Bu Blogda Ara

31 Ekim 2024 Perşembe

Azgın Tekenin Sonu-İsrail'in Ortadoğu’daki Saldırgan Politikalarının Kaçınılmaz Sonu

                                 

İsrail'in Ortadoğu’daki politikaları ve bölgeye yönelik tavrı, tıpkı azgın bir tekenin davranışları gibi, hem kendi halkı hem de bölgedeki tüm toplumlar için yıkıcı bir döngü haline gelmiştir. Bölgedeki stratejik noktaları ele geçirme çabası, bu güç gösterilerinin kontrolsüz saldırganlığa dönüşmesine neden olmaktadır. Her saldırı, sözde güvenlik bahanesi altında başlasa da, esasında İsrail’in genişleme arzusu ve egemenlik hırsının ürünü olarak kendini göstermektedir. Tüm bu politikaların sonucunda, İsrail bölgeyi bir kargaşanın ortasına sürükleyip varoluşunu daha büyük bir belirsizlik ve tehlike altına atmaktadır.

Bir toplumun kendini koruma güdüsü, doğal bir içgüdü olarak kabul edilebilir. Ancak İsrail’in attığı adımlar, kendi sınırlarını savunmak için değil, bölgedeki dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda yeniden inşa etmek, kendi ideolojisini dayatmak adına yapılmaktadır. Bu durum, İsrail’in yalnızca kendini değil, tüm bölgeyi hedef alarak gücünü artırmaya çalıştığını, bu doğrultuda saldırgan bir tutum sergilediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu saldırganlık, ne bölgedeki barışı sağlamaya yönelik bir adımdır ne de uzun vadede İsrail’in varlığını garanti altına alabilecek bir stratejidir. Tersine, bu tutum tüm Ortadoğu’da sürekli bir çatışma ve istikrarsızlık yaratarak bölgenin huzurunu tehdit eden bir unsur haline gelmiştir.

Ortadoğu’da İsrail’in "azgın teke" misali yaptığı her hareket, bölgedeki devletleri zayıflatmak, halkları yerlerinden etmek, kültürel dokuları yıpratmak ve yaşam alanlarını tehdit etmek gibi sonuçlar doğurmaktadır. İsrail, gücünü artırmak ve yerel direnişi bastırmak amacıyla attığı her adımda, yalnızca bölgeyi değil, kendi toplumsal yapısını da büyük bir risk altına sokmaktadır. Bir yandan, güvenlik bahanesiyle yapılan bu saldırılar, bölgenin her geçen gün biraz daha istikrarsız hale gelmesine yol açmaktadır; diğer yandan İsrail'in uluslararası arenada yalnızlaşmasına ve bu stratejilerin kendi toplumunda bile güvensizlik yaratmasına neden olmaktadır.

Bu saldırganlık ve yayılmacı politika, İsrail için kaçınılmaz bir son hazırlamaktadır. Kendisine düşman olarak gördüğü her unsur, bir süre sonra bu azgınlığın kurbanı olmuş olsa da, İsrail’in kendine zarar vermekten başka bir sonuç doğurmamaktadır. Attığı her adımda bir sonraki darbeye hazırlanır gibi davranması, sadece etrafında yeni düşmanlar yaratmasına ve bölgedeki karşıt güçleri harekete geçirmesine yol açmaktadır. Bu stratejik hatalar, kaçınılmaz olarak İsrail’in bu bölgede sürekli bir tehdit unsuru olarak algılanmasına ve yalnızlaşmasına neden olmaktadır.

İsrail’in Ortadoğu’daki saldırgan politikaları, tıpkı "azgın teke" misali sürekli olarak güç gösterisi yaparak kendini tüketen bir döngü yaratmıştır. Bu politikaların sürdürülemezliği, İsrail’in giderek daha yalnız ve izole bir hale gelmesine neden olmaktadır. Eğer İsrail bu stratejisini değiştirmez ve saldırganlık politikalarından vazgeçmezse, bölgedeki varlığı uzun vadede tehlikeye girecektir. Çünkü bu topraklarda halkların ve toplumların barış içinde yaşama isteği, İsrail’in yıkıcı politikalarından daha güçlü bir geleceğe işaret etmektedir. Bu durumda, İsrail’in bu bölgedeki varlığı, kendi halkına dahi zarar veren bir yük haline gelecek ve sonunda yalnızca kendisini yıkan bir stratejiyle yüz yüze kalacaktır.

