Bu Blogda Ara

30 Ekim 2024 Çarşamba

Özgürlükten Merhamete İnsan Olmak

İnsanlık, tarihin en eski defterlerine yazılmış bir hikâye gibidir. Savaşlar, acılar, sevgiler ve zaferler hep bu hikâyenin bir parçası… Her çağda, insanlık bir sınavdan geçmiştir. Kimi zaman taşlarla yazılmış, kimi zaman gözyaşıyla silinmiş bu hikâye, hepimizin içinde yaşar. İnsanlık, bizim en saf yanımız, ama aynı zamanda en kırılgan tarafımızdır. Zamanın sayfalarını çevirirken, o ince çizgide yürür; bazen iyilik kazanır, bazen de kötülüğün gölgesi üzerimize düşer. Ama ne olursa olsun, insanlık her defasında yeniden doğar. Bir annenin evladına sarılmasında, bir dostun elini uzatmasında, bir çocuğun umutla dünyaya bakmasında kendini gösterir. İnsanlık, biziz. Bizim en derin tarafımızdır, ve onu korumak, yaşatmak da en kutsal görevimiz.

İnsan olmak, dünyanın en karmaşık ama en anlamlı yolculuğudur. Bir insanın yüreğinde barındırdığı duygular ve değerler, onun insanlığını ortaya koyar ve bu değerler, onu diğer tüm canlılardan ayırır. Her bir değer, insan olmanın temelini oluşturur, bizi birbirimize bağlar ve bu karmaşık dünyada yolumuzu bulmamızı sağlar.

İnsan olmanın özü, adanmışlık ile başlar. Adanmışlık, bir ideale, bir insana, bir inanca veya bir amaç uğruna varlığımızı adayabilmektir. Gerçekten insan olmak, kendinden öteye geçebilmek, bir başkası için yaşayabilmektir. Adanmışlık, kendini aşmanın, bencillikten sıyrılıp daha büyük bir bütünün parçası haline gelmenin ifadesidir. İnsan, kendini adadığında anlam bulur; sevgiye, merhamete, özgürlüğe adanmak, insanlığı yücelten bir değerdir. Adanmışlık, bir annenin çocuğuna gösterdiği sınırsız sevgiden, bir dostun dostu için elini uzatmasından, bir insanın toplum için özveride bulunmasından geçer.

Özgürlük ise insan ruhunun en derin arzusudur. Bir birey, gerçekten insan olduğunda özgürlüğün tadını çıkarabilir. Özgürlük, sadece zincirlerin kırılması değildir; düşüncelerin serbest kalması, hayallerin gerçekleşmesi ve kendini ifade edebilme gücüdür. Özgürlük olmadan insanlık olmaz; çünkü özgürlük, insanın kendi değerleriyle, kendi kimliğiyle yaşamasıdır. Özgürlük, insanın kendine duyduğu saygının, başkalarına da sunduğu bir güven duygusudur. Herkesin eşit, herkesin özgür olduğu bir dünya, insanlığın özlemini çektiği bir cennettir.

Sevgi, tüm bu değerlerin belki de temelidir. Sevgi, insanın içindeki en saf ve güçlü duygudur. Sevgi olmadan, ne merhamet olur, ne de barış. Sevgi, insanı iyiliğe, adalete ve merhamete götürür. Bir annenin çocuğunu sevmesi, bir insanın doğayı koruma arzusu, bir çiftin birbirine duyduğu bağlılık – hepsi sevginin farklı yansımalarıdır. Sevgi, bir yüreğin başka bir yürekle tanıştığı andır. Her şeye rağmen, her zorluğa karşı sevgiyle bakabilmek, insan olmanın en saf hallerinden biridir.

Merhamet, sevgiden doğar ve onu dünyaya yayar. Merhamet, acı çeken birini gördüğünde elini uzatabilmektir. Başkalarının acılarına gözlerini kapatmamak, kendini onların yerine koyabilmektir. Merhamet, yürekten gelir ve insanı insan yapan duygulardan biridir. Merhametli bir insan, her varlığa saygı duyar; doğayı korur, hayvanları sevgiyle kucaklar, insanlara yardım eder. Çünkü merhamet, insan olmanın en saf yanıdır; sadece kendini değil, başkalarını da düşünmektir.

