Bu Blogda Ara

12 Kasım 2024 Salı

Türkiye'nin Siyasi Satranç Tahtasında Yapılan Hamleleri


Birbirinden Kopmayan Oyunların Analizi

Bir devletin kaderini belirleyen olaylar, her zaman açık bir senaryo üzerinden ilerlemez. Bazen perde önünde görülen sahne, perde arkasındaki karmaşık ilişkilerden, stratejik hamlelerden ve çeşitli aktörlerin kendi çıkarları doğrultusunda yaptığı anlaşmalardan oluşur. Türkiye’de son yıllarda yaşanan olaylar da bu çerçevede ele alınabilecek nitelikte, birbirine zincirlenmiş ve her biri bir diğerinin sonucunu hazırlayan adımlarla dolu. Bu olaylar, görünürde birbirinden bağımsız gibi dursa da derinlemesine incelendiğinde, büyük bir oyunun parçaları olarak şekilleniyor. Özellikle anayasa değişiklikleri, terörle mücadele stratejileri, medya manipülasyonları ve Türk Devletleri ile ilişkiler üzerinden giden bu senaryonun bağlantılarını irdeleyelim.

Anayasa Değişiklikleri-"Yeni Türkiye" mi, Yoksa Yeni Bir Senaryo mu?

Türkiye'de anayasa değişiklikleri, hükümetlerin kendi vizyonlarını ve politikalarını dayatmalarını sağlayan en güçlü araçlardan biridir. Anayasa, bir ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik yapısının temel taşlarını belirler. Son dönemde "Yeni Türkiye" vurgusuyla dillendirilen anayasa değişikliği taleplerinin görünürdeki gerekçesi, daha demokratik bir yapı, hukuk devleti ve toplumun özgürleşmesidir. Ancak bu taleplerin arka planında başka amaçlar yattığı düşüncesi de oldukça yaygın.

Türkiye’nin bölgesel gücünün artırılacağı, kendi başına karar alabilen ve bağımsız bir aktör olarak hareket eden bir ülke yaratılacağı propagandası, son yıllarda sıkça duyuluyor. Bu değişikliklerin, Türkiye’nin sınırları dışındaki gelişmelerle de ilgili olduğu düşünülebilir. Zira coğrafyamızdaki değişimlere uygun bir yapı kurulması, Türkiye'nin içindeki siyasi atmosferi de dizayn etmek isteyen bir elin varlığını düşündürmektedir. Uluslararası bir düzenin parçası olarak, sınır ötesi operasyonlar, ticari anlaşmalar ve Türkiye'nin bölgede oynayacağı rol çerçevesinde "güçlü bir anayasal sistem" vurgusu yapılıyor.

Ancak, anayasa değişikliği için oluşturulan bu aciliyet hissi, toplumda aynı aciliyetle karşılık bulmamaktadır. Bu nedenle, hükümet ve destekçileri, anayasa değişikliklerini hızlandırmak ve kamuoyunu bu yönde ikna etmek için farklı stratejiler denemektedir. Bu stratejilerin başında da DEP’li belediye başkanlarının görevden alınması gibi dikkat çeken hamleler gelmektedir.

DEP’li Belediye Başkanlarının Görevden Alınması- Toplumdaki Gerilimi Azaltma Aracı mı?

DEP'li belediye başkanlarının görevden alınması, PKK ile olan mücadelede devletin kararlı duruşunu gösterme amacıyla atılmış bir adım olarak lanse edildi. Ancak bu adım, Türkiye’nin terörle mücadele konusunda tavizsiz bir politika izlediğini göstermek için yapılan bir hamle olarak görülebilir mi? Yoksa bu hamlenin asıl amacı, toplumda oluşan farklı bir gerilimi dengelemek mi?

Bu olayın, "Apo’nun affı" gibi söylentilerin gündemde olduğu bir döneme denk gelmesi oldukça dikkat çekici. Zira böyle bir affın dillendirilmesi, toplumun büyük bir kesimi tarafından çok ciddi bir tepkiyle karşılanacaktı. Böyle bir durumda, DEP’li belediye başkanlarının görevden alınmasıyla "PKK ile mücadelemiz devam ediyor" mesajı verilmek istendiği düşünülebilir. Bu hamle, toplumun öfkesini bir anlamda nötralize etmek, daha büyük bir gerilimi önlemek amacıyla yapılmış bir taktik olarak görülebilir.

Medya Manipülasyonları-- Gerçeğin Üzerini Örtme Aracı mı?

