimiz inşa etmezsek, bir gün yabancıların topraklarımızda nasıl ellerini kollarını sallayarak dolaştığını izlemek zorunda kalabiliriz. Bu yüzden artık uyanmalıyız.

Millet olarak birbirimize kenetlenmeli, geçmişteki hatalardan ders almalı ve geleceğimizi kendi ellerimizle şekillendirmeliyiz. Kahramanlık marşlarıyla avunmak yerine, gerçek kahramanlığın ne olduğunu anlamalıyız. Kahramanlık, milletin zor günlerinde fedakarlık yapabilmek, doğruların peşinden gitmek ve yanlışlara karşı durabilmektir.

Bugün bu yazıyı okuyan herkese sesleniyorum. Bu ülke, sadece geçmişin kahramanlık hikayeleriyle var olmaya devam edemez. Eğer bizler, bu toprakları vatan yapan değerlere sahip çıkmazsak, geçmişte olduğu gibi gelecekte de elimizden alınmaya çalışılacaktır.

Bu yüzden artık daha bilinçli, daha duyarlı ve daha sorumlu bireyler olmak zorundayız. Ahlak, vicdan, dayanışma ve ortak bir hedef doğrultusunda birleşmek, bizim için bir tercih değil, bir zorunluluktur.

Gelin, bu karanlık dönemi bir fırsata çevirelim. Kendi kaderimizi kendi ellerimizle yazalım. Çünkü tarih, güçlü olanların değil, kararlı olanların zaferlerini yazar. Unutmayın, bu ülkeyi kurtaracak olan, dışarıdan gelenler değil, bu ülkenin öz evlatlarıdır. Hadi kalkın, düşünün, sorgulayın ve harekete geçin. Çünkü bu, başka bir milletin değil, bizim mücadelemizdir.

Bahadır Hataylı/Kasım-2024/Sancaktepe/İST

24 Kasım 2024 Pazar

Ey insanlık! Ey iman edenler!

 Bu ayet, Allah'ın bize sunduğu en büyük uyarılardan biridir. Tahrim Suresi'nin 6. ayeti, sadece bir uyarı değil; aynı zamanda bir sorumluluk düzenidir. Bizlere, hem bireysel hem de ailevi düzeydeki sorumluluklarımızı hatırlatır. 

“Ey iman edenler!”

Buradaki sesleniş, iman edenlere yöneliktir. Peki, neden özellikle iman edenler hedeflendi? Çünkü iman eden bir insan, Allah'ın emirlerine uymakla sorumlu olan bir kişidir. İman, beraberinde sorumluluğu getirir. İman etmek demek, Allah'a ve O'nun mesajına teslim olmak demektir. Ancak bu teslimiyet, sadece bir inanç beyanından ibaret değildir; aynı zamanda bu hayatımızı, hayatımıza yansıtmayı gerektirir.

Ey iman edenler, siz bu çağrının muhatabısınız! Çünkü siz, Allah'a bağlılıkla birlikte O'nun emirlerine uyma konusunda tutarlılığınız var. İşte şimdi, Allah size şöyle buyuruyor: “Hem kendinizi hem de ailenizi dışarıda!”

Allah, bu ayetlerde iki temel sorumluluğu yüklemektedir:

  1. Kendimizi cehennemden ateşten koruyun.
  2. Ailemizi cehennemden ateşten koruyun.

Kendimizi korumak: Bu, öncelikle bireysel bir sorumluluktur. İnsan, önce kendi nefsini kontrol ederek almalı, Allah'ın emirlerini yerine getirmeli ve yasaklarından kaçınmalıdır. Çünkü bir insan, kendisini korumadan başkasını koruyamaz. Peki, biz kendimizi nasıl koruyacağız?

  • İman ve ibadet: Kendimizi cehennem ateşinden korumanın ilk yolu, Allah'a iman etmek ve O'nun emirlerini yerine getirmektir. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler, bizi günahlardan koruyan ve Allah'a yaklaştıran ibadetlerdir. Ancak bu ibadetleri sadece bir dayanıklılık ya da saklanacak gibi görmek yerine, onları hayatımızın enerjisi olarak hayatımıza  koymalıyız.
  • Günahlardan çözüm: Kendimizi korumanın bir diğer yolu da günahlardan uzak durmaktır. Allah, bize haram kıldığı şeyleri uzak durmamızı emretmiştir. Ancak günümüz dünyasında, günahlar cazip bir şekilde süslenip önümüze sunuluyor. Faiz, zina, yalan, israf, kibir... Bunlar, cehenneme giden yolların eserleridir. Kendimizi bu yollardan korumalıyız.
  • Nefisle mücadele: Nefis, insanın en büyük düşmanıdır. Nefsimiz bizi sürekli günaha teşvik eder. Ancak biz, Allah'a olan imanımızla nefsimize karşı koymalı, onu terbiye etmeliyiz...