Ortadoğu’da barışın tesis edilmesi, tüm halkların ortak çıkarına hizmet ederken, İsrail’in sürdüğü bu azgın teke misali yol, kaçınılmaz bir biçimde bölgenin değil, en çok kendisinin felaketine yol açacaktır.

Bahadır Hataylı/Ekim-2024/Sancaktepe/İST

Sosyal Meslek Gettoları- Kendimizi Mesleklerin İçinde mi Kaybettik?

 

Fanatik Dayanışmanın Toplumsal İzolasyona Etkisi

Toplumların kültürel ve sosyal yapılarında, meslek gruplarının yalnızca çalışma alanlarıyla sınırlı kalmayan, kendi içlerinde oluşturdukları dayanışmacı ve kapalı toplulukların büyük bir rol oynadığını gözlemliyoruz. Bu gruplar, kimi zaman dayanışma, destek veya yardımlaşma gibi olumlu amaçlarla bir araya gelseler de, uzun vadede toplumsal uyum üzerinde düşündüğümüzden daha fazla etki bırakırlar. Bu yazıda, toplumda özellikle belirgin olan bazı meslek gruplarının sosyokültürel dokuyu nasıl etkilediğini, bireyler ve gruplar arasındaki mesafenin giderek nasıl derinleştiğini, hatta meslek kültürünün ötesinde fanatik bir dayanışma hiyerarşisinin toplumsal izolasyonu nasıl güçlendirdiğini görüyoruz.

Her meslek grubunun kendine has bir kültürü ve değerler bütünü vardır. Ancak bazı gruplarda bu değerler sistemi, mesleki sınırların ötesine geçerek neredeyse bir toplumsal yaşam biçimi haline dönüşür. Özellikle doktorlar, eczacılar, hukukçular, otobüs şoförleri, taksiciler gibi gruplar, yalnızca iş yerinde değil, toplumsal hayatta da kendi içlerinde bir birlik ve dayanışma hissi geliştirirler. Bu grupların kendi meslektaşlarıyla olan dayanışması, dışarıdan gelen her türlü eleştiriyi tehdit olarak algılama eğilimi gösterir ve bu durumda meslek dışındaki bireylere karşı kapalı bir tutum benimserler.

Meslek içindeki bu dayanışma, zamanla bir "getto kültürü" yaratır. Bu gettolaşma, grubun dışındaki insanların bu mesleklere karşı olan güven ve beklentilerinde olumsuz bir bakış açısına yol açabilir. Toplumda sıkça karşılaşılan örnekler arasında halk otobüsü şoförlerinin diğer şoförlerle sürekli olarak çatışma halinde olması, taksi şoförlerinin müşteri eleştirilerini çoğu zaman kabul etmemesi, ya da doktorların meslek etiği tartışmalarında birbirlerini savunarak dış dünyadan gelen tepkilere karşı bir "savunma" geliştirmesi sayılabilir.

Fanatik Dayanışma ve Toplumsal Tabakalaşma

Bu dayanışma kültürü, zamanla fanatik bir bağlılık halini alır. Bir meslek grubuna dahil olan bireyler, meslek arkadaşlarının doğru ya da yanlış tüm davranışlarını savunma eğilimine girerler. Bu durumda kişisel hesap verebilirlik, mesleki eleştirilerden korunma adına feda edilir. Bu, bireyin kendi kimliğinden çok meslek grubunun bir parçası olarak kendini tanımlamasına neden olur. Bu tür fanatik dayanışma kültürü, bireysel sorumluluğun erozyona uğramasına neden olurken, toplumsal adalet ve hesap verebilirlik ilkelerini de tehdit eder. Meslekler arasında oluşan bu dayanışma duvarları, aynı zamanda toplumun katmanlara ayrılmasına ve gruplar arası etkileşimin azalmasına yol açar.

