Bu Blogda Ara

4 Kasım 2024 Pazartesi

İlahi Mesajların Anlamına Uyanış-Ayetlerle Yüzleşme Vakti

                                       

Biz göğü, yeri ve arasındakileri boş yere yaratmadık. Cehennemi boylayacak o kâfirlerin vay haline! Sad; 38/27

“Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı kimseye Rabbinden bir aydınlanma gelmiş değil midir? O halde Allah’ı unutmaktan yürekleri kararmışların vay haline!” Zumer; 39/22

“Onlar dünya hayatına dalıp onu ahirete tercih ederler. Allah’ın yolundan alıkoyup onu çarpıtmak isterler. İşte bunlar derin bir sapıklık içindedir. Şiddetli azaptan dolayı vay onların haline!” İbrahim; 14/2-3]

.“Biz gerçeğin ta kendisi yoluyla sahte olanı darmadağın ederiz. Her sahte şey yok olur gider. Allah’a yaptığınız o yakıştırmalar yüzünden vay halinize! Enbiya; 21/16-18

Yani “Ben Allah’ın seçilmiş kuluyum, milletiyim, ırkıyım, kavmiyim, mezhebiyim, cemaatiyim, grubuyum” diyenlerin, içi boş kuruntularla avunanların, örümcek yuvalarını saray sananların, dinlerini hurafe çöplüğü üzerine kuranların, Allah’a olmadık yakıştırmalarda bulunanların, gerçeğin ta kendisi gelince her sahte şey gibi yok olup gidecek olanların vay haline!

 “Onlar alacaklarının son kuruşuna kadar peşine düşerler. Ama iş vereceklerine gelince kıyısından kenarından nasıl çalıp çırpacaklarını hesaplarlar. Yolsuzluk yapanların vay haline! Mutaffifin; 53/1-2

“Kötülerin sicili tutulmuştur. Bilir misin, sicil ne demek? Orada her şey madde madde yazılmıştır. O gün yalan diyenlerin vay haline!” Mutaffifin; 53/7-10

“Para hırsıyla kendi yazdıklarını ‘Bu Allah'tandır’ diye sunanların vay haline! Uydurduklarından dolayı onların vay haline! Üstlendikleri vebalden dolayı onların vay haline! Bakara; 2/79

“En küçük yardımı dahi geri çevirerek, gösteriş yaparak ve kuru kuruya yatıp kalkarak namaz kılanların vay haline!” Maun; 107/ 4-7 

Her insan ve toplum için bazı uyarılar vardır ki, bu uyarılar görmezden gelinemeyecek kadar güçlü, göz ardı edilemeyecek kadar gerçek ve anlamlıdır. Kutsal kitaplar aracılığıyla bize ulaştırılan ilahi ayetler de tam olarak bu niteliktedir. Her bir ayet, insanın iç dünyasına, ahlaki ve manevi yapısına, toplumun değerlerine dokunur. İnsanı sadece bireysel bir arınmaya değil, toplumsal bir uyanışa da çağırır. İlahi mesajlar; hakikate, adalete, sevgiye ve dürüstlüğe dayalı bir yaşamın temellerini oluştururken, aynı zamanda içsel yolculuklara rehberlik eder.

Ayetlerde geçen uyarılar, dünyaya kapılıp ebediyeti unutmanın, adaletin yerine çıkarı koymanın ve samimi inançtan uzaklaşmanın sonuçlarına dair önemli dersler sunar. Bu ayetlerde yer alan “vay haline” ifadeleri ise ilahi adaletin bir yansıması olarak, kişinin ve toplumun davranışlarına yönelik derin bir sorgulama ve hesaplaşmayı işaret eder. İşte bu manifestoda, her bir ayetin ışığında insanı ve toplumu aydınlatacak dersleri, ilahi uyarıları ve bu uyarıların bugünkü dünyaya olan anlamlarını derinlemesine ele alacağız.

Dünya Hayatına Kapılmak-Geçici Olanı Kalıcıya Tercih Etmek

Allah, dünya hayatının yalnızca bir aldatmaca olduğunu hatırlatır. Bizi, ebedi hakikat yerine geçici değerlerin peşinden sürükleyen her şey; hırs, mal mülk sevdası, lüks tutkusu, sonunda boşluk ve manevi bir çöküntü getirir. Ayetler, dünyayı ahirete tercih edenlerin, yolunu kaybedenlerin “vay haline” derken, bu geçici dünyanın ardına düşenlerin ruhen yok oluşunu anlatır. Bir toplum, kendi içinde yalnızca maddeyi gözeterek yaşadığında, vicdanını ve paylaşım ruhunu yitirir.

