Bu Blogda Ara

20 Kasım 2024 Çarşamba

Efendiler ve Köleler-İnsan Olmanın Gerekliliği Üzerine Bir Sorgulama

 

Tarih boyunca insanlık, toplumlar arası ilişkilerde bir efendi-köle dinamiğine tanıklık etmiştir. Bu dinamik, başlangıçta fiziksel ve ekonomik üstünlükle ilişkilendirilirken, zamanla zihinsel ve ideolojik bir boyut kazanmıştır. Ancak günümüz toplumlarında bu ilişki, fiziksel boyuttan çıkmış ve insan zihninin en derin köşelerine nüfuz etmiş bir gönüllü köleliğe dönüşmüştür. Artık efendiler kölelerini seçmiyor; köleler kendi efendilerini seçiyor ve hatta onları savunmak için hayatlarını adıyor. İşte bu yazıda, bu durumu derinlemesine inceleyerek, neden böyle bir zihniyete sürüklendiğimizi ve insanlık olarak bu kör döngüden nasıl kurtulabileceğimizi tartışacağız.

Efendi-Köle Dinamiğinin Tarihsel Arka Planı

Efendi-köle ilişkisi, insanlık tarihinin en eski kavramlarından biridir. İlk dönemlerde fiziksel güç üstünlüğüne dayanan kölelik, ekonomik ve siyasi çıkarlarla pekiştirilmiştir. Ancak modern çağda kölelik, fiziksel bir zincir olmaktan çıkıp zihinsel bir boyut kazanmıştır. Bugün kölelik, bireyin düşünce, irade ve kimliğini efendisine teslim etmesiyle kendini gösteriyor.

Bu noktada sorgulamamız gereken ilk şey şudur: İnsanlar neden gönüllü olarak köleliği kabul ederler? Bunun en temel nedeni, özgürlük kavramını yanlış anlamaktır. Özgürlük, sadece zincirlerden kurtulmak değildir; özgürlük, zihinsel bağımsızlık ve kendi değer sistemini inşa etme cesaretidir. Ancak, birçok kişi bu cesareti gösteremediği için başkalarının dayattığı düşünceleri benimsemekte rahatlık bulur.

Günümüzün Köleleri- Kendi Efendilerini Yaratan Toplumlar

Bugün kölelik, fiziksel bir baskıdan ziyade gönüllü bir teslimiyettir. İnsanlar, kendilerine efendi olarak seçtikleri kişilerin kibir ve savurganlıklarını savunur hale gelmiştir. Bu durumu en açık şekilde siyaset, din ve ekonomi alanlarında görebiliriz.

  1. Siyasette Gönüllü Kölelik
    Günümüz toplumlarında bireyler, siyasi liderlerini birer kurtarıcı ya da mutlak doğruyu temsil eden figürler olarak görmektedir. Ancak bu liderler, genellikle kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden, kibirli ve savurgan kimlikler sergileyen kişiler olabilir. Ne yazık ki halk, onların bu yanlışlarını sorgulamak yerine savunmayı tercih ediyor. Bir toplumun, efendilerinin hatalarını sorgulamaktan kaçındığı an, kendi özgürlüğünü kaybettiği andır.

  2. Dinî Alanlarda Kölelik
    Din, insanlara rehberlik etmek için bir araçtır; ancak bu aracın yanlış ellerde nasıl bir manipülasyon aracı haline geldiğini görmek acıdır. Din görevlileri ya da dini temsil eden kişiler, toplumun zayıf noktalarını kullanarak, insanları kendi çıkarlarına hizmet ettirebilir. Bu kişiler, din adına yapılan hataları savunmayı bir görev gibi gören kitlelere sahip olduğunda, gönüllü kölelik zirveye ulaşır.

  3. Ekonomik Bağımlılık ve Kölelik
    Modern köleliğin en belirgin alanlarından biri ekonomik bağımlılıktır. İnsanlar, işverenlerini efendileri gibi görüp onların her dediğini yapar hale gelmiştir. Hatta bu kişilerin yaptıkları adaletsizlikleri dahi savunarak, kendi yoksulluklarını bile haklı gösterebilirler. Ekonomik bağımlılıkla başlayan bu süreç, bireyin kimliğini kaybetmesiyle sonuçlanır.