Bu izolasyon ortamında, bireylerin toplumun diğer üyeleriyle değil, yalnızca kendi meslek grubuyla etkileşim kurma eğilimi de artar. Doktorların diğer doktorlarla, taksicilerin diğer taksicilerle, otobüs şoförlerinin yine yalnızca kendi meslektaşlarıyla sosyalleştiği bir düzen, toplumsal ayrışmayı körükler. Birbirine kapalı kalan bu gruplar, kendi içinde dayanışmayı artırırken, toplumsal dayanışmayı azaltan bir etken olarak ortaya çıkar.

Meslek gruplarının fanatik bir bağlılıkla birbirine kenetlenmesi, bireysel kimliklerin ön plana çıkmasını engelleyebilir ve toplumun genel yapısında eksikliklere yol açar. Örneğin, bireylerin farklı kültür ve düşünce yapısındaki insanlarla etkileşimi azalır. Bu durum, bir toplumda ortak değerlere ulaşmanın, empati geliştirmenin ve farklı düşünceleri anlamanın önüne geçer. Meslek gruplarının kendi içinde kapalı bir yapı oluşturması, toplumun geniş bir tabanında, bireyler arasındaki bağları zayıflatarak toplumsal kutuplaşmayı teşvik eder.

 Mesleki ve Toplumsal Bütünleşme

Toplum olarak bu tür dayanışmacı meslek yapılarının içe kapanıklığını aşmak ve toplumsal kapsayıcılığı artırmak için evrensel değerlere yönelmek gerekiyor. Özellikle adanmışlık, özgürlük, sevgi, merhamet ve barış gibi evrensel değerler, tüm meslek gruplarının bir araya gelmesi ve toplumun bütününe yönelik sorumluluk geliştirmesi için birer temel oluşturabilir. Meslek gruplarının kendi içinde dayanışma yaratması doğaldır; ancak bu dayanışmanın toplumsal adalet, bireysel hesap verebilirlik ve empati değerlerine dayanması, toplumsal uyumu güçlendirecektir.

Adanmışlık, bireylerin yalnızca kendi meslek grubunun değil, toplumun genelinin yararını gözetme sorumluluğunu artıracaktır. Bu değerlerin yanı sıra özgürlük ve barış gibi toplumsal değerler de gruplar arası uyum ve anlayışı teşvik ederek toplumsal dayanışmanın önündeki engelleri azaltacaktır.

Toplumun belirli meslek grupları içinde gettolaşmış yapılar oluşturarak, yalnızca kendi içindeki bireylerle bir dayanışma bağı geliştirmesi, toplumsal uyumu zedelerken, bireylerin kendi kimliklerinden ödün vermesine ve toplumsal yapının adalet mekanizmalarının etkisizleşmesine yol açar. Bu nedenle, toplumda fanatik dayanışma kültüründen uzaklaşarak kapsayıcı ve toplumsal sorumluluğu ön planda tutan bir yapı inşa edilmelidir.

Bahadır Hataylı/29.10.2024/01.20/Sancaktepe/İST

30 Ekim 2024 Çarşamba

Özgürlükten Merhamete İnsan Olmak

İnsanlık, tarihin en eski defterlerine yazılmış bir hikâye gibidir. Savaşlar, acılar, sevgiler ve zaferler hep bu hikâyenin bir parçası… Her çağda, insanlık bir sınavdan geçmiştir. Kimi zaman taşlarla yazılmış, kimi zaman gözyaşıyla silinmiş bu hikâye, hepimizin içinde yaşar. İnsanlık, bizim en saf yanımız, ama aynı zamanda en kırılgan tarafımızdır. Zamanın sayfalarını çevirirken, o ince çizgide yürür; bazen iyilik kazanır, bazen de kötülüğün gölgesi üzerimize düşer. Ama ne olursa olsun, insanlık her defasında yeniden doğar. Bir annenin evladına sarılmasında, bir dostun elini uzatmasında, bir çocuğun umutla dünyaya bakmasında kendini gösterir. İnsanlık, biziz. Bizim en derin tarafımızdır, ve onu korumak, yaşatmak da en kutsal görevimiz.