Bu yüzden, geçici olanın tuzağından kurtularak, kalıcı olan Allah’a yönelmeye çağırıyoruz. İnsanı haktan koparan, kendine ve çevresine yabancılaştıran bu dünya hırsını bırakıp, ruhlarımızı gerçek huzura ve samimi bir imana yönlendirmek zorundayız.

Batıl İnançlara Kapılmak-Gerçeğin Yerine Sahteyi Koymak

Din, insanı Allah’a ulaştıracak en saf ve doğru yoldur. Ancak, hurafelerle, batıl inançlarla şekillenmiş, içi boş, özünden uzaklaştırılmış bir inanç, kişiyi gerçek hakikatten ayırır. Allah, bu tür sahte inançlara kapılanlara “vay haline” derken, içi boş ritüellerin ve kendi kendine üretilen yanlış bilgilerin ruhlarımızı nasıl kirlettiğini, bizi Allah’tan nasıl uzaklaştırdığını ifade eder.

Her birimize düşen görev, samimi bir arayışla Allah’ın hakikatine yönelmek, sahte inançların ağına düşmemektir. Dinin temel amacını kavrayarak, onun gösterdiği saf yolda ilerlemek, ruhumuzu arındırmak ve toplumu batıl inançlardan korumak gereklidir.

Çifte Standartlar ve Haksızlık-Toplumun Adaletini Yıkmak

Allah’ın adalet terazisi, her bireye hakkaniyetli davranmayı, kul hakkına riayet etmeyi gerektirir. Ayetlerde geçen “vay haline” ifadesi, başkalarının haklarını gözetmeden kendi çıkarlarını düşünen, alacaklarında titizlik gösterip vereceklerinde çalıp çırpmanın yollarını arayanların içine düştüğü derin yanlışlığa işaret eder. Çifte standart, toplumda adalet duygusunu zedeler; yolsuzluk ise güveni yok eder ve toplumsal bağları koparır.

Bu yüzden, Allah’ın adaletine samimiyetle bağlı kalmayı, insanlara karşı her daim dürüst ve adil olmayı bir görev kabul ediyoruz. Adaletin kökleştiği bir toplumda, huzur ve güven ortamı yeniden sağlanır.

Dini Menfaat Uğruna Çarpıtmak-Samimiyetin Yerine Kibre Kapılmak

İnancın özü, Allah’ın rehberliğinde yaşamak ve O’na layık bir kul olmaktır. Ancak dini çıkarları uğruna çarpıtarak, kendini yücelten, kişisel menfaatleri için dini kullanarak hakikati saptıranların “vay haline” denilmektedir. Bu tür bir davranış, hem kişinin vicdanında derin bir yara açar hem de toplumu içten içe zehirler. Dini çıkar aracı yaparak sahte bir imaj çizenler, dinin en kutsal değerlerine zarar verirler.

Bu nedenle, inançlarımızda samimi olmayı, Allah’a duyduğumuz bağlılığı yalnızca O’nun rızası için yaşamayı savunuyoruz. İnancımızın temellerini menfaat kaygılarından koruyarak, saf ve sahih bir imanla Allah’ın rehberliğine bağlı kalmalıyız.

Gösteriş ve Riyakârlıkla İbadet Etmek-Allah’tan Uzaklaşmak

İbadetlerin özünde Allah’a yakınlaşmak, O’na olan sevgi ve bağlılığı göstermek yatar. Gösteriş için yapılan her ibadet, samimiyetsizliğin ve iki yüzlülüğün simgesidir. Allah, sadece gösteriş için ibadet edenlerin “vay haline” diyerek, bu tutumun ne kadar tehlikeli olduğunu vurgular. Bu tür bir ibadet anlayışı, bireyi Allah’tan uzaklaştırırken, toplumda ikiyüzlülüğü yaygınlaştırır ve güven ortamını zedeler.

İnsanları samimiyetle, yalnızca Allah’a yönelerek ibadet etmeye davet ediyoruz. Gösterişten uzak, kalpten gelen bir bağlılıkla ibadet etmek, ruhlarımızı arındırır ve toplumda güvenin temelini oluşturur.