Köleliğin Psikolojik Boyutu

Peki, insanlar neden kendi efendilerini yaratır ve onları savunur? Bunun en temel nedenlerinden biri, bireyin kendini güvende hissetme arzusudur. İnsan, belirsizlikten korkar ve bu korku, bireyi güçlü gördüğü bir figüre sığınmaya iter. Efendi figürü, bireyin bu korkusunu kullanarak kendini vazgeçilmez hale getirir.

Bir diğer neden ise, bireyin kendi özgürlüğüyle ne yapacağını bilememesidir. Özgürlük, sorumluluk gerektirir ve birçok insan bu sorumluluğu taşımaktan korkar. Bu nedenle, başkalarının kendileri adına düşünmesine izin verirler.

Efendi ve Köle Dinamiğinin Topluma Etkileri

Efendi-köle dinamiği, toplumun her alanında ciddi bozulmalara yol açar. Bu bozulmaların başında, adaletin ve ahlakın çöküşü gelir. Köleler, efendilerinin yanlışlarını savunurken, toplumsal değerler yok olur. Adaletsizliği sorgulayamayan bir toplum, yozlaşmaya mahkûmdur.

Diğer bir etki ise, bireysel kimliğin kaybolmasıdır. Köleler, efendilerinin düşüncelerini ve değerlerini sorgusuz sualsiz benimsediği için, kendi kimliklerini kaybeder. Bu durum, bireylerin özgür bir şekilde düşünmesini ve yaratıcı çözümler üretmesini engeller.

Kurtuluş Reçetesi-Özgür Düşünce ve Sorumluluk

Bu dinamikten kurtulmak için bireylerin yapması gereken ilk şey, kendi değer sistemlerini inşa etmektir. Bu, sadece bireyin değil, tüm toplumun kurtuluş reçetesidir. Özgür düşünce, bireyin kendini ve çevresini sorgulamasını gerektirir. Ancak sorgulama, sadece eleştirmek değil; aynı zamanda çözüm üretmektir.

  1. Eğitim ve Bilinçlendirme
    Bireylerin özgür düşünebilmesi için öncelikle eğitim sisteminin sorgulayıcı bir yapıya sahip olması gerekir. Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; bireyin kendi değerlerini ve kimliğini inşa etmesine yardımcı olmak için bir araçtır.

  2. Adaletin ve Eşitliğin Tesisi
    Toplumda efendi-köle dinamiğini sona erdirmek için adaletin sağlanması şarttır. Bu adalet, sadece hukuki bir sistemle değil; aynı zamanda toplumsal değerlerle desteklenmelidir. Her bireyin eşit olduğunu ve kimsenin diğerinden üstün olmadığını hatırlatan bir toplumsal yapı inşa edilmelidir.

  3. Bireysel Sorumluluk ve Cesaret
    Özgürlük, sorumluluk gerektirir. Bireylerin kendi yaşamlarıyla ilgili kararları alırken cesur olması ve bu kararların sorumluluğunu üstlenmesi gerekir. Cesaret, bireyin kendi kimliğini inşa etmesindeki en önemli adımdır.

  4. Toplumsal Değerlerin Yeniden İnşası
    Toplumun değer sistemleri, bireylerin özgür düşünceyi benimsemesini destekleyecek şekilde yeniden inşa edilmelidir. Bu, sadece bireylerin değil; aynı zamanda kurumların da değişimini gerektirir.

