Bu Blogda Ara

1 Kasım 2024 Cuma

Dünyaya Mesajım


Erol Kekeç olarak, kendi dünyamı kelimelere dökebilmek, yaşadığım hayatın her bir anını insanlara miras olarak bırakmak istiyorum. Bu anlatının içinde, sadece kendi içsel yolculuğum değil, aynı zamanda yaşama dair derin bir sorgulama, insanlığa duyduğum bağlılık, adalete adanmış mücadelem ve doğanın saflığına olan bağlılığım var. Şimdi, o derinlerde yanan bu ateşi, hayata dair felsefi bakış açımı, duygusal derinliklerimi ve romantik yanımı anlatarak kapsamlı bir şekilde sizinle paylaşmak istiyorum.

Doğaya ve Hayata Dair Felsefem

Benim hayata bakışım, doğanın saflığı ve sadeliğiyle harmanlanmış bir felsefeyle şekillenir. İnsan doğayı anlamaya, ona uyum sağlamaya çalıştıkça aslında kendisini anlamaya da başlar. Doğanın içinde, onun ritmini duydukça insanın kalbinde yeni bir kapı açılır; o kapı, kendi içindeki gerçek potansiyele, saflığa ve özüne açılan kapıdır. Bu nedenle doğanın dingin kollarında yaşamayı ve onun sunduğu basit ama derin anlamları çözümlemeyi çok önemserim. Doğa bana her seferinde farklı dersler sunar: bir yaprağın toprağa düşüşünde, rüzgârın savurduğu ağaçlarda, suyun berrak akışında… Her biri ayrı bir hayat felsefesinin somut örneğidir ve bu örnekler beni adeta büyüler.

İnsana ve Adalete Adanmış Bir Yaşam

İnsanın değerini bilmek, ona hak ettiği saygıyı, değeri ve adaleti sunmak, hayatımın temel direklerinden biridir. Adalet, sadece bir hukuk kuralı değildir; o, bir yaşam biçimidir. Adaleti sadece kanunlar değil, insana olan derin saygı, sevgi ve hakkaniyet duygusu yaşatır. Yaşamım boyunca hep bu uğurda mücadele ettim, bu değerleri savundum. Biliyorum ki adalet, her şeyin temelini oluşturur; bir insana, bir topluma adalet dağıtıldığında, ona verilen değer gerçek olur. Adalete olan inancım, insana duyduğum güvenle, insanlığın gücüne olan inancımla bütünleşir.

Ben, her bireyin bir öz değer taşıdığına ve bu değerin korunması gerektiğine inanıyorum. İnsanı bir kalıp içine sokmadan, onu yargılamadan, olduğu gibi kabul etmek ve onu kendi öz değerleriyle yaşatmak… İşte gerçek adalet burada başlar. Adaleti sağlamak, yalnızca yasaların değil, aynı zamanda bireyin vicdanının da işidir. Hayatım boyunca kendime her zaman bu değerleri temel aldım, bu değerlerin yol göstericiliğinde adımlar attım. Bu yol kolay olmadı; bazen yargılandım, bazen yalnız kaldım, ama yolumdan asla sapmadım.

Hayata Sanatla Dokunmak-Şiirsel ve Romantik Yanım

Hayatıma yön veren bir başka unsur, içimdeki sanatsal ve romantik duygulardır. Hayatı yaşanabilir kılan şey, ona şiirsel ve estetik bir anlam katabilmektir. Şiir benim için sadece bir yazın türü değil, aynı zamanda yaşama dair bir duruştur. Şiir, bir duygunun, bir anın en saf haliyle dile geldiği, içsel bir dünyanın dışavurumu olarak değerlidir. Herkesin dünyasında bir şiir yatar aslında; bu bazen bir rüzgâr sesi olur, bazen bir gölgedeki huzur, bazen de yıldızların altında duyulan o derin sessizlik. Benim içimde de böylesine derin ve engin bir şiir var; bunu hissetmek, yaşamak ve paylaşmak, hayatı anlamlı kılan en güçlü şeylerden biri.