Barış ise insanlığın en büyük rüyasıdır. Savaşların, acıların, adaletsizliğin olmadığı bir dünya, barışın hakim olduğu bir dünyadır. Barış, sadece silahların susması değil, insanların birbirine güvenle yaklaşabilmesidir. Barış, her insanın özgürce yaşadığı, her kültürün, her dinin ve her düşüncenin saygı gördüğü bir ortamdır. Barış olmadan insanlık eksiktir; çünkü barış, sevgiyle, özgürlükle, merhametle inşa edilen bir köprüdür. Barış, hepimizin paylaştığı ortak bir umut, ortak bir hedeftir.

Bu temel değerlerin yanı sıra, insan olmanın diğer yanlarına da değinelim:

  • Vicdan, insanın içindeki yol gösterici bir ışıktır. İyi ile kötü arasındaki farkı bize gösteren bir pusuladır. Vicdan, insanın kendisiyle yüzleşmesini, hatalarını görmesini sağlar. Vicdanı olan bir insan, adaletsizlik karşısında susmaz; her zaman doğruluğun, iyiliğin peşinde koşar.

  • Adalet, her insanın hakkını koruyan bir dengedir. Adalet, toplumu bir arada tutar, güven duygusunu inşa eder. Adil bir dünyada, herkesin sesi duyulur, herkesin hakkı korunur. İnsanlar arasındaki eşitliği sağlayan adalet, barışın ve huzurun en önemli yapı taşıdır.

  • Sabır, insan olmanın belki de en zor kısmıdır. Sabır, zorluklar karşısında pes etmemek, her şeyin bir zamanı olduğunu bilerek beklemektir. Sabırlı bir insan, hayatın getirdiği zorluklara karşı güçlü durur. Sabır, umudun bir başka şeklidir; her şeyin sonunda güzel günlerin geleceğine olan inançtır.

  • Mazlum, haksızlık karşısında sesini çıkaramayan ama onuruyla duran insandır. Mazlum, insanlık tarihinin en derin yarasıdır. Ancak mazlum, aynı zamanda bir direnişin, bir duruşun simgesidir. Mazlum olan, zalim olmayı asla seçmez; bu da onun insanlığını daha da pekiştirir.

  • Onur, insanın kendine ve başkalarına duyduğu saygının ifadesidir. Onur, her şartta başı dik durabilmektir. İnsan, onurunu koruduğu sürece gerçekten insan kalır. Onur, insanın en değerli hazinesidir; çünkü onursuz bir yaşam, anlamını yitirir.

  • İhanet, insanlığın zedelenmiş tarafıdır. Güvenin kırıldığı, dostlukların sona erdiği noktadır ihanet. İhanet, bir insanın diğerine duyduğu sadakati ve bağlılığı sarsar. Ama ne olursa olsun, ihanetin getirdiği acılar da insanlığın sınavlarından biridir; insan, ihanetle karşılaştığında bile onurunu koruyabilmelidir.

  • Umut, her şeyin ötesinde, insanın geleceğe olan inancıdır. Umut olmadan yaşamak, insanın içindeki ışığı kaybetmesidir. Umut, en karanlık anlarda bile bize yol gösteren bir fenerdir. İnsan umudu kaybetmediği sürece her zorluğu aşabilir, her engeli geçebilir. Umut, insanlığın geleceğe uzattığı bir köprü, yeniden başlamanın gücüdür.

İnsan olmak; adanmışlıkla, özgürlükle, sevgiyle, merhametle, barışla yaşamak demektir. Her bir değer, insan olmanın farklı bir yüzüdür. Bu değerler, insanlığı şekillendirir, ona yön verir. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, insanlık tarihini, insanın içindeki iyiliği ve büyüklüğü görürüz. İnsanın insan gibi yaşayabilmesi için bu değerleri hayatının merkezine koyması gerekir.

Gerçekten insan olmak, başkalarının yaralarını sarabilmek, onların acılarını paylaşabilmektir. Adil olabilmek, vicdanın sesini dinlemek, sevgiyle bakabilmek, merhametle kucaklayabilmektir. Özgürlükle yaşamak, onurla ayakta kalmak, barış içinde bir arada olabilmektir.

Bu değerlere sahip çıktıkça, insanlığımızı daha derinden hissederiz. Bu değerler, bizi insan yapar, bizi birbirimize bağlar. İnsan olmanın anlamı, tüm bu değerleri yaşayabilmek, tüm insanlığa aynı gözle bakabilmek, her ruhu bir bütünün parçası olarak görebilmektir. İnsanlık, bu değerlerin birleşimidir; hep birlikte bir araya geldiğinde, insanlık olarak adlandırdığımız büyük resmi oluşturur.

İşte bu yüzden, insan olmanın ve insanca yaşamanın en derin sırrı, bu değerlere sadık kalmaktır. Her birimiz, kendi küçük dünyamızda bu değerlere sahip çıktıkça, insanlık da yücelecek, daha güzel bir geleceğe doğru adım atacaktır.