İnsan Olmak ve Özgürlük

Efendiler ve köleler arasında sıkışıp kalmış bir dünyada, insan olmak ve özgürce yaşamak, cesaret ve kararlılık gerektirir. İnsan olmak, sadece biyolojik bir varlık olmaktan ibaret değildir; insan olmak, düşünmek, sorgulamak ve kendi değerlerini inşa etmek demektir. Köleliği gönüllü olarak kabul eden bir toplum, asla özgürleşemez. Ancak, bireyler kendi değerlerini ve kimliklerini inşa etmeye başladığında, gerçek özgürlük mümkün olur. İşte bu noktada insanlığa en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardayız. Çünkü, insan olmayan bir varlığın biyolojik canlılığını insan gibi yaşamak olarak anladığı bir zamanda, insana çok acil ihtiyaç vardır.

Bahadır Hataylı/21.10.2024/Sancakteepe/İST

15 Kasım 2024 Cuma

Acının Çivisi-Sadistin Çarkı-Bal ve Küncüyü Kim Yedi?

Bir söz vardır: “Çivi çiviyi söker.” Halk arasında sıkça kullanılan, çözüm bulmaya yönelik basit bir strateji gibi görünse de bu söz, zalim ellerde nasıl bir silaha dönüşüyor bir bilseniz… Bizim ülkemizde ise bu söz, adeta bir devlet politikası haline gelmiş. Amaç, acıyı başka bir acıyla susturmak, mazlumun yarasını yeni darbelerle daha derine kazımak. Öyle bir sistem var ki bu topraklarda, en tepedeki keyif çatıları ile en dipteki çile çukurunun arasında koca bir uçurum yatıyor. Ve bu uçurum, sadistçe bir zevkle, mazlumun üzerine çivi çakılarak genişletiliyor.

Bu yazıda, sadece bu çivinin hikâyesini değil, sadistlerin kurduğu acı çarkını, insanların bu çarka nasıl boyun eğdiğini ve acıdan nasıl bir kader yaratıldığını sorgulayacağız. Hatta biraz mizah, biraz ironi ve bolca cesaretle size acıyı tatlı diye yutturmaya çalışanların maskesini indireceğiz. Hazırsanız başlayalım.

Bir düşünün, acıya nasıl alıştırıldık? Önce yavaş yavaş, "Bu da geçer" diye diye. Sonra "Herkes çekiyor, sen de çek" anlayışı ile. Daha sonra ise, “Bu Allah’ın kaderi” diyerek. Halbuki bu kaderi yazanlar, kendilerine başka bir hikâye yazmışlardı. Onlar, sırtını halkın alın terine dayayıp, koca gemilerle nimetlerini taşırlarken; halka kalan yalnızca bu çiviler oldu.

Çiviyi çakıyorlar, dostlar. Hem de tam yüreğinizin ortasına. Çivinin üzerinde kocaman harflerle yazıyor: "Vergi borcu." Bir diğerinde "Hayat pahalılığı." Bir başkasında ise "Kader planı." Çakılan çivilerle yaralanmış yürekler, bir umutla yeni gelenlere bağlanıyor. Ama bilmedikleri şu ki, yeni gelenler, eskilerden kalma çiviyi çekecek gibi görünüp, yanına yenisini çakıyor.

Bir zamanlar birileri, "Size bir simit bile kalmadı," demişti. Şükür ki haklı çıktılar. Artık o simit de yok! Sadece simit mi? Yokluğun ne kadar derinleştiğini anlatmaya kelimeler yetmez. Memleketin dört bir yanına borç yükü bindirenler, üstüne bir de "kader planı" masalı anlatıp duruyor. Hani bir deyim vardır: “Deveyi hamutuyla yutanlar.” İşte o deve, mazlumun sırtına yüklenen vergi ve haraçtan başka bir şey değil. Kendi bindiklerini indirmek şöyle dursun, deveyi dümdüz yutan bu sistemin çarkına takılan herkes, "Bu ne çarkmış arkadaş!" demekten öteye geçemiyor.

Bugün en alttaki, en zayıf olan, üzerine yük bindikçe sessizce eğiliyor. Niye mi? Çünkü acıyı artık bir yaşam biçimi olarak benimsemiş durumda. Vergi borcu, hayat pahalılığı, işsizlik… Ne gelirse gelsin, “Bu bizim kaderimiz,” deyip sustular. Hatta belki bir umuttur diye, yeni gelen zalimin eskisinden daha az acı çektireceğini umut ettiler. Ama ne oldu? Zalimin adı değişti, çiviler değişmedi.