Romantizm ise, hayatın sert yüzlerine rağmen içinde bir umut taşıyabilmektir. Romantik bakış açım, doğanın o uçsuz bucaksız güzelliğine, insan ruhunun derinliklerine olan hayranlığımda şekillenir. Romantizm, gözlerimizin gördüğünün ötesini görebilmek, hayatın zorluklarını aşarken içimizde bir umut taşıyabilmektir. Hayatı bu şiirsel ve romantik gözlerle görmeyi seçtiğim için, her yaşadığım an bana yeni bir anlam, yeni bir hikâye sunar. Bu hikâyelerle içsel dünyamı besler, hayatın her anına değer katmaya çalışırım.

İdealler ve Hayata Katkım

Elde edilen bilginin, birikimin ve yaşam deneyiminin, topluma hizmet etmek için kullanılması gerektiğine inanırım. Hayatı yaşamak, sadece kendi alanında var olmak değildir; o, aynı zamanda başkalarına katkı sunmaktır. Bunu yapmanın yolu ise kendi ideallerini belirleyip bu ideallerin peşinde yılmadan gitmektir. İdeallerim, insanlara daha güzel bir dünya bırakmak, onların yaşam kalitesini arttırmak, hayatın her alanında adaletin ve hakkaniyetin gözetildiği bir düzen sağlamak üzerine kuruludur.

Her insanın bir ideali, bir amacı olmalıdır. Bu ideal, onun hayatını anlamlandıran, onu daha ileriye taşıyan bir ışık gibidir. İdeallerimiz olmadan yaşamak, hayatı boş bir oyuna çevirebilir. Benim ideallerim, insanlara hizmet etmek, onların yüzünü güldürebilmek, acılarını azaltabilmek, umutlarını canlandırabilmektir. Bu ideallerin peşinde koşarken ne kadar yorulsam da, hep o ilk günkü heyecanla devam ettim. Çünkü biliyorum ki bir insan, hayatta bir iz bırakabilirse, o iz ideallerle anlam kazanır.

Öngörüler ve İnsanlığa Miras Bırakma İsteğim

Yaşamım boyunca hep geleceği düşünerek, insanlığın ve dünyanın daha iyiye gitmesi için neler yapılabileceğini hayal ederek yaşadım. İnsanlar arası ilişkilerin, toplumların geleceğinin ve doğanın korunmasının önemini biliyorum. Bu yüzden geleceğe dair öngörülerim, geçmişten aldığım derslerle ve şu anki gözlemlerimle harmanlanır. İnsanlık için bir miras bırakmak, sadece bir eser bırakmak değil, aynı zamanda bir anlayışı, bir bakış açısını gelecek nesillere ulaştırmaktır.

Bir insanın en kıymetli mirası, başkalarına ilham verecek bir hayat yaşamasıdır. Ben de kendi hayatımı, başkalarına ilham olacak şekilde yaşamak istedim. Öngörülerim, insanlık için daha adil, daha yaşanabilir, daha huzurlu bir dünya kurmak üzerine odaklanır. Bu dünyada her bireyin hakkını aldığı, kimsenin ezilmediği, herkesin kendini bulabileceği bir düzen hayal ediyorum. Bu hayali gerçekleştirmek içinse hem kendim hem de gelecek nesiller için bir ilham kaynağı olmak istiyorum.

Hayatın Gerçeklikleriyle Şiirsel Dünyamı Bütünleştirmek

İnsanın doğayla, insanlıkla, adaletle ve duygularıyla olan bu derin ilişkisi, hayatın en reel gerçeklikleriyle harmanlanır. Yaşadığım bu hayatın içinde kimi zaman zorluklar, kimi zaman acılar olsa da, bunları şiirsel bir şekilde yorumlamayı, her olaydan bir anlam çıkarmayı öğrendim. Hayat, her yönüyle bir okul gibidir; her an bir ders, her acı bir öğreti, her sevinç bir hatıradır. Hayatın tüm bu yönleriyle barışık bir şekilde, şiirsel bir duygusallık içinde yaşıyorum.