Hakikatin Işığında Yeniden Dirilmek

Allah’ın ayetlerinde geçen “vay haline” ifadesi, insanın ve toplumun içsel bir hesaplaşmaya girmesi ve kendini yeniden düzene sokması için yapılmış bir çağrıdır. Bu çağrı, bireyleri samimi bir arayışa, Allah’a adanmışlığa, ve adalete dayalı bir yaşam sürmeye davet eder. Her birimizin, manevi huzuru, kalıcı mutluluğu ve ebedi kurtuluşu Allah’ın bu uyarılarına kulak vererek bulacağımızı biliyoruz.

Bu manifestoyla; kendimizi ve toplumumuzu yeniden düzenlemek, adalet ve doğruluğu her alanda hâkim kılmak için Allah’ın hakikat dolu çağrısını dikkate almanın önemini hatırlatıyoruz. Bireyler olarak dürüst, adaletli ve samimi bir yol izlemek, topluma güveni ve barışı getirecektir. Bu yolda, Allah’ın rehberliğine sımsıkı sarılarak, dünyada ve ahirette huzuru bulmak için doğruya, güzele, adalete ve hakikate davet ediyoruz.

Bahadır Hataylı/03.2024/Sancaktepe/İST

3 Kasım 2024 Pazar

Toplumsal Normların Dönüşümü-Medya, Sanat ve Kültür Yoluyla Sapkınlıktan Normatifleşmeye

Kültürel Değişim ve Normların Evrimi

Toplumlar sürekli değişim içindedir. Belki de günümüzde en hızlı değişen şey, neyin normal neyin anormal olduğu algımızdır. Peki, bu nasıl oluyor? Eskiden gözümüze yanlış, tuhaf veya "sapkın" görünen şeyler, nasıl oluyor da zamanla normal, hatta "olması gereken" hale geliyor? Bu süreç tesadüfi mi, yoksa bir planın parçası mı? Bu soruları, kültürün, normların ve medyanın işleyişi üzerinden yanıtlamaya çalışalım.

Göz Alışkanlığı ve Film/Sanatın Rolü

Düşünün, sinemada veya televizyonda gördüğümüz her şey, aslında bize bir mesaj verir. Başta yadırgarız; “Bu da ne böyle?” deriz belki. Ancak bir süre sonra, o sahnelere bakışımız değişmeye başlar. Görmek istemesek bile gözlerimizin önüne tekrar tekrar konan şeylere alışırız. Bu göz alışkanlığı, gün gelir, zihnimizi de alıştırır. Bir zamanlar kabul etmediğimiz ya da bize yanlış gelen şeyler, artık günlük hayatımızın bir parçası olmaya başlar. Sanat, bir anlamda, bizden önce geleceğin normlarını bize gösterir.

Mizah ve Sempati Yaratma Süreci

Sonra sıra gelir mizaha... Bu defa, o alışamadığımız veya tuhaf bulduğumuz karakterleri güldüren, eğlendiren bir formda görmeye başlarız. Filmler, diziler, komedi şovları... Tuhaf, aykırı, hatta başta "sapkın" olarak gördüğümüz kişiler artık bizi güldürmeye başlamıştır. Bu gülme süreci, onları kabullenme sürecinin bir parçasıdır. Mizah yoluyla, başta yadırgadığımız karakterlerle bir bağ kurmaya başlarız. Önce güleriz, sonra sempati duyarız. Böylece, bir zamanlar “öteki” olarak gördüğümüz karakterler, artık bize daha yakın gelir.

Trajik Hikayeler ve Empati Yaratma

Sonra bir aşama daha gelir. Bu kez bize, o "sapkın" olarak gördüğümüz kişilerin hayat hikayeleri anlatılmaya başlanır. Hikayeler trajiktir; zor yaşamlar, acılar, kayıplar... İnsanları yargılamaktan vazgeçip acımaya başladığı bir noktaya geliriz. Artık onları sadece tuhaf ya da komik olarak değil, zor yaşam koşullarıyla mücadele eden bireyler olarak görmeye başlarız. Bu empati, bize onların hikayelerini daha derinden hissettirir. Onlar için üzülür, hak ettiklerini düşündüğümüz bir yaşam için onlara destek vermeye bile hazır hale geliriz.

Yetenek ve Hayranlık Duygusu

Bu süreç devam ederken, bir de bakarız ki, onları sadece acıdığımız karakterler olarak değil, yetenekleriyle öne çıkan kişiler olarak görmeye başlamışız. Artık onlar sadece “marjinal” bireyler değil; müzikte, sanatta, edebiyatta büyük yetenekleri olan insanlar olarak toplumda yer edinmişler. Toplumun onlara olan hayranlığı artar; onlar gibi olmak, onlar gibi düşünmek, onların yaşantısından etkilenmek yaygınlaşır. Birey olarak onların başarıları toplum tarafından sahiplenilir, takdir görür ve onlar toplumun gözünde değer kazanır.