Bahadır Hataylı/2013-Eylül/Çengelköy/İST

28 Ekim 2024 Pazartesi

Paradoksal Uyum-Taklitçiliğin Gölgesinde Çürüyen Toplum


Bu denli karmaşık ve tehlikeli bir toplumsal dinamik, görünüşte uyumlu ama içeride karmaşık ve huzursuz bireylerin yetişmesine sebep olur. Taklit, insanın kendine ve topluma yabancılaşmasına zemin hazırlar, özgür düşünceyi gölgeler. Tarde'nin belirttiği gibi bazı faydalı yönleri olabilir; fakat günümüz gerçekleri dikkate alındığında, taklitçilik insanların bireysel farkındalığını zayıflatıp onları başkalarının yollarını sorgulamadan takip eden varlıklara dönüştürüyor. İnsanlar, özgün düşünceler geliştirme yetilerini kaybettiklerinde kendilerine yabancılaşır ve bu yabancılaşma, toplumu bir çözülme noktasına sürükler.

Özellikle gençlerin kolayca taklit ettikleri bir çağda, bu alışkanlığın kitlesel bir şekilde yayılması toplumun ruh sağlığı üzerinde derin etkiler yaratıyor. Gençlerin, kendi kararlarını alma ve bireysel farkındalıklarını geliştirme becerilerinden uzaklaştığı bu durumda, toplumun geleceği ciddi anlamda tehlikeye giriyor. Taklit etme alışkanlığı adeta bir salgın gibi yayılırken, bu toplumsal uyuşukluk hali sadece bireyleri değil, toplumun bütün yapısını da çürütüyor.

Bu taklit hastalığı kimyasal veya biyolojik bağımlılıklarla karşılaştırıldığında daha da yıkıcı olabilir; çünkü kimyasal bağımlılıklara müdahale edecek sağlık kurumlarımız olsa da sosyal uyuşturuculara karşı bir savunma geliştirmekte zorlanıyoruz. Toplumun yapısı ve kurumları, bireyin özgür düşünce yapısını desteklemek yerine, onun rahat bir akıntı içinde sürüklenmesine zemin hazırlıyor. Gençlerin bağımlılığının yalnızca kimyasal maddelerden değil, kendilerini sorgulamadan çevrelerini taklit etmekten de kaynaklandığını fark etmemiz gerekiyor.

Modern toplumların, bireylerini yalnızca biyolojik bir varlık olarak görme yanılgısı, insanları ruhsal ve sosyal yönden ihmal etmelerine neden oluyor. Bu yüzden kurumlar, bireylerin yalnızca fiziksel ihtiyaçlarını değil, psiko-sosyal gereksinimlerini de göz önünde bulundurmalı. İnsanın yalnızca biyolojik bir varlık olmadığını; aksine, düşünme, algılama ve kendi geleceğini belirleme gücüne sahip bir varlık olduğunu kabul etmeliyiz. İnsan, Aristoteles’in tanımıyla "politik bir hayvan"dır, sosyal ve psikolojik dinamiklerin merkezinde yer alır. Onun sorunları yalnızca biyolojik değil, derinlemesine sosyo-psikolojik köklere dayanır. Bu nedenle, toplumsal sistemler bireyleri destekleyici ve özgür düşünceyi teşvik edici bir şekilde yapılandırılmalı.

Sosyal yapıların değişmeyen bir taklit çarkı içerisine hapsedilmesi, bireylerin yalnızlaşmasına ve kendilerine yabancılaşmalarına yol açıyor. Birçok insan, bir gruba ait olduğunu düşünse de aslında kalabalıklar içinde yalnız kalıyor. Bu toplumsal yalnızlaşma, bireylerin sosyal rolleriyle iç dünyaları arasında bir paradoksal uyum oluşturuyor. Zirveye çıkma arzusu içinde olanlar, bu uyumsuzluğu ve bireylerin içsel çelişkilerini göz ardı ederek kendilerini güvende hissedebilir. Ancak iç dünyası karışık bireyler, bir gün içlerinde biriken bu çelişkilerin yarattığı basınçla bu yapay uyumdan kopacaktır. İşte o gün, toplumsal kıyametin tohumlarının atıldığı gündür.