Toplumu bu stratejik hamlelere ikna etmenin en etkili yollarından biri de medya üzerindeki hakimiyettir. Türkiye'deki medya organları, son yıllarda hükümetin söylemleriyle paralel hareket eden bir yapıya dönüştü. Medya, hükümetin attığı adımları ve politikalarını toplum nezdinde meşru göstermek için etkin bir şekilde kullanılıyor. Kahramanlık destanları, bölgesel liderlik propagandaları, zafer hikayeleri... Tüm bu söylemlerle toplumun dikkatini başka noktalara çekmek amaçlanıyor.

Medya sayesinde, toplumda bir “düşman” imajı yaratılıyor, devletin bu düşmanlarla ne kadar kararlı bir şekilde mücadele ettiği sık sık vurgulanıyor. Ancak aynı medya, perde arkasında gelişen olaylara dair net bir bilgi sunmaktan kaçınıyor. Örneğin, anayasa değişikliğiyle amaçlanan nihai hedef ya da DEP’li belediye başkanlarının görevden alınmasının perde arkasında neler olduğu konusunda toplum yeterince bilgilendirilmiyor. Bu durumda, medya, yalnızca tek bir görüşü ve amaca hizmet eden bir araç haline geliyor ve toplumun gerçekleri sorgulama kapasitesi köreltiliyor.

Türk Devletleri ile İlişkiler- Bölgesel Güç mü, Yoksa Yeni Bir Oyun mu?

Son yıllarda, Türkiye’nin Türk Devletleri ile olan ilişkileri ciddi bir şekilde ilerletiliyor. Bu ilişkiler, Türkiye’nin bölgede büyük bir güç olduğu ve artık kendi bölgesinde belirleyici bir aktör olarak hareket edeceği söylemleriyle destekleniyor. Ancak burada da farklı bir gerçeklik yatıyor olabilir. Türk Devletleri ile kurulan bu yakın ilişkiler, Türkiye’nin kendi gücünü artırmaktan ziyade, küresel aktörlerin Türkiye’yi yeni bir göreve hazırladıkları düşüncesini uyandırıyor.

Türk Devletleri arasındaki bu yakınlaşma, Türkiye’ye büyük bir güç olarak algı oluşturmak ve bölgedeki halkları Türkiye’nin liderliğine hazırlamak amacı taşıyor olabilir. Ancak bu durum, Türkiye’nin tam anlamıyla bağımsız bir karar alma yetisine sahip olduğu anlamına gelmeyebilir. Aksine, Türkiye’nin bu rolü üstlenmesi, küresel güçlerin Türkiye üzerinden bölgede yapmak istedikleri bir değişim senaryosunun parçası olarak görülebilir.

Büyük Oyun un Son Perdesi mi?

Bu olayların tümü, birbirine bağlı zincir halkaları gibi görünüyor. DEP’li başkanların görevden alınması, anayasa değişikliği, medya manipülasyonları ve Türk Devletleri arasındaki ilişkiler, Türkiye’yi bir noktaya sürüklemek isteyen "büyük bir el" tarafından yönetiliyor gibi. Türkiye, bu olaylar zincirinde hem bağımsız bir aktör gibi gösterilmeye çalışılıyor hem de aslında belli bir rolü oynamaya zorlanıyor.

Türkiye’nin "kahramanlık destanları" anlatılarak bağımsız bir güç olarak algılanmasını sağlamak, aslında uluslararası arenada üstlenmesi istenen bu rolün halk nezdinde kabul edilmesini sağlamaya yönelik bir manipülasyon olabilir. Kahramanlık destanları ile savaş kaybeden liderlerin bile toplum gözünde yüceltilmesi, toplumu uyutmanın ve farkındalığını köreltmenin bir yöntemi olarak kullanılabilir.

Toplum, Perdenin Arkasındaki Oyunu Ne Zaman Görecek?

Toplum, medyanın çaldığı düdüklere kapılmış, kendisi için neyin faydalı neyin zararlı olduğunu ayırt edebilme yetisini kaybetmiş durumda. Bu durum, halkın bağımsız bir şekilde düşünme kapasitesini köreltiyor ve manipülasyonlara açık hale getiriyor. Eğer toplum bu düdüklere kulak asmadan, olaylar arasındaki bağları sorgulamazsa, bu büyük oyunun bir parçası olmaktan öteye geçemeyecektir.

Türkiye’de oynanan bu stratejik hamleler, görünürde Türkiye’nin güçlenmesi için yapılıyor gibi görünse de aslında ülkenin kendisine verilen bir rolü oynamaya zorlandığının işaretleri olabilir. Toplumun artık, bu sahnenin önündeki perdenin arkasında neler olup bittiğini fark etmesi gerekiyor; aksi takdirde, kahramanlık destanları arasında kendi gerçeğini unutmuş bir halk olarak varlığını sürdürecektir.