Ailemizi korumak: Allah, bu ayette sadece kendimizi değil, aynı zamanda ailemizi de korumamız gerektiğini söylüyor. Çünkü bir Müslüman, sadece kendi başına bir insanı sahiplenmek değildir; aynı zamanda ailesinden de sorumludur.

  • Eğitim: Aile fertlerimize doğruyu öğretmek, onlara Allah'ın emirlerini anlatmak ve Kur'an'ın mesajını aktarmak bizim görevimizdir. Ancak bu eğitim, sadece sözle değil, aynı zamanda davranışlarımızla olmalıdır. Çocuklarımız, söylediklerimizden çok, yaşamlarımızdan etkilenir.Eğer biz Allah'ın emirlerine uygun yaşamazsak, bunlardan bahsetmek  haksızlık olur.
  • Ahlak: Ailemizin öğelerini korumalıyız. Dürüstlüğü, merhameti, adaleti ve tevazuyu öğretmeliyiz. Ancak bu değerleri öğretmek için önce çocuklarımızla bu değerlere sahip olmalıyız.

Ayette, cehennem sıcaklığının yakıtının insanlar ve taşlar olduğu belirtiliyor. Peki, bundan ne anlıyoruz?

Yakıtı insanların olan ateş: Bu ifade, cehennemin asıl yakıtının, günahkar insanların olduğunu gösteriyor. Yani cehennemi alevlendiren şey, insanların günahlarıdır. Bu, oldukça görünen bir gerçektir. İnsan, kendi elleriyle cehenneme odun taşır. Günahlar, cehennemi besleyen odunlar gibidir.

Yakıtı taşlar olan ateş: Burada azaltılan taşlar, muhtemelen Allah'a karşı inatla direnenlerin sembolüdür. Bazı alimler, bu taşların, insanların tapındığı putlar olduğunu söylüyor. Yani insanlar, dünyada taptıkları şeylerle birlikte cehenneme atılacak.

Cehennem Ateşi Ne Kadar Şiddetlidir?
Bu ateş, bizim dünyada yaygın olan bir ateş değildir. O, tarif edilemeyecek kadar şiddetli ve dayanılmaz bir ateştir. Ayet, cehennem sıcaklığı için kullanılan ifadeler, onun gidişatını anlamamız için yeterlidir. Ancak burada esas önemli olan, bu salgınlardan nasıl korunacağımızdır.

Cehennemin Bekçileri- Sert ve Acımasız Melekler

Ayette, cehennemin başında bulunan meleklerden bahsediliyor. Bu melekler, Allah'ın emirlerine asla karşı gelmeyen, son derece güçlü ve sert tabiatlı varlıklardır. Peki, bu meleğin sertliği ve acımasızlığı neden vurgulanıyor?

Adaletin Sembolü: Bu melekler, Allah'ın adaletinin bir sembolüdür. Onlar, insanların cehennemdeki cezalarını eksiksiz bir şekilde yerine getirir. Onlar ne duygusal davranırlar ne de birisine torpil geçer. İnsanlar, dünyada işledikleri suçların karşılığını tam olarak alır.

Allah'ın Adaletinden Kaçış Yok: Cehennem meleklerinin varlığı, Allah'ın adaletinden kaçışın olmadığını gösterir. Dünyada insanlar adaletten kaçabilir, insanların adaleti çiğneyebilmesi mümkündür. Ancak ahirette böyle bir kaçış mümkün değil.

Bu ayet, sadece bir tehdit ya da korkutma değildir; aynı zamanda bir merhamet mesajıdır. Allah, bizi cehennemle uyarmakla, aslında bize bir şans verir. Bizlere, kendimizi ve ailemizi koruma fırsatı sunuyor.

Düşünün: Eğer birisi, önünüzde bir uçurum varsa ve bu uçuruma düşmemeniz için dikkatli olmanız gerektiğini söylese, bu bir tehdit midir? Hayır, bu bir uyarıdır, bir lütuftur. İşte bu ayet de böyledir. Allah, sonuçtaki cehennemi ortaya çıkarmakta ve bu uçurumdan uzak durmamızı istemektedir.

Kendimize Şu Soruları Soralım:

  1. Ben kendimi  korumak için ne yapıyorum?

    • Allah'ın emirlerini yerine muyum ?
    • Günahlarımdan tövbe ediyor muyum?
    • Nefsimi terbiye etmek için çaba harcıyor muyum?
  2. Ailemi cehennemden korumak için ne yapıyorum?

    • Çocuklarıma Allah'ın emirlerini öğretiyor muyum?
    • Aileme güzel bir örnek oluyor muyum?
    • Ailemin korunmasını korumak için çabayı harcyor muyum?
  3. Toplum olarak cehennemden korunmak için ne yapıyoruz?