Sadist bir eğilime sahip olanlar, insan psikolojisini çok iyi çözüyor. Acıyı bir yönetim aracı olarak kullanmayı öğrenmişler. Şöyle düşünün: Eğer insanlar acıya alışırsa, rahata kavuşmayı hayal bile edemezler. Ve hayal kuramayan bir toplum, sorgulamayı da bırakır. O yüzden acının limiti hep aynı tutulur; ne fazla ne az.

Ama toplumdaki yaşam standardı yukarı çıktığında işler değişir. İnsanlar düşünmeye başlar. "Neden böyle?" diye sorgular, haklarını talep eder. İşte sadistler, bunu önlemek için sürekli acının dozunu ayarlar. Alttakiler acı çekerken, üsttekilere ise kepçeler dolusu nimet taşınır. Hatta gemilerle! Amaç basit: Altın zincirlere bağlananları memnun edip, diptekileri ezmek.

Bir sirk maymununun muz yerken izlenmesi gibidir halkın durumu. Meydanlarda halkın alkışladığı liderler, sofralarını ballar, muzlar ve şatafatla donatmışken, izleyen halk açlıktan ölse bile şükretmeye devam eder. Çünkü bu halk, başkalarının yediği muzun tadını kendi damağında hissetmekle yetinir.
Bir süre sonra bu insanlar, yemedikleri şeyleri anlatır hale gelir. "Ballı küncü harikadır," derler, ama tatmamışlardır. Bu bir metafor değil; acıyı tatmış ama mutluluğu sadece hayal edenlerin gerçek hikâyesidir.

Dostlar, bir sistem düşünün ki, çiviler hep aşağı doğru çakılır. Yukarıdakilere dokunan yoktur. Peki, bu çiviler nasıl sökülür? İşte burada büyük bir ironi var. Çiviyi çakan da aynı, çiviyi sökmeye çalışıyor gibi yapan da. O yüzden çiviyi yerinden oynatmak için önce bu çarkın durması gerekir. Ama durduracak olan kim?

Toplum, bu çarkın altında ezildiğini fark etmeden, acıyı hayatın bir parçası olarak kabul etmeye devam eder. Hatta yeni bir lider geldiğinde, "Bu bizi kurtaracak," diye umutlanır. Ama bilmedikleri şey, o liderin de çarkın bir dişlisi olduğudur.

Sadist çarkın karşısında sessiz kalan halk, aslında en büyük güce sahip. Ama gücün farkında değiller. Öyle bir an gelir ki, ayağa kalkmak zorunda kalırsınız. İşte o an, toplumun yönünü değiştirecek gerçek başlangıç olur. Çünkü kimse sizin sofranızı kurmayacak. Halil İbrahim sofrasını hayal etmekle yetinmeyin; o sofrayı kurmak için mücadele edin.

Hani şu komutanın bal ve küncü keyfi vardı ya… O hikâye, bu çarkın özetidir aslında. Yoksul halk, yönetici takımının keyfine dışarıdan bakarken, balın tadını tarif etmekle yetinir. Bir türlü eline geçiremediği balla küncüyü hayal eder, ama yediği şey hep umut kırıntılarıdır. Ve garip olan şu ki, bu insanlar, "Yemedim ama abim izledi, mutlaka güzeldir," demekten vazgeçmez. Komutan yer, asker izler. Asker hayal eder, ama asla tadamaz. Sonra bu hikâye dilden dile yayılır. Tatmayanlar bile balla küncüyü över durur. İşte halkın durumu budur. Başkalarının yediği şeyleri, sadece izlemekle yetinenlerin halini anlatır.

Ama unutmayın: Bir gün, o sofraya oturmak için mücadele etmediğiniz sürece, izlemekle yetineceksiniz. Ve sofrada olanlar, hiçbir zaman size bir tabak uzatmayacak.