Bahadır Hataylı/12.11.2024/Sancaktepe/İST

9 Kasım 2024 Cumartesi

Hakkın Yolu İzzetin Adı

 

Ey insanlar! Kulak verin bu hakikate, çünkü içinde tüm insanlığa hitap eden bir çağrı, derin bir ikaz ve izzet sahibi insanlara layık bir direniş mesajı saklı. Allah’a iman ettiğini söyleyenlerin dilinde eksilmeyen dualar, gönlünde adalet ateşi olanlar, ve menfaatleri peşinde koşmayan izzet sahipleri; bu sözler sizindir. Allah’ın yolunda yürümek için önce adaletli olmak, menfaatten uzak, haktan yana bir yaşam sürmek gerekir.

Bu dünyada bazıları Allah’a iman ettiğini iddia eder; ancak gerçekte onların iman ettiği, dünyalık çıkarları ve kendilerine menfaat sağlayan liderleridir. Allah'ın tek ilah olduğuna inanmak, her durumda hakka sahip çıkmayı gerektirir; eğilip bükülmeden, kimden gelirse gelsin, adaletten yana durmayı emreder. Sözde Allah’a iman eden, ama pratikte dünyalık efendilerini yüceltenlere soruyorum: Bu efendilere iman değil de nedir? Bir insan, Allah’ın emirlerini kendi çıkarına uydurabilir mi?

Hakkın yanında durmak, zorlu bir yoldur. Dürüst, şerefli ve adil olmak; makam, mevki ve zenginlik peşinde koşmadan, yalnızca Allah’a kul olmaktır. Kimi insan, dillerinde Allah’ın adıyla, gözlerde takva maskesiyle çıkar peşinde koşar. Onlar sahte bir izzetin ardına düşmüş, dünyanın geçici heveslerini gerçek sanmış kimselerdir. Oysa gerçek izzet, yalnızca Allah’a teslim olmakta gizlidir; yalnız O’nun adını yücelterek, O’na layık bir kul olmaktadır.

Allah’ın emirlerine riayet eden, adaletle hükmeden, yalnızca O’na kul olan bir insan, dünyada izzet sahibidir. Böyle bir insan, vakurdur, mütevazidir ve dünya malına tamah etmez. İzzetli bir insan, yalnızca Hakk’a güvenir ve haksızlık karşısında dimdik durur. Mümin, hakikatin yanında yer alırken korku tanımaz. Zalimlerin karşısında eğilmez, yalnızca Allah’tan korkar. Bugün "Müslümanım" diyerek ortalıkta dolaşan nice kimseler var ki, menfaatleri uğruna Allah’ın emirlerini çiğnemekten geri durmuyorlar. Onlar, kendilerini haklı göstermek için seslerini yükseltiyor, insanları kendi çıkarlarına göre şekillendiriyorlar. Oysa ki, Allah huzurunda tek haklı olan O’nun kelamıdır ve O’nun yolunda dosdoğru olanlardır.

Bugün, gerçek bir müminin izzeti, sadece kendini değil, mazlumları da koruyan bir kalkandır. Mazlumlar için gözyaşı döken, haksızlıklara direnen bir müminin kalbi, O’na olan imanla dolar. O, neyi severse Allah için sever, kimi kınarsa Allah için kınar. Yalnızca O’nun adını yüceltir.

Ey dünya sevdalıları! Siz, bu dünyayı ebedi sanıyor ve ona göre yaşıyorsunuz. Menfaatlerinize uymayan her hakikati görmezden geliyorsunuz. Ancak biliniz ki, hesap günü yaklaşıyor. Siz Allah’a hesap vermeyi düşünmüyorsunuz diye bu dünyanın sizin ebedi yurdunuz olduğunu sanıyorsunuz. Ama unutmayın; mutlak galip olan yalnızca Allah’tır ve galip gelecek olanlar da O’nun sadık kullarıdır. Siz, Allah’ın adını kullanarak çıkar peşinde koşuyor, haktan uzaklaşıyorsunuz. Adaletsizliklerinizi dine yaslayarak kendinizi meşrulaştırıyorsunuz. Ama biliniz ki, Allah’ın hesabı tüm hesapların üzerindedir.

Ey dünyayı ebedi sanan, kendini dünyaya kaptıranlar! Bu dünyanın süsü, sizi aldatmasın. Asıl hesap, ahiret gününde verilecektir. Siz dünyayı seviyor olabilirsiniz ama biz Rabbimize kavuşmayı arzuluyoruz. Bizim korkumuz, Allah’a vereceğimiz hesap ve O’nun huzurunda eksik kalmaktan duyduğumuz endişedir. Gerçek zafer Allah’ın ve müminlerindir.