    • Toplumun adaletini, ahlakını ve erdemini korumak için ne kadar çaba gösteriyoruz?
    • Zayıfların haklarını savunuyor muyuz?
    • Ahlaki yozlaşmaya karşı duruyor muyuz?

Ey iman edenler! Bu ayet, günümüzde bir yol bileşimi sunuyor. Ya Allah'ın emirlerine uyarak kendimizi ve ailemizi koruyacağız, ya da bu uyarıları hiçe sayarak cehennem ateşini hak edeceğiz, Seçim bizim. Ancak unutmayalım ki bu dünya, sadece bir imtihan yeridir. Asıl hayat, ahiret hayatıdır.

Sonra gelin, kendimize ve ailemize sahip çıkalım. Gelin, Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılalım. Gelin, cehennemden korunmak için bugünden tezi yok, tövbe edelim ve Allah'a yönelelim. Çünkü  çok geç olabilir.

Bahadır Hataylı/Kasım-2024/Sancaktepe/İST

Sağlıkta Sağlıksız Dönüşüm

                            

Bugün burada sağlık sektöründe yaşanan çöküşü, bu çöküşün sebeplerini, sonuçlarını ve insan hayatı üzerindeki yıkıcı etkilerini açık yüreklilikle konuşmak için bulunuyorum. Bu mesele sadece bir sektörün meselesi değildir; bu, hepimizin meselesidir. Çünkü sağlığın ticarete, insanların ise istatistiklere dönüştüğü bir yerde kaybeden yalnızca hastalar değil, aynı zamanda toplumun vicdanı ve geleceğidir.

Sağlık sistemindeki bu yıkımın kökenine indiğimizde, bunun sadece bir tesadüf ya da plansızlık olmadığını, aksine yanlış politikaların, yozlaşmış uygulamaların ve etik değerlerden sapmanın bir sonucu olduğunu görüyoruz. Özellikle 2005 yılında sağlık sektöründe yapılan köklü değişiklikler bu sürecin başlangıç noktasıdır. Özlük haklarının göz ardı edilmesi, performansa dayalı ücretlendirme sisteminin getirilmesi ve döner sermaye modelinin yaygınlaştırılması sağlık sektörünü adeta bir silindir gibi ezip geçmiştir.

Performansa dayalı ücretlendirme sistemi, ilk bakışta verimliliği artırmak için düşünülmüş bir reform gibi görünse de, aslında sağlık sektörünü ticarethanelere dönüştüren bir mekanizma haline gelmiştir. Doktorlar ve sağlık çalışanları bu sistemle ne yazık ki hastaları iyileştirmek yerine, daha fazla hasta bakmak, daha fazla tetkik yapmak ve daha fazla gelir elde etmek zorunda bırakılmıştır. Bu durum, sağlık hizmetlerinin amacını kökünden sarsmıştır.

Bir düşünün: Sağlıkta performans artışı, daha fazla hasta görmek, daha fazla tetkik yapmak, daha fazla reçete yazmak mı demektir? Yoksa hastaları tedavi edip sağlığına kavuşturmak mı? Ancak gelin görün ki, performans artışı adı altında sağlık sistemi, hasta sayısını artırmayı hedefleyen bir mekanizmaya dönüştü. Bu mekanizma, devletin kaynaklarını sömürdü, doktorları etik ikilemlere sürükledi ve en önemlisi, insanların sağlığını tehdit etti.

Öyle bir dönemden geçtik ki, sağlık hizmeti verenler için hastalar altın yumurtlayan bir tavuk gibi görülmeye başlandı. Daha fazla tetkik, daha fazla işlem, daha fazla hasta döner sermaye gelirlerini artırdı. Ancak bu süreçte asıl kaybolan şey insan sağlığı oldu. Çünkü hasta sayısı arttıkça kalite düştü, tedaviler yetersiz hale geldi ve sağlık sistemine olan güven zedelendi.

Son yıllarda dikkatinizi çekmiş olabilir: Ülkemizdeki özel hastaneler mantar gibi çoğaldı. Daha da ilginç olan, sağlık bakanlarının ve üst düzey yetkililerin bazı hastane zincirleriyle doğrudan veya dolaylı ilişkilerinin ortaya çıkmasıdır. Peki, bu kadar kısa sürede bu kadar büyük sermaye birikimi nasıl sağlandı? Devlet hastanelerindeki hasta garantili projeler ve özel hastanelere hasta yönlendirme politikalarıyla.