Bu süreçte, bireylerin ve özellikle gençlerin sosyal yapının bozulması karşısında farkındalıklarını artırmaları gerekiyor. Gerçekten de toplum bireylerin psiko-sosyal yönlerini ihmal etmeye devam ederse, insanları anlamak ve sorunlarına çözüm üretmek daha da zorlaşacak. Her bireyin bir makine dişlisi gibi görev yaptığı, mekanikleşmiş bir toplum yapısı, insani değerleri hızla yitirecek.

Erol Kekeç/Ekim-2004 Kadıköy/İST

Kül ve Kor (Köz) Metaforu-Dini Bilginin Yığılması

 

İslam toplumları, tarih boyunca dini bilgiler biriktirerek bugün devasa bir bilgi yığını oluşturmuşlardır. Bu yığın, geleneksel bilgilerle, mezheplerin yorumlarıyla ve kültürel etkilerle büyümüş, zamanla dini anlamanın önünde bir engel haline gelmiştir. İslam’ın özünü anlamak isteyenler bu bilgi yığınına bakarken, hakiki bilgiye, yani Kur’an’ın mesajına ulaşmakta zorlanır hale gelmişlerdir.

Dini bilgilere “kül” ve “kor” metaforlarıyla bakabiliriz. Zamanla biriken geleneksel dini bilgiler, küllerle kaplanmış bir ateşe benzetilebilir. Bu yığılmış bilgiler, Kur’an’ın öz mesajının üstünü örterek görünürlüğünü azaltır ve insanları bu kül tabakasının içinde hakikati aramaya zorlar. Herkes külün altında bir köz arar; fakat üfledikçe etrafa savrulan küllere boğulur, bulanıklaşan görüş nedeniyle közden uzaklaşır.

Burada kül, toplumların kendi kültürlerinden, mezhepsel öğretilerden ve rivayetlerden oluşan bir bilgi tabakasıdır. Bu tabaka, zamanla dinin saf mesajının önünde bir perde gibi durur. Müslümanlar için asıl olan Kur’an’dır; ancak geleneksel bilgi yığını, Kur’an’ın açık mesajının üstünü örter. Küllerin içinde köz aramak yerine, direkt közün kendisine yönelmek en doğrusudur.

Köz ise Kur’an’ı temsil eder; çünkü o, açık ve yol gösterici bir mesajdır. Kur’an’ın mesajları, doğrudan anlaşılabilir, pratiğe dönüktür ve her birey için rehber niteliğindedir. Köz, kendiliğinden ışık verir; başka bir şeyle örtülmesine gerek yoktur. Bu nedenle, Kur’an’ı merkeze almak, Müslümanlar için doğru yolu bulmanın en sağlıklı yöntemidir.

Kur’an, İslam’ın temel kaynağıdır ve Allah’ın doğrudan insanlara hitap eden sözleridir. Ancak, tarih boyunca dinin bu temel kaynağı, mezhepsel yorumlar, geleneksel bilgiler ve dini liderlerin açıklamalarıyla gölgelenmiştir. Bu durumda, Müslümanların dinle olan ilişkisi doğrudan Kur’an’a değil, bu aracı bilgilere dayanır hale gelmiştir. Bu da İslam’ın özünden uzaklaşmaya yol açmıştır.

Kur’an, İslam’ın saf bilgisini içerir ve bu bilgi herhangi bir aracıya gerek duymadan anlaşılabilir. Ancak, mezhepsel yorumlar veya kültürel etkiler, bu saf bilgiyi gölgeleyerek dinin özünden uzaklaşılmasına yol açar. Her toplum kendi kültürel yapısına uygun dini yorumlar geliştirse de bunlar İslam’ın evrensel mesajıyla uyumlu olmayabilir. Müslümanların, Kur’an’ı merkeze alarak doğrudan bu mesajdan faydalanmaları, İslam’ın temel öğretilerini yaşamalarını sağlar.

İslam’ın saf öğretisine ulaşmak için Kur’an’ın rehberliğinde ilerlemek gerektiği halde, toplumlar zamanla bu merkezden uzaklaşıp, geleneksel bilgilerin oluşturduğu karmaşık bir yığın içinde kaybolmuşlardır. Farklı mezheplerin yorumları, kültürel alışkanlıklar ve halk arasında yaygın olan rivayetler bu bilgi yığınının içinde çelişkili bir yapı oluşturur. Böylece Müslümanlar, Kur’an’dan uzaklaşarak, geleneksel bilgilerin yönlendirmesiyle dini pratiklerini sürdürmeye başlarlar.