Acının çivisini çakıp duranlara sessiz kalmayın. Ayağa kalkın ve "Durun ey kalabalıklar, bu gidiş nereye?" deyin. Çünkü sessizlik, çarkın dönmesini sağlar. Ve unutmayın: En güzel sofra, Halil İbrahim sofrasıdır. Ama o sofrayı kuracak olan sizsiniz.


Bahadır Hataylı/17.09.2024/Namazgah/İST

14 Kasım 2024 Perşembe

Toplumsal Merkez Olarak Camiler ve Yeni İmamlık Vizyonu

                  

Cami, toplumdan bedava geçinen her hafta kan emen tek hücreli gibi algılanmasının önüne geçilmelidir. Bunun için öncelikle, toplumun bu mekanlardan ne beklediğini iyi analiz etmeli ve net hedefler koymalıyız. Bu hedefler, camilerin hem ibadet alanı hem de sosyal dayanışma, eğitim ve kültürel etkileşim alanı olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Mahallelerdeki camiler, sadece ibadet için toplanılan değil; aynı zamanda gençlerin, yaşlıların, kadınların ve çocukların bir araya gelerek sosyalleştiği, bilgi alışverişinde bulunduğu, mahallelinin dertlerini paylaşarak çözüm aradığı birer "toplumsal merkez" olmalıdır.

Camilerin etkin hale gelmesi için, her mahallede bir "sosyal sorumluluk platformu" kurularak, topluma katkı sağlayacak projeler geliştirilmeli; ihtiyaç sahiplerine yardım, eğitim programları, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, aile danışmanlıkları gibi çok yönlü destek hizmetleri sunulmalıdır. Din görevlileri ise, toplumla iç içe ve toplumun nabzını tutan liderler haline gelmelidir; bilgiye dayalı, bilinçli ve çağdaş bir yaklaşımla rehberlik yapmaları sağlanmalıdır. Bu görev tanımıyla birlikte din adamları "manevi rehber" sıfatını kazanmalı, toplumsal gelişime aktif katkı sunan örnek bireyler haline getirilmelidir.

Ayrıca, camilerdeki "dernek" yapısı da işlevsel hale getirilmelidir. Her hafta yalnızca bağış toplayan, toplumdan izole bir yapı olmaktan çıkıp; sosyal projeler üreten, mahalle sakinlerini bir araya getiren ve her kesimin fikir alışverişinde bulunabileceği bir alan yaratılmalıdır. Böylece, camiler sadece ibadet edilen yapılar olmaktan çıkıp, toplumsal hayatın her alanına dokunan bir cazibe merkezi haline gelecektir.

Camilerin işlevleri bu yönde değişirse, toplum camileri kendinden bir parça olarak hissedecek ve aidiyet duygusuyla sahiplenecektir. Özetle, camiler sadece ruhani bir mabet değil, aynı zamanda toplumsal bir merkez haline getirilmelidir. Bu şekilde, camiler toplumun kalbi olacak ve  mahallelerde dayanışma ruhunu yeniden canlandıracaktır.

Camiler, tarih boyunca toplumun kalbinde yer alan, sosyal yaşamın merkezlerinden biri olarak önemli bir işleve sahip olmuştur. Ancak günümüzde camilerin çoğunlukla yalnızca ibadet mekanı olarak görülmesi ve toplumsal yaşama yeterince katkı sunmayan, ruhsuz yapılar olarak algılanması ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Bu mekanlar, yalnızca namaz vakitlerinde ibadet edilen bir yer olmaktan öteye geçmeli, mahallelerin merkezi haline gelerek her yaştan bireyin sosyal, kültürel ve manevi ihtiyaçlarına cevap verebilmelidir. Bu kapsamda, camilerin toplumsal fonksiyonunu yeniden ele alarak, cami ve imam kavramlarının içeriklerinin doldurulması ve toplumun ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi gerekmektedir.