Hastane inşaatlarının şatafatlı binalar ve avizelerle süslendiği bir dönemde, sağlık hizmetlerinin niteliği sorgulanmadı. Hastalar, iyileştirilmek yerine hastalıklarının daha da ilerlediği bir döngüye mahkûm edildi. Bu durum, sağlık sektörünün ne yazık ki insan hayatı odaklı değil, kâr odaklı bir ticarethane haline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Bir düşünün: Sağlık gibi bir alanda hasta garantili projelerden bahsediyoruz. Hasta garantili hastaneler, sağlık hizmetlerini bir ticari sözleşmeye dönüştürmüş durumda. Oysa sağlık hizmetlerinin amacı insan sağlığını korumak ve hastaları iyileştirmektir. Ancak mevcut sistemde bu değerler arka plana itilmiş, yerini mali kazanç odaklı yaklaşımlar almıştır.

Son beş yıl içinde sağlık çalışanlarının yurtdışına göç etmesi hız kazandı. Bu, sadece daha iyi ücret ve çalışma koşulları arayışıyla açıklanamaz. Aynı zamanda sağlık sektöründeki yozlaşmış uygulamalardan kaçma isteği de bu göçün temel nedenlerinden biridir. Eğitimli ve tecrübeli sağlık çalışanlarının yerini, bu alanlarda yeterince yetkin olmayan kişilerin alması ise sağlık hizmetlerinin kalitesini düşürmüş, hatalı uygulamaları artırmıştır.

Bir ülkede sağlık sektöründe çalışanlar mesleklerini severek ve hakkıyla yapamıyorsa, bu bir ulusal krizdir. İnsan hayatının söz konusu olduğu bir alanda, çalışanların motivasyonu ve ahlakı hayati öneme sahiptir. Ancak ne yazık ki performansa dayalı ücretlendirme sistemi, sağlık çalışanlarını işlerinden soğutmuş, bu meslekleri ahlaki bir değer olarak değil, maddi bir kazanç kapısı olarak görmeye zorlamıştır.

Sağlık sektörü, kapitalizmin "daha fazla tüketim, daha fazla kazanç" formülünden nasibini almıştır. Sağlık hizmetleri, tıbbi bir ihtiyaçtan çok ticari bir ürüne dönüşmüş, insanlar müşteri gibi görülmeye başlanmıştır. Bu durum, yalnızca sağlık hizmetlerini değil, sağlık sektörünün temel ahlaki değerlerini de çökertmiştir.

Bir sektör ticarethaneye dönüştüğünde, amacınız insan sağlığına hizmet etmek değil, daha fazla kâr etmek olur. Böyle bir sistemde doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık çalışanları işlerini ahlaki değerlerle değil, maddi kazanç hedefiyle yapmaya zorlanır. Bu da toplumsal güvenin sarsılmasına, sağlık hizmetlerinin kalitesinin düşmesine ve en önemlisi insan hayatının değersizleşmesine yol açar.

Sorunun Çözümü Nedir?

Sorunun çözümü, sağlık sektörünü tekrar insani değerlere ve etik ilkelere uygun hale getirmekten geçiyor. Bunun için yapılması gerekenler:

  1. Performansa Dayalı Ücretlendirme Sisteminin Gözden Geçirilmesi: Performansa dayalı ücretlendirme sistemi, sağlık çalışanlarını maddi kazanç peşinde koşmaya zorlamaktadır. Bu sistem yerine, sağlık hizmetlerinin niteliğini artırmaya yönelik bir model benimsenmelidir.

  2. Sağlık Çalışanlarının Özlük Haklarının İyileştirilmesi: Sağlık çalışanlarının işlerini severek yapmaları için özlük hakları iyileştirilmeli, çalışma koşulları insani hale getirilmelidir.

  3. Özel Hastaneler ve Devlet Hastaneleri Arasındaki Dengelerin Yeniden Düzenlenmesi: Özel hastanelerin sağlık sektöründeki ağırlığı azaltılmalı, devlet hastanelerine daha fazla yatırım yapılmalıdır.

  4. Etik Değerlerin Güçlendirilmesi: Sağlık sektöründe etik değerler yeniden öncelik haline getirilmelidir. İnsan sağlığı, maddi kazançtan önce gelmelidir.

  5. Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Sağlık sektöründeki tüm uygulamalar şeffaf hale getirilmeli, yapılan harcamalar ve projeler denetlenmelidir.

Sonuç olarak, sağlık sektöründeki bu sorunlar sadece bir sektörün değil, tüm toplumun sorunudur. İnsan hayatı bu kadar değersizleştirilemez, sağlık hizmetleri ticari bir faaliyet gibi görülemez. Hep birlikte bu sorunların çözümü için mücadele etmeliyiz, çünkü sağlıklı bir toplum ancak etik değerlere ve insani ilkelere bağlı bir sağlık sistemiyle mümkündür.

Teşekkür ederim. 

Bahadır Hataylı/Kasım-2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!