Geleneksel bilgiler zamanla dinin özüyle ilgisiz, karmaşık yorumların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu bilgiler sorgusuz kabul edilerek kutsallaştırıldığında, Müslümanlar dinin saf öğretisinden uzaklaşır. Örneğin, bazı mezheplerin kendine özgü yorumları İslam’ın özünden farklı bir din algısı oluşturabilir. Kur’an’dan yola çıkmadan, bu geleneksel yorumlara sorgusuz bağlı kalmak, bireylerin kendi dini anlayışlarını geliştirmelerine engel olur. Bu durumda, Müslümanlar hakikate ulaşmak yerine, kendi kültürel ve mezhepsel kalıpları içinde sıkışır.

Kur’an, düşünmeyi, akıl yürütmeyi ve sorgulamayı öğütleyen bir kitaptır. Ancak, Müslüman toplumlarda eleştirel düşünce yerini çoğu zaman körü körüne bağlılığa bırakmıştır. Bu durum, insanların dini sorgulamadan kabul etmelerine ve dinle ilgili yanlış anlayışlara sahip olmalarına neden olur.

Kur’an’da sıkça “düşünmez misiniz?” ve “akıl etmez misiniz?” gibi sorular geçer. Bu, Müslümanların dini düşünerek, sorgulayarak ve kendi akıllarını kullanarak yaşamaları gerektiğini gösterir. Ancak, geleneksel toplum yapılarında eleştirel düşünceye yeterince önem verilmez. Dinle ilgili bilgilerin çoğu sorgusuzca kabul edilir ve bu durum, bireylerin kendi dini anlayışlarını geliştirmelerine engel olur.

Sorgulamadan itaat, bireyi geleneksel kalıplara hapseder. Geleneksel bilgi yığınına sorgulamadan bağlanan Müslümanlar, dinin özünden uzaklaşır. Bu nedenle, her türlü dini bilginin akıl süzgecinden geçirilmesi önemlidir. Kur’an, sorgulamayı ve eleştirel düşünmeyi teşvik ederek Müslümanlara rehber olur; ancak, bu rehberliğin göz ardı edilmesi, insanların kör bir bağlılık içine girmesine

İslam toplumlarında, farklı mezheplerin getirdiği yorumlar, dini uygulamalarda bölünmelere ve çatışmalara neden olmuştur. Kur’an’ın evrensel mesajı bu çatışmaların gölgesinde kalmış, her mezhep kendi doğrularını savunarak toplumsal barışı tehlikeye atmıştır. Kur’an’ın birleştirici mesajının merkezde tutulması, toplumların ayrışmadan bir arada yaşaması için gereklidir.

Mezhepsel yorumlar, toplumlarda farklı dini pratiklerin oluşmasına yol açar. Bu pratikler, İslam’ın özüne uygun olmayabilir ve toplumda ayrışmalara neden olabilir. Her mezhebin kendi doğrularını mutlak hakikat olarak görmesi, Müslümanlar arasında ayrılıkları derinleştirir. Oysa Kur’an, mezheplerden bağımsız, evrensel bir mesaj sunar. Bu mesajı merkeze almak, Müslüman toplumların birlik içinde hareket etmesini sağlar.

Kur’an’ın merkezde tutulması, sadece bireyler için değil, toplum için de büyük önem taşır. Çünkü Kur’an, tüm insanlığa hitap eden evrensel değerler sunar. Bu değerler, toplumsal barışı sağlamanın yanı sıra, bireylerin kendilerini daha iyi tanımalarını ve geliştirmelerini sağlar. Herkesin aynı kaynağa bağlı kalması, dinin özünü anlamak ve yaşamak için en doğru yoldur.

Özetle, Müslüman toplumların gerçek dini anlamak ve yaşamak için, geleneksel bilgi yığınının altındaki köz yerine, doğrudan Kur’an’ın kendisine yönelmeleri gereklidir. Geleneksel bilgiler çoğu zaman, İslam’ın özünden uzaklaştıran, çelişkili ve karmaşık yapılar oluşturur. Bu bilgilerle dini yaşamak, aslında insanları gerçek dini yaşamaktan alıkoyar. Her türlü dini bilgiyi Kur’an’a göre değerlendirerek, onun açık mesajını temel almak, İslam’ın özünü kavrayarak yaşamak için en sağlıklı ve doğru yaklaşımdır.

Kur’an’ı merkeze alarak, eleştirel düşünceyle sorgulayıp akıl yürütmek, toplumun huzur içinde yaşaması ve bireylerin dinin hakiki ruhuna ulaşması için gereklidir. Böylece, Müslümanlar hem bireysel hem toplumsal düzeyde gerçek bir İslam yaşamına ulaşabilirler.

Bahadır Hataylı/27.10.2024/Sancaktepe/İST

 

 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!