Camilerin Toplumsal Fonksiyonlarının Geliştirilmesi

Camiler, mahallelerde toplumsal bir denetim, rehberlik ve yardımlaşma merkezi olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Toplumdaki ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak camilerin; kütüphane, hamam, aşevi gibi hizmetlerle desteklenmesi, çocuk ve gençlere yönelik eğitim ve sosyal etkinliklerin düzenlenmesi gerekmektedir. Bu alanlar, dini ve sosyal dayanışmanın yanı sıra toplumun her kesimine yönelik hizmet sunabilecek mekanlara dönüştürülmelidir.

  1. Toplanma ve Dayanışma Merkezi Olarak Cami:

    • Camiler, yalnızca ibadet edilen mescitlerden ibaret kalmamalıdır. Her mahallede, insanların toplanabileceği, sorunlarını paylaşabileceği, yardımlaşabileceği alanlar olarak değerlendirilmeli; düğün, taziye, yardım organizasyonları gibi toplumsal etkinliklerin merkezi olmalıdır.
    • Cami çevresinde kütüphaneler, aşevleri, çocuk oyun alanları ve sosyal hizmet birimleri kurularak, toplumun her kesimi için cazibe merkezleri haline getirilebilir.
  2. Aile Danışmanlık Merkezleri ve Eğitim Alanları:

    • Camilerin içinde aile danışmanlık merkezleri ve rehberlik hizmetleri sağlanarak, toplumsal birlik ve beraberlik teşvik edilmelidir.
    • Gençlerin manevi, psikolojik ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamak amacıyla kurslar, seminerler ve çeşitli sosyal faaliyetler düzenlenmelidir.
  3. Din Görevlilerinin Rolü ve İşlevi:

    • İmamlar, toplumun manevi rehberleri olmanın ötesinde, güçlü sosyal zekaya sahip, iletişimi kuvvetli, organize etme becerisi yüksek, en az on kişiyi yönetebilecek yetkinlikte bireyler olmalıdır.
    • Bu nitelikteki din görevlileri, mahalle halkının güven duyduğu ve saygı gösterdiği, toplumun sosyal ve manevi sorunlarına çözüm üretebilen insanlar olarak kabul görecektir.

Camilerdeki Hizmet Alanlarının Çeşitlendirilmesi ve Modernleştirilmesi

Camilerin manevi görevlerinin yanında, modern toplumun sosyal ihtiyaçlarına yanıt veren alanlar olarak da işlev göstermesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, camilerde toplumun sosyal, kültürel ve eğitim ihtiyaçlarına yönelik farklı birimler kurulmalı, yeni bir işlevsel yapıya kavuşturulmalıdır:

  • Çocuk ve Gençlik Merkezleri: Gençlerin sosyal aktivitelerle bir araya geleceği merkezler kurarak onların uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıklardan uzak tutulması sağlanmalıdır.
  • Toplumsal Yardımlaşma Birimleri: Mahalle halkının sorunlarına çözüm üretebilecek yardım merkezleri ve gönüllü ekipler oluşturulmalıdır.
  • Kültürel Etkinlik Alanları: Geleneksel ve modern kültürel etkinlikler için alanlar sağlanarak toplumun her kesimine hitap edilmelidir.

İmam ve Din Görevlilerinin Toplumdaki Rolünün Güçlendirilmesi

İmam ve din görevlileri, sadece ibadet vakitlerinde cemaatle buluşan bireyler olmaktan çıkmalı, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek, organizasyon yeteneği güçlü bireyler haline gelmelidir. Bu amaç doğrultusunda, imamlar din eğitimi dışında psikoloji, sosyal hizmetler ve rehberlik gibi konularda da eğitilmelidir. Böylece imamlar; toplumun manevi liderleri, danışmanları ve sosyal sorunlara çözüm üreten liderler haline gelebilecektir.