Normların Normalleşmesi ve Yasallaşma Süreci

Derken, bir zamanlar kabul görmeyen, yanlış veya sapkın görülen bu davranışlar, toplumda öyle bir yer edinir ki yasal düzenlemelere konu olur. Önceleri sadece göz yumulur; sonra kısıtlı haklar tanınır; derken bu normlar, yasal olarak korunur hale gelir. Artık toplumun bir kesimi bu normları savunur, diğer kesimi ise kabullenmek zorunda kalır. Böylece toplumsal hayatımıza yerleşen yeni normlar, yavaş yavaş yasalarla güvence altına alınır. Toplumun, "sapkın" gördüğü bir şey, artık sadece normal değil, yasalarla korunan bir hak haline gelmiştir.

Normatifleşme ve Toplumsal Moda

Şimdi artık işin boyutu biraz daha değişir. Öyle bir noktaya gelinir ki, bir zamanlar garipsediğimiz davranışlar sadece yasal değil, aynı zamanda şık ve modern sayılmaya başlar. Medyada, sosyal çevrede, sanatta bu yeni davranış kalıpları bir moda unsuru olarak sunulur. Artık "yenilikçi" veya "çağdaş" olmak bu davranışlarla özdeşleşir. Bu normlar, sadece kabul görmekle kalmaz, toplumun bir kısmı için adeta bir kimlik haline gelir. Toplumsal moda, insanları bu yeni normları benimsemeye teşvik eder.

Normatifleşmenin Ötesine Geçiş

Ve en sonunda, bu davranışlar "olması gereken" bir yaşam biçimi olarak görülmeye başlar. Artık eski normlar, çağ dışı, demode, hatta geri kalmış olarak kabul edilir. Yeni nesiller bu yeni normları benimserken, eski normlar unutulur, toplumda eskiye dönme arzusu silikleşir. Normatifleşme öyle bir noktaya ulaşır ki, toplumun büyük bir kısmı, bu yeni normları savunur ve bu davranışların karşısında olanlara eleştirel gözle bakar. Artık eskiye dönmek bir seçenek değildir; yeni normlar, toplumun bütün değer yargılarını ve bireylerin kimlik algısını şekillendirmiştir.

Toplumsal Değerlerin Dönüşümü Üzerine Bir Değerlendirme

Bu sürecin sonunda, toplumsal değerlerin nasıl değiştiğini ve bu değişimin bireylerin kimlik, aidiyet ve değer algılarını nasıl etkilediğini anlamış oluyoruz. Medya, sanat ve popüler kültürün, toplumu yeni normlara nasıl hazırladığı, bu normların nasıl kabul gördüğü ve giderek normatif hale geldiği süreci derinlemesine inceledik. Her bir aşama, topluma sunulan fikirlerin, algıların ve davranış kalıplarının dönüştürülme gücünü gösteriyor. Okuyucu olarak, toplumun bu dönüşüm sürecinde nerede durduğumuzu sorgulamaya, gördüğümüz, duyduğumuz ve benimsediğimiz şeylerin ne kadarının bize ait olduğunu düşünmeye davet ediyoruz.

Bahadır Hataylı/03.11.2024/00.20/Sancaktepe/İST

2 Kasım 2024 Cumartesi

Söylem ve Gerçeklik Arasında-Türkiye'nin Filistin Siyasetinde İkilemler ve Çelişkiler

Türkiye'nin dış politikası, Filistin meselesine dair duygu yüklü söylemler ile İsrail'le sürdürülen pragmatik ilişkiler arasında sıkışmış görünmektedir. Meydanlarda atılan coşkulu sloganlar, okunan şiirler ve yapılan açıklamalarla Filistin halkına destek beyan edilirken; ticaret, diplomasi ve askeri alanlarda İsrail'le kurulan güçlü bağların kesintisiz devam etmesi, içeride ve dışarıda tutarlılık sorularını gündeme taşımaktadır. "Mazlumun yanında olma" ideali ile yürütülen söylemlerin uygulamada karşılık bulmadığı her durumda ise halkın güveni zedelenmekte, devletin ahlaki duruşuna dair kuşkular artmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Filistin’e olan desteğiyle İsrail’le sürdürdüğü ilişkilerin yarattığı çelişki, yalnızca bir politika sorunu değil, aynı zamanda tarih önünde sorgulanacak bir tutum olarak şekillenmektedir. Bu incelememizde, Filistin’e yönelik desteğin arkasındaki motivasyonlar, söylem ve gerçeklik arasındaki uçurum, ekonomik çıkarların belirleyiciliği ve halkın bu tablo karşısında yaşadığı hayal kırıklıkları üzerinden konuyu çok yönlü olarak ele alacağız.