İnsan olmak, dünyanın en karmaşık ama en anlamlı yolculuğudur. Bir insanın yüreğinde barındırdığı duygular ve değerler, onun insanlığını ortaya koyar ve bu değerler, onu diğer tüm canlılardan ayırır. Her bir değer, insan olmanın temelini oluşturur, bizi birbirimize bağlar ve bu karmaşık dünyada yolumuzu bulmamızı sağlar.

İnsan olmanın özü, adanmışlık ile başlar. Adanmışlık, bir ideale, bir insana, bir inanca veya bir amaç uğruna varlığımızı adayabilmektir. Gerçekten insan olmak, kendinden öteye geçebilmek, bir başkası için yaşayabilmektir. Adanmışlık, kendini aşmanın, bencillikten sıyrılıp daha büyük bir bütünün parçası haline gelmenin ifadesidir. İnsan, kendini adadığında anlam bulur; sevgiye, merhamete, özgürlüğe adanmak, insanlığı yücelten bir değerdir. Adanmışlık, bir annenin çocuğuna gösterdiği sınırsız sevgiden, bir dostun dostu için elini uzatmasından, bir insanın toplum için özveride bulunmasından geçer.

Özgürlük ise insan ruhunun en derin arzusudur. Bir birey, gerçekten insan olduğunda özgürlüğün tadını çıkarabilir. Özgürlük, sadece zincirlerin kırılması değildir; düşüncelerin serbest kalması, hayallerin gerçekleşmesi ve kendini ifade edebilme gücüdür. Özgürlük olmadan insanlık olmaz; çünkü özgürlük, insanın kendi değerleriyle, kendi kimliğiyle yaşamasıdır. Özgürlük, insanın kendine duyduğu saygının, başkalarına da sunduğu bir güven duygusudur. Herkesin eşit, herkesin özgür olduğu bir dünya, insanlığın özlemini çektiği bir cennettir.

Sevgi, tüm bu değerlerin belki de temelidir. Sevgi, insanın içindeki en saf ve güçlü duygudur. Sevgi olmadan, ne merhamet olur, ne de barış. Sevgi, insanı iyiliğe, adalete ve merhamete götürür. Bir annenin çocuğunu sevmesi, bir insanın doğayı koruma arzusu, bir çiftin birbirine duyduğu bağlılık – hepsi sevginin farklı yansımalarıdır. Sevgi, bir yüreğin başka bir yürekle tanıştığı andır. Her şeye rağmen, her zorluğa karşı sevgiyle bakabilmek, insan olmanın en saf hallerinden biridir.

Merhamet, sevgiden doğar ve onu dünyaya yayar. Merhamet, acı çeken birini gördüğünde elini uzatabilmektir. Başkalarının acılarına gözlerini kapatmamak, kendini onların yerine koyabilmektir. Merhamet, yürekten gelir ve insanı insan yapan duygulardan biridir. Merhametli bir insan, her varlığa saygı duyar; doğayı korur, hayvanları sevgiyle kucaklar, insanlara yardım eder. Çünkü merhamet, insan olmanın en saf yanıdır; sadece kendini değil, başkalarını da düşünmektir.

Barış ise insanlığın en büyük rüyasıdır. Savaşların, acıların, adaletsizliğin olmadığı bir dünya, barışın hakim olduğu bir dünyadır. Barış, sadece silahların susması değil, insanların birbirine güvenle yaklaşabilmesidir. Barış, her insanın özgürce yaşadığı, her kültürün, her dinin ve her düşüncenin saygı gördüğü bir ortamdır. Barış olmadan insanlık eksiktir; çünkü barış, sevgiyle, özgürlükle, merhametle inşa edilen bir köprüdür. Barış, hepimizin paylaştığı ortak bir umut, ortak bir hedeftir.

Bu temel değerlerin yanı sıra, insan olmanın diğer yanlarına da değinelim:

  • Vicdan, insanın içindeki yol gösterici bir ışıktır. İyi ile kötü arasındaki farkı bize gösteren bir pusuladır. Vicdan, insanın kendisiyle yüzleşmesini, hatalarını görmesini sağlar. Vicdanı olan bir insan, adaletsizlik karşısında susmaz; her zaman doğruluğun, iyiliğin peşinde koşar.