  1. İmamlık Kavramının Yeniden Tanımlanması:

    • "Din adamı" tanımı yerine, toplumun her alanında fayda sağlayacak, bilgilendirici, yol gösterici ve çözüm üretebilen bireylerin bulunduğu bir yapı geliştirilmelidir.
    • İmamlar, mahalledeki her türlü sosyal faaliyeti yürütebilecek, toplumsal olaylara hızlı yanıt verebilecek yetkinlikte olmalıdır.
  2. Eğitimli ve Yetkin Din Görevlileri:

    • İmamlar, toplumsal iletişim, aile rehberliği, gençlere yönelik manevi rehberlik konularında eğitilmeli ve bu alanlarda destek sağlamalıdır.
    • Böylece camiler, sadece ibadet mekanları olmaktan çıkarak her kesimden insanın başvurduğu, güven duyduğu birer danışma ve toplumsal kontrol merkezi haline gelir.
  3. Camilerde Güvenin Yeniden Tesisi:

    • Camilerdeki din görevlilerinin güvenilir, liyakatli ve toplumun tüm kesimleriyle iletişim kurabilen bireyler olması sağlanarak, bu mekanların toplumda hak ettiği saygı ve güvene kavuşması hedeflenmelidir.

Camilerin İyileştirilmesi ve Toplumsal Yaşama Entegre Edilmesi için Yapılacaklar

Camilerin ve imamların yukarıda bahsedilen rol ve sorumlulukları yerine getirebilmesi için kapsamlı bir düzenleme ve yenilenme sürecine ihtiyaç vardır. Bu amaç doğrultusunda şu adımlar atılmalıdır:

  1. Yasal Düzenlemeler ve Yapısal Reformlar:

    • Camilerde sosyal hizmet birimleri kurulması ve bu hizmetlerin kalıcı hale gelmesi için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı iş birliğinde mahalle bazlı sosyal hizmet birimleri oluşturulmalıdır.
  2. Toplumsal Fonksiyonları Geliştiren Proje ve Uygulamalar:

    • Camilerin toplumla daha fazla bütünleşmesini sağlayacak projeler geliştirilerek; aşevi, kütüphane, spor salonu gibi sosyal ihtiyaçlara cevap veren hizmet birimleri oluşturulmalıdır.
    • Tarihteki Sütçü İmam, Nene Hatun gibi toplumsal kahramanların camilerde örgütlenerek toplum yararına faaliyetlerde bulunduğu örneklerden ilham alınarak, bu ruh yeniden canlandırılabilir.
  3. Kapsamlı Eğitim ve Farkındalık Programları:

    • İmamların rolünü genişletmek amacıyla geniş kapsamlı bir eğitim programı düzenlenmelidir. Bu eğitim programlarında sosyal zekâ, iletişim becerileri, kriz yönetimi ve toplumsal liderlik gibi konulara ağırlık verilmelidir.
  4. Toplumun Her Kesimi İçin Erişilebilir ve Çekici Mekanlar:

    • Cami ve çevresi; çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar gibi toplumun farklı kesimleri için erişilebilir, çekici ve çok amaçlı alanlar haline getirilmelidir. Bu amaç doğrultusunda camilerin her kesime hitap eden bir mimariye kavuşturulması sağlanabilir.

Toplumun Kalbi Olarak Camiler

Bu öneriler doğrultusunda camiler, toplumun sosyal, kültürel ve manevi merkezleri olarak yeniden inşa edilebilir. Camilerin ruh kazanması ve toplumsal yaşama daha aktif katkı sağlaması, toplumsal dayanışmanın artmasına, mahallelerde güven ortamının tesis edilmesine ve sosyal sorunların daha hızlı çözümlenmesine vesile olacaktır. Camiler ve din görevlileri, tarih boyunca olduğu gibi, toplumun kalbinde yer alarak mahalle yaşamına yön verebilir ve toplumsal hayatın temel taşlarından biri haline gelebilir. Bu süreçte ideolojik ve dini baskılardan uzak, toplumun ihtiyaçlarını gözeten bir yaklaşım benimsenmelidir.

Camilerimizin, sadece ibadet yapılan yerler değil; dayanışma, yardımlaşma, rehberlik ve eğitim sağlayan, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan mekanlar haline gelmesi, ülkemizdeki sosyal bütünlüğü ve toplumsal barışı güçlendirecektir.

Bahadır Hataylı/29.10.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!