Tarihi ve Diplomatik Arka Plan

Türkiye’nin Filistin ile dayanışmasının, 20. yüzyılın ortalarından itibaren Arap-İsrail çatışmalarına yönelik bir dayanışma geleneği üzerinden geliştiği görülmektedir. 1948 yılında İsrail'in kuruluşunun ardından, Türkiye 1949'da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olarak kendisini Orta Doğu'da farklı bir konuma yerleştirdi. Bu dönemde Türkiye, Batı'ya yakın dururken Arap dünyasıyla olan bağlarını da sürdürmek zorundaydı. Bu zorlu denge politikası, günümüzde de Filistin konusundaki tutumda belirleyici olmaktadır.

Türkiye’nin Filistin'e yönelik desteği de, bu tarihsel bağlar ve diplomatik hassasiyetlerle birlikte ele alınması gereken bir boyut kazanmaktadır. İsrail ile ikili ilişkilerde gerilimlerin yükseldiği dönemlerde Filistin konusu ön plana çıkarken, ilişkilerin normalleştiği dönemlerde Filistin meselesi ikincil plana itilebiliyor.

Kamuoyuna Sunulan Söylem ve Gerçeklik Arasındaki Uçurum

Türkiye’de halk arasında Filistin’e karşı yoğun bir sempati ve destek vardır. Ülke içindeki siyasi aktörler, halkın bu duygularını dikkate alarak Filistin davasına yönelik destek açıklamaları yaparken, pratikte İsrail ile süregelen ticaretin devam etmesi bir paradoks yaratmaktadır. Meydanlarda yapılan coşkulu açıklamalar, duygusal şiirler ve "kardeşlik" söylemleri halkın duygusal bağlılıklarını pekiştiriyor, ancak bu söylemlerin somut politik eylemlere dönüşmemesi durumunda bir güven kaybı yaşanabilir.

Filistin’e destek gösterilerinin iç siyasette bir manevra olarak kullanılıp kullanılmadığı sorgulanmaktadır. Filistin konusu, ulusal kimliğin bir unsuru ve "mazlumun yanında olma" söylemiyle iç politika bağlamında bir araç olarak kullanılabiliyor. Ancak bu söylemler dış politikadaki ekonomik ve stratejik çıkarlarla tam olarak örtüşmediğinde bir güven ve tutarlılık sorunu doğabiliyor.

Ekonomik Çıkarlar ve Pragmatizm

Türkiye’nin İsrail ile ticaret hacmi, 2023 yılı itibarıyla yaklaşık 8 milyar doları aşan bir düzeye ulaşmıştır. Türkiye’nin özellikle savunma sanayi ve enerji alanında İsrail ile yaptığı anlaşmalar, ekonomik ilişkilerin gücünü gösteriyor. İsrail, teknolojik yenilikleri, tarım, su ve enerji yönetimi konusundaki bilgi birikimiyle Türkiye için cazip bir ticari ortak olmayı sürdürüyor.

Ancak bu pragmatik ilişkiler, Türkiye’nin Filistin’e olan desteği ile çelişir görünebiliyor. Bu bağlamda, bazıları Türkiye'nin, pragmatik kaygılarla Filistin meselesini bir ikincil öncelik haline getirdiğini ve Filistin konusundaki söylemleri iç kamuoyunu yatıştırma amacı taşıyan bir "göstermelik" destek olarak kullanabileceğini öne sürüyor.

İdeolojik ve Ahlaki Çelişkiler

Türkiye, Müslüman çoğunluklu bir ülke olarak, Filistin davasına olan ilgisini ahlaki ve dini bir görev olarak da gerekçelendiriyor. Türkiye'nin, mazlumun yanında yer alma ve adalet vurgusunu merkeze alan İslami bir söylem geliştirdiği gözlemlenebilir. Fakat İsrail’le olan ticari ilişkilerin artması, bu ahlaki söylemle ters düşen bir tablo oluşturabiliyor.