  • Adalet, her insanın hakkını koruyan bir dengedir. Adalet, toplumu bir arada tutar, güven duygusunu inşa eder. Adil bir dünyada, herkesin sesi duyulur, herkesin hakkı korunur. İnsanlar arasındaki eşitliği sağlayan adalet, barışın ve huzurun en önemli yapı taşıdır.

  • Sabır, insan olmanın belki de en zor kısmıdır. Sabır, zorluklar karşısında pes etmemek, her şeyin bir zamanı olduğunu bilerek beklemektir. Sabırlı bir insan, hayatın getirdiği zorluklara karşı güçlü durur. Sabır, umudun bir başka şeklidir; her şeyin sonunda güzel günlerin geleceğine olan inançtır.

  • Mazlum, haksızlık karşısında sesini çıkaramayan ama onuruyla duran insandır. Mazlum, insanlık tarihinin en derin yarasıdır. Ancak mazlum, aynı zamanda bir direnişin, bir duruşun simgesidir. Mazlum olan, zalim olmayı asla seçmez; bu da onun insanlığını daha da pekiştirir.

  • Onur, insanın kendine ve başkalarına duyduğu saygının ifadesidir. Onur, her şartta başı dik durabilmektir. İnsan, onurunu koruduğu sürece gerçekten insan kalır. Onur, insanın en değerli hazinesidir; çünkü onursuz bir yaşam, anlamını yitirir.

  • İhanet, insanlığın zedelenmiş tarafıdır. Güvenin kırıldığı, dostlukların sona erdiği noktadır ihanet. İhanet, bir insanın diğerine duyduğu sadakati ve bağlılığı sarsar. Ama ne olursa olsun, ihanetin getirdiği acılar da insanlığın sınavlarından biridir; insan, ihanetle karşılaştığında bile onurunu koruyabilmelidir.

  • Umut, her şeyin ötesinde, insanın geleceğe olan inancıdır. Umut olmadan yaşamak, insanın içindeki ışığı kaybetmesidir. Umut, en karanlık anlarda bile bize yol gösteren bir fenerdir. İnsan umudu kaybetmediği sürece her zorluğu aşabilir, her engeli geçebilir. Umut, insanlığın geleceğe uzattığı bir köprü, yeniden başlamanın gücüdür.

İnsan olmak; adanmışlıkla, özgürlükle, sevgiyle, merhametle, barışla yaşamak demektir. Her bir değer, insan olmanın farklı bir yüzüdür. Bu değerler, insanlığı şekillendirir, ona yön verir. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, insanlık tarihini, insanın içindeki iyiliği ve büyüklüğü görürüz. İnsanın insan gibi yaşayabilmesi için bu değerleri hayatının merkezine koyması gerekir.

Gerçekten insan olmak, başkalarının yaralarını sarabilmek, onların acılarını paylaşabilmektir. Adil olabilmek, vicdanın sesini dinlemek, sevgiyle bakabilmek, merhametle kucaklayabilmektir. Özgürlükle yaşamak, onurla ayakta kalmak, barış içinde bir arada olabilmektir.

Bu değerlere sahip çıktıkça, insanlığımızı daha derinden hissederiz. Bu değerler, bizi insan yapar, bizi birbirimize bağlar. İnsan olmanın anlamı, tüm bu değerleri yaşayabilmek, tüm insanlığa aynı gözle bakabilmek, her ruhu bir bütünün parçası olarak görebilmektir. İnsanlık, bu değerlerin birleşimidir; hep birlikte bir araya geldiğinde, insanlık olarak adlandırdığımız büyük resmi oluşturur.

İşte bu yüzden, insan olmanın ve insanca yaşamanın en derin sırrı, bu değerlere sadık kalmaktır. Her birimiz, kendi küçük dünyamızda bu değerlere sahip çıktıkça, insanlık da yücelecek, daha güzel bir geleceğe doğru adım atacaktır.

Bahadır Hataylı/2013-Eylül/Çengelköy/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!