Müslüman izzetlidir, vakur durur. Onun vakarından, Allah’a bağlılığından düşmanları korkar. Onlar, dünyaya kul olmadan, dünyaya meydan okuyarak yaşarlar. Biz, adaletin, izzetin, iyiliğin yolundayız. Biz, adaletin savunucusuyuz. Şehitler gibi izzetle yaşamak, ölmeyi bir şeref sayarak hak yolunda yürümek bizim davamızdır. Allah’a iman edenlerin yeri bellidir; onlar dünyayı değil, ahireti severler.

Ey dünyanın zalimleri, tağutları, çıkarcıları! Tüm gücünüzle üzerimize gelin, biz Allah’a bağlıyız. Dünyayı nasıl seviyorsanız, biz de Rabbimize kavuşmayı o kadar arzuluyoruz. Selam olsun gerçek müminlere, izzet ve onur sahibi olanlara! İnsanlık için çağrı yapıyor, sizleri bu yola davet ediyoruz. Ey insanlık, duyun ve bilin; asıl korkulacak olan Rabbinize karşı vereceğiniz hesaptır! Dünya aldatıcıdır; kalıcı olan, ahiretin ta kendisidir. Ey dünyanın efendisi olduğunu sananlar, Allah’a dönün; hakka dönün. Unutmayın, gerçek zafer Allah’ın ve müminlerindir!

Hedefiniz belli ise uğruna katlanacağınız acıların hepsi kutsaldır, şehadet bir ödüldür ancak layık olana verilir....


Erol Kekeç/09.11.2024/01.40/Sancaktepe/İST

7 Kasım 2024 Perşembe

İtibarın Gölgesinde İsraf-Devlet Harcamalarının Şeffaflık Sınavı

Devlet yönetiminde “itibarda tasarruf olmaz” ilkesinin ardında, aslında geniş çaplı bir israf kültürü yatmaktadır. Bu anlayışa göre itibar, ölçüsüz harcamalarla desteklenmeli, ihtişamın kaynağı da devlet hazinesinden sağlanan ödeneklerle sağlanmalıdır. Ancak bu perspektifin arka planında, devletin mali kaynaklarının hoyratça harcanması ve hesap verilebilirliğin devre dışı bırakılması gibi büyük riskler bulunmaktadır. Çünkü “itibarı koruma” gerekçesiyle harcamalarda sınır tanımayan bir yönetim, denetleme ve hesap sorulma süreçlerinden rahatsızlık duyar. Bu, şeffaflık ve hesap verilebilirlikten kaçınılan bir yönetim zihniyetinin en temel göstergesidir.

Devlet yönetiminde harcamalar konusu, bir ülkenin toplumsal refahını, ekonomik istikrarını ve hukuki yapısını doğrudan etkileyen kritik bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle "itibarda tasarruf olmaz" ifadesi, devletin sahip olduğu kaynakların ne denli sorumlu bir şekilde kullanıldığını sorgulamamıza vesile olur. Bu cümlenin ardında yatan düşünce, devlet yöneticilerinin harcamalarda bir sınır tanımadıkları gibi, bu sınır tanımamazlığın devletin itibarını artırdığı inancını taşımaktadır. Oysaki, devleti güçlü ve itibarlı kılan, israf ve şatafat değil; şeffaflık, hesap verebilirlik ve topluma hizmet edebilme kapasitesidir.

Devletin en üst makamında yer alan yönetici, lüks harcamaları devletin saygınlığına doğrudan katkı sağlayan bir unsur olarak görüyorsa, devletin kaynaklarını ölçüsüzce ve sınırsızca kullanmayı kendine hak olarak görecektir. Bu tür bir yönetim anlayışı, doğal olarak, harcamaların denetleneceği bir sistemin varlığından rahatsızlık duyacak ve kendisini kontrol eden mekanizmaların işleyişini engellemeye çalışacaktır. Çünkü denetim mekanizmaları, israfı ve yolsuzluğu tespit ederek kamu kaynaklarının doğru kullanılıp kullanılmadığını gözler önüne seren unsurlar olduğu için, harcamada sınır tanımayan bir yönetim için her zaman bir tehdit oluşturacaktır. Dolayısıyla, "itibarda tasarruf olmaz" ifadesinin altında yatan bu tür bir düşünce yapısı, yalnızca kamu kaynaklarının hoyratça harcanmasını meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda denetim mekanizmalarının etkisizleştirilmesine de zemin hazırlar.