Bu durumda "İsrail'e yönelik yaptırımlar neden uygulanmıyor?" sorusu sıkça gündeme gelmektedir. Türkiye, Filistin'e olan desteğini somut adımlarla, örneğin İsrail’e yaptırım uygulayarak veya Filistin'e ekonomik destek sağlayarak artırmadıkça, bu çelişkinin göze çarpması kaçınılmaz hale geliyor.

Toplumsal Etkiler ve İç Politika

Filistin meselesi, Türkiye’de toplumsal bir duyarlılığın ifadesi olarak görülüyor ve halk arasında "ümmet" bilincinin bir parçası olarak kabul ediliyor. Halkın önemli bir kısmı, Filistin davasına manevi bir bağ hissetmekte ve bu konuda devletten somut bir destek beklemektedir.

Ancak Filistin konusunda yapılan duygusal konuşmalar ve şiirlerin, pratikte karşılık bulmaması toplumsal hayal kırıklığına yol açabilir. Bu durumun devam etmesi halinde, devletin dış politikadaki söylemi ile gerçekler arasındaki uçurum, halkın devlete olan güvenini sarsabilir.

Çağdaş Firavunluk ve Karunluk İddiaları

Filistin meselesinde Türkiye’nin sergilediği bazı ikircikli tavırları, geçmişteki Firavun-Karun sistemleriyle kıyaslayanlar da vardır. Firavunlar, kendilerine yakın olan varlıklı kesimlere geniş imkanlar sağlarken, toplumun geri kalanını baskı altında tutmuşlardı. Bu bakış açısına göre, Türkiye’nin bir yandan Filistin için destek açıklamaları yaparken diğer yandan İsrail ile ekonomik ilişkileri geliştirmesi, tarihsel açıdan Firavun-Karun ilişkilerini çağrıştırabilir.

İsrail ile yapılan ticari ilişkilerin, büyük sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda olduğu ve Filistin'e yönelik desteğin ise daha ziyade ideolojik bir sembol olarak kaldığı ileri sürülebilir. Bu durum, “çağdaş Firavunluk” benzetmesiyle birlikte değerlendirilebilir.

Türkiye’nin Dış Politika Öncelikleri ve Batı İttifakları

Türkiye’nin Batı ile olan ittifakları ve İsrail ile kurduğu ilişkiler, jeopolitik stratejilerin ekonomik çıkarlarla kesiştiği bir tablo oluşturur. NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye, Batı’nın bölgedeki en yakın müttefiklerinden biri olan İsrail ile işbirliğini belirli bir seviyede tutmak zorundadır. Bu durum, Türkiye’nin Batı ittifakına yönelik stratejik angajmanlarının Filistin konusundaki hassasiyeti gölgelemesiyle sonuçlanabilir.

Bu stratejik öncelikler, Türkiye’nin Ortadoğu'daki diğer Müslüman ülkelerle olan ilişkilerine de yansır. Batı ittifakı ile olan ilişkilerden taviz vermemek adına, Türkiye'nin İsrail ile olan ekonomik ve diplomatik bağlarını sürdürmesi, Filistin’e yönelik desteğinin zayıf kalmasına yol açabilir.

Tutarlılık Sorunu ve Tarihe Yansıması

Türkiye'nin İsrail ile olan ticari ilişkilerini sürdürürken Filistin’e yönelik güçlü bir destek söylemi geliştirmesi, politik tutarlılık açısından büyük bir soru işareti yaratmaktadır. Halkın beklentileri ile dış politikanın gereklilikleri arasındaki bu çelişki, uzun vadede güven sorununa yol açabilir.

Bu çelişki tarihe nasıl yansır? Bir yandan halkın gönlünde yer edinen “mazlumun yanında olma” ülküsü, diğer yandan reel politikanın zorunlulukları, Türkiye'nin dış politikada ikircikli bir görünüm sergilemesine neden olabilir. Filistin meselesi, Türkiye'nin tarih önünde nasıl bir duruş sergilediğine dair kritik bir ölçüt olarak kalacaktır.

Bu çelişkilerin odağında, Türkiye’nin Filistin ve İsrail politikası iki zıt kutup arasında gidip gelmektedir. Halkın duygusal bağlılıkları ve devletin ekonomik çıkarları arasında sıkışmış bir dış politika anlayışı, uzun vadede güvenilirlik sorunlarına yol açabilir. Eylemler ve söylemler arasındaki uçurumun kapatılmadığı durumda, Filistin meselesinin iç politika malzemesi olmaktan öteye gitmesi zor görünüyor.

Bahadır Hataylı/02.11.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!