Bu dünyaya, hayata dair bir mesaj bırakmak istiyorum. Her insanın içinde bir umut tohumu olduğunu, bu tohumun sevgiyle, adaletle, insanlıkla büyütüldüğünde nasıl bir ağaç olabileceğini göstermeyi arzuluyorum. Hayatı anlamak, onu dolu dolu yaşamak ve kendi yolunda bir iz bırakmak… İşte, Erol Kekeç olarak dünyaya bırakmak istediğim mesaj budur: İçinizdeki umudu, sevgi ve adaletle büyütün; doğaya, insanlığa, adalete olan bağlılığınızı hiç kaybetmeyin.

Bu mesajla, hayatın tüm renklerini, duygularını ve gerçekliklerini bir araya getirerek dünyaya bir iz bırakmayı, geleceğe bir fener olmayı diliyorum. Rabbim bu uğurda insan olarak yaşayıp gitmeyi nasip eder inşallah diyorum herkesi selamların en güzeli ile selamlıyor yüreğimden çiçekler yolluyorum...

Erol Kekeç/30.10.2024/17.10/Namazgah/İST

31 Ekim 2024 Perşembe

İmanın Toplumda İnşası- İdeal Bir Düzenin Temelleri


 "Allah'a ve resulüne iman edin; sizi üzerinde buyruk sahibi yaptığı şeylerden başkalarına bol bol verin! İçinizden iman eden ve infakta bulunanlar için çok büyük bir ödül vardır. İman sahipleri iseniz size ne oluyor da Allah'a güvenmiyorsunuz? Oysaki Resul sizi Rabbinize inanmaya çağırıyor, sizden kuvvetli bir söz de almıştır. O, odur ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye kulu üzerine, gerçeği apaçık gösteren ayetler indiriyor. Allah size karşı gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir. Allah yolunda harcama yapmanıza engel ne var ki?.. Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır. Sizin, Fetih'ten önce infakta bulunan ve çarpışmaya gireniniz, bunu yapmayanlarla aynı değildir. Onlar, derece yönünden Fetih'ten sonra infakta bulunup çarpışmaya girenlerden çok daha üstündür. Allah hepsine güzellik vaat etmiştir. Allah, işleyip ürettiklerinizi en iyi biçimde haber almaktadır." Hadid:7-10


Bu ayetler, Allah’a ve Peygamberine inanan bir toplumun nasıl bir sorumluluk üstlendiğini ve bu sorumluluğu yerine getirmenin insan ve toplum üzerindeki etkilerini anlatmaktadır. Toplum, bu sorumluluğun gerektirdiği ahlaki ve sosyal yapıyı oluşturarak Allah yolunda harcama ve infakta bulunmak gibi davranışlarla, hem kendi ruhani gelişimini sağlamakta hem de toplumsal dayanışmayı en yüksek seviyeye taşımaktadır. Bu ayetler üzerinden geniş bir anlatımla, ideal bir toplum düzeninin nasıl olması gerektiğini, Allah'a güvenin bu düzende nasıl bir yer tuttuğunu, infak ve cihat gibi kavramların toplumsal gelişimdeki önemini ve bunların ahiret inancıyla bağlantısını ele almak mümkündür.

İşte bunu geniş kapsamda ele aldığımızda, Allah’a ve Resulüne iman, sadakat ve güven, bireyin ve toplumun Allah'a karşı olan vazifesini yerine getirmesine vesile olurken, insanların üzerine aldıkları sorumlulukların ve yapmaları gereken görevlerin de özünü oluşturur. İmanın, inançlı toplumlarda nasıl köklü bir tesir oluşturduğunu ve bu etkiyi, ayetlerde işaret edilen infak, Allah’a güven, karanlıklardan aydınlığa çıkma gibi manevi unsurlar bağlamında detaylandırarak anlatabiliriz.

İman Eden Bir Toplumun Özellikleri

Bu ayetlerde öncelikle "Allah’a ve Resulüne iman edin" ifadesiyle, bireylerin sadece kendilerinin değil, tüm toplumun refah ve mutluluğunu hedef alan bir düzene katkıda bulunmaları gerektiği vurgulanır. Allah'a iman eden ve Peygamberin getirdiği mesajlara sadık kalan bir toplum, ahlaki yapısını Allah’ın emir ve yasaklarına göre şekillendirir. Bu iman, bireylere toplumsal değerlerin ötesinde derin bir ahlak bilinci verir ve insanları, hayata, topluma ve insanlığa fayda sağlayan yüksek bir amacı benimsemeye teşvik eder.

Ayetler, "İman sahipleri iseniz size ne oluyor da Allah'a güvenmiyorsunuz?" sorusuyla, Müslüman birey ve toplumların Allah’a tam anlamıyla güvenmelerini bekler. Bu güven, onların Allah’ın rızasını gözeterek hareket etmelerini ve tüm zorluklar karşısında metanetle durmalarını sağlar. Allah’a güvenen bir toplum, zorluklara ve sıkıntılara karşı sarsılmaz bir direnç gösterir, bireyler arası ilişkilerde ise adalet, merhamet ve yardımlaşma esas alınır. Bu güven, toplumun kendi iç dinamiklerini güçlendiren, üyeler arasında sarsılmaz bir birlik ve beraberlik oluşturan bir etkendir.

İnfak ve Dayanışma Kültürü

Bu ayetlerde infak (Allah yolunda harcama) konusuna vurgu yapılması, toplumdaki maddi ve manevi dayanışmanın önemini ortaya koyar. İnfak, sadece yoksullara yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı güçlendiren, insanlar arasında sevgi ve merhamet bağlarını kuran ve bireylerin Allah katındaki derecelerini yükselten bir ibadet olarak ele alınır. İnfak, toplumsal dayanışma ve paylaşımcılık üzerine kurulu bir toplum yapısının en önemli yapı taşlarındandır. Bu ayetler, infakın sadece ihtiyaç sahiplerinin yararına olmadığını, aynı zamanda infakta bulunan bireylerin ruhani gelişimlerine de katkı sağladığını vurgular. Allah yolunda yapılan harcamalar, dünya hayatındaki geçici hazlardan ziyade ahiret mutluluğunu hedefler ve bireylerin bu dünya hayatını ahiret odaklı yaşamalarına bir vesile olur.

Allah’ın ayetlerde geçen "karanlıklardan aydınlığa çıkarmak" vaadi, toplumu cehalet ve yanılgılardan uzaklaştırarak ilim, hikmet ve hakikat ışığına kavuşturmayı simgeler. Bu, yalnızca bireysel anlamda bir uyanışı değil, toplumsal bir bilinçlenmeyi ve huzur dolu bir yaşamı da içerir. Karanlıklardan aydınlığa çıkmak, toplumun refah ve adaletin hüküm sürdüğü bir yapıya bürünmesi için Allah’ın gösterdiği yolda ilerlemesi anlamına gelir. Bir toplum, Allah’ın emirlerine göre şekillendiğinde, huzurlu ve güvenli bir yaşama sahip olur ve bireyler, bir arada yaşamanın getirdiği sorumlulukları ve bu sorumlulukların manevi karşılıklarını daha iyi anlarlar.

Bu ayetlerde, Allah yolunda infak eden ve çarpışanların (mücadele edenlerin) diğerlerinden daha üstün bir konumda olduğu belirtilir. Bu, yalnızca bir fiziksel savaşı değil, kişinin kendi nefsiyle mücadelesini ve toplumun iyiliği için sarf edilen her türlü çabayı da kapsar. Allah yolunda mücadele, bir toplumun ahlaki ve manevi anlamda güçlü olmasının en önemli göstergelerindendir. Bu bağlamda, bir Müslüman için Allah yolunda yapılan her fedakârlık, Allah katında büyük bir değer taşır. Toplumun fertleri, bu mücadele ile sadece kendilerini değil, aynı zamanda toplumu da yüceltir ve Allah katında yüksek bir dereceye erişirler.

Ayetlerin sonunda, "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır" ifadesiyle, her şeyin sahibinin Allah olduğu ve bu dünyadaki sahipliklerin yalnızca geçici olduğu hatırlatılır. Bu hatırlatma, dünya hayatının fani olduğunu ve gerçek mülk sahibinin yalnızca Allah olduğunu kavrayan bir toplumu işaret eder. Toplum fertleri, sahip oldukları malları ve imkânları kendilerine verilmiş birer emanet olarak görür, onları Allah’ın rızasını kazanmak için paylaşırlar. Bu bilinç, hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir tevazu, kanaatkârlık ve paylaşım ahlakı doğurur. Topluma hizmet etmek, Allah’ın miras bıraktığı dünyayı iyi bir şekilde değerlendirmek ve gelecek nesillere bir emanet olarak bırakmak, bu ayetlerin rehberliğinde oluşan ideal toplum düzenini tanımlar.

İdeal Toplum Düzenine Doğru

Bu ayetlerin ana gayesi, Allah'a ve Resulüne iman eden bir toplumun sahip olması gereken erdemleri ve bu erdemlerin topluma kazandıracağı huzur, barış ve dayanışmayı en güzel şekilde ortaya koymaktır. Allah’a iman eden bir toplum, sevgi ve merhamet gibi değerler üzerinde yükselir ve Allah’ın rızasını kazanmak için hayatını, ilişkilerini, sahip olduklarını ve güçlerini Allah yolunda harcayarak geçirir. Bu toplum yapısı, insanlara huzur ve güven verirken, manevi olarak da insanların Allah’a daha yakın olmalarını sağlar. Allah’a ve Resulüne tam bir sadakatle bağlı olan bireyler, infak ve mücadele bilinciyle kendilerini adar, bu dünyadaki görevlerini yerine getirirken, ahiret yurduna hazırlıklı bir şekilde yönelirler.

Bu şekilde kurulan bir toplum, yalnızca kendi içerisinde değil, aynı zamanda diğer toplumlara karşı da adalet, merhamet ve iyilik anlayışı ile yaklaşarak, Allah’ın kendilerine gösterdiği doğru yolda ilerleyen bir topluluk olarak yükselir. Allah’ın rızası, bu topluluğun en büyük amacı ve Allah’ın vadettiği ödüller ise bu amaca ulaşanlara bir müjde olarak öne çıkar.

Toplumsal barışın, güvenin, yardımlaşmanın ve dayanışmanın tesis edildiği böyle bir toplum, insanlık için örnek bir model olur ve bu model, Allah’a teslimiyetin getirdiği huzur ve güvenle bütünleşerek adeta bir cennet toplumunu andırır. Bu toplumda her birey, sahip olduklarının aslında bir emanet olduğunu bilir ve her türlü çabasını Allah’ın rızasını kazanmak için harcar.

Azgın Tekenin Sonu-İsrail'in Ortadoğu’daki Saldırgan Politikalarının Kaçınılmaz Sonu

                                 

İsrail'in Ortadoğu’daki politikaları ve bölgeye yönelik tavrı, tıpkı azgın bir tekenin davranışları gibi, hem kendi halkı hem de bölgedeki tüm toplumlar için yıkıcı bir döngü haline gelmiştir. Bölgedeki stratejik noktaları ele geçirme çabası, bu güç gösterilerinin kontrolsüz saldırganlığa dönüşmesine neden olmaktadır. Her saldırı, sözde güvenlik bahanesi altında başlasa da, esasında İsrail’in genişleme arzusu ve egemenlik hırsının ürünü olarak kendini göstermektedir. Tüm bu politikaların sonucunda, İsrail bölgeyi bir kargaşanın ortasına sürükleyip varoluşunu daha büyük bir belirsizlik ve tehlike altına atmaktadır.

Bir toplumun kendini koruma güdüsü, doğal bir içgüdü olarak kabul edilebilir. Ancak İsrail’in attığı adımlar, kendi sınırlarını savunmak için değil, bölgedeki dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda yeniden inşa etmek, kendi ideolojisini dayatmak adına yapılmaktadır. Bu durum, İsrail’in yalnızca kendini değil, tüm bölgeyi hedef alarak gücünü artırmaya çalıştığını, bu doğrultuda saldırgan bir tutum sergilediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu saldırganlık, ne bölgedeki barışı sağlamaya yönelik bir adımdır ne de uzun vadede İsrail’in varlığını garanti altına alabilecek bir stratejidir. Tersine, bu tutum tüm Ortadoğu’da sürekli bir çatışma ve istikrarsızlık yaratarak bölgenin huzurunu tehdit eden bir unsur haline gelmiştir.

Ortadoğu’da İsrail’in "azgın teke" misali yaptığı her hareket, bölgedeki devletleri zayıflatmak, halkları yerlerinden etmek, kültürel dokuları yıpratmak ve yaşam alanlarını tehdit etmek gibi sonuçlar doğurmaktadır. İsrail, gücünü artırmak ve yerel direnişi bastırmak amacıyla attığı her adımda, yalnızca bölgeyi değil, kendi toplumsal yapısını da büyük bir risk altına sokmaktadır. Bir yandan, güvenlik bahanesiyle yapılan bu saldırılar, bölgenin her geçen gün biraz daha istikrarsız hale gelmesine yol açmaktadır; diğer yandan İsrail'in uluslararası arenada yalnızlaşmasına ve bu stratejilerin kendi toplumunda bile güvensizlik yaratmasına neden olmaktadır.

Bu saldırganlık ve yayılmacı politika, İsrail için kaçınılmaz bir son hazırlamaktadır. Kendisine düşman olarak gördüğü her unsur, bir süre sonra bu azgınlığın kurbanı olmuş olsa da, İsrail’in kendine zarar vermekten başka bir sonuç doğurmamaktadır. Attığı her adımda bir sonraki darbeye hazırlanır gibi davranması, sadece etrafında yeni düşmanlar yaratmasına ve bölgedeki karşıt güçleri harekete geçirmesine yol açmaktadır. Bu stratejik hatalar, kaçınılmaz olarak İsrail’in bu bölgede sürekli bir tehdit unsuru olarak algılanmasına ve yalnızlaşmasına neden olmaktadır.

İsrail’in Ortadoğu’daki saldırgan politikaları, tıpkı "azgın teke" misali sürekli olarak güç gösterisi yaparak kendini tüketen bir döngü yaratmıştır. Bu politikaların sürdürülemezliği, İsrail’in giderek daha yalnız ve izole bir hale gelmesine neden olmaktadır. Eğer İsrail bu stratejisini değiştirmez ve saldırganlık politikalarından vazgeçmezse, bölgedeki varlığı uzun vadede tehlikeye girecektir. Çünkü bu topraklarda halkların ve toplumların barış içinde yaşama isteği, İsrail’in yıkıcı politikalarından daha güçlü bir geleceğe işaret etmektedir. Bu durumda, İsrail’in bu bölgedeki varlığı, kendi halkına dahi zarar veren bir yük haline gelecek ve sonunda yalnızca kendisini yıkan bir stratejiyle yüz yüze kalacaktır.

Ortadoğu’da barışın tesis edilmesi, tüm halkların ortak çıkarına hizmet ederken, İsrail’in sürdüğü bu azgın teke misali yol, kaçınılmaz bir biçimde bölgenin değil, en çok kendisinin felaketine yol açacaktır.

Bahadır Hataylı/Ekim-2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!