Bu bağlamda, eğer bir devlet sürekli tasarrufa gidileceğini belirterek kamusal alanlarda kısıtlamalar getirirken aynı zamanda makam araçlarına milyonlarca dolarlık harcamalar yapıyorsa, bu açıklamalar halk için ne kadar inandırıcı olabilir? Ekonomik zorluklarla mücadele eden halkın gözünde, devletin şatafatlı ve lüks içinde yaşaması, toplumun refahından ödün verilerek oluşturulmuş bir zenginlik olarak algılanacaktır. Halk, kendi vergileriyle finanse edilen bu harcamaların, kendi ihtiyaçlarından çok yöneticilerin lüksüne hizmet ettiğini düşündüğünde, devlete duyulan güven hızla azalacaktır. Üstelik bu süreçte devletin temel gelir kaynağının yalnızca vergi ve halktan alınan cezalar olduğu dikkate alındığında, toplumun sırtına binen yükün daha da ağırlaştığı gözlemlenir. Özellikle yeni vergi kalemleri eklenerek halkın daha da zorlanması, yöneticilerin toplumun gerçek ihtiyaçlarını göz ardı ettiğini ve kendi refahını ön planda tuttuğunu gösterir.

Denetim Mekanizmalarının Pasifleşmesi ve Hukuk Devletinden Uzaklaşma

Eğer devlet yöneticileri, sınırsız harcama yetkisini kendinde görüyorsa ve bu harcamaların denetlenmesinden rahatsızlık duyuyorsa, böyle bir yönetim anlayışının hukuk devleti ilkelerine uygunluğunu tartışmak kaçınılmaz olur. Hukuk devleti, gücün kontrol edildiği, yönetenlerin halk adına sorumluluk taşıdığı ve tüm vatandaşların yasalar önünde eşit olduğu bir yönetim şeklidir. Ancak, eğer devlet yöneticileri kendilerini bu kurallardan muaf tutarak sınırsız bir harcama yetkisiyle hareket ediyorsa ve denetim mekanizmalarını etkisiz hale getiriyorsa, bu durumda hukuk devleti olma niteliğini kaybetmeye başlar. Yöneticilerin harcamalarından hesap sormayı imkansız hale getiren bu yapı, aynı zamanda toplumun adalet duygusunu zedeler. Kamu kaynaklarının yalnızca belirli bir zümreye hizmet etmesi, toplumun diğer kesimlerinde huzursuzluk yaratır ve toplumun devlete olan güvenini zayıflatır.

Bir devlette israf sınır tanımazsa, bu durum yalnızca ekonomik değil, toplumsal ve psikolojik anlamda da derin yaralar açar. İsraf, devletin kaynaklarını tükettiği gibi, halkın refahını da doğrudan etkiler. Kaynakların israf edilmesi, daha fazla vergi ve ceza yoluyla halktan alınan payın artırılmasına neden olur. Böylelikle halk, ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırken, bir yandan da yönetimden uzaklaşarak adaletsizliğe maruz kaldığı hissine kapılır. Bu durumun psikolojik etkileri de küçümsenmemelidir. Toplum, yöneticilerin lüks içinde yaşarken kendisinin sürekli ekonomik baskı altında olduğunu hissettiğinde, aidiyet duygusunu kaybeder ve devlete olan güveni sarsılır. Bu güvensizlik, zamanla toplumda huzursuzluğa ve sosyal çalkantılara yol açabilir.

Bu bağlamda, toplumsal sorumluluk bilinci yüksek bireyler olarak, devletin harcamalarını yakından takip etmek ve israfa karşı duruş sergilemek önemli bir görevdir. Devlet yöneticilerinin lüks harcamalarını "itibar" adı altında savunmaları, toplumun refahından çalmak anlamına gelir. Halk, ekonomik zorluklar içinde yaşarken, devletin şatafatlı bir yaşam sürmesi toplumsal adaleti zedelemektedir. Bu nedenle, toplum olarak devlet harcamalarının şeffaf bir şekilde denetlenmesini talep etmeli, harcamaların toplum yararına olup olmadığını sorgulamalıyız.

Devletin halktan toplanan vergilerle şatafatlı bir yaşam sürdürme hakkı yoktur. Bu harcamaların toplum yararına kullanılması gerektiği gibi, harcamalar denetim altında tutulmalıdır. Aksi halde, devletin sahip olduğu kaynakların yalnızca belirli bir zümreye hizmet etmesi, toplumda geri dönüşü zor yaralar açar.

Bahadır Hataylı/07.11.2024/